Evrim Ağacı Bilim Terimleri Sözlüğü, bilim dünyasında sıkça kullanılan terimlerin anlamlarını ve açıklamalarını içerir.
Bir işlemin belirli bir kurala göre ardışık biçimde tekrarlanması. Genellikle matematiksel ve programlama alanlarında kullanılır. Bir problemi adım adım çözmek, her adımda önceki sonuçları kullanarak yeni sonuçlar elde etmek amacıyla yapılır.
Belirli bir işlemin ya da süreç adımının tekrar edilme sayısı. Özellikle matematiksel modelleme, bilgisayar programlama ve mühendislik gibi alanlarda kullanılır. Bir algoritmanın ya da işlemin, istenen sonuca ulaşılana kadar kaç kez tekrarlandığını ifade eder.
İki göz bebeğinin (pupilla) boyutlarının eşit olması durumu. Sağlıklı bireylerde her iki göz bebeği de aynı büyüklükte olur.
Bilinen veri noktaları arasındaki değerleri tahmin etmek veya hesaplamak için kullanılan matematiksel bir yöntem. Temel olarak, veri noktaları arasında bir fonksiyon tanımlayarak, bu fonksiyon yardımıyla eksik veya bilinmeyen ara değerleri bulmayı sağlar.
En yaygın interpolasyon yöntemlerinden bazıları şunlardır:
İnterpolasyon, mühendislik, bilim, ekonomi gibi birçok alanda veri analizi, modelleme ve tahminlerde kullanılır.
Bir devrede manyetik alan oluşturarak elektrik enerjisini manyetik enerji olarak depolayan bileşen. Genellikle bir bobin şeklinde yapılır ve içinden geçen akımın değişimine karşı gösterdiği dirençle karakterize edilir. Birimi henri (H) olup, bu değeri endüktans (L) ile ifade edilir.
Cinsel seçilim sürecinde dişi bireyin, evrimsel süreçte kendisine avantaj sağlayabilen genlere sahip olan erkekleri seçtiğini ileri süren açıklama. Bu açıklamaya göre dişiler, genetik kalitesi yüksek erkeklerle çiftleşmeyi tercih eder. Bunun sebebi erkek bireyin genetik kalitesinin yüksek olmasının oluşacak yavruların genetik kalitesinin de yüksek olmasını sağlaması ve dişinin üreme başarısını artırmasıdır.
(Genel) Esas amaç, konu veya durumun merkezinde yer almayan bir olaya ilişkin; ikincil bir sonuç veya eşlikçi olarak ortaya çıkan veya meydana gelen.
(Tıpta) Tesadüfi bir bulgu. Hastanın mevcut tanısı veya tıbbi müdahalenin ilk nedeni ile ilgisi olmayan, muayene veya tıbbi bir prosedür sırasında kasıtsız yapılan bir keşif.
Bir teleskobun bozuk bir görüntü vermeden ideal koşullarda yapabileceği maksimum büyütme miktarı. Teleskobun açıklığının milimetre cinsinden 2 katı, inç cinsinden 50 katı alınarak yaklaşık şekilde hesaplanabilir.
Organizmanın dokusunda veya organında yerel olarak kan akışının azalması veya kesilmesi tıbbi sorunu.
Kendiliğinden ortaya çıkan veya bilinen bir nedeni olmayan herhangi bir durum veya hastalığa ait ya da bu hastalıkla ilgili; başka bir hastalığın sonucu olmayan bir durum veya hastalığa ait ya da bu hastalıkla ilgili.
Dünya'nın çeşitli yerlerindeki bilgisayar ağlarını birbirine bağlayarak bilgisayarlar arasında veri aktarılmasını sağlayan araç. Kelime, İngilizce "bilgisayar ağı" anlamına gelen "network" kelimesi ile "arası" anlamındaki "inter-" ön ekinin birleşiminden türetilmiştir.
Balık yeme korkusu olarak bilinen, Yunanca'da "balık" anlamına gelen ἰχθῦς ("ichtus") ve "korku" anlamına gelen φόβος ("phobos") kelimelerinden oluşan bir terim.
Hücrenin normal hayat döngüsünü gerçekleştirdiği evre. Hücre döngüsünün %90'ını oluşturur. G1, S ve G2 olmak üzere üç evreden oluşur. G1 evresinde ATP ve protein sentezi yapılır, organel sayısı artar. S evresinde DNA kendini eşler. Son evre olan G2 evresinde ise bölünme için son hazırlıklar yapılır.
Gözbebeğini çevreleyen ve göze rengini veren kaslı bölge. Lensin önünde ve korneanın arkasında bulunur. İriste bulunan kaslar, gözbebeğinin boyutunu kontrol eder ve retinaya ne kadar ışığın ulaşacağını ayarlar.
Taksonomi biliminde, tür adlarının iki kelimeden oluşacak şekilde gösterilmesi. Carl Linnaeus tarafından geliştirilmiştir. İsimlendirmelerde ilk kelime cins adını ifade ederken, ikinci kelime ise epitet ismini ifade eder. İki kelimenin birleşimi tür adını verir. Örneğin, günümüzde nesli devam eden tek insan türü olan Homo sapiens için "Homo", cins ismi iken; "sapiens" ise epitet ismidir. "Homo sapiens" kullanımı ise türü temsil eder. İkili adlandırmaya akademik kaynaklarda ve çeşitli taksonomi yazılarında "binomial nomenklatür" de denmektedir.
Hücrenin bulunduğu ortamın konsantrasyonunun kendisi ile eşit olması durumu. Yunanca "eşitçe bölünmüş, eşitçe ayrılan" anlamında olan "isotonos" kelimesinden gelmektedir.
Bir hareketlinin birim zamandaki hız değişimi.[1] İvme vektörel bir nicelik olup "" ile gösterilir. SI birimi m/s2dir. İvmenin matematiksel formülü şu şekildedir:
Bu denklemdeki "" ivmeyi, "" hız değişimini, "" ise aradan geçen zamanı ifade eder. İvme vektörel bir niceliktir, bu nedenle negatif ya da pozitif olabilir. Negatif ivme cismin yavaşladığını, pozitif ivme ise hızlandığını gösterir.
Ozmotik basıncı hücre içi ile aynı olan çözeltilere verilen isimdir.[1][2] Bir hayvan hücresi izotonik bir ortama konulduğunda plazmolize veya hemolize uğramaz. Çünkü hücre içi ve hücre dışı yoğunluklar eşit olduğundan hücrenin su dengesi bozulmamış olur.
Pozitif ya da negatif yüklü atom ya da atom gruplarıdır.[1] Pozitif yüklü iyonlara katyon; negatif yüklü iyonlara ise anyon denir. Nötr atomların elektron kazanıp kaybetmesi sonucunda iyon adı verilen yüklü parçacıklar oluşur.
Gaz hâldeki nötr bir atomdan bir elektron koparmak için gerekli olan enerjidir.[1] Gaz hâlindeki nötr bir atomdan bir elektron koparmak için gereken enerjiye birinci iyonlaşma enerjisi, ikinci elektronu koparmak için gereken enerjiye ikinci iyonlaşma enerjