Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat

"Gavur İcadı": Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne Geçiş Döneminde, Dünya'daki Bilim ve Teknoloji Ne Durumdaydı, Nasıl Gelişti?

"Gavur İcadı": Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne Geçiş Döneminde, Dünya'daki Bilim ve Teknoloji Ne Durumdaydı, Nasıl Gelişti? EDAM
30 dakika
10,448
Tüm Reklamları Kapat

Bir anlığına durup düşünün: Yaşadığınız kısacık ömür içerisinde bilim ve teknoloji ne kadar gelişti? 1980'lerde doğan birinin günümüzdeki yetişkinlik hayatına erişene dek IBM tarafından üretilen bilgisayarlar, Apple'ın Macintosh cihazları, dijital cep telefonları, dijital yanıtlama makinaları, web üzerinden televizyon izleyebilmemizi sağlayan teknolojiler, "segway" isimli ulaşım araçları, akıllı telefonlar, flash bellekler, Skype gibi görüntülü iletişim teknolojileri, Google gibi arama motorları, Google Maps gibi dijital haritalar, insan genomundaki 3.2 milyar baz çiftini tek tek tespit etmemizi sağlayan gen dizileme teknolojileri, YouTube gibi dijital video koleksiyonları, grafen gibi eşsiz özelliklere sahip malzemeler, Bluetooth iletişim cihazları, Facebook gibi sosyal medya teknolojileri, Curiosity gibi Mars araçları, Tesla gibi elektrikle çalışan ve hatta sürücüsüz giden arabalar, atom altı dünyasını aydınlatan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı gibi cihazlar, yapay kalpler, 3 boyutlu yazıcılar, Amazon Kindle gibi dijital okuma araçları, kök hücre teknolojileri, SpaceX tarafından üretilen Falcon roketleri gibi tekrar kullanılabilir roket teknolojileri ve CRISPR gibi gen düzenleme teknolojileri girdi. Sadece 40 yıl içerisinde tüm bunlar ve burada sayamayacağımız kadar fazla gelişme yaşandı!

Böylesine büyük teknolojik atılımların, ülke politikalarına ve kamu yönetimine ne kadar köklü bir şekilde etki ettiği aşikardır. Bir sosyal medya aracının kısıtlanması, diğer ülkelerin yeni teknolojiler sayesinde öne geçmesi, yeni bilimsel atılımlar dolayısıyla bizim erişemediğimiz sağlık teknolojileriyle başkalarının ömürlerini uzatması son derece rahatsız edici, hatta kimi durumda kabul edilemez olabilir. Bu nedenle, iyi liderlerin ülkelerini bilim ve teknoloji alanında modern medeniyetlerle aynı seviyede tutabilecek politikalar takip etmesi büyük öneme sahiptir.

Ve kimi zaman, bu tür teknolojik atılımların sadece bizim çağımızda yaşanmış olduğunu sanabiliriz - ki bu, büyük bir hata olurdu. Her geçen yıl, bilim ve teknolojinin gelişme hızı artıyor olsa da, Endüstri Devrimi'nden bu yana ele alınacak herhangi bir 40 yıllık dönemde, az çok benzer bilimsel ve teknolojik atılımlar görmek mümkündür - ki bu yazımızda, özellikle de ülkemiz olan Türkiye Cumhuriyeti'nin doğduğu yılların civarındaki teknolojik atılımları ve ülkemizin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün (ve dönemin diğer siyasi tabakasının) 20. yüzyılın başları ve ortalarında yaşanan baş döndürücü bilimsel atılımları nasıl takip ettiklerini gözden geçirmeye çalışacağız.

Tüm Reklamları Kapat

Bunu yapma amacımız ise temelde şu: Günümüzde her gün yepyeni bilimsel keşifler ve teknolojik icatlar yapılırken kimi zaman çağın fazlasıyla gerisinde kaldığımızı hissetmemiz çok doğaldır. Bilimin ve teknolojinin üreticisi durumundaki ülkeler, sadece tüketici durumunda olan ülkelerin bu gelişmelere ne zaman ve ne yollarla ulaşacaklarını belirleyebilirler. Bu durum, tüketici konumundaki ülkelerin bilimsel ve teknolojik atılımlara erişebildikleri süre zarfını doğrudan etkiler ve buna bağlı olarak, bir ülkede yaşanacak aydınlanma, inovasyon ve ilerleme gibi önemli adımlar kaçınılmaz olarak sekteye uğrayabilir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması sırasında Dünya'da yaşanan bilimsel ve teknolojik atılımları incelemek, dönemin şartlarını daha iyi anlamamızı sağlayabilir. En nihayetinde bilim anlatıcıları olarak, ülkemizin kuruluşu gibi bizim açımızdan önemli olan tarihsel bir olayı da, dönemin bilimsel ve teknolojik bağlamı çerçevesinden değerlendirmek ve sizlere sunmak farklı bir bakış açısı edinmenize yardımcı olabilecektir. Ayrıca o dönemleri, bilimsel ve teknolojik bağlamı anlayarak yorumlamak, günümüzde yenilikçi atılımlar gerçekleştirmek istiyorsak modern bilimsel ve teknolojik bağlamı anlamanın ve ona ayak uydurmanın önemini de anlamanıza yardımcı olabilecektir. Hazırsanız, başlayalım.

20. Yüzyılın Başlarında Yaşanan Bilimsel ve Teknolojik Atılımlar

1881 yılında, Selanik’te, yeni Türk Cumhuriyeti’ni kuracak olan bebeğin doğumu, solgun bir gaz lambasının ışığı altında gerçekleşti. Tam da o tarihlerde, aynı kıtanın görkemli şehri Paris'te, dünyanın ilk uluslararası elektrik fuarı düzenleniyordu.[1] Fuarın katılımcıları arasında ev sahibi Fransa’nın yanı sıra, İngiltere, ABD, Almanya, İtalya ve Hollanda bulunuyordu.

Teknoloji Devrimi

Batı dünyası, 18. yüzyılda hızlanan ve James Watt’ın buhar motoru gibi günlük yaşamı kökten değiştiren teknolojik icatların birbirinin peşi sıra geldiği, bilimsel gelişmelerle dolu bir dönemi yaşamaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu ise bir yanıyla Avrupalı olmasına rağmen, bu dönemde modernleşme yarışının çok gerilerinde kalmış, ekonomik ve sosyal dönüşümleri tam anlamıyla gerçekleştirmek şöyle dursun, neredeyse bütün gücünü bir "beka mücadelesinin" emrine vermişti.

Tüm Reklamları Kapat

Graham Bell'in o dönemlerde "deneysel" olan telefonu
Graham Bell'in o dönemlerde "deneysel" olan telefonu
History

Elektrik alanındaki icatlar 19. yüzyılın ortalarından itibaren günlük yaşamı doğrudan etkilemeye başladı. Ulaşımda Siemens’in elektrikli tramvayı, iletişimde Graham Bell'in telefonu ve nihayetinde geceleri gündüze çeviren, Edison’un meşhur akkor ampulü, insanların hayatlarını değiştiren ve hayranlık uyandıran buluşlardı. Bunların insanların yaşam biçimlerine ve Dünya'ya bakış açılarına ne denli etki ettiğini hayal edebilirsiniz. Geceleri de gündüz gibi güven içerisinde şehirlerde dolaşabilmek yepyeni ticari ve sosyal imkanları doğururken, elektrikli tramvay sayesinde daha uzak mesafeler erişilebilir hale gelmiş, telefon sayesinde iletişim telgrafın zorlu süreçlerinden arınmıştı.

Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu, 1877-1878 Rus-Osmanlı savaşları ile boğuşmaktaydı. Örneğin 1879 yılında Joseph Swan ve Thomas Edison fonksiyonel bir akkor lambanın patentini alırken, Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı-Rus Savaşı daha yeni sonlanmıştı ve Kıbrıs, İngiltere tarafından işgal edilmişti. Osmanlı İmparatorluğu, kısa bir süre içerisinde Tunus ve Mısır'ı da yitirecekti. Şöyle düşünün: İlk deneysel elektrikli tramvay 1875'te Rus İmparatorluğu'nda, Ukraynalı mucit Fedir Pirotsky tarafından St. Petersburg civarında kurulmuştu, 1881'de ise Almanya'nın Berlin kentinde ilk ticari elektrikli tramvay hattı hayatına başlamıştı. Osmanlı Devleti'nde atlı tramvayın yerini elektriğe bırakması 11 Şubat 1914'te Silahtarağa elektrik fabrikasından tramvaylara ilk defa elektrik verilene kadar beklemek zorunda kaldı (ilk sefer 20 Şubat 1914'te Karaköy-Ortaköy arasında yapıldı)

Bu sırada diğer yanda Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere, demiryollarının ülkelerin dört bir tarafını sarmasıyla birlikte, malların transferi kolaylaştığı için ulusal pazarlar oluşmuş, seyahatler artmaya başlamış ve bu durum turizm sektörünü de doğurmuştu. Trenin uzak mesafeleri yakın etmesi, o zaman var olan her kasabanın kendisine özel olan saat dilimi uygulanabilirliğini imkansız hale getirdi ve nihayetinde coğrafyaları birbirine bağlayan demiryolu sayesinde, kıtalararası saat dilimleri standardı oluşturuldu. Demiryolları, demir endüstrisinin hızla gelişmesine yol açarak, dünyada söz sahibi olacak büyük zenginler yarattı. Sadece bunlar bile, bir toplumun geçmiş, şimdi ve gelecek algısını baştan sona değiştirebilecek atılımlardır. Kaldı ki, elektriğin sanayi ve tarım makinelerinde kullanılmaya başlaması ile birlikte, üretim miktarlarında büyük artışlar meydana geldi ve refah düzeyleri hızla artmaya başladı. Bu atılımların gerisinde kalmak, çağı yakalayamamak ile eşdeğerdi.

18. yüzyıl boyunca tren teknolojisine gidecek yolda çok önemli birçok adım atılmışsa da, Dünya'nın ilk buhar gücüyle çalışan treni 21 Şubat 1804 günü Galler'in güneyindeki Merthyr Tydfil kentinde başarıyla gerçekleştirildi. 1803'te İngiltere'de şehirler birbirine trenle bağlanmaya başlamıştı bile! İlk ticari buharlı lokomotif, 1812'de Leeds kentinde kullanılmaya başlandı. Bu teknolojinin Osmanlı Devleti'ne gelmesi ise, 19. yüzyılın ikinci yarısını bekleyecekti: 1854 yılında Kahire ile İskenderiye arası ilk defa trenle birbirine bağlandı, Mısır'daki hat 1859 yılında 1.300 kilometreye çıkarıldı. Anadolu topraklarındaki ilk tren hattı ise 1866 yılında, İngilizler tarafından, İzmir ile Aydın vilayetleri arasına kuruldu. Bu dönemde birçok ilde demiryolu hatları açılmaya başlamışsa da, 1914 itibariyle Osmanlı Devleti, memleketi "demir ağlarla örmek" konusunda çağın çok gerisindeydi: ABD'de 388.000 kilometre, Almanya'da 64.000 kilometre, Hindistan'da 55.000 kilometre, Fransa'da 51.000 kilometre olan demiryolu ağı, Osmanlı'da sadece 5.759 kilometre uzunluğundaydı.[14]

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

1908 yılında Hicar Demiryolu hizmete girdi.
1908 yılında Hicar Demiryolu hizmete girdi.
Ümran Kültür ve Medeniyet Hareketi

Dünya'da yaşanan tren devrimine bağlı olarak büyük şirketler kurulmaya, hızlı bir kentleşme ve ekonomik refah oluşmaya başlamıştı. Bilimsel devrimlerle başlayan büyük teorik birikim, teknolojik icatlar biçiminde kendisini gösteriyordu. Dönemin bağımsız mucitleri, yerlerini giderek büyük teknolojik şirketlerde çalışan "mühendislere" bıraktılar; böylece teknolojik ilerleyiş, birbirinden habersiz ve farklı coğrafyalara serpiştirilmiş bireylerin sağladığı gelişmeler olmaktan çıkarak, daha merkezi, verimli ve hızlı bir şekilde gerçekleştirilmeye başlandı. Nikola Tesla’nın 1888 yılında alternatif akımı, motorunu ve transformatörü icat etmesi ve/veya geliştirmesi ile beraber elektrik, kitlelere yaygın olarak ulaşmaya başladı.[2]

Aslında Osmanlı'da elektriğe yönelik incelemeleri 1834 yılında Mecmua-i Ulum-i Riyaziye (Matematiksel Bilimler) dergisinde Başhoca İshak Efendi'nin yazılarında rastlamaktayız. Fakat Osmanlı'ya elektriğin anlamlı bir şekilde ilk gelişi, 1854 yılında çekilen ilk telgrafla oldu. Kıyas olması bakımından, Dünya'da ilk telgraf 1844 yılında Samuel Morse tarafından deneysel olarak çekilmişti. Dolayısıyla bu konuda Osmanlı'nın dönemin çok da gerisinde kaldığı söylenemez: İstanbul ve Edirne arasında çekilen ilk telgraf hattı sayesinde Osmanlı'da da vilayetler arası iletişim hızlanmıştı. Dönemin önemli elektronik mühendislerinden Emile Henri Lacoine, şöyle anlatıyor:[3]

1855 yılı 10 Eylül’ünde gelen ilk telgrafname ile müttefik devletler ordusunun Sivastopol'a muzaffer olarak girişleri bildirilmiş ve böyle sevinç getiren bir haber, Fuat Paşa merhumun tabiriyle saadet vesilesi olmuştur. Bu sıralarda denizaltı kablosu adı verilen bir kablo da İstanbul’u Varna’ya bağlamış ve birleştirmişti. 

İşte bu tarihten itibaren Telgraf Nezareti gittikçe ilerlemiş ve bugün Devlet-i Aliyye, 33.100 kilometrelik telgraf hattı ile 52.900 kilometre tele, 4.590 kilometrelik denizaltı kablosuna ve 606 telgraf şube ve merkezine sahiptir. 4.590 kilometreye varan denizaltı kablosunun 637 kilometresi Saltanat-ı Seniyye’nin, geriye kalanı ise yabancı kumpanyanındır. 

Diğer teknolojik atılımlara nazaran bu teknolojiye hızlı adapte olmanın ana nedeni olarak, Osmanlı'nın merkezi bir devlete sahip olması ve dolayısıyla merkez ile uzuvların arasındaki iletişimin hızlanmasının büyük bir avantaj sağlaması gösterilebilir (hele ki telgraflarla gönderilen mesajların şifrelenebildiği de düşünülecek olursa).

