En kısa tanımıyla evrim, popülasyon içi gen ve özellik dağılımlarının nesiller içerisindeki değişimidir.
Bu tanımdaki her bir basamak, evrim için olmazsa olmazdır:
Bu tanımın dışladığı ve hesaba katmadığı birkaç unsur vardır. Bunları vurgulamak, evrime dair kavramları daha da netleştirecektir:
Evet, evrim kanıtlanmış bir gerçektir ve dolayısıyla bir doğa yasasıdır. Evrim Teorisi ise bu doğa yasasını izah edebilmek için geliştirilen, bilimin zorlu testlerini geçebilmiş hipotezler üzerine inşa edilen açıklamalar bütünüdür. Bu bakımdan, bir doğa yasası olan evrim ile, o doğa yasasını açıklayan Evrim Teorisi farklı şeylerdir:
Bilim camiasında evrimin gerçek olup olmadığı konusunda herhangi bir bilimsel tartışma yoktur, soru işareti bulunmamaktadır. Evrimin mekanizmalarına yönelik bilinmeyenler aydınlatılmaya çalışılmaktadır; tıpkı kütleçekiminin doğasına yönelik bilinmeyenlerin aydınlatılmaya çalışılıyor olması gibi.
Bu konu hakkında daha fazla bilgi almak için buradaki yazımızı okuyabilirsiniz.
Cevaba GitEvrim hem bir yasadır hem de bir teoridir. Yasaya "evrim", teoriye "Evrim Teorisi" denmektedir. Bu ikisi birbiriyle karıştırılmamalıdır. Bu, evrime özgü bir durum değildir; bilimsel teorilerin hepsi için geçerlidir.
Ayrıca bilimde teoriler ispatlanınca kanun olmazlar; bu yaygın bir yanlış inançtır (ve ne yazık ki okullarda da bir dönem bu şekilde, hatalı bir biçimde okutulmuştur).
Bilimsel anlamıyla "yasa" (kanun, ilke, prensip, vb. isimlerle de anılır), Evren'e dair doğrudan veya enstrümanlar kullanarak gözleyebildiğimiz veya kaydedebildiğimiz olgulardır (gerçeklerdir). Bir yasanın değişmesi için Evren'in dokusunun değişmesi veya bu dokuya yönelik gözlemlerimizin hatalı olduğunun anlaşılması gerekir.
Evrim, bir doğa yasasıdır. Bizim onu anlamamızdan bağımsız olarak vardır, işler ve canlıları değiştirir. Biz onu incelesek de, incelemesek de evrim var olmayı sürdürecektir. Dolayısıyla buna "evrim yasası", "evrim kanunu", "evrim ilkesi" ya da "evrim olgusu" denebilir. Ancak bu tür terimlerle uğraşmamak için kısaca "evrim" denmektedir.
Evrim, bir durum bildirimidir: Canlı popülasyonlarının gen ve özellik dağılımları nesiller içerisinde değişmek zorundadır. Buna evrim denir. Nokta.
Ancak görülebileceği gibi, evrim yasası kendi başına "neden" ya da "nasıl" bu şekilde olduğunu anlayamayacağımız bir kavramdır. Evrim bize sadece "ne" olduğunu söyler.
Evrimin ne olduğuyla ilgili bundan daha uzun ama yine de oldukça kısa bir açıklama için buradaki yazımızı okuyabilirsiniz.
Bilimsel anlamıyla "teori", bu yasa veya yasalara yönelik olarak yoğun bir şekilde test edilen, eleştirilen, sınanan ve bilimin ve zamanın bu zorlu testlerini başarıyla geçebilen açıklamalar bütünüdür. Dolayısıyla bilimsel bir teori, kanunlardan daha alt seviyede değildir; tam tersine, doğa kanunlarını birleştirip, onları bir bütün olarak izah edebilen, daha kapsamlı ve güçlü bir şekilde açıklayabilen bir izah sistemidir.
Evrim Teorisi, doğadaki evrim yasasını anlama çabamızla oluşturduğumuz yöntemler, veriler, analizler bütünüdür. Evrim Teorisi, evrimin "neden" ve "nasıl" olduğunu inceler. Canlıların ne yöntemlerle evrim geçirdiğini, bu evrime neden olan diğer kuvvetlerin nasıl işlediğini, gen dağılımlarını etkileyen özelliklerin neler olduğunu araştırır, bunlar içerisindeki bağlantıları kurar ve elimizdeki detaylı açıklamaları geliştirir. Evrim Teorisi, genellikle bir "çatı terim"dir ve içerisinde birçok diğer teoriyi barındırır. Örneğin nükletitler üzerindeki mutasyonların dağılımlarının değişimini inceleyen teorilerden birisi Nötral Evrim Teorisi'dir. Evrimin ekolojiyle ilişkisini inceleyen teorilerden birisi r/K Seçilim Teorisi'dir. Hangi canlıların gelecek nesilleri oluşturacağını inceleyen teoriler arasında Doğal Seçilim Teorisi, Cinsel Seçilim Teorisi, vb. bulunur. Hatta Cinsel Seçilim Teorisi altında bile birçok alt-teori bulunur: Kızıl Kraliçe Teorisi, Kaçak Özellik Seçilimi Teorisi gibi...
Darwin'in Evrim Teorisi, neredeyse son 200 yıldır bilimin ve zamanın zorlu testlerini başarıyla geçmektedir ve bugüne kadar onu çürüten tek bir bulguya bile rastlanamamıştır. Tam tersine, bilimin hemen her alanında (fizik, jeoloji, kimya, moleküler biyoloji, mühendislik, vb.) devrimler ve paradigma değişimleri yaratmış, insanın kendisine ve Dünya'daki yaşama dair uzun süredir cevapsız kalan sorularını bilimsel olarak yanıtlamayı başarmıştır.
Tüm bunları araştıran bilim dalına ise evrimsel biyoloji denir. Evrim Teorisi ile evrim arasındaki farkları daha iyi öğrenmek için buradaki veya buradaki yazımızı okuyabilirsiniz.
Daha iyi anlamak için, kütleçekimini düşünün: Kütleçekimi (cisimlerin birbirine doğru hareket eğilimi), tıpkı evrim gibi bir doğa yasasıdır. Biz onu incelesek de, incelemesek de, anlasak da, anlamasak da vardır ve sürekli işler. Newton'un Kütleçekim Teorisi, Einstein'ın Görelilik Teorisi, Kuantum Kütleçekim Teorisi, bu doğa yasasını inceleyen, neden ve nasıl bu şekilde olduğunu işleyen teorilerdir. Bu teoriler olmaksızın, kütleçekiminin nasıl çalıştığını anlamamız imkansızdır. Tıpkı Evrim Teorisi olmaksızın, evrim yasasının nasıl çalıştığını anlayamayacak olmamız gibi...
Bir teori, yeni veriler ve bulgular ışığında çürüyebilir, değişebilir veya gelişebilir; ancak uzun süreler boyunca yanlışlanamayan teoriler nadiren tamamen terk edilir: Einstein'ın Görelilik Teorisi, kendisinden önce yüzlerce yıl boyunca kullanılan Newton'un Kütleçekim Teorisi'nin hatalarını ve dar kapsamını ekarte etmiştir; ancak Newton'un teorisi halen uçak, köprü, bina, araba ve nice teknolojinin yapımında ve belli alanlarda fiziksel olayların izahında kullanılmaktadır. Yani teoriler birbirini kapsayabilir, dışlayabilir, güçlendirebilir, zayıflatabilir. İşte tüm bu teorileri, bu teoriler üzerine çalışan, deliller arayan, deneyler yapan insanları içeren bilim dalına ise Fizik (kimi zaman daha spesifik olarak "Kütleçekim Fiziği") denir.
