Zorbalık Toplumsal Temelli Bir Hastalıktır!
Üstün konumda olanın veya olduğunu düşünenin hele bir de güçlü ise, daha aşağı ve zayıf gördüğüne yönelik her tür (Fiziksel, Cinsel, Psikolojik, Sosyolojik, Kültürel, Ekonomik ve Politik) şiddetidir.
Önemsiz sayılabilecek kadar basit bir hor görmeden hayati derecede ciddi fiziksel saldırıya kadar geniş bir yelpazesi vardır. Ve köken itibarı ile toplumsaldır.
Bir ülkede zorbalığın ne denli ve yaygın olup olmadığını sadece o ülkedeki ekonomi-politik göstergelerden rahatlıkla çıkarabiliriz.
Çünkü bu iki gösterge, toplumun inşa kolonları ile çatısıdır ve alt yapı olarak ekonomi, üst yapı olarak politika ismini alır.
Yani yaşam için gereken her şeyin (Patlıcandan şiire, demirden bilime, müzikten ekmeğe, suya değin her şeyin) üretimi ve dağıtımı olarak ekonomi ve bunların nasıl ve ne şekilde bölüşüleceğinin kararlaşma süreçleri olarak politika.
Ve işte bu süreçlerdeki her tür aksama, sorun; düzenli işlemesi gereken bir çarkın (Ki bu toplumsal düzenin kendisidir) dişlileri arasına sıkışan-sıkıştırılan taşa benzer. Dişlileri aşındırır ve aşına her dişli bu çarkın her geçen gün daha da yalpalamasına ve bazı dişlilere daha fazla yük binmesine neden olur. Sonra gerisin geri aynı süreç, ta ki çark tamamen dağılıp işlevini yitirene dek.
Dişlilerin arasına sıkışan-sıkıştırılan taş adaletsizliktir. Aşınan dişliler yabancılaşıp yozlaşan toplumdur, dağılan çark toplumsal çürümedir ve her tür örgütlü-örgütsüz, toplumsal-bireysel, akran-yetişkin-çocuk, fiziksel- cinsel-psikolojik-sosyolojik-kültürel- ekonomik ve politik zorbalık burada doğar, serpilir ve büyür.
İnsanların bireysel yahut toplumsal olarak zorbalık karşısındaki tutumunu da ne yazık ki o ülkede veya coğrafyada egemen olan ekonomi-politik durum belirler.
Bu iki temel ve iç içe olgunun daha dengeli ve adil işlediği-işletildiği sistemlerde-ülkelerde hem zorbalık genel bir sorun değildir hem de türediği yerde örgütlü toplumun hem de gücünü buradan alan bireyin (birey vurgusunun özellikle altını çiziyorum) duvarına toslar.
Ancak bu dengenin gözetilmediği sistemlerde ve ülkelerde, güçlü ile güçsüz, varsıl ile yoksul, üst ve ast arasındaki uçurum ne denli derin ise gerek bireysel gerek toplu zorbalık da o oranda artarak ve temel bir varoluş zorunluluğuymuş gibi güce yamanana da bulaşarak devam eder.
Böylesi toplumlarda egemen olan aklın sığındığı “Dünyayı ben mi kurtaracağım”, “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” , “Güçlü haklıdır” , “Ayağa gelen fırsat tepilmez” şeklinde meşru olmayanı meşrulaştırma argümanları, dışarıda katledilen bir kadını görene camının perdesini kapattırır. Dayak yiyerek eve gelen erkek çocuğuna bir dayağı da babasına attırır. Çünkü bundan sonrası menfaat için her yol meşrudur anlayışı toplumun tüm damarlarına sirayet eder ve toplum kokar. Ötesi yoktur.
Örgütlenme ve bu örgütlenmenin yaratacağı kolektif bilinç ve buna dayalı kesintisiz mücadele dışında bir çıkış yolu yoktur. Çünkü tüm bunlara müsebbip olan en baştaki ekonomi-politiği adil bir şekilde olağan dengesine oturtacak başka bir güç, başka bir yol ve başka bir yöntem henüz keşfedilmemiştir.
Ötesi; zorbalık ile ilgili ve sanki zorbalığın ana nedenleriymiş gibi sıralanacak olan aile, okul, eğitim, çevre, cehalet vb. her şey bu çarkta ve çarka tabi sadece birer vidadır. Sevgiyle…
Kaynaklar
-
Erich Fromm. (2023). Sevginin Ve Şiddetin Kaynağı. Yayınevi: Say Yayınları. sf: 184.
-
P. Nikitin. (1995). Ekonomi Politik. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 408.