“Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar”, David Graeber’in antropolojiyi devlet, hiyerarşi ve zorunlu iktidar varsayımlarından arındırarak düşünmeye çağırdığı kısa ama çok etkili metnidir. Graeber bu çalışmada, antropolojinin sunduğu etnografik verilerin, insan toplumlarının zorunlu olarak devlete, merkezi otoriteye ya da hiyerarşik düzene ihtiyaç duymadığını açıkça gösterdiğini savunur.
Metnin temel çıkış noktası şudur: İnsan toplulukları tarih boyunca yalnızca tek bir siyasal örgütlenme biçimi geliştirmemiştir. Antropolojik kayıtlar; devlet dışı, eşitlikçi, geçici, gönüllü ve yatay örgütlenmelere dayanan çok sayıda toplumun varlığını ortaya koyar. Bu toplumlarda düzen, yasa ya da otorite tarafından değil; karşılıklılık, müzakere, sosyal baskı ve etik normlar yoluyla sağlanır. Graeber’e göre bu durum, modern toplumlarda “devletsiz yaşam kaos getirir” şeklindeki yaygın inancı temelden sarsar.
Graeber, anarşizmi bir “ütopya” ya da geleceğe ertelenmiş bir ideal olarak değil, zaten var olmuş ve hâlâ var olan toplumsal pratiklerin bir adı olarak ele alır. Antropoloji tam da bu noktada anarşist düşünce için vazgeçilmezdir; çünkü antropoloji, insanın nasıl yaşamak zorunda olduğunu değil, nasıl yaşayabildiğini gösterir. Özellikle avcı-toplayıcı gruplar, bazı yerli toplumlar ve tarihsel komünal yapılar, zorlayıcı iktidar olmadan da karmaşık sosyal ilişkilerin sürdürülebildiğini kanıtlar.
Metinde önemli bir vurgu da iktidarın doğallaştırılması eleştirisidir. Graeber, modern devletin ve bürokrasinin kaçınılmaz olduğu fikrinin, bilimsel değil ideolojik bir kabule dayandığını söyler. Antropolojinin görevi ise bu kabulleri sorgulamak, “başka türlü yaşamak mümkün mü?” sorusunu sürekli canlı tutmaktır. Bu anlamda antropoloji, yalnızca betimleyici bir bilim değil; aynı zamanda eleştirel ve özgürleştirici bir düşünme pratiğidir.
Graeber’e göre anarşist antropoloji, büyük devrim anlatılarından çok gündelik yaşam pratiklerine odaklanır. İnsanların birbirleriyle nasıl karar aldıkları, çatışmaları nasıl çözdükleri, liderliği nasıl sınırladıkları gibi konular, iktidarsız düzenlerin nasıl işlediğini anlamak açısından merkezi öneme sahiptir. Bu yaklaşım, siyaseti yalnızca devlet ve kurumlar düzeyinde değil, günlük ilişkiler içinde düşünmeyi mümkün kılar.
Sonuç olarak “Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar”, antropolojiyi yalnızca geçmiş toplumları inceleyen bir disiplin olmaktan çıkarıp, bugünü ve geleceği yeniden düşünmemizi sağlayan politik bir bilgi alanı olarak konumlandırır. Graeber, bu metinle bize şunu hatırlatır: İnsan toplumu tek bir yola mahkûm değildir; hiyerarşi, zor ve tahakküm insan doğasının değişmez parçaları değil, tarihsel tercihlerdir. Antropoloji ise bu tercihlerin başka türlü yapılabileceğini gösteren en güçlü kanıtlardan biridir.