Cevaba GitEvet, Dünya üzerinde var olmuş ve var olan bütün türler akrabadır. Yani tüm kuzenlerinizle (amca oğlu ve hala kızları gibi) ortak bir dededen geliyor olmanız gibi, bütün türler de ortak "dede türlerden" gelmektedir. Benzer şekilde, şu anda Dünya'da yaşayan en uzak görünümlü insanlarla bile yeterince eskiye gittiğinizde ortak bir ataya sahip olduğunuzu görürsünüz. Evrimi, bir aile soy ağacının canlı türlerine uyarlanmış hâli olarak düşünebilirsiniz ve şu anda bulunduğumuz noktada diğer dallardaki diğer türlerle aynı ağacı ve dolayısıyla aynı kökü paylaştığımız için, her türle uzaktan veya yakından akrabayız.
Birbirinden farklı gözüken türler için de bu böyledir: Daha az benzer olan türlerin ataları daha uzak geçmişte yaşamıştır; ancak böyle bir ortak ata mutlaka vardır. Zaten Evrim Kuramı'nı bir ağaca benzetmemizin sebebi de budur. Tek bir kökten çıkan gövde ve dallar, dört bir yana doğru dağılır. Bu dallar birbirine ne kadar uzaksa, akrabalık ilişkisi de o kadar zayıftır. Dallar ne kadar yakınsa, akrabalık ilişkisi de o kadar yüksektir.
Evrim Ağacı'nın mottosunun "Bu yaşam görüşünde ihtişam var." olmasının sebebi budur. Evrimsel Biyoloji, insanı diğer canlılardan ayırmaz ve hepimizin akraba olduğunu ortaya koymaktadır.
Cevaba GitTür dediğimiz şey, süreğen olarak (kesintisiz olmayan) evrimsel sürece, anlatım ve sınıflandırma kolaylığı sağlamak adına dayattığımız kesintili (kategorik) gruplara verdiğimiz bir isim. Yani doğada aslında "tür" diye bir şey bulunmuyor. İlk canlıdan beri evrimleşegelen milyarlarca tür, kesintili olmayan bir şekilde farklı yönlere doğru farklılaşmaya devam ediyorlar. Ama böyle devasa bir ağacın ilgilendiğimiz kısımlarından bahsetmek çok zor, bu nedenle farklı görünümlü veya nitelikteki canlıları "tür" dediğimiz kategorilere bölmeye karar verdik. Zaten bu türlerin birçoğunun ataları artık yaşamadığı için, doğaya baktığımızda sadece torun türleri görmekteyiz, dolayısıyla sanki kesintili canlı grupları varmış gibi geliyor ve tür gruplarından söz edebiliyoruz.
Tür, insan yapımı bir kavram olduğu için, farklı uzmanlar farklı tanımları takip edebiliyorlar. En yaygın kabul gören tür tanımı olan eşeye bağlı biyolojik tür tanımı, birbiriyle çiftleşip (veya potansiyel olarak çiftleşip) verimli döller üretebilen canlıları aynı türden, birbiriyle çiftleşemeyen veya verimli döller üretemeyen canlıları ayrı türler olarak görüyor. Burada "verimli döl", kendisi de hayatta kalıp üreyebilecek yavrulara karşılık geliyor. Yani iki canlı çiftleşirse de istikrarlı bir şekilde hayatta kalamayan veya üreyemeyen (kısır) bir yavru veriyorsa, o anne ve baba türler yine de ayrı türler sayılıyor. "Potansiyel olarak çiftleşme" ise, doğal ortamları ayrışmış olsa da bir araya geldiklerinde çiftleşebilecek olan canlıların aynı türden olduğuna işaret ediyor.
Ancak bu tanımın sıkıntısını görebilirsiniz: Birbirinden bariz bir şekilde farklı görünen, bambaşka yerlerde yaşayan bitkiler, bitki genomiğinin esnekliği dolayısıyla birbiriyle rahatlıkla çiftleşip (melezlenip) verimli döller verebiliyor. Bu nedenle bu tanımla kategorize edemiyoruz. Benzer şekilde, bakteriler gibi canlılar eşeyli üremiyorlar, dolayısıyla "verimli döl vermek" gibi terimler onlar için tamamen anlamsız. Benzer şekilde, ayrı türler olduğundan emin olduğumuz canlıların (örneğin aslanlar ve kaplanların, biz insanlar ile Neandertaller'in) çiftleşip de verimli döller verebildiklerini biliyoruz. Tüm bunlar, okullarda okutulan tür tanımının oldukça dar ve yanıltıcı olduğunu gösteriyor. Bu tanımı halen omurgalı hayvanları kolayca kategorize etmek için kullanıyoruz ama evrensel bir geçerliliği bulunmuyor.
Bugüne kadar birçok diğer tür tanımı da geliştirildi. Bunların bir listesini aşağıda bulabilirsiniz:
Örneğin morfolojik tür tanımı, türleri sadece dışarıdan görünen fiziksel özelliklerine göre ayırt etmeye çalışmaktadır.
Günümüzde en yaygın olarak kabul edilen tür tanımı, filogenetik/evrimsel tür tanımıdır. Bu tür tanımı, sadece fiziksel özellikleri veya sadece ekolojiyi değil, genlerden anatomiye, fizyolojiden morfolojiye kadar geniş bir özellik grubunu kapsayacak biçimde türleri tanımlamayı hedefler. Bunu yaparken genetik analizlere yoğun bir ağırlık verir.
Cevaba GitBir organizmanın neye benzeyeceği ve ne tür özelliklere sahip olacağı, DNA adı verilen moleküllerle belirlenir. Bu moleküller üzerinde, çok spesifik özellikleri tanımlayan diziler vardır. Bu diziler, protein adı verilen başka moleküllerin üretimi için gereken bilgileri barındırır. İşte bu DNA bölgelerine gen adını veririz.
Genler üzerindeki bilgi okunduğunda, o genlerle ilişkili proteinler üretilir. Proteinler, bir canlının yapısal, biyokimyasal ve davranışsal özelliklerini doğrudan belirleyen ve etkileyen moleküllerdir. Yani genler değiştikçe, üretilen proteinlerin yapısı, sayısı ve çeşidi değişir.
Genlerin en önemli özelliği kalıtsal olmalarıdır. Yani ebeveynlerden yavruya geçerler. Bu da evrimsel süreçte ihtiyaç duyulan nesilsellik etkisini yaratır: Atalarda değişen bir gen, torunlara da o değişmiş hâliyle aktarılır, orijinal hâliyle değil. Bu değişimler nesiller boyu biriktiğinde, atasından çok farklı gözüken canlılar ortaya çıkar; çünkü genler değiştikçe fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikler değişmektedir.
Genlerin evrim ile diğer bir ilişkisi ise, nesiller boyu aktarılmadan önce de 1 nesil içerisindeki çeşitliliği belirliyor olmasıdır. Çevre değiştikçe, bir popülasyon içindeki en uyumlu özellik kombinasyonlarına sahip olanlar o yeni çevrede daha kolay hayatta kalır ve ürerler. Bu özellik kombinasyonlarının çeşitliliğini belirleyen genlerdir. Bu nedenle çeşitliliğin az olduğu popülasyonlar, çevrenin hızlı değişmesi durumunda yok olabilirler. Geniş çeşitliliğe sahip popülasyonlarsa çevresel değişimlere daha dirençlidirler.
Evrimsel biyoloji, genler ile çevre arasındaki bu etkileşimleri inceleyerek, türlerin nesiller içinde neden ve nasıl evrimleştiğini ortaya koyan bilim dalıdır.
Cevaba GitEvrim tek bir ömürle değil de nesiller boyunca işleyen bir süreç olduğu için, seks (üreme) ile yakından ilişkilidir. Çünkü seks, iki nesil arasındaki geçişin yaşanmasının temel yollarından biridir. Bu üreme eşeyli (bir dişi ve erkek ile) veya eşeysiz (tek cinsiyetli) olabilir; önemli olan, canlının kendi kopyalarını veya benzerlerini üreterek 1 nesil atlıyor olmasıdır.
Bu bakımdan üreme, canlılığın 2 temel biyolojik amacından birini oluşturmaktadır: hayatta kalma ve üreme. Yani evrimsel olarak başarılı bir canlının sadece hayatta kalabilmesi gerekmez; aynı zamanda hayatta kalabilmesini mümkün kılan gen kombinasyonunu gelecek nesillere aktarabilmesi gerekir. Bir diğer deyişle, bir canlı hayatta kalabiliyor ama üreyemiyorsa, evrimsel açıdan, hayatta kalamayan bir birey kadar (veya ona yakın derecede) başarısız demektir.
Ancak eşeyli üreme, sadece bu açıdan evrimle ilgili değildir. Aynı zamanda evrimin temel göstergelerinden biridir ve doğrudan evrim mekanizmalarıyla ilişkilidir.
Eşeyli üreme, evrimin yaşandığının temel göstergelerinden biridir çünkü evrimin yaşanmaması için sağlanması gereken şartlardan biri, üremenin rastgele olmasıdır. Eğer bir türün bireyleri birbiriyle rastgele değil de belirli kriterlere göre çiftleşmeyi seçiyorsa, evrimin en temel mekanizmalarından biri olan Cinsel Seçilim işliyor demektir. Bu durumda evrimden söz edilmek zorundadır.
Eşeyli üremenin evrimle bir diğer önemli ilişkisi, eşeyli üreme sürecinin kendisinin en önemli parçalarından biri olan genetik rekombinasyon (crossing-over veya kromozomal gen çaprazlanması) olayıdır. Bu olay sırasında kromozomlar üzerindeki genler rastgele bir şekilde karışık ve bu, eşeysiz üremeye nazaran geniş bir çeşitlilik yaratımını mümkün kılar. Bu çeşitlilik, Doğal Seçilim gibi seçilim mekanizmalarının üzerine işleyebileceği ve türleri farklılaştırabileceği çeşitliliktir.
Özetle üreme (seks), evrimin kilit taşlarından biridir.
Cevaba GitEvrimde rastgelelik, "rastgele" veya "tesadüf" sözcüğünden ne anladığınızla ilgilidir.
Eğer rastgelelikten anladığınız, içerisinde hiçbir örüntü olmayan ve hiçbir şekilde çalışılamayacak bir karman çormanlık hali ise, hayır, evrim rastgele değildir. Örneğin mutasyonlar gibi çeşitlilik yaratan mekanizmalar büyük oranda rastgele meydana gelir, yani hangi anda hangi genin ne şekilde değişeceğini kestirmek çok zordur (veya imkânsızdır). Bunun nedeni, mutasyonlara neden olan radyoaktif ışınımın veya mutajenler gibi kimyasalların genlerle nasıl etkileşeceğini öngörmenin çok zor (veya imkânsız) olmasıdır. Benzer şekilde, genlerin tam olarak nasıl karışacağını, hangi spermin hangi yumurtayla birleşeceğini kestirmek de çok güçtür (veya imkânsızdır) - bu nedenle gen havuzunun zamanla nasıl değişeceğini kesin olarak bilemeyiz.
Ama evrim, sadece mutasyon geçirmek, genleri karıştırmak, üremek demek değildir. O mutasyonun fayda veya zarar sağlaması sonucunda (veya genetik sürüklenme gibi birtakım rastgele süreçlerle) popülasyon içinde sayıca artması veya azalması gerekir. Eğer bir çeşitlilik üzerine seçilim etki ediyorsa, orada rastgelelik yoktur; çünkü seçilen veya elenen genler tamamen rasyonel ve araştırılabilir gerekçelerle seçilmekte veya elenmektedir. Örneğin mutasyon sonucu edinilen yeni bir gen, canlının bulunduğu ortama renk bakımından daha iyi uyum sağlamasını mümkün kılabilir ve üreme başarısını artırabilir. Burada herhangi bir rastgelelik yoktur: Çevrenin yarattığı hayatta kalma ve üreme baskıları her neyse, son derece öngörülebilir şekilde onlar seçilmekte veya elenmektedir. Yani seçilim mekanizmaları, çeşitlilik mekanizmalarındaki rastgeleliği elimine etmekte, evrimi rastgele-olmayan bir süreç yapmaktadır.
Öte yandan çevrenin ne yönde ve nasıl değişeceğini kestirmek çok zordur; hele ki yüz binlerce veya milyonlarca yıllık süreçlerde... Hava durumunu 2-3 gün sonrası için iyi bir şekilde kestirebilmekteyiz; ama 5 yıl sonra bugün havanın ne olacağını bilememekteyiz, çünkü atmosferik süreçler kaotiktir. Yani başlangıç koşullarına çok hassastır ve en ufak farklılıklar bambaşka sonuçlar yaratabilir. İşte evrim de böyledir: Çevrenin ne tür gereksinimleri şart koşacak şekilde değişeceğini bilemediğimiz için, evrimi de öngörmekte zorlanırız. Ama ola ki bir canlının bütün gen havuzunu ve nasıl değiştiğini bilirsek, aynı zamanda çevrenin de tam olarak nasıl değişeceğini bilirsek, türün ne yöne evrimleşeceğini bilebiliriz. Yani rastgelelik ve belirsizlik, evrimin kendisinden değil, Evren'deki diğer süreçlerin rastgeleliği ve belirsizliğinden kaynaklanır. Bu dış bilim dallarındaki rastgeleliği ve öngörülemezliği çözdüğünüz anda, evrimi de bir topun düşeceği yeri kestiren fizik kadar keskin bir şekilde öngörebilirsiniz.
Eğer bir şeyin rastgele olmaması için sadece insan bilinci gibi bir bilinç tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünüyorsanız, evet, evrim rastgeledir. Çünkü evrimi yöneten bir bilinç yoktur veya evrimin kendisi bilinçli ve öngörülü değildir.
Evrim tesadüfidir; ancak bunun sebebi "tesadüf" sözcüğünün "bilimsel olmayan karmaşıklık" demek olmamasıdır. Tesadüf, gerçekleşme olasılığını öngörmekte zorlandığımız veya olasılık vermediğimiz olayların bir arada yaşanmasına verilen isimdir. Tesadüf, matematikte olasılık kavramına karşılık gelir. Her canlı neslinin evrim sürecinde evrimleşebileceği sayısız yolak vardır ve bunlardan hangisi veya hangilerinin yaşanacağını öngörmek, yukarıda izah edilen nedenlerle zordur. Bu nedenle o yolaklardan biri yaşandığında, "tesadüfen olduğunu" söyleriz. Bu, kıtaların neden o yöne değil de bu yöne kaydığını veya nasıl olup da iki zarı üst üste 5 kez çift attığımızı anlamlandıramadığımızda söylediğimiz "tesadüf" gibidir. Bu olayların hepsinin olasılık matematiği çalışılabilir, her birinde yeterince deneme yapılırsa düşük olasılıklı durumların bir veya birkaç kez yaşandığı görülür; ama bize karmaşık veya düşük olasılıklı geldiği için bundan kaçınırız ve basitçe "tesadüf" deriz. Evrimsel biyologlar ve matematiksel evrim bilimciler, evrimin matematiği üzerine uzmanlaşan bilim insanlarıdır.
Bir diğer deyişle, rastgelelik konusunda evrimi diğer bilimlerden ayıklamak adil bir değerlendirme değildir. Evrimde rastgelelik vardır ama bu rastgelelik, herhangi bir diğer biyolojik, kimyasal, psikolojik, kuantum mekaniksel, iklimbilimsel, jeolojik veya sosyolojik süreçte olandan daha fazla değildir.
Cevaba GitHayır, aynı şey değil.
