Kuantum Fiziği Nedir ve Evren'i Nasıl Tanımlar? Kuantum Fiziğiyle Bilmeniz Gereken 6 Kavram!
Kuantum fiziği, genellikle baştan sona göz korkutucu bir saha olarak görülür. Her gün bunlarla uğraşan fizikçilere bile alandaki bazı konular hem ilginç hem de mantıksız gibi görünebilir; fakat kuantum, özünde anlaşılamaz, sınanmamış veya tutarsız bir saha değildir. Tam tersine, insanlığın geliştirdiği en güçlü teorilerden birisi, Kuantum Teorisi'dir.
Eğer kuantum fiziğine ilgi duyuyorsanız ve bilginizi zenginleştirmek istiyorsanız, bu sahada mutlaka haberdar olmanız gereken 6 anahtar kavram olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bunları iyice kavrayabilirseniz, kuantum fiziğini daha anlaşılabilir bulmaya başlayacaksınız. Ama uyaralım: Richard Feynman'ın da dediği gibi: "Rahatlıkla söyleyebilirim ki hiç kimse kuantum mekaniğini anlamamaktadır."
Her Şey Dalgalardan Oluşur, Tanecikler Bile!
Kuantum fiziğiyle ilgili temel kavramlara yönelik bir tartışmayı başlatabileceğiniz birçok konu vardır; ancak şu, iyi bir başlangıç noktası olabilir: Evren'deki her şey, aynı anda hem dalga hem tanecik doğasına sahiptir.
Greg Bear'ın fantastik duolojisinde, [Ç.N. Duoloji: genellikle roman, oyun veya filmlerde karakterler veya konu açısından bağlantılı iki eser, bu durumda The Infinity Concerto ve The Serpent Mage] sihrin temellerini anlatan bir karakterin şöyle bir dizesi vardır:
Her şey dalgadır; hiçbir şey sallanmadan, hiçbir mesafe olmadan.
Tabii ki Evren'deki her şey, parçacık doğasına da sahiptir. Bu durum tamamıyla çılgınca gelse de, şaşırtıcı şekilde aşina olduğumuz bir süreçle açıklanabilen deneysel bir gerçekliktir. Aşağıdaki İngilizce videoda, bu süreci izleyebilirsiniz.
Şüphesiz, nesneleri hem dalga hem tanecik olarak tanımlamak, en nihayetinde belli bir belirsizliğe sahiptir. Düzgün bir şekilde ifade etmek gerekirse, nesneler ne parçacıktır ne dalgadır; ancak dalgaların uzaya yayılabilmesi ve karakteristik bir frekansa ve dalga boyuna sahip olması; taneciklerin ise sayılabilir ve sınırlandırılabilir olması gibi bazı özelliklerine sahiptirler. Dolayısıyla nesneleri, bu özelliklerle ilişkilendirilen "parçacık" ve "dalga" özelliklerinin her ikisinin bir versiyonu olarak ifade etmemiz mümkün olmaktadır.
Bu durum fizik camiasında, ışığın fiziğe giriş derslerinde tanecik olarak anlatılmasının uygun olup olmadığı ile ilgili halen sürmekte olan bazı tartışmalara yol açar. Lise derslerinde ışığın neredeyse her zaman fotonlardan oluşan tanecik doğasından söz edildiğini, dalga doğasından ise çok daha az bahsedildiğini (belki girişim konusu haricinde pek konuşulmadığını) hatırlayabilirsiniz. Buradaki tartışma, ışığın tanecik doğasına sahip olup olmaması konusundan ziyade, fotonlara "bir kuantum alanının uyarılmaları" yerine, "parçacıklar" demenin, öğrencilerin kafasında kavram karmaşasına sebep olabilmesidir. Tabii kuantum alanını uyarılmasını anlatmak için, kuantum fiziğine girilmesi gerekir ve bu da müfredatları karmaşıklaştırabilir. Ama eğitimde amaç, gerçeği olabildiğince isabetli bir şekilde insanlara öğretmek değilse, nedir?