Hayatı Kolaylaştıran Ürünler

20. yüzyılın şafağında başka birçok alanda da devrim niteliğinde gelişmeler yaşanıyordu. Asansörden fermuara, gramofondan radara, kamera filminden içten yanmalı motora kadar, irili ufaklı bir sürü icat arka arkaya insanların gündelik hayatına dahil oluyordu. Örneğin 18880'de Werner von Siemens tarafından üretilen teknolojiler, 11 Ekim 1887'de mucit Alexander Miles tarafından alınan elektrikli asansör patenti ile gerçeğe dönüştü. Dünya'da ilk defa 1889 yılında ticari kullanımına başlanan elektrikli asansörler, kısa bir sürede Osmanlı Devleti'ne de geldi; çünkü meşhur Orient Express'in (Doğu Ekspresi) İstanbul'a kadar uzanan hattının son duraklarından olan İstanbul'da, Avrupalı ziyaretçilerin alışık oldukları lükse sahip bir otel inşa edilmesi isteniyordu. Böylece, 1895 yılında Pera Palas Oteli'nin açılışıyla, topraklarımızdaki ilk elektrikli asansör de çalışmaya başlamış oldu.

Tüm Reklamları Kapat

Bu saydığımız teknolojiler sadece "öylesine" geliştirilen inovasyonlar değildi; aynı zamanda insanların yaşamlarını kolaylaştırıyor, eskiden çok daha zahmetli olan birçok işin çok daha hızlı ve güvenli bir şekilde yapılabilmesini sağlıyordu. Bu dönemde geliştirilen ev aletleri arasında ocaklar, süpürücüler, ısıtıcılar, elektrikli süpürgeler, çamaşır makineleri, vantilatörler, saatler, düz ütüler, ısıtma yastıkları, portatif fırınlar, ayak ısıtıcıları, çeşitli şekillerde soba, diskli sobalar ve ızgaralar, kahve süzgeçleri, semaverler, waffle ızgaraları, çorba kaseleri, yumurta kaynatma kapları, hızlı ısıtma için su kapları, fincanlık süt ısıtıcıları, radyatörler, soğutma makineleri, çay ve su ısıtıcıları, tost makineleri ve ekmek kızartma ocakları, ızgaralar, dikiş makinesi motorları, bulaşık makineleri, sebze soyucu ve kesiciler, mısır patlatma makineleri bulunmaktadır.

Bir insanın bir tost makinasını ilk kullandığı veya bir elektrikli süpürgenin sesini duyduğu ilk ânı hayal etmenizi istiyoruz. Bunların hayret ve hayranlıkla karşılanmaması imkansızdır. Bu hayret ve hayranlığın bir ülkeye ne kadar erken ulaştığı, o ülkedeki mucitlerin kafasındaki çarkların dönme hızının ne kadar hızlı değişeceğini belirleyecektir. Döner fırçalı mekanik halı süpürgesinin mucidi M. R. Bissell, bu cihazın patentini 1876'da ABD'de almıştı ve 1883'te ticari kullanımına başlanmıştı. Elektrikli süpürgelerin J. Spangler tarafından icadı ve Amerikan evlerine girişi 1907'yi buldu. Örneğin bu ürünün Anadolu'ya gelişi, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından çok kısa bir süre sonra, SOFINA isimli şirketin 17 Haziran 1923'te Türk Anonim Elektrik Şirketi adı altında işlemeye başlaması sonucunda oldu. Firma, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde elektrikli süpürgelere ek olarak ütü, çamaşır makinası, ekmek kızartma makinası, fırın, ısıtma ve soğutma cihaları ve motor gibi aletleri satmaya başladı.

Kaynatan, pişiren, kızartan ve buharda pişiren ve otomatik ısı kontrolüne sahip yorulmak bilmeyen ocaklar hatta elektriğin kesilmesinden bir saat sonrasına kadar bile yemek yapan, yüksek derecede yalıtımlı portatif fırınlar da vardı. Bu, sadece insanların diğer sahalara daha fazla vakit ayırabilmesini sağlamıyordu; aynı zamanda bir sonraki neslin mucit ve kâşiflerine ilham kaynağı oluyordu. Yani bilim ve teknoloji, daha fazla bilim ve teknolojiyi doğuruyordu. Bu nedenle bu atılımların ucunu bir an bile kaçırmak, telafi edilemez bir hata olmaya başlamıştı.

Tüm Reklamları Kapat

Sanayi Atılımları

1886 yılında dört zamanlı benzinli motorun icadı, Karl Freidrich Benz tarafından Almanya'da gerçekleştirildi. Aynı teknoloji üzerinde çalışan bir diğer mucit Daimler, bir yıl sonra yine aynı topraklarda bu motorla çalışan ilk otomobili geliştirmeyi başardı. Kısa sürede atların yerini almaya başlayan arabalar, 1903 senesinde Henry Ford'un kredi talebi üzerine otomotiv sektörü ile ilgili rapor veren bir banka müdürünün "Atlar, her zaman ana taşıma aracı olacaktır. Otomobil ise ancak geçici bir moda olabilir." öngörüsünü yerle bir ediyordu.

Ford otomobili için nasıl yeni yollar açabileceğini düşünürken, Osmanlı Toprakları'nda Jön Türkler'in öncülüğünde 2. Meşrutiyet Devrimi yapılıyordu. Bu sırada Bulgaristan yitirilmişti, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sadece bir bildiri yayınlayarak Bosna'yı ele geçirmişti. O sırada Theodor Kober, tarihin ilk zeplin aracını tasarlamıştı, ondan bir sene sonra motorize elektrikli süpürge patentlenmişti, Osmanlı İmparatorluğu'nun kısa ömürlü bir toprak parçası olan Kruşevo Cumhuriyeti'ni işgal ettiği sıralarda Ægidius Elling insanlığın ilk gaz türbinini üretiyor, Édouard Bénédictus lamine cam teknolojisine can veriyor, Wright Kardeşler Kuzey Karolina'daki Kitty Hawk kentinde ilk motorize uçaklarını uçuruyorlardı. Yani bilim ve teknoloji, hemene her zaman olduğu gibi tam gaz yoluna devam ederken, İmparatorluk eriyordu.

Günümüzde gelişmişliği tartışılmaz olan Alman endüstrisi, otomotiv sektöründe yaşanan muhteşem gelişimlerden ötürü Almanya'da hızla gelişmeye başlayan çelik üretiminin omuzlarında yükselmeye başlamıştı. Üstü açık çelik fırınının icadı, çelik üretiminde patlamaya yol açtı. Buharlı makinelerin ve demiryolu ağının giderek genişlemesi, batılı ülkelerin dünyanın dört bir köşesindeki kaynaklara daha rahat ulaşmasını ve bu kaynakları nakliye edebilmesini sağlamıştı. Bu atılımların her biri ülkelerin bilimsel ve teknolojik ayağını güçlendiriyor, bu ayak güçlendikçe daha da fazlasını başarmak mümkün oluyordu.

Aslında buhar teknolojisi; Osmanlı sınırları içerisinde, kendine en çok Mısır'da yer buluyordu. Osmanlı'nın Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa yönetimindeki Mısır, Osmanlı'ya karşı aynı yönetimin kontrolünde ayaklanmadan önce, endüstriyel üretimde buhar motorlarını kullanmaya başlamıştı. Vilayetteki demir, tekstil, kağıt mili gibi atölyelere kazanlar kurulmuştu. Özellikle de Nil Nehri boyunca kurulan başarılı taşımacılık ağı sayesinde Mısır, üretim açısından belli başlı atılımları yakalayabilmişti.