Öncelikle, sözün doğrusu "en güçlünün hayatta kalması" değil; "en uyumlunun hayatta kalması" (İng: "survival of the fittest"). İngilizcedeki "fit" sözcüğü dilimize bazen hatalı bir şekilde "güçlü" olarak çevriliyor; ancak evrimsel biyolojide "fitness" sözcüğü, "uyum başarısı" anlamına geliyor. Uyum başarısı, bir canlının hayatta kalma ve üreme başarısının bir ölçüsü olarak düşünülebilir. Fiziksel güç bunun bir parçası olabilse de her canlı için fiziksel güç önemli değildir ve fiziksel güç, uyum başarısının tek veya en önemli bileşeni değildir.
Öte yandan evrim ile "en uyumlunun hayatta kalması" da aynı şey olarak görülmemelidir; çünkü ilki bir doğa yasası iken, ikincisi evrimin mekanizmalarından sadece biri olan Doğal Seçilim'i basitçe anlatmak için Herbert Spencer tarafından ileri sürülmüş bir mottodur. Evrim, Doğal Seçilim'den ibaret değildir. Doğal Seçilim'e ek olarak onlaca diğer mekanizması bilinmektedir.
Ayrıca "en uyumlunun hayatta kalması" lâfı doğrudan güç ile ilişkili olmasa bile doğadaki rekabetçi mücadeleyi gereğinden fazla vurgulamak için de kullanılabilmektedir; bu hatalıdır. Doğadaki birçok canlı, birbiriyle göze göz, dişe diş bir şekilde mücadele etmektense, mümkün olduğunca işi vahşete vardırmadan, işbirliği ile çözmeye çalışmaktadır. Örneğin bir dişi için rekabet eden erkek geyikler, nadiren kafa kafaya birbirlerine saldırmayı seçerler. Çoğu zaman feromon isimli hormonlar veya birbirlerine ne kadar büyük olduklarını gösterecek şekilde saatlerce yürüyerek, diğer rakibi kavgaya gerek kalmadan caydırmaya çalışırlar. Kavga, çoğu durumda son tercihtir; çünkü kavga iki tarafın da ölümüyle sonuçlanabilecek kadar risklidir. Doğada birçok canlı, işbirliği sayesinde daha başarılı ("uyumlu") olabilmektedir.
Cevaba GitHer popülasyonda hemen her özellik belli bir dağılım gösterir. Yani boy uzunluğu, deri rengi, avlanma başarısı gibi yüz binlerce özelliğin her biri değişen miktarlarda çeşitliliğe sahiptir. Ancak bir popülasyonun evrimleşebilmesi için çeşitliliğe sahip olması yeterli değildir. O çeşitliliğin çevreye bağlı olarak seçilmesi veya elenmesi, yani ayıklanması gerekir.
Doğal seçilim; popülasyon içindeki gen ve özellik çeşitliliği içinden, o anda bulunulan ortamda en uyumlu olanların hayatta kalıp üremesi sonucunda, o seçilenleri "başarılı" veya "uyumlu" kılan genlerin gelecek nesillere daha sık aktarılması, bu sayede popülasyon içinde o genlerin ve özelliklerin daha sık görülmesidir.
Doğal Seçilim'den söz edebilmek için illâ çok başarılı bir şekilde hayatta kalmak veya ölmek şart değildir. Bazı bireylerin diğerlerinden göreli olarak daha kolay veya daha zor hayatta kalması yeterlidir. Örneğin daha kolay besin bulabildiği için daha kolay hayatta kalanlar, üremek için daha fazla fırsata sahip olacakları için, daha kolay besin bulmalarına sebep olan genlerini (mesela boylarıyla, renkleriyle, davranışlarıyla ilgili genleri) gelecek nesillere daha çok aktaracaklardır. Böylece onların yavruları, bir sonraki nesilde daha sık bulunacaktır ve onları başarılı kılan genlerin de o nesillerde daha fazla bulunması daha olası olacaktır.
Özetle, atalardan miras alınan ve bulunulan ortamda hayatta kalma başarısını artıran genlerin gelecek nesillere aktarılma ihtimali de daha yüksektir. Doğal Seçilim, bu filtre mekanizmasının adıdır.
Cevaba GitEvrimle ilgili en yanlış anlaşılan konulardan biri, olaylar dizisinin şu şekilde yaşandığı inancı:
Bunun olduğu durumlar var; ancak bunlar daha azınlıkta olan şeyler. Evrimi bu şekilde sıralı 3 adımla izah edemeyiz; çünkü ana olay silsilesi bu değil.
Aslında olan şey şu: Mutasyonlar, ortam şartlarından büyük oranda bağımsız olarak, her an, her hücrede, durmaksızın meydana geliyorlar. Bunların bir kısmı evrimsel olarak anlamlı değişimler, yani soy hattını etkiliyor ve fiziksel değişimler yaratıyor. Bunların çoğu nötr, bir kısmı faydalı, bir kısmı zararlı; hangi kategoride olacağı "evrensel kurallara" göre belirlenmiyor, çevre şartlarıyla genlerin etkileşimine göre belirleniyor.
Ancak ani etkili mutasyonların çoğu zararlı olduğu için, bunlar durmadan eleniyorlar. Faydalı olan azınlıksa sürekli seçiliyor ve popülasyonda çoğalıyor. Eğer seçilim olmasaydı, tek başına mutasyonlar türü yok ederdi. Seçilim buna karşı geliyor. Ama çok güçlü seçilim baskısı da türleri yok ediyor. Dolayısıyla mutasyonlar ile seçilim arasında bir denge var. Buna, mutasyon-seçilim dengesi diyoruz ve şöyle seksi bir grafikle gösteriyoruz:[1][2]
Mutasyon-seçilim dengesinin en önemli etkilerinden biri, popülasyon görece stabil şartlar altında olsa bile çeşitliliğin yavaş yavaş artıyor olması. Çünkü görece etkisiz mutasyonlar popülasyon içinde rahat rahat yayılabiliyorlar (zaten popülasyon çok güçlü bir seçilim baskısı altında değil). Ve bu durum, işler değiştiğinde (yani popülasyon sıkıntıya düştüğünde), popülasyon içinde halihazırda var olan çeşitliliğin yüksek olmasını sağlıyor. Eğer o çeşitlilik içinden değişen şartlara uygun kombinasyonlar varsa, herhangi bir mutasyonu beklemek gerekmiyor, seçilim direkt olarak onlar üzerine işlemeye başlıyor.
Art niyetli bilim düşmanları ve evrim karşıtları, "Çevre değişince hangi mutasyonun yaşanması gerektiğini genler nereden bilsin? Ya bu mutasyona karar veren biri olmalı ya da zaten o mutant genler halihazırda popülasyon içinde olmalı (yani evrim olmamalı)." diyerek halkı on yıllardır bu safsatasa dolu argümanlarla aldatıyorlar. Popülasyon içinde bir varyant halihazırda bulunuyor olabilir; ama bu, o varyantın 4 milyar yıldır o canlıda var olduğu anlamına gelmiyor. Çoğunlukla son birkaç seçilim süprüntüsü ("selective sweep") döngüsü içinde, sıradan mutasyonlar yoluyla ortaya çıkmış varyantlar oluyorlar. İlk çıktıklarında etkisiz olduklarından seçilime neden olmuyorlar; ama birkaç nesil/döngü/milenyum sonrasında işler değiştiğinde avantaj sağlamaya başlayabiliyorlar ve o zaman seçiliyorlar. Böylece evrim, kısaca söylendiği üzere, "mutasyonlar gibi çeşitlilik mekanizmalarıyla var olan varyantların seçilimi yoluyla" işliyor. Yani evrimsel biyologların anlatımının doğru olduğunu görüyoruz.