Kuantum nesnelerinin bu ikili doğası, fizikçilerin kuantum olgusu hakkındaki konuşmalarında bazen kafa karıştırıcı bir şekilde yansıtılır. Örneğin "Higgs bozonu", Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda bir tanecik olarak keşfedilse de fizikçilerin "Higgs alanı" hakkında "tüm boşluğu dolduran" ve "yerelleştirilmiş" olarak bahsettiğini duyabilirsiniz. Bunun sebebi, çarpıştırıcı deneyindeki gibi bazı durumlarda Higgs alanının uyarılmalarından tanecik benzeri özelliklerini vurgulayarak bahsetmek daha uygunken; parçacıkların neden kütleye sahip olduğuna dair genel tartışmalar gibi bazı durumlarda ise fiziği, evreni dolduran bir kuantum alanı gibi ele almak daha uygundur. Bu, aynı matematiksel durumu, farklı şekillerde tanımlamak gibidir.
Kuantum Fiziği Ayrıktır!
"Kuantum" kelimesi Latince "ne kadar" veya "ne miktarda" anlamına gelir ve bu, kuantum modellerinin her zaman ayrık (İng: "discrete") miktarlara sahip şeylerle ilgili olduğu gerçeğini yansıtır. Kuantum alanındaki enerji, bazı temel enerjilerin tam sayı katları halinde bulunur. Işık için bu durum frekans ve dalga boyu ile ilişkilidir. Gelin buna biraz daha yakından bakalım.
Işığın Dalga Boyu ve Frekansı Nedir? Aralarında Nasıl Bir İlişki Vardır?
Görselden de incelendiği üzere, iki dalga tepesi veya iki dalga çukuru arasındaki mesafeye "dalga boyu" denir ve "λ" (Yun: "lambda") ile gösterilir. Yani bir dalga örüntüsünde tekrarlanan ifadeler arasındaki uzunluğuna denk gelir. Bir olayın birim zamanda (genellikle 1 saniye olarak alınır) tekrar etme sıklığına ise "frekans" denir ve "f" ile gösterilir. Bu da dalga örüntüsündeki tekrarlanan ifadenin sayısıyla ilgilidir.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi, ışığın tanecik doğasına ek olarak dalga doğasına sahip olmasından dolayı, ışık için de dalga boyu ve frekanstan söz edebiliriz. Dalga boyu ve frekansın tanımından yola çıkarak, ışık hızı, dalga boyu ve frekans ilişkisini matematiksel olarak formülize edecek olursak:
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
λ=cf\LARGE{\lambda=\frac{c}{f}}
Burada cc, ışık hızı sabitidir. Denklemde görüldüğü gibi, dalga boyu ve frekans değerleri çarpımı ışık hızı sabitini vermektedir (c=λfc=\lambda{f}). Bu durumdan; yüksek dalga boylu ışığın düşük frekansa ve düşük enerjiye sahip olduğunu, düşük dalga boylu ışığın ise yüksek frekansa ve yüksek enerjiye sahip olduğunu çıkarabiliriz.
Kuantum alanında tam sayı katları şeklinde bulunan ve ışık için dalga boyu-frekansla alakalı olan enerji düşünüldüğünde; her iki durumda da belirli bir ışık alanının içerdiği toplam enerji, o enerjinin bir tam sayı katıdır; yani 1, 2, 14, 137 katı olabilir ama 1.5, π\pi veya 2\sqrt{2} katı olamaz. Enerjinin yalnızca belirli değerler alabilmesi ve her değeri alamaması, atomların farklı enerji seviyelerinde bulunması ve katılarda enerji bant yapılarında da görülür. Enerjinin yalnızca belirli değerler alabilmesi durumu, "kesikli, kuantumlu" olarak da ifade edilir.
Atom saatleri tam da kuantum fiziğinin bu özelliği sayesinde çalışır. Sezyum atomunun iki olasu durumu arasındaki geçiş sırasında saçılan ışığın frekansını kullanarak zamanı çok isabetli (ama kusursuz olmayan) bir şekilde tutabiliriz; hatta bu nedenle aralıklarla atom saatlerine "artık saniye" eklememiz gerekir (daha fazla bilgiyi buradan alabilirsiniz).[3]Benzer şekilde, aşırı-hassas spektroskopiyi kullanarak karanlık madde gibi şeylerin doğasını bu sayede araştırabiliriz.
