Yaklaşık yüzyıl önce, kadınların toplumda yok sayılmasını ve yaşadığı sıkıntıları dile getirebilen ve bunu cesurca yazıya dökebilen birisinin, bugün hala aynı sıkıntıları yaşadığımızı gördüğünde hissettikleri neler olurdu acaba diye düşünmeden edemedim. Bugüne baktığımızda çok ta değişen bir şey olmamış sanki.
Aslında kitabı beğendim. Erkeksiz bir toplum nasıl olur sorusunu, hem erkeklerin hem kadınların olduğu sosyal çevremde çokça konuştuk ve hala ortak bir noktada buluşamadık.
Hemcinslerim tarafından tepki almak adına;
- Kadınların bakış açısından güzel ama kitabın açıklamasında okuduğumdan ziyade Ütopyadan çok Distopya hissi verdi bana.
- Kitabı bitirince bende uyandırdığı hissi sanırım “Dışlayıcı” olarak tarif edeceğim. Gerçi bugüne kadar erkek bakış açısı ile yazılmış ve küçümseyen çok yazı ve kitap okumuşluğum var. Belki yaşadığımız topluma göre kadın ve erkeğin birlikte yaşamadığı bir düzen hayal etmekte güçlük çekiyorum ama yine de sadece kadınların tüm becerileri, dışlayıcı bir üslup kullanılarak yükseltilmiş gibi geldi. İçinde yaşadığım dönemin bu duruma çok etkisi var tabi ki. Kitabın yazıldığı dönem yaşamış olsaydım muhtemelen daha farklı düşünecektim.
- Nasıl ki erkeklerin gücü elinde tuttuğu toplumlarda tüm bu olumlu yönlerin erkeklere atfedilmesi rahatsız ediyorsa, kadınlar tarafından da yapılması, bir kadın olarak beni rahatsız etti. Özellikle annelik ve anneliğin kutsallığı üzerinden medeniyetin ve gelişimin kurgulanması tarafını kafamda pek oturtamadım.
Kitaptan kendi adıma aldığım ders; kadın ya da erkek fark etmeksizin, gücü kimin eline geçirip toplumu şekillendireceğinden ziyade, toplum düzenini her iki bakış açısını da aynı eşitlikte kullanarak inşa edebilirsek bu sorunların hiç birinin yaşanmayacağı.