Bazı dizileri haklarında spoiler vermeden incelemek çok zordur, Person of Interest de bunlardan biri.
Dizi "suçları önceden tahmin eden bir yapay zeka" klişesiyle başlasa da zamanla gözetleme toplumunun ahlaki sınırlarını, özgür iradenin kırılganlığını, insanlığın kendi icatlarına karşı duyduğu korku ve inançsızlığı işleyen karanlık bir yapıma dönüşür.
Hikayenin merkezi ve belki de tek gerçek başrolü, Harold Finch’in yarattığı "Makine"dir. Bu yapay süper zeka sadece olasılık hesaplayan bir program değil, bilinç sahibi bir varlıktır. Onu izlerken insanlık, kendi tanrısını inşa edip sonra ondan korkmaya başlayan bir uygarlık gibi görünür. Reese, Root, Shaw, Finch ve Carter gibi karakterlerse bu kaosun insani yüzleridir. Herkes bir noktada adaletle paranoya, özgürlükle güvenlik arasında sıkışır.
Dizi özellikle üçüncü sezondan itibaren basit bir "haftanın vakası" formülünü terk edip modern bir teknolojik totalitarizm alegorisine dönüşür. "Makine" ile rakibi "Samaritan" arasındaki savaş aslında iki farklı dünya görüşünün çarpışmasıdır: insanlığı korumaya çalışan sınırlı bir bilinç ve her şeyi kontrol etmeye kararlı mutlak bir zeka.
J. J. Abrams izleyiciyi bu sefer finalde hayal kırıklığına uğratmaz. Reese’in ölümü klasik bir kurtarıcı fedakarlığı değildir, sistemin işleyişindeki son insani parıltıdır. Finch’in hayatta kalması ise bir ödülden çok sessiz bir sürgüne benzer. Ayrıca son sahnede telefonun çalması, insanlığın kendi yarattığı gözetim ağından asla kurtulamayacağının fısıltısıdır. Shaw'ın da dediği gibi aslında Orwell, iyimser davranmıştır.
Person of Interest polisiye ve aksiyon dizisi kılığına girmiş felsefi bir uyarıdır. İnsanlık güvenlik uğruna özgürlüğünü teknolojiye teslim ettiğinde artık sistemin kullanıcısı olmaktan ziyade onun işlediği bir veri haline gelir. Gözetim düzenine razı olduğu anda da kendi mahremiyetinin sonunu bizzat imzalar.