Velhasıl, gerçekte evrim yukarıdaki 3 basamakla değil, şöyle işliyor:
Mikroevrim, belli bir bölgedeki küçük bir canlı grubunda meydana gelen küçük değişimlere verdiğimiz bir isim. Mesela bir fare popülasyonunun ata popülasyondan ayrı kalarak volkanik topraklarda siyah kürk rengine kavuşması mikroevrim olarak görülebilir. Keza, tek bir bireyin soy hattındaki 3-5 kişide (veya 3-5 nesilde) proteinler ve hücre düzeyinde meydana gelen değişimler de mikroevrim olarak düşünülebilir.
Makroevrim ise türün genelinde meydana gelen değişimler ve hatta bir türden bir veya daha fazla yeni türün evrimleşmesi olarak düşünülebilir.
Teknik olarak mikroevrim ile makroevrim arasında kesin ve net bir çizgi yok. Yani "Hah, işte buraya kadar olanlar kesinlikle mikroevrimdi ama şu noktadan itibaren makroevrim başladı." diye bir şey yok. Sürecin kesintisiz ve birikimli olduğunu anlamak çok önemli. Sorunuzun kilit cevabı da bu zaten: birikimli seçilim.
Bir türü 3 özelliğiyle tanımladığımızı düşünelim: A, L ve T özellikleri olsun bunlar. Bu 3'ü bir arada bulunduğunda, o canlının o tür olduğunu rahatlıkla söyleyebilelim. Tabii ki gerçekte bir türü tanımlayan 3 değil, yüzlerce ve hatta milyonlarca özellikle tanımlandığını hatırlayın.
Seçilim baskısı altında, A özelliğinin B'ye dönüştüğünü varsayalım. A ve B, kısmen benzer ama ayırt da edilebilecek kadar farklı özellikler olsun (mesela kürk renginin beyaz veya siyah olması gibi). Artık B, L ve T özelliklerine sahip bu canlı grubuna baktığınızda, hâlâ A, L ve T özelliklerine sahip canlıyı yeterince andırdığı için yeni bir türden söz etmediğimizi bilebiliriz. Ama ortada bir değişim olduğu da açıktır.
Şimdi, halihazırda devam eden veya yeni seçilim baskıları altında, L'nin de M'ye dönüştüğünü düşünelim. Burada "dönüşmekten" kasıt bir canlı bireyinin durup dururken niteliklerinin değişmesi değil. Yani burada Pokemon-vari bir evrimden söz etmiyoruz. Canlılar, özelliklerine bağlı olarak hayatta kalıp ölüyorlar.
Ve bir diğer kritik nokta şu: Aslında A, L, T özelliklerine sahip canlıların bulunduğu popülasyonlarda, B, L, T veya A, M, T gibi kombinasyonlara sahip bireyler de doğuyorlar (buna çeşitlilik diyoruz). Ama bunlar baskın değiller; azınlıklar. Belki binlerce bireyden 3-5 tanesinde oluyor. O nedenle türün ortalamasını aldığınızda, türün ortalamada B, L, T niteliklerine değil de A, L, T niteliklerine olduğunu görüyorsunuz. Fakat ortam değişince B, L, T'ler avantajlı konuma geçebiliyor ve seçilim baskısı altında sayıları ve görülme sıklıkları artabiliyor. Dolayısıyla 10 nesil sonra türe baktığınızda aynı türün artık ortalamada A, L, T kombinasyonuyla değil, B, L, T kombinasyonuyla tanımlandığını görüyorsunuz. Fakat dediğim gibi, bu halen "yeni tür" demek için çok erken. Bu nedenle bu değişimler halen "mikroevrim" olarak adlandırılıyor.
Her neyse, nerede kalmıştık? Türün popülasyonu içinde B, L, T herhangi bir nedenle (muhtemelen seçilim baskısı altında) yaygınlaştı ve A, L, T'ye üstün geldi. Sonra da B, M, T yaygınlaştı. Şimdi, en kritik nokta şu: B, L, T kombinasyonuna sahip bireyler seçilim altında B, M, T kombinasyonu baskın olacak biçimde evrimleştiğinde, B özelliği tekrardan A özelliğine dönmüyor. Bir diğer deyişle, kronolojik olarak 2. sırada gerçekleşen L -> M değişimi yaşandığında, kronolojik olarak 1. sırada çoktan gerçekleşmiş olan A -> B değişimi tersine dönmüyor. İşte buna birikimli seçilim diyoruz.
Şimdi, belki B, M, T popülasyonumuz da halen ata tür olan A, L, T'ye çok benzer. Ama bu değişimler birikimli şekilde devam edip de türün ortalaması F, O, V olduğunda da ona hâlâ "aynı tür" diyecek miyiz? V, Y, Z olduğunda? Unutmayın: Bir özellik evrimleşirken, diğeri atasal forma dönmüyor! Dolayısıyla türümüzü tanımlayan tüm özellikler, gıdım gıdım, durmadan evrimleşiyorlar. İşte bu noktada, artık bir yerden sonra "makroevrim"den söz etmek zorundayız. Ve herhangi iki basamak arası "mikroevrim" olsa da, o basamaklar yeterince biriktiğinde "makroevrim" kendiliğinden ortaya çıkıyor (diğer cevapta da söz edilen "Damlaya damlaya göl olur." atasözü tam da bunu tanımlıyor). Makroevrimin yaşanması için mikroevrimden (veya basitçe, birikimli seçilimden) başka hiçbir şeye ihtiyaç yok.
Burada bahsedebileceğimiz spesifik bir makroevrim formu, popülasyon izolasyon altında alt gruplara bölünmesi hâlinde karşımıza çıkıyor. O zaman atasal form A, L, T iken, iki gruba ayrılıyor ve her iki alt grup da başta doğal olarak A, L, T oluyor. Ama bu popülasyonlar farklı ortamlarda kalınca, farklı seçilim baskıları altında biri C, L, V oluyor, diğeri F, O, U oluyor. Bunların her ikisi de atasından yeterince farklı (yani her iki kolda da "makroevrim" yaşanmış). Dolayısıyla "Ata türden 2 yeni tür evrimleşti." diyoruz.
Son olarak, sorunuzun "Açıklama" kısmındaki detayı da netleştirelim: Protein bazındaki değişimler, zaten türün fiziksel özelliklerini belirliyor. "Fiziksel özellik" (veya daha teknik tabiriyle "fenotip") dediğimiz şey, proteinlerin (ve kimi durumda şekerler ve yağların) nasıl dizildiğinden ibaret. Bunlar da, onları tanımlayan genetik özelliklere (veya daha teknik tabiriyle "genotip"e) bağlı olarak belirleniyor. Genotip değiştikçe ve dolayısıyla fenotipi inşa eden yapıtaşlarının niteliği ve sırası değişince, fiziksel özellikler de değişiyor. Bu, 1 bireyde mutasyonlar vb. nedeniyle rastgele şekilde yaşanabiliyor. Buna, az önce de belirttiğim gibi çeşitlilik diyoruz. Ama bu çeşitlilik, tek başına evrim değil. Evrimden söz edebilmemiz için, çeşitliliğin seçilmesi gerekiyor. Bir birey, avantajlı mutant özellikleri dolayısıyla seçildiğinde, daha kolay hayatta kalıyor ve daha çok yavru üretiyor. Böylece kendini "avantajlı" kılan o farklı genleri de gelecek nesle daha çok aktarıyor. Böylece kimi zaman birkaç nesil içinde, popülasyon içindeki o mutant özellik avantajlı olduğu için yaygın, baskın ve norm özellik haline geliyor (veya dezavantajlıysa, birey ölüyor ve kötü genleri de eleniyor). Şimdi bunu yukarıdaki anlatıma bağlarsanız, sadece 1 özelliğin değil, yüzlerce, binlerce, milyonlarca özelliğin durmaksızın değiştiği bir havuza erişiyorsunuz. İşte bu havuzun ortalamasının nesiller içindeki değişimine evrim diyoruz.