Tüm Reklamları Kapat

Agora Bilim Pazarı
Antik Dünya - Aklayakın 3

Antik dünyada yaşam nasıldı? Bir zaman makinemiz olsa ve gidebilseydik Antik Roma’da neler görürdük mesela? Parıltılı beyaz tapınaklar ve togalara bürünmüş Romalılar mı? Forumda konuşma yapan Cicero’yu mu? Atina’da gezinseydik fikirleriyle Atinalıları çileden çıkaran Sokrates’e mi rastlardık? Parthenon’un görkeminden gözlerimizi alabilir miydik?

Bu kitapta Antik Çağ’a dair bu tür klişe imgeler yok.

İngiltere’nin önemli tarihçilerinden Jerry Toner’la bambaşka bir antik dünya yolculuğuna hoş geldiniz: Sokaklar ölüm ve çöp kokuyor. Seçkin azınlık dışındaki herkes sürekli fakirleşme, açlık ve ölüm tehdidi altında yaşıyor. Belediye, köle cezalandırma hizmeti veriyor. Bebekler satılıyor, kadınlar satılıyor, erkekler satılıyor. Cinsellikte, kimin kimle ne yaptığına değil, kimin üstte olduğuna bakılıyor. Duvar yazıları bilgelik değil, bol küfürlü mesajlar içeriyor.

Jerry Toner, böyle bir dünyada sıradan bir kadın, esnaf ya da köle olmanın anlamını sorguluyor. Antik dünyayı anlayabilmek için Antik Yunan ve Roma’yı tek başlarına değil, dönemlerinin küresel güçleriyle birlikte değerlendiriyor. Mesela Yunan metinlerinde barbarlar olarak geçen Persler sahiden öyle miydiler? Yunanlar hakkında ne düşünüyorlardı? Roma İmparatorluğu, Antik Çin’le karşılaştırıldığında nasıl duruyordu? Batı’nın İslam’a bakışını şekillendiren neydi?
Antik Dünya’yı okumak, hangi fikirlerin çağdan çağa “yeniden icat edilerek” kullanıldığını, hangi davranışların hemen hiç değişmeden nesilden nesile geçtiğini görmemizi, modern dünyaya dair cevaplamakta zorlandığımız sorulara başka bir gözle bakabilmemizi sağlıyor.

Aklayakın serisi, mühim fikirler/zamanlar üzerine, önemli zihinler tarafından kaleme alınmış kısa ama tesirli kitaplardan oluşuyor.

Devamını Göster
₺125.00
Antik Dünya - Aklayakın 3
  • Dış Sitelerde Paylaş

Mikrop Teorisi ve Tıp Devrimi

Ancak 20. yüzyılın köşebaşında yaşanan tek atılımlar bunlar değildi. Temel bilimler ve tıp da muazzam bir hızla ilerliyordu. Bu esnada büyük bilim insanı Louis Pasteur, salgın hastalıkların kökeninde mikroorganizmaların yer aldığını tespit ediyor, tıp literatürüne "mikrop" kavramını kazandırıyor ve bunlara karşı koruyucu aşı uygulamaları geliştiriyordu.[4] Tabii aşı teknolojisi yeni değildi. 1798 yılında Edward Jenner, bir inekten aldığı yara dokusunu insanlara vererek çiçek hastalığına karşı bağışıklık kazandırabileceğini fark etmişti. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu Preveze'yi ikinci defa ele geçirerek ve Korfu'yu işgal ederek Fransızları alt etmeyi başarmıştı, Mısır'da Osmanlı köylüleri Fransızlar'a karşı baş kaldırıyordu, Napolyon'un ordusu ile Murat Bey tarafından yönetilen Memlük atlıları çarpışıyordu.

Mikropların bulaşabilmesi için "harika koşullara sahip olan" savaş alanlarında, salgın hastalıklar her zaman bir endişe kaynağıydı. Bu döneme dek hastalığa sebep olan şeyin mikrop olduğu bilinmediği için, günümüzdeki modern tıbbın, mikroskop teknolojisi ve mikrop kuramının geliştirilmesi sayesinde oluştuğu söylenebilir. Bu sayede; kuduz gibi hastalıkların tedavisini bulan Pasteur, ayrıca kendi adıyla anılan ve gıdaların mikroplardan arınmasını sağlayan pastörizasyon teknolojisini de icat ediyordu.

Bunun yanı sıra; tıp teknolojisindeki yeniliklerin hastalıkların tedavisinde büyük ilerlemeler sağlaması ve dolayısıyla toplum sağlığının daha fazla korunabilmesi, yaşam sürelerinin artışı ve buna paralel olarak nüfusun artışına katkı sağlıyordu. 19. yüzyılın neredeyse tamamı boyunca, defalarca küresel salgına yol açan koleraya karşı insanlığın verdiği mücadeleye burada ayrı bir parantez açmakta yarar var: Hindistan, Afganistan, Rusya, İran, Osmanlı coğrafyası, Afrika ve tüm Batı dünyası kolera tarafından kırılıp geçildi. Sanayinin ihtiyacı olan kentler, nüfusun yoğunlaşması ve yakınlaşması sebebiyle, salgın hastalıkları da davet eden ortamlar yaratmaya başlamıştı. Henüz mikropların bilinmediği bir dönemde, ancak sudaki "bir şeylerden" kaynaklı olduğu tespit edilerek önlemler alınabilen kolera, kentlerin içme ve kullanma sularını mikroplardan arındıran teknolojilerin gelişmesiyle insanlığın gündeminden çıktı. 

İnsan Ufkunun Genişlemesini Sağlayan Keşifler

İnsanların dünyaya ve evrene bakış açısı da bu dönemde hızlı bir şekilde değişiyordu: 1900'lerin başında Mendel'in genetiğinin yeniden keşfedilmesi ve bundan kısa bir süre sonra, Evrim Teorisi ile birebir örtüştüğü ve iki sahanın birbirini tamamen doğrulamasıyla ortaya çıkan Modern Sentez, bilimi kökünden sarsıyordu (öyle ki Evrim Teorisi, Atatürk'ün de ilgisini çekmişti). Mendeleev bugün bildiğimiz periyodik cetveli inşa ediyor, fotoiletkenlik, katot tüpleri, entropinin istatistiki tanımı gibi büyük atılımlar yaşanıyordu. Bu dönemde insanlık ilk defa bir virüsü keşfetmiş, X-ışınları ve radyoaktivite gibi terimler hayatımıza girmeye başlamıştı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla sonuçlanacak, 20. yüzyılın başındaki 20-25 yıllık süreçte Görelilik Teorisi, termodinamiğin üçüncü yasası, Haber Döngüsü, atom çekirdeğini keşfi, süperiletkenlik, galaktik kızıla kayma, atom numarası kavramının tanımlanması, Bohr atom modeli, yıldız nükleosentezi gibi devasa atılımlar da birbiri ardına geliyordu. Yani insanların sadece yaşamı modernleşmekle kalmıyordu, aynı zamanda Evren algısı köklü bir biçimde değişiyordu.

Bilimsel gelişmelere paralel olarak artan nüfus, eğitimin daha yaygın ve modern yöntemlerle yapılmasını zorunlu kılıyordu.[5] Daha nitelikli eğitim, bilim ve teknoloji alanında çalışan ve buluşlar yapan insan sayısının artmasına yol açıyordu. Kısacası "Batı medeniyeti" ve ondan beslenen bütün damarlar, birbirini tetikleyen ve besleyen süreçlerle, bugünkü modern dünyanın temelini oluşturan bir sistemi inşa etmeye başlamıştı.

Osmanlı, Batı'nın Teknoloji Tüketicisi Olma Yolunda...

Diğer tarafta "Avrupa’nın hasta adamı" olarak tanımlanan Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılı II. Abdülhamid’in padişahlığı altında kapatmaktaydı. Osmanlı’nın son dönemindeki en tartışmalı padişahlardan olan II. Abdülhamid, aslında dünyadaki gelişmeleri takip eden ve teknolojik yeniliklere karşı toptancı bir reddediş davranışı içinde olan biri değildi. Ancak kendisinden sadece birkaç yıl sonra “Efendiler, dünyada her şey için; medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. 
İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.” diyerek bilimi ve teknolojiyi siyasi gayelerin merkezine alacak olan Mustafa Kemal Atatürk'ün koyduğu perspektifin, aynı topraklarda öncülük yapabilmesi için, bazı tarihsel aşamalardan geçilmesi gerekiyordu.

Osmanlı’nın bu dönemde bilim ve teknoloji ile olan ilişkisini ele almak, başka ve hacimli bir çalışmanın konusu olabilir, ancak meselenin iki köşe taşına dikkat çekmek gerekebilir. Birincisi, devletin içine düştüğü yapısal sorunların çözülmesi ve salgın hastalıkların önlenmesi gibi toplumsal ihtiyaçların giderilmesine yönelik yenilik talepleridir. "İhtiyaç icadın anasıdır." denir, yani başka bir deyişle Osmanlı, çaresiz kaldığı durumlarda Batı'daki teknolojik gelişmeleri talep etmiştir. Osmanlı, ülkeyi kırıp geçiren, veba, kolera, sıtma, çiçek gibi bir sürü hastalık karşısında, karantina, dezenfektasyon, aşılama gibi bir çok tekniği kullanmak durumunda kalmıştır. Eğitimde yapısal reformlara gitmiş ve nihayetinde cumhuriyeti kuracak nesillerin temeli, bu çağdaş okullarda atılmıştır.

İkincisi ise, ihtiyaçtan daha çok, Batılıların, Osmanlı ve diğer geri kalmış coğrafyaları kar elde edecekleri pazarlar olarak görerek, buralara teknoloji ihracatına başlamalarıdır. Kapitalizm, doğası gereği, üretim makineleri ve günlük hayata dair geliştirdiği yüzlerce icatla, daha kaliteli ve refah düzeyi yüksek bir yaşam modelini sahneye koyarak, küresel açık pazarını yaratmak istemektedir. Osmanlı'nın ise bu dönemde bin bir sorunu vardır ve üstelik 1838 Baltalimanı serbest ticaret anlaşması, ülkeyi zaten Avrupa'nın açık pazarı haline getirmiştir. İthalat yurt içi üretimini baltalayacak biçimde artmış, pamuk, tiftik, ipek tezgahları kapanmaya başlamış, tarım dışındaki diğer tüm sektörlerde dışa bağımlı hale gelinmişti.

Kıyas olması bakımından, 1838 civarında olan bilimsel ve teknolojik atılımlar arasında 1831 yılında Micheal Faraday'ın elektromanyetik indüksiyonu keşfi, 1834 yılında Mortiz von Jacobi'nin ilk pratik elektrik motoru icadı, 1835 yılında Joseph Henry'nin röleleri icadı, 1837 yılında Samuel Morse'un Mors Kodu'nu icadı, 1838 yılında galvanizm ile Jacobi'nin kaplama yöntemini icadı, 1839'da William Otis'in madencilikte devrim yaratan buharlı kürek teknolojisini icadı ve 1839 yılında Edmond Becquerel'in ilk güneş pillerini mümkün kılacak fotovoltaik etkiyi keşfi sayılabilir. Bilim dünyası fokur fokur kaynıyordu desek yeridir!

Tüm Reklamları Kapat

II. Abdülhamid döneminde telgraf iletişimde yaygın biçimde kullanılmakta iken telefon kısıtlı olarak sadece bazı devlet kurumları arasında çalışmaktaydı. II. Abdülhamid özellikle elektrik ile ilgili derin endişeler taşımaktaydı. Şeyhmus Bingül, Osmanlı Bilimi Araştırmaları dergisinde şöyle anlatıyor:[6], [7]

Osmanlı’da, ilk telefon hattının 1881’de, Soğukçeşme’deki eski telgrafhane binası ile Yeni Cami Postanesi arasına çekildiği öne sürülmektedir. Buna göre bu şebekeye bağlanan dört adet telefon, kurum müdürlerinin odalarında kullanıma sokulmuştur. Fakat bu kullanım çok kısa sürmüş ve bu hatlar iptal edilerek 1886’da telefon yasağı başlamıştır. Bu yasak II. Meşrutiyet dönemine kadar sürmüştür. Fakat yine de telefon, başlangıçta yalnız devlet makamlarında kullanılabilecek şekilde kabul görmüştür. 1909 itibariyle de devlet kurumları arasına hatlar çekilmiştir. Halka açık telefon hatlarının kurulumu ise 1911 yılını bulmuştur.

Dönemin su, demiryolu, tramvay, telefon gibi bütün altyapı yatırımları ile madencilik, bankacılık, liman işletmeciliği gibi işler, yabancı imtiyazlı şirketler tarafından yapılmaktaydı.[8] İstanbul gibi büyük bir şehir, bu şirketlerin temsilcilerinin iştahını kabartsa da onların bütün çabalarına karşın, bu denli karmaşık bir teknolojik gücün yabancı şirketlerin elinde bulunmasını, güvenlik kaygıları had safhada olan padişah II. Abdülhamid uygun bulmamıştı.[9]

İstanbul’a elektriğin "serbestçe" gelmesini engelleyen bir tutum takınan II. Abdülhamid, ancak devlet fermanı aracılığıyla elektriğin bireysel kullanımına olanak tanınmıştır. İstanbulluların elektriğe kavuşmasını gecikmesinin başka bir sebebi de imtiyaz sahibi hava gazı şirketleriydi. Şehrin aydınlatma sistemini tekellerinde bulunduran bu şirketler, elektriğin çıkarlarına karşı olması sebebiyle yoğun bir karşı propaganda yürütmüşlerdir. Bütün bu gelişmelerden ötürü; ilk elektrik santrali, imparatorluğun başkentinde değil, 1902 yılında Tarsus'ta kurulmuştur. 2 kilowattlık bir dinamoya sahip olan bu küçük su santrali, kasabanın elektriğini temin etmiştir.

Sultan II. Abdülhamid döneminde otomobilin İstanbul’a gelmesiyle ilgili olarak da tam bir serbestiyet oluşmamıştır. O tarihlerde ulaşım at arabalarıyla sağlanmakta, İstanbul sokaklarında çok az sayıda boy gösteren otomobiller, bazı sorunlara yol açmaktaydı. Çok büyük bir gürültüyle çalıştıkları için atları ürküten ve kaza riski yaratan bu benzinli araçlar "kendiliğinden giden cisim" anlamına gelen "zatü’l-hareke" olarak anılmaktaydı. Ayrıca sokakların çoğu, bu araçların geçişine uygun değildi. 1905 yılında bombalı bir suikast girişiminden son anda kurtulan Sultan II. Abdülhamid’in, bu olayın da etkisi sebebiyle, zaten halkın ilk zamanlarda benimsemediği ve "batı özentisi" olarak gördükleri otomobilin ülkeye girişini engelleyici bir tavır aldığı belirtilmektedir.[10]

Tüm Reklamları Kapat

Mahmut Şevket Paşa'nın zatü'l-harekesi (otomobili)
Mahmut Şevket Paşa'nın zatü'l-harekesi (otomobili)
The Independent Türkçe

Tam da bu sıralarda bilim ve teknolojide neler oluyordu? 1904'te John Ambrose Fleming ilk vakum tüpünü ve diyotu icat etmişti. 1907'de Paul Cornu, döner-kanatlı bir uçak ile ilk serbest uçuşu yapmıştı. 1907'de Leo Baekeland, "bakelit" olarak da bilinen polioksibenzilmetilenglikolanhidrit ile tarihin sentetik bileşenlerden üretilen ilk plastiğini icat etmişti. 1908'de Jacques E. Brandenberger besinleri korumak konusunda çok kullanışlı olan selofanı icat etmişti. Bundan sadece 1 sene sonra, Georges Rignoux ve A. Fournier, insanlığın ilk anlık görüntü iletimini gerçekleştirerek, ilk televizyon yayınını başarıyla gerçekleştirmişti. Bilim treni, hızla ilerlemeye devam ediyordu.

Teknolojik yeniliklere karşı geliştirilen ve Abdülhamid’in şahsında cisimleşen bu şüpheci yaklaşımın sebeplerini aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu'nun özgün yapısında ve dönemin sıra dışı koşullarında aramak gerekebilir. Bu dönemde Osmanlı, doğunun halen en batılı devletiydi; ama batının üzerinde her şekilde hâkimiyet kurabildiği "oryantalist doğudan" farklıydı. Modernleşme niyeti olmasına karşın bu niyeti, bir yandan geleneğe sahip çıkarak bir yandan da batının üstünlüğünü kayıtsız şartsız kabul eden, taklitçi Tanzimatçı zihniyetin yarattığı problemlerle beraber sürdürmek zorundaydı. Hayatın tüm alanında yapısal dönüşümler gerçekleştirmeden, salt modern teknolojinin nimetlerinden faydalanma anlayışı ile bir uygarlık sıçraması yaratmak, tarihe çalım atmaya çalışmaktan başka bir şey olamazdı. Ve olamadı da…

II. Meşrutiyet ile beraber ülkeye gelen özgürlükler, teknolojiyi de serbest bırakmıştı. Örneğin Prof. Dr. Yavuz Unat, Kozmik Anafor'da yayınlanan bir yazısında şöyle anlatıyor:[11]

Son dönem Osmanlı astronomlarından en önemlisi ise Fatin Gökmen’dir. Kandilli Gözlemevi’nin kurucusu ve ilk müdürü olarak tanınan Mehmed Fatin Gökmen (1877-1955), Sultan Selim Câmii Muvakkithânesi’nde dönemin başmüneccimi Hüseyin Hilmi Efendi’nin yanında çalışırken Sâlih Zeki Bey’in dikkatini çekmiş ve onun teşvikiyle 1901 yılında yeni açılan Riyâziyyât Medresesi’ne (Matematiksel Bilimler Fakültesi) girmiştir. 1904 yılında buradan birincilikle mezun olan Fatin Gökmen, daha sonra aynı medresede astronomi ve olasılık hesabı dersleri vermiştir. 1910’da dönemin Maarif Nâzırı Emrullah Efendi tarafından 1868’den beri görev yapmakta olan ve 31 Mart Olayları (1909) sırasında binası ve âletleri tahrip edilen Rasadhâne-i Âmire’nin müdürlüğüne atanmıştır. Fatin Gökmen, yeniden kurulması istenen gözlemevinin yeri için incelemeler yapmış ve bugünkü İcadiye Tepesi’nde, Fransız Meteoroloji Birliği aracılığıyla getirtilen ve birinci sınıf bir meteoroloji istasyonunda kullanılan âletlerle 1 Temmuz 1911 tarihindeh itibâren sürekli ve düzenli bir biçimde meteorolojik unsurların ölçüm ve kayıtlarını başlatmıştır.

Tüm Reklamları Kapat

Fatin Gökmen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından (1923), hükümete verdiği bir öneride, gözlemevinden ayrı bir meteoroloji teşkilâtı oluşturulmasının gerekli olduğuna değinmiş ve gözlemevinin Belçika’daki Uccle Kraliyet Gözlemevi gibi bir astronomi ve jeofizik gözlemevi olması için gerekli binaları yaptırmış ve âletleri satın aldırmıştır; böylece bugün de faaliyet hâlinde bulunan Kandilli Gözlemevi’nin temelleri atılmıştır.

Osmanlı'nın devlet katında teknolojiye olan ilgisi, daha çok savunma ve silah sektörüne odaklanmıştı. Çünkü ordunun modernleşmesine ihtiyaç vardı. İttihat ve Terakki iktidarı, ekonomik, sosyal ve bilimsel gelişmeleri bizzat yerinde incelemek ve takip etmek üzere, çeşitli Avrupa şehirlerine kamu görevlileri gönderiyordu. Fakat adeta sonu gelmeyecek gibi görünen bir savaş dönemine giren Osmanlı'da, her şey için artık çok geç kalmıştı. Türk milletinin bilim ve teknoloji ile imtihanı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılıp, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna dek uzun bir ara verecekti.

Bu noktada, yeri gelmişken bahsedelim: Osmanlı İmparatorluğu'nda modernleşme çabalarıyla ilgili iki ayrı yazımız mevcut. Konu hakkında daha kapsamlı bilgi almak isterseniz, buradaki yazı dizimizi okumanızı tavsiye ederiz. Biz burada, çok daha dar bir özet vererek, Batı'da yaşanan bilimsel gelişmelerin arkasında ne düzeyde kalındığını yansıtmaya çalıştık. Bu demek değil ki Osmanlı Devleti'nde hiçbir bilimsel atılım yaşanmadı veya yoktu. Sadece, göreli olarak bakıldığında, arada dev bir uçurum görüldüğü vurgulanmalıdır.

Cumhuriyet, 20. Yüzyılın Dinamizmine Uyum Sağlıyor!

Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda, halkın büyük çoğunluğu tarım ve esnaflık faaliyetleriyle geçimini sağlıyordu. Sanayi üretiminin gelişmenin ve bağımsızlığın başlıca koşulu olduğunu bilen "genç cumhuriyet", bunun için bilime ve teknolojiye yatırım yapması gerektiğinin farkındaydı. Bu nedenle, derhal bir bilim ve teknoloji politikası geliştirildi. 

Tüm Reklamları Kapat

Türkiye'nin Doğum Dönemlerinde Değişen Dünya...

20. yüzyılın başında modern dünya, yeni keşifler, icatlar ve teknolojik başarılarla birlikte, baş döndürücü bir hızla ilerlemeye devam ediyordu. Elektrik, içten yanmalı motor, otomobil, uçak, radyo, radyoaktivite gibi pek çok yeni teknoloji; günlük hayatın bir parçası haline gelmeye başlamışlardı. Bu sırada kara deliklerin keşfini mümkün kılacak Schwarzschild yarıçapı ilk defa tanımlanmış, kuantum fiziğinin temelleri atılmaya başlanmış, Schrödinger Denklemi geliştirilmiş, Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi tanımlanmış, Samanyolu Galaksisi'nin Evren'deki sayısız galaksiden sadece biri olduğu anlaşılmış, Büyük Patlama Teorisi geliştirilmiş ve Evren'in genişlediği fark edilmiş, penisilin icat edilmiş, nükleer fisyon keşfedilmişti.

Bu yenilikler, iki farklı şekilde dünyayı değiştiriyordu: İlk olarak, mükemmel bir dünya sistemi oluşturulacağına dair iyimser bir atmosfer oluşturuluyor ve dinin toplumları tabuların çerçevesi içinde tutması ve güdülemesi giderek zorlaşıyordu (tıpkı Aydınlanma döneminde yaşandığı gibi). Bilime ve teknolojiye dayanılarak yeryüzünde "cenneti yaratmanın mümkün olabileceğini" bile düşünenler olmaya başlamıştı. Henüz bilimin ve teknolojinin dünya savaşlarında görünür hale gelen, "kötü amaçlarla kullanımı" söz konusu değildi. İkincisi ise, yeni teknoloji, insanların günlük hayatının hızını ve menzilini artırmıştı ve bir kişi, artık makinelerin yeni özgürleştirici gücüyle günlük faaliyetlerin kapsamını genişletebilirdi. Karadan ve denizden sonra insanlık, gökyüzünü de fethetmeye başlamıştı.

Amerikalı Wright kardeşler, ilk pilotlu ve motorlu uçağı uçurduklarında yıl 1903’tü. Liseden sonra öğrenim görme şansı bulamamış olan ve bilimsel bir altyapıları bulunmayan bu iki kardeşin, çok yüksek teknik becerileri ve merakları vardı. Uçak için gerekli olan hafif motor ve pervane tasarımını bile kendileri yapmışlardı. İlk kalkışında sadece 12 saniye havada kalabilen uçakları, 21. yüzyılda uzayı keşfeden insanlığın, yerçekimine karşı, motorun gücüyle kazandığı ilk zaferiydi. Uçaklar, 1906 yılında Orville Wright'ın "Bir makine hiçbir zaman New York'tan Paris'e uçamayacaktır." öngörüsünü de tamamen hatalı çıkaracak, Dünya'yı baştan yaratacaktı.

Pixabay

İstikbalin göklerde olduğunu bilen Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun temellerine çağdaşlığı, laikliği, halkçılığı, milliyetçiliği, bağımsızlığı, devrimciliği koymuştu ve kendisini geçmişin cehaletine, gericiliğine ve yoksulluğuna bağlayan bütün zincirleri kırmaya kararlıydı. İlk yapması gereken işlerden biri de, yeniliğe, bilime ve teknolojiye karşı, muhafazakâr toplumdaki potansiyel direnişi kırmaktı.

Tüm Reklamları Kapat

Bu sebeple en temel toplumsal sorunlardan biri olan salgın hastalıklarla mücadelede, bilimi ve teknolojiyi bir silah gibi kullandı. Nihayetinde sağlık alanında kazanılan başarılar sayesinde halkın modern tıbba ve teknolojiye güven duyması sağlandı. Elektrikli aydınlatma, halka gereklilik olarak sunulan yeni bir teknolojiydi. İnsanların yüksek elektrik faturaları, kazalar ve tehlikeler gibi endişeleri ortadan kaldırılmaya çalışılıyor, elektrikli ev aletlerinde üst orta sınıfı cezbedecek şekilde ütü, elektrikli süpürge, küçük ve büyük fırınlar, sobalar, su ısıtıcıları, dikiş makineleri, mutfak ocakları, ızgaralar, zayıflama aletleri modern ev eşyaları olarak reklam ediliyor ve uzun vadelerle satışa sunuluyordu. Bu aletlerin ev hayatına dahil olmasıyla, daha mutlu ve huzurlu yuvaların kurulacağı vatandaşa anlatılıyordu. Yeni sistem, makul, bilimsel, etkin, sağlıklı ve hijyenik bir cumhuriyet yurttaşı yaratma sürecinin, teknolojinin kullanılmasına yönelik teşvik süreciyle eş zamanlı yürütülmesi gerektiğini düşünüyordu.[12]

Harf devrimi ile okuma yazma kolaylaştırılarak, kitlesel eğitimin önü açılmış oldu. Cumhuriyet, şiddetle ihtiyaç duyduğu çağdaş düşünceye sahip ve teknik donanımı yüksek kuşaklar yetiştirmeye başlamıştı. Bu dönemde yetişerek dünya çapında ünlenmiş bazı bilim adamlarımız arasında; matematikte Cahit Arf, astronomide Dr. Nüzhet Gökdoğan, tarihte Prof. Dr. Halil İnalcık, fizikte Prof. Dr. Feza Gürsey, Sümerolojide Muazzez İlmiye Çığ örnek olarak sayılabilir. Döneme ait istatiksel veriler ilkokuldan yükseköğretime dek her kademede katlanarak artan öğrenci ve öğretmen sayıları göstermektedir. 1923 yılında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nin ardından, Zonguldak’ta Maden ve Sanayi Mühendis Mektebi açıldı. 1926’da Ankara Çimento fabrikası kuruldu. Yine cumhuriyet döneminde kurulan Türkiye İş Bankası’nca temin edilen kredilerle, Alpullu ve Uşak şeker fabrikaları açıldı.

1930’larda sonra ise, devlet, sanayileşmenin bizzat lokomotifi oldu. Sümerbank, Etibank, Maden Tetkik Arama Enstitüsü, Elektrik İşleri Etüd İdaresi ardı ardına açılan kuruluşlardı. Bunların yanı sıra tekstil ve kağıt sektöründe çeşitli yerlerde fabrikalar kuruldu. İlk çelik fabrikası 1932 yılında askeriyeye bağlı olarak Kırıkkale’de, sonraki ise Sovyet Rusya ile işbirliği halinde Karabük’te tesis edildi. Cumhuriyet, dışarıdan hazır ürünler ithal ederek değil, kendi topraklarında bizzat devlet yatırımları eliyle bilimi ve teknolojiyi dış kaynaklardan da olsa edinerek, millileştirme çizgisi izlemiştir. Bu fikrin en özlü ifadelerinden birini Mühendis Mehmet Şevki Yazman’ın 1933 yılında Kadro dergisinde kaleme aldığı "Elektrikli Türkiye" başlıklı yazısında görüyoruz:

Türkiye'nin elektriklenmesini istiyoruz. Çünkü Türkiye'nin elektriklenmesi demek Zonguldak'ta toprak altında duran kömürün veya Toros’ta yüksek kayalardan düşen suyun Türk iktisadiyatına hizmetçi kılınması demektir. Biz elektriği yalnız Türk şehrinin süslenmesi değil, karanlık Türk köyünün ışıldaması, geri teknikli Türk tezgâhının ileri teknikli bir fabrikaya çevrilmesi, Türk malının elektrikle işlenerek daha temiz, daha ucuz çıkarılması için istiyoruz. Hulâsa elektriği bir süs değil, iktisadımıza hizmet eden bir fazla kudret olarak istiyoruz. Ucuz, her tarafta ve herkes tarafından kullanılabilir bir hale gelmesini istiyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en acı-tatlı hikâyelerinden biri de 6 Ekim 1926 tarihinde Kayseri’de açılan ilk uçak fabrikasıdır. Türk Tayyare Cemiyeti ile Alman Junker firmasının ortaklığında kurulan Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAŞ), fabrikaya adını vermişti.[13] Uçakların parçaları Almanya’dan gelecek, demir ve alüminyum gibi malzemeler Türkiye’den temin edilecekti. 1928’e dek durmaksızın çalışan fabrika, Alman ortağın yaşadığı sıkıntılar sonucu üretime ara vermek zorunda kamıştır. Alman firmasının hisselerini Türk Hava Kurumu’na yani o zamanki adıyla Türk Tayyare Cemiyeti’ne devrinden sonra, 1930’da üretim ve bakım faaliyetleri tekrar başlamıştır. 1940’lı yıllardaki Marshall yardımları çerçevesinde üretim durdurularak, sadece ikmal ve bakım merkezi haline dönüştürülmüştür. Hikâye, Türkiye’nin uçak ihtiyacının NATO tarafından karşılanması ile sona ermiştir.