Bunu ilk etapta anlamak kolay olmayabilir; çünkü temelde kuantum doğayas sahip olan kara cisim ışıması gibibazı şeyler, süreğen dağılımlara sahipmiş gibi gözükür. Ama eğer bunların matematiğini deşmeye başlarsanız, hemen her zaman içlerinde belli bir granülerite (taneciklilik) olduğunu görürsünüz. İşte bu, teorinin tuhaflığının temelinde yatan gerçektir.
Kuantum Fiziği Probabilistiktir (Olasılığa Dayalıdır)!
Kuantum fiziğiyle ilgili en tartışmalı ve şaşırtıcı şeylerden biri, kuantum sisteminde yapılan tek bir deneyin sonucunu kesin olarak tahmin etmenin imkansız olduğudur. Bir fizikçi bazı deneylerin sonuçları hakkında tahmin yürüttüğünde, olası sonuçların her biri çeşitli ihtimallere dönüşebilir ve teoriyle deney arasındaki karşılaştırmalar her zaman birçok tekrarlanan deneyden olasılık dağılımlarının çıkarılmasını içerir.
Bir kuantum sisteminin matematiksel tanımı genellikle, Yunanca bir harf olan "Ψ (psi)" ile gösterilen "dalga fonksiyonu" ile ifade edilir. Dalga fonksiyonunun tam olarak neyi ifade ettiği konusunda birçok tartışma vardır. Bu tartışmaları iki ana grupta toplayabiliriz. Sahadaki jargonu kullanacak olursak "ontik" teoriler olarak bilinen ve şaka yollu olarak "psi-ontolog" olarak adlandırılan bir taraf, dalga fonksiyonunun gerçek ve fiziksel olarak var olduğu düşüncesindeyken; "epistemik" teorileri savunan diğer taraf, dalga fonksiyonunu yalnızca belli bir kuantum nesnesinin temeldeki durumuyla ilgili bilgimizin (veya bilgi noksanlığının) bir ifadesi olarak görür.
Her iki düşünce grubunda da, bir sonucu bulma olasılığı dalga fonksiyonu tarafından direkt olarak verilmez; dalga fonksiyonunun karesi ile ifade edilir. Unutmayın ki dalga fonksiyonu karmaşık bir matematiksel tanımdır (burada "karmaşık"tan kasıt, −1\sqrt{-1} gibi hayali sayıları içermesidir) ve bu fonksiyonu kullanarak olasılıkları elde etmek uğraştırıcı bir iştir. Bu nedenle, her ne kadar tam anlamını karşılayan bir ifade olmasa da, "olasılıkları bulmak için dalga fonksiyonunun karesini almamız gerektiğini" söylemek, size temel bir fikir verecektir.
Bu, Alman fizikçi Max Born'un ilk kez 1926'da bir makalenin dipnotunda bahsettiği "Born Kuralı" olarak bilinir ve maalesef bazıları tarafından çirkin bir ad hoc (kasten, sonradan yapılan) ekleme olarak görülür. Kuantumun temelleriyle uğraşan komünitenin bir kısmı, kuantumun daha temel ilkelerinden Born Kuralı'nı türetmenin bir yolunu bulmak için etkin bir çaba gösterse de, bugüne kadar bu çabaların hiçbiri tam olarak başarıyla sonuçlanmadı. Buna rağmen bu çaba, konu hakkında birçok ilginç bilimsel bilginin üretilmesine olanak tanıdı.
Burada bahsedilen durum aynı zamanda, teorinin, taneciklerin aynı anda birden fazla durumda bulunabileceğini gösteren yönüdür. Tahmin edebildiğimiz tek şey olasılıktır ve belirli bir sonucu belirleyen bir ölçümden önce ölçülen sistem, farklı olasılıklara sahip tüm durumların bir arada bulunduğu (buna süperpozisyon denir), matematiksel olarak belirsiz bir durumdadır. Sistemin aynı anda tüm durumlarda gerçekten mi bulunduğu, yoksa bunun sadece bilinmeyen bir durumun matematiksel bir ifadesi mi olduğu, sizin ontik veya epistemik modellere karşı duruşunuza göre değişebilir; ancak bunların her ikisi de, kuantum fiziğinin yerel olmadığını anlatan bir sonraki maddemizden kaynaklı kısıtlara sahiptir.