Cevaba GitBu konuda anlaşılması gereken ilk şey şudur: Hiçbir tekil canlı bireyi evrimleşmez. Yani siz, bir birey olarak evrimleşmeyeceksiniz ve evrimleşemezsiniz. Evrimden söz etmek için popülasyonlardan ve nesillerden söz etmek zorunluluktur. Yani evrimden söz etmek için 2'den fazla birey ve 2'den fazla nesil olması gerekmektedir.
Bireylerin evrime katkısı, ait oldukları popülasyonlar içerisindeki genetik çeşitliliğe katkı sağlamaktır. Eğer kendi genetik (ve fiziksel) kombinasyonları, popülasyonları içerisindeki ortalama genetik (ve fiziksel) uyum başarısından yüksek bir başarıya sahipse, daha kolay hayatta kalacak ve/veya daha kolay üreyeceklerdir.
Eğer kendi genetik (ve fiziksel) kombinasyonları, popülasyonları içerisindeki ortalama genetik (ve fiziksel) uyum başarısından düşük bir başarıya sahipse, daha zor hayatta kalacak ve/veya daha zor üreyeceklerdir.
Bu asimetrik hayatta kalma ve üreme başarısı dolayısıyla, bir sonraki neslin popülasyonundaki bireylerin genetik ve fiziksel özelliklerinin dağılımı da bir önceki nesli kusursuz bir şekilde taklit etmeyecektir: Daha uyumlu olanların genleri (ve dolayısıyla fiziksel özellikleri) yeni nesilde daha belirgin olacaktır. Daha uyumsuz olanların genleri (ve dolayısıyla fiziksel özellikleri) yeni nesilde daha az belirgin olacaktır.
Bu özelliklerin değişimi birikimli olduğu, yani bir özellik değiştiğinde, daha önceden değişmiş özellik eski hâline dönmediği için, popülasyon da nesiller içinde kademeli olarak değişecektir. Tek bir nesilde bile popülasyon içindeki gen ve özellik dağılımının değişmesi evrimdir. Evrimden söz etmek için illâ türler arası geçişler veya büyük değişimler şart değildir; ancak bu tür değişimler, kademeli evrimin kaçınılmaz birer sonucudur.
Cevaba GitHayır. Evrim veya diğer bilimsel gerçekler Tanrı'nın varlığı veya yokluğundan bağımsızdır. İsteyen bu bilimsel gerçekleri Tanrı'ya göre yorumlayıp Teistik Evrimci olur, isteyen Materyalist Evrim görüşünü benimser, isteyen Agnostik Evrimci. Bunlar kişisel görüşlerdir. Ama Tanrı veya dinler bilimsel olarak kanıtlanamadığı için Evrim veya genel olarak bilim Tanrı veya din konusu ile ilgilenmez, bunlardan bağımsızdır.
Birçok evrimsel biyolog dindar olduğu gibi, birçok dindar da evrimi bir doğa gerçeği olarak kabul eder. Tanrı'ya inanan biri, evrimi Tanrı'nın doğadaki canlıları yaratma mekanizması olarak görür. Spesifik dinlerin evrimle ilişkisi farklılık gösterebilmektedir; ancak yeryüzündeki hemen her büyük dinin mensupları arasında evrimin kendi dinleriyle tamamen uyumlu olduğunu savunan kişiler vardır (elbette bunu reddedenler de vardır; ancak bu, evrimle ilgili değil, o din ile ilgili bir konudur).
Diğer bütün teoriler gibi (Atom Teorisi, Kuantum Teorisi, Devre Teorisi, İzafiyet Teorisi, Makina Teorisi, Hücre Teorisi, vs.), Evrim Teorisi de materyal doğa ile ilgili bir açıklamadır. Bilim, Tanrı'nın varlığı veya insanların inançları ile ilgili bir şey söylemez. Bilim, gerçekleri ortaya koymanın en iyi yöntemidir; o gerçeklerin nasıl yorumlanacağı ise insanların kararıdır. Dinler ve Tanrılar konusunda bilim insanları (ve genel halk) arasında bir görüş birliği yoktur; ancak evrimin gerçekliği, bilim insanları arasında tartışması artık olmayan bir gerçektir.
Evrimin yaşanması için gereken şeyler popülasyon, kalıtsal çeşitlilik, seçilim baskısı ve nesil geçmesidir.[1] Evrim üzerinde, süreyle ilgili doğrudan hiçbir kısıt bulunmamaktadır. E. coli bakterilerinde olduğu gibi evrim, birkaç dakika içinde de yaşanabilir; sölekantlarda olduğu gibi on milyonlarca yıl içinde de...
Peki o zaman "Evrim için milyonlarca yıl gerekir." düşüncesi nereden gelir? Bunun iki nedeni var:
Evrimsel biyologlar ve evrimin ne olduğunu anlayanlar için evrimi gözlemek çok kolaydır; çünkü uçamayan bir hayvanın kanatlanıp uçtuğunu görmek zorunda olmadan da popülasyon içi gen ve özellik dağılımlarının anlamlı bir şekilde değiştiğini kolayca görebilirler - ki bu, evrimsel değişimin ta kendisidir.
Belli özelliklerin kısa vadede istikrarlı bir şekilde değişebileceğini gören biri için, o canlının bütün özelliklerinin uzun vadede çok daha kapsamlı bir şekilde değişebileceğini, dolayısıyla nihayetinde yepyeni görünümlü bir canlıya erişilebileceğini görmek çok basit bir çıkarımdır ve bilimsel verilerle ispatlanmıştır. Bu çıkarımı yapamayanların büyük bir kısmı, bunu yapabilecek kadar zeki olmadıklarından değil; evrimsel değişimin gerçekliğine ayak diremek istedikleri (veya buna şartlandıkları) için bunu yapmaktadırlar.
Örneğin diğer yıldızların değişimlerine bakarak, Güneş'in 4-5 milyar yıl sonra ne tür bir yıldıza dönüşeceğini görebiliyoruz. Herhangi bir yıl içinde (veya birkaç yıl içinde) Güneş neredeyse hiç değişmiyor; ancak yeterince zeki olan ve yıldız astrofiziğini yeterince bilen biri, bir yıldan diğerine gördüklerinin değil, yıldızlara dair bilimsel verilerin söylediğinin Güneş'in geleceğini tayin edeceğini bilir. Evrimde de bu böyledir.
Uzun lafın kısası, "Evrimi görmek için milyonlarca yıl beklemek gerekir." lafı büyük oranda hatalıdır. Çok büyük evrimsel değişimleri görmek için, çok uzun süreler beklemek gerekebilir; evet. Bunun nedeni evrimin yavaş olmasından ziyade (ki evet, evrim genel olarak yavaş bir süreç olarak tanımlanabilir), insanların evrimde görmek istediklerinin kendi ömürleri içinde görebilecekleri evrimsel değişimlerden büyük ölçekte olmasıdır. Ancak "evrimi görmek için" diyerek bu lafı genellemek hata olmaktadır; çünkü tek hücreliliğin çok hücreliliğe evrimleşmesi kadar büyük bir makroevrimi bile 60 gün kadar kısa bir süre içinde gözlemek mümkündür (bu konuda bir devam deneyi).
Ayrıca gözümüzün önünde yaşanan türleşme örnekleri için bu diziyi okuyabilirsiniz.
Evet, insanlar doğrudan maymunlardan evrimleşmiştir. Spesifik olarak, kuyruksuz maymunlar olarak bilinen bir gruptan evrimleşmiştir. Ancak insanın evrimleştiği maymun türlerinin hiçbiri bugün yaşamamaktadır. Yani günümüzde ormanlarda veya hayvanat bahçelerinde yaşayan maymun türlerinin hiçbiri bizim atamız değildir. Bu hayvanlar, diğer bütün hayvanlar (ve canlılar) gibi bizim kuzenlerimizdir.
Her ne kadar halk arasında maymun "şabalak ve kıllı hayvan" gibi genel bir canlıya işaret etse de evrimsel biyoloji ve sınıflandırma biliminde (taksonomide) maymunlar, Simiiformes olarak bilinen bir canlı grubunun Türkçeleştirilmiş adıdır. Yani nasıl ki Omurgalı Hayvanlar (Vertebrata) veya Memeli Hayvanlar (Mammalia) adı verilen canlı grupları var, "Maymunlar" (Simiiformes) olarak da bilinen bir diğer canlı grubu var. Bunların en yakın kuzenleri Ön Maymunlar ("prosimiyenler") olarak bilinen bir grup. Bu ikisi birleşerek, Primatlar (Primata) olarak bilinen bir diğer grubu oluşturuyor. İnsanlar, ön maymunlar altında değiller; maymunlar altındalar.
Maymunlar da kendi içinde birçok dala ayrılıyor. En önemlileri Eski Dünya Maymunları, Yeni Dünya Maymunları ve Kuyruksuz Maymunlar (kimi zaman "İnsansı Maymunlar" veya "İnsaymunlar" olarak da bilinir). Kuyruksuz Maymunlar (İng: "apes"), adlarından da anlaşılacağı üzere, 30 milyon yıl kadar önce kuyruklarını yitirmiş bir maymun grubudur.
Kimi zaman "maymun" sözcüğü sadece "kuyruklu maymunlar" için kullanılır ve kuyruksuz maymunların "maymun" olmadığı söylenir. Bu nedenle "insanın maymun olmadığını" söyleyen kaynaklara da rastlayabilirsiniz; ancak bu ayrım keyfîdir ve insanı maymunlardan ayırmak için, özel bir zorlama ile yapılmaktadır. Günümüzde bu insan-merkezci ayrım çabasından uzaklaşılmaktadır ve insanın direkt olarak bir maymun türü olduğu ve atasal maymun türlerinden evrimleştiği kabul edilmektedir.
Zaten kendimizi maymunlardan izole etmek için ne yaparsak yapalım, kuyruksuz maymunların atalarının kuyruklu maymunlar olduğu, dolayısıyla bir kuyruksuz maymun olduğu konusunda hiçbir kuşku bulunmayan insanın da en nihayetinde kuyruklu maymunlardan (yani her iki tanıma göre de kısaca "maymunlardan") evrimleştiği gerçeği değişmemektedir. Ama insan (Homo sapiens), doğrudan kuyruklu bir atadan evrimleşmemiştir; kuyrukların yitimi 30 milyon yıl önce başlamıştır. O günden, Homo sapiens'in ortaya çıktığı 300.000 yıl öncesine kadar çok sayıda kuyruksuz maymun türü evrimleşmiştir (Siyamanglar, gibonlar, goriller, orangutanlar, şempanzeler gibi). Bu kuyruksuz maymun türlerinden biri de insanlardır.
İnsanlar; gibonlar, goriller veya şempanzelerden direkt ayrılıp da hemen evrimleşivermemiştir. İnsanın yaşayan en yakın akrabası olan şempanzelerle olan son ortak atası 6-7 milyon yıl kadar önce yaşamıştır. Bu noktada yaşanan bir dallanma sonucunda bir kol insanlara, diğer kol şempanzelere doğru evrimleşmiştir. Bu kolların her ikisinde de onlarca tür var olup yok olmuştur. Örneğin insana gelen kolda 30'dan fazla tür tanımaktayız. İnsan, bunlar arasında hayatta kalmayı başaran son türdür. Şempanze kolunda ise 2 tür hayatta kalabilmiştir: yaygın şempanze ve bonobo şempanzesi.
Kimi zaman sınıflandırma bilimciler insanı diğer maymunlardan ayıracak kategoriler yapmaya çalışsalar da bu girişimler tarih boyunca hep başarısız olmuştur; çünkü genler, anatomi, morfoloji, davranış bilimi, fizyoloji ve diğer bütün veri hatları, insanın bir memeli hayvan veya omurgalı hayvan olduğu kadar bir maymun olduğunu da göstermektedir. Dolayısıyla insanı diğer maymunlardan ayıran anlamlı, tutarlı ve evrensel bir fark bulmak mümkün değildir.
Cevaba Gitİnsanın evrimi, diğer canlıların evriminden farklı bir mekanizma ile olmamıştır. Diğer bitkiler, hayvanlar, protistalar, bakteriler ve tüm diğer canlılar nasıl evrimleştiyse, insan da aynı mekanizmalarla evrimleşmiştir.
Ancak her canlının evrimsel tarihi (buna kimi zaman "evrimsel yolak" da denir), birbirinden farklıdır; çünkü her canlının gen havuzu (popülasyonu içerisinde bulunan genlerin çeşidi ve dağılımı) ile o genlerin ne tür bir çevre ile, nasıl etkileştiği gibi detaylar farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda farklılık gösterecektir. Buna bağlı olarak, aynı gen havuzu farklı çevrelerde bambaşka türlere evrimleşirken, bambaşka gen havuzları benzer çevrelerde benzer türlere evrimleşebilecektir.
İnsanın evrimsel tarihi Afrika'da başlar. 6-7 milyon yıl kadar önce şempanzelerle ortak atamız olan Orrorin tugenensis veya Sahelanthropus tchadensis gibi bir türden ayrıldık. O noktadan bize kadar geçen 6 milyon yılda, bildiğimiz kadarıyla 15 kadar tür evrimleşti ve bunların 14 kadarı yok oldu, geriye sadece biz kaldık. Bu türlerin büyük bir kısmı kuzenlerimizdi, bir kısmı ise doğrudan atamızdı.
Afrika'daki ormanlardan savanalara geçen atalarımız, bu yeni ortamda yepyeni özellikler kazanmaya başladılar: Kalıcı olarak iki ayak üzerinde yaşadılar, aletler yapmaya başladılar, el-göz koordinasyonları gelişerek daha iyi birer avcı oldular, yoğun bir şekilde et tüketmeye başladılar, karmaşık sosyal gruplar inşa ettiler ve daha nicesi... Bunların hepsi, daha iri bir beyni pekiştirecek bir seçilim baskısı yarattı, buna bağlı olarak tüm hayvanlar arasında, vücut büyüklüğüne kıyasla en büyük beyinlere sahip olacak biçimde evrimleştiler. İnsana özgü gördüğümüz özelliklerin büyük bir kısmı (hayal gücü, konuşma, medeniyetler inşa etme, vb.), bu beyin evriminin yan ürünleridir. Yani insanlar, medeniyetler inşa etmek için evrimleşmediler; tam tersine, hayatta kalma ve üreme mücadelesi verirken evrimleştiler, bu evrimin beklenmedik yan ürünlerinden biri tarımın keşfi ve sonrasında gelen medeniyet inşası oldu.
Biyolojik özelliklerinin evrimi (ve bu evrimin mekanizmaları) bakımından insanı ilginç kılan veya diğer türlerden ayıran herhangi bir şey yoktur. Ancak bu evrimin sonucu olarak ortaya çıkan beyin, canlılık tarihinde görülmemiş bir adaptifliğe ve esnekliğe kavuşmuştur.
Cevaba GitBir toplumun kültürü, birikimli bir şekilde öğrenilmiş davranışlar bütünüdür. İnsan kültürü en azından kısmen sosyal yaşam ve dile dayanır; ancak sosyal yaşamın ve dilin kendisinin kökeni biyolojiktir. Buna bağlı olarak, kültürler inşa edebilecek türlerin varlığı evrime dayandığı için, kültürün kökenleri de evrime dayanmaktadır.
Örneğin dil evrimine yönelik hipotezlerin kalbinde, dilin uzun süreli ve karmaşık sosyal ilişkiler kurmaya yaradığı gerçeği yer almaktadır. Konuşabilme yeteneğimiz sayesinde, popülasyonumuz içindeki diğer bireylerin durumları hakkında bilgi alabiliriz ve buna göre davranabiliriz. Örneğin kimin yardıma ihtiyacı olduğunu, kimin yardım edebileceğini, kimin üremeye ilgi duyduğunu, kimin hâlihazırda ilişkisi olduğunu, kimin yeni bir arayışta olduğunu dil sayesinde öğrenebiliriz. Bunların hepsi, evrimsel açıdan hayatta kalma ve üreme başarısını artıran veya azaltan bilgilerdir; dolayısıyla evrimi doğrudan etkiler. Bu açıdan bakıldığında, insanların sosyal etkileşim ve kültür geliştirme kapasitesinin evrimsel mekanizmalarla şekillendirildiği söylenebilir.
Bilim insanları arasında evrimin kültürü şekillendirdiğine yönelik genel geçer bir kabul olsa da bu şekillendirmenin ne düzeyde ve ne şekilde olduğuna yönelik tartışmalar devam etmektedir. Örneğin kültürel evrim ya da memetik evrim olarak bilinen bir teoriye göre kültür sadece biyolojik evrimin ürünü olmakla kalmaz, aynı zamanda kültürel bilgi kırıntıları ("memler") de biyolojik özellikler veya "genler" gibi, çeşitlilik ve seçilim mekanizmaları yoluyla evrimleşir. Popülasyon içinde uyum başarısı en yüksek olan memler kalır, geri kalanı zamanla elenir. Seçilen memler de zamanla değişerek yepyeni kültürel bilgi parçalarını oluşturur.
Cevaba GitEvrimsel biyolojide "İşlevini bilmiyoruz, işlevi yok gibi görünüyor. O zaman körelmiştir." gibi bir anlayış yoktur. Dolayısı ile "Bak, görevini anladık, başka işlevi varmış, körelmiş değilmiş." gibi bir anlayış da olamaz. Burada temel evrimsel biyoloji kavramlarının karıştırıldığını görüyoruz. Körelmiş organ, işlevsiz organ anlamına gelmemektedir.
"Yakın akraba türlerde tam işlevli biçimde bulunan, ancak diğer akrabalarda artık bu işlevini yitirmiş veya kısmen kaybetmiş olan organlardır."
Yani körelmiş organ tamamen işlevsiz olmak zorunda değildir. Yakın akraba türlerde tam işlevli bir şekilde çalışsa da bizde bazı işlevlerini kısmen ya da tamamen kaybetmiş ise körelmiştir. Evrimsel süreçte başka işlevler kazanmış olabilir ama bu körelmediği anlamına gelmez.
Bilim ilerledikçe körelmiş organ sayısı sıfıra düşmedi ve düşmeyecek. Çünkü işlevini bilmediğimiz için değil tam tersine işlevini bildiğimiz için körelmiş diyoruz.
Körelme nasıl olur önce bakış atalım.
Bir organın kendisi ya da bir işlevi kullanılmıyorsa masraflıdır. Dolayısıyla popülasyon içerisinde bu organları üretmeyenler ya da daha körelmiş şekilde oluşmasını sağlayan kalıtsal mutasyon taşıyanlar, enerji tasarrufu bakımından diğerlerine göre avantajlı konuma geçerler. O organa ya da işlevine harcayacakları enerjiyi hayatta kalmak ve üremek için kullanabilirler. Böylece nesiller içerisinde olan organı ya da o işlevi daha körelmiş şekilde oluşmasını sağlayan kalıtsal mutasyonlara sahip olanlar, en avantajlı olanlardır. Bunlar daha fazla üreyecek ve o kalıtsal mutasyonları gelecek nesillere aktaracaklardır. Böylece nesiller içerisinde o organlar körelir.
Örneğin apandis: Selülozun işlenmesine yardım eder. Bakın, bu işlevini biliyoruz. Et tabanlı bir diyete geçiş ile birlikte selülozu sindirmeye yarayan işlevi köreldi.
Yapılan son analizlerde, apandisin evrimsel süreç içerisinde bazı diğer görevler üstlendiği (sindirime önemsiz düzeyde katkı sağlama, enfeksiyonlara karşı koruyucu görev üstlenme gibi) tespit edilmiştir. Bu da, körelmiş organların neden doğrudan yok olmadığını ve süreç içerisinde başka işlevler üstlenecek şekilde evrimleşebileceklerine bir örnektir.
Yani başka işlevleri olduğunu bilsek bile sonuç değişmiyor çünkü selüloz sindirimi işlevinin olduğunu biliyoruz, yakın akraba türlerde bu işlev çalışırken bizde körelmiştir. Dolayısı ile apandisin işlevini bilmediğimiz için değil, bildiğimiz için körelmiş diyoruz.
Başka bir örnek ise kuyruk sokumundan gelsin. Yakın akraba türlerde kuyruğu gövdeye bağlayan kemik. Bizde ve bütün diğer kuyruksuz maymunlarda bu işlevi körelmiştir. Dolayısıyla körelmiş bir organdır. Kasa bağlanması gibi başka işlevi olması da bir şeyi değiştirmez çünkü kuyruğu gövdeye bağlayan bir işlevi olduğunu bildiğimiz için bizde de bu işlevi köreldiği için körelmiş bir organdır.
Yine başka bir örnek 20'lik dişler. 20'lik dişlerin işlevi de selülozu mekanik olarak parçalamak. Beynimizin büyüyebilmesinin bizlere avantaj sağlamasından ötürü, beyne yer açmak adına ve diyetin de değişmesiyle birlikte çene yapımız küçülmeye başladı. Artık eski güçlü ve vahşi ağızlara ihtiyacımız azalmaya başlamıştı. Otlara göre sindirimi çok daha kolay olan et için fazladan dişlere ihtiyacımız kalmamıştı. İşte bu yüzden de fazladan dişler üretmeye harcanan enerji, başka alanlara harcanabilirdi. Zaten çenenin küçülebilmesi için en dıştan başlayarak dişlerden fedakarlık etmek avantaj sağlamaktaydı.
"Bende sağlam çıktı." gibi bir argüman görmüştüm, onu da açıklamış olayım:
Evrim sürecinin yavaş olmasından ötürü, körelmiş organların da öyle birkaç günde veya yılda kaybolması veya körelmesi beklenememektedir. Ancak canlılara baktığımızda, köreldiği belli olan organlar evrimsel süreçte varlık-yokluk skalasında farklı noktalara düşmektelerdir.
20 yaş dişleri de popülasyon içerisinde yok olmaya doğru adım adım gitmektedir. Et ile beslenmeye 2.5 milyon yıl önce başladık ve bu sürede, artık işe yaramadığı için ve çenenin küçülebilmesi için yer açmanın avantajlı hale gelmesiyle, insan popülasyonu içerisinde 20 yaş dişleri giderek yok olmaya başladı. Eskiden popülasyonlarda bireylerin %99'undan fazlasında 20 yaş dişlerinin var olduklarını bilmekteyiz, ancak günümüzde, Dünya geneline baktığımızda bazı insanlarda ömürleri boyunca hiç 20 yaş dişinin çıkmadığını görmekteyiz.
Genel olarak insan popülasyonunda ise Tazmanya'da yaşayan Aborjinlerde 20 yaş dişleri hiçbir bireyde çıkmamaktadır. Öte yandan Meksika yerlilerinde popülasyon içerisindeki tüm bireylerde 20 yaş dişleri çıkmaktadır. Diğer tüm toplumlarda ise bu dişlerin varlığı geniş bir çeşitlilik göstermektedir. Örneğin bazı ailelerde anne tarafında 20 yaş dişleri hiç çıkmazken, baba tarafında bu dişler tamamen ağrısız olarak çıkabilmektedir. Yavrular da buna bağlı olarak çeşitlilik spektrumunda belirli noktalarda yer alabilmektedir.
Yani popülasyonun bir kısmında sorunlu çıkıp bir kısmında sorunsuz çıkması da hatta bazılarında hiç çıkmaması körelme sürecinin bir göstergesi, evrimin kanıtıdır.