Tüm Reklamları Kapat

Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren, bilim ve teknolojiden uzak durmak şöyle dursun; teknolojiden yalnızca istifade etmek üzerine değil, bizzat bilim ve teknoloji üretiminin içinde yer almak üzere yatırımlar ve çalışmalar yapılmıştır. Bu politika, cumhuriyetin sosyal, ekonomik her alanda yürüttüğü çağdaşlaşma mücadelesinin bir parçası olarak kendini göstermiştir. Toplum, bilim ve teknolojinin kendisine sağladığı faydaları somut olarak görerek hızla benimsemiş, kendisine sunulan eğitim imkânlarına olumlu cevap vermiştir. Osmanlı yönetimi, bilim ve teknolojiye ne kadar mesafeli davranmış veya meseleyi sadece nimetlerinden yararlanma şeklinde ele almışsa, genç Türk Cumhuriyeti, bilimsel ve teknolojik yeniliklerin özüne vâkıf olmayı, o kadar istemiştir.

Bu istek ve atılım Atatürk’ün ölümüne, hatta II. Dünya Savaşı sonrasına dek devam etmiştir. Fakat 1950’lerden sonra, Türkiye’nin NATO üyeliği başlayan süreçte, artık bilim ve teknolojiyi üretme çabalarının sönümlendiği görülmüş, bunun yerine hazır teknolojik ürünlerin satın alındığı bir politika değişikliğine gidilmiştir. 1961 yılında ilk yerli otomobil projesi olarak ortaya çıkan “devrim arabası”nın başına gelenler, Türkiye’nin teknoloji üretmeye çalışmasının, kimleri rahatsız ettiğini göstermesi açısından ibret vericidir.

doi: 10.47023/ea.bilim.9821

Bu Makaleyi Alıntıla
Okundu Olarak İşaretle
82
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Bize Ulaş
Yukarı Zıpla

İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!

Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.

Soru & Cevap Platformuna Git
Bu İçerik Size Ne Hissettirdi?
  • Tebrikler! 27
  • Muhteşem! 15
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 6
  • Umut Verici! 2
  • Üzücü! 2
  • Grrr... *@$# 1
  • Bilim Budur! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Merak Uyandırıcı! 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Kaynaklar ve İleri Okuma
  • ^ The Institution of Engineering and Technology. Paris Electrical Exhibition 1881. Alındığı Tarih: 3 Ocak 2021. Alındığı Yer: The Institution of Engineering and Technology | Arşiv Bağlantısı
  • ^ I. Mcneil. (1996). An Encyclopaedia Of The History Of Technology. ISBN: 9780415147927. Yayınevi: Routledge. sf: 1084.
  • ^ E. Lacoine. (Dergi, 2013). Elektriğin Memleketimizdeki Tatbikatı. Not: Tercüman-ı Hakikat ve Musavver Servet-i Fünun.
  • ^ J. D. Bernal. (1954). Science In History. Yayınevi: Watts & Company. sf: 967.
  • ^ J. Ellul. (1964). The Technological Society. Yayınevi: Vintage Books. sf: 332.
  • ^ Ş. Bingül. (2020). Osmanlı Devleti’nde İletişim Araçlarının Kontrolü: "Telefon Tevkifleri". Studies in Ottoman History. doi: 10.26650/oba.647196. | Arşiv Bağlantısı
  • ^ E. İhsanoğlu, et al. (1995). Çağını Yakalayan Osmanlı!. Yayınevi: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi.
  • ^ N. Özdemir. (Yüksek Lisans Tezi, 2021). Türkiye’de Elektriğin Tarihsel Gelişimi (1900-1938).
  • ^ E. Öztaner. (Yüksek Lisans Tezi, 2015). Çok Yönlü Bir İnşa Olarak Teknoloji: İstanbul’a Elektriğin Girişi. Not: Syf. 99.
  • ^ S. Güneş. (Dergi, 2012). Sciences Sosyal Bilimler Dergisi. Not: Sayı:25, ss.213-230..
  • ^ E. İhsanoğlu. (1996). Büyük Cihad'dan Frenk Fodulluğuna. ISBN: 9809754705430. Yayınevi: İletişim Yayınları. sf: 344.
  • ^ N. İleri, et al. (2020). Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiyesi’nde Asri Ev Tartışmaları Ve Elektrikli Tenvirat. ViraVerita, sf: 92-126. doi: 10.47124/viraverita.780888. | Arşiv Bağlantısı
  • ^ Savunma Sanayi Dergilik. Türkiye'nin İlk Uçak Fabrikası Tomtaş. Alındığı Tarih: 3 Ocak 2021. Alındığı Yer: Savunma Sanayi Dergicilik | Arşiv Bağlantısı
  • ^ E. J. Erickson. (2001). Ordered To Die. ISBN: 9780313315169. Yayınevi: Greenwood Publishing Group.
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 20/04/2024 02:11:28 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/9821

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Keşfet
Akış
İçerikler
Gündem
Molekül
Süt
Yıl
Ay Görevleri
Olumsuz
Korku
Dişler
Nöron
Gün
Balina
Yok Oluş
Teleskop
Hayvanlar Alemi
Ağız
Görme
Venüs
Kimyasal Evrim
Nadir
Teori
İnsanlar
Elementler
Çeviri
Balıklar
Geometri
İnsan Sağlığı
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Gündem
Bugün bilimseverlerle ne paylaşmak istersin?
Bağlantı
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Bu platformda cevap veya yorum sistemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla aklınızdan geçenlerin, tespit edilebilir kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Ekle
Soru Sor
Sosyal
Yeniler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
Kaldığım Yeri İşaretle
Göz Attım

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.
[Site ayalarına git...]

Filtrele
Listele
Bu yazıdaki hareketlerin
Devamını Göster
Filtrele
Listele
Tüm Okuma Geçmişin
Devamını Göster
0/10000
Bu Makaleyi Alıntıla
Evrim Ağacı Formatı
APA7
MLA9
Chicago
S. Yücel, et al. "Gavur İcadı": Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne Geçiş Döneminde, Dünya'daki Bilim ve Teknoloji Ne Durumdaydı, Nasıl Gelişti?. (12 Ocak 2021). Alındığı Tarih: 20 Nisan 2024. Alındığı Yer: https://evrimagaci.org/s/9821 doi: 10.47023/ea.bilim.9821
Yücel, S., Gürkan, E. S. (2021, January 12). "Gavur İcadı": Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne Geçiş Döneminde, Dünya'daki Bilim ve Teknoloji Ne Durumdaydı, Nasıl Gelişti?. Evrim Ağacı. Retrieved April 20, 2024. from https://doi.org/10.47023/ea.bilim.9821
S. Yücel, et al. “"Gavur İcadı": Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne Geçiş Döneminde, Dünya'daki Bilim ve Teknoloji Ne Durumdaydı, Nasıl Gelişti?.” Edited by Emrah Safa Gürkan. Evrim Ağacı, 12 Jan. 2021, https://doi.org/10.47023/ea.bilim.9821.
Yücel, Savaş. Gürkan, Emrah Safa. “"Gavur İcadı": Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne Geçiş Döneminde, Dünya'daki Bilim ve Teknoloji Ne Durumdaydı, Nasıl Gelişti?.” Edited by Emrah Safa Gürkan. Evrim Ağacı, January 12, 2021. https://doi.org/10.47023/ea.bilim.9821.
ve seni takip ediyor

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close