Kuantum Fiziği Yerel Değildir!
Einstein'in kuantum fiziğine yaptığı son katkı, çoğunlukla yanlış olduğu için yaygın olarak kabul edilmedi. Einstein, 1935'de yayımlanan bir makalede genç meslektaşları Boris Podolsky ve Nathan Rosen ile birlikte onu bir süredir rahatsız eden bir durumun matematiksel ifadesini sundu. Makalede anlatılan, bu üç bilim insanının isimlerinin baş harflerinden esinlenerek adlandırılmış "EPR paradoksu" idi.
EPR paradoksu, kuantum fiziğinin, birbirinden uzak yerlerde yapılan ölçümlerin, birinin sonucunun diğeri tarafından belirlendiğini düşündüren şekillerde ilişkilendirilebildiği sistemlerin varlığına izin verdiğini gösteriyordu. Paradoksa göre, kuantum teorisi eksik kalmalıydı ve yalnızca, daha derin bir teoriye yönelik ilkin bir yaklaşım olarak görülmeliydi. Üçlüye göre bu teori, bir çeşit "Yerel Gizli Değişkenler Teorisi" idi. Teorinin destekçileri, ölçülen sonuçların bazı faktörler tarafından önceden belirlenmesi gerektiğini savundular; çünkü diğer alternatifte, bir ölçümün sonucunu diğerinin konumuna ışık hızından daha büyük hızlarla iletilmesi gerekeceğini düşünüyorlardı.
Bu paradoks, 1960'lı yıllara kadar yaygın olarak kabul görmese de varlığını sürdürdü. 1964 yılında ise İrlandalı Fizikçi John Bell tarafından detaylıca incelendi. Bell, kuantum mekaniğindeki bağlantıları, Einstein, Podolsky ve Rosen'nin öngörüsüyle üretilebilecek herhangi bir olası teoriden daha güçlü tahmin edebileceğimiz durumlar olduğunu gösterdi. Bu, 1970'lerin ortalarında John Clauser tarafından deneysel olarak test edildi ve 1980'lerin başında Alan Aspect tarafından yapılan bir dizi deney, karmaşık kuantum sistemlerinin yerel değişken teorisiyle açıklanamayacağını ortaya koydu.
Tüm bunları anlamanın en yaygın yolu, kuantum mekaniğinin yerel olmadığını söylemektir. Yani spesifikb ir okasyonda yapılan ölçümlerin sonuçları, ışık hızında hareket eden sinyalleri kullanarak izah edemeyeceğimiz şekilde, uzak cisimlerin niteliklerine bağlı olabilir. Ne yazık ki bu, ışık hızını aşacak hızlarda bilgi aktarımına izin vermez; yine de kuantum yerelsizliğini kullanarak tam da bunu yapmaya çalışan birçok deneme yapılmıştır. Bu da bilim için iyi bir pratik olmuştur; çünkü bu çabaları çürütme sayesinde kuantum fiziğine yönelik çokça detayı keşfetmemiz mümkün olmuştur (bununla ilgili olarak David Kaiser'in Hippiler Fiziği Nasıl Kurtardı kitabı okunabilir).
Kuantum yerelsizliği aynı zamanda kara deliklerde buharlaşan bilgi probleminin de kalbinde yer almaktadır. Son dönemde çokça tartılışan "ateş duvarı" konusu da bu nedenle önemlidir. Hatta EPR makalesinde sözü edilen dolanık parçacıklar ile solucan delikleri arasında matematiksel bir bağlantı olduğunu iddia eden bazı radikal fikirler bile ileri sürülmüştür!
Kuantum Fiziği Genellikle Çok Küçüktür!
Kuantum fiziğinin garip olmak ile ilgili bir şöhrete sahiptir; çünkü en azından biz insanlar için, günlük hayattaki deneyimlerimizden çok farklı tahminler içerir (kuantumla ilgili bazı durumlar, köpekler gibi Dünya'yı farklı algılayan bazı diğer hayvanlar için o kadar da sıra dışı olmayabilir). Bunun sebebi nesneler büyüdükçe, kuantum etkilerin azalmasıdır.
Diyelim ki parçacıkların dalgalar gibi davrandığını gözünüzle görerek, kuantumun etkilerini tartışmasız bir şekilde anlamak istiyorsunuz. Ancak momentum arttıkça, dalga boyu azalır. Bu nedenle odanın bir ucundan diğer ucuna yürüyen bir köpek gibi makroskobik ölçekteki bir cismin dalga boyu o kadar küçüktür ki, odadaki tek bir atomu Güneş Sistemi boyutuna büyütecek olsaydınız bile, köpeğin dalga boyu Güneş Sistemi içerisindeki 1 atom genişliğinde olurdu. Yani bu durum, kuantum olguların genellikle sadece atomlar ve temel parçacıklar boyutuna hapsolduğu anlamına gelir. Bu büyüklükte kütleler ve hızlar öylesine küçüktür ki, dalga boyları gözlenebilecek kadar büyük olur.
Yine de kuantum etkileri doğrudan gözleyebileceğimiz kadar büyük cisimlere ve küçük dalga boylarına ulaştırmaya yönelik bir çaba mevcuttur. Örneğin Markus Arndt ve ekibi tarafından yapılan bir dizi deney, giderek daha büyük moleküllerde dalga-benzeri davranışları göstermektedir. Ayrıca bir dizi "kavite opto-mekaniği" araştırma grubu, ışığı kullanarak, silikon öbeklerinin ayrık kuantum doğasını göstereceği deneyler yapmaktadır. Hatta bazı uzmanlar, birkaç gram kütlesindeki asılı aynalar kullanarak gözlenebileceğini ileri sürmektedir. Böyle bir şeyi görmek inanılmaz olurdu.
Kuantum Fiziği, Sihir Değildir!
Bir önceki başlık, bizi doğal olarak bu başlığa getiriyor: Ne kadar tuhaf olursa olsun, kuantum fiziği büyüden veya sihirden en uzak sahadır. Kuantum fiziğinin öngörüleri, günlük hayatta aşina olduğumuz fizik standartlarına göre oldukça tuhaftır; fakat kuantum fiziği, iyi anlaşılmış matematiksel kurallar ve ilkeler tarafından katı bir şekilde sınırlandırılmıştır.
Birisi size serbest enerji, mistik iyileştirme güçleri, imkansız uzay sürüşleri gibi gerçek olamayacak kadar iyi bir kuantum fikriyle geldiyse, bu, muhtemelen gerçekten de gerçek olmayan bir fikirdir. Tabii ki bu durum, inanılmaz şeyler yapmak için kuantum fiziğini kullanamayacağımız anlamına gelmez; sıradan bir teknolojik üründe bile harika düzeyde fiziksel detay bulabilirsiniz. Yine de bu fikirler, termodinamik yasalarının ve temel sağduyunun sınırları içerisinde kalır; sahtebilimcilerin iddialarındaki gibi temel fizik yasalarını ihlal etmezler.
İşte böyle... Buradaki 6 madde, kuantum fiziğinin en önemli birkaç konusudur. Elbette bunların sayısını arttırmak mümkün ve burada anlattıklarımız, bu konuların gerçekteki karmaşıklığını ve detayını yansıtmaktan elbette çok uzak. Ama en azından size, araştırmalarınız için bir başlangıç noktası verebilir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 72
- 51
- 38
- 29
- 28
- 19
- 11
- 3
- 3
- 1
- 0
- 0
- Türev İçerik Kaynağı: Forbes | Arşiv Bağlantısı
- D. Wolman. The Leap Second May Be A Ticking Time Bomb. (10 Haziran 2015). Alındığı Tarih: 4 Ocak 2021. Alındığı Yer: Slate | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 22/12/2024 04:18:24 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/9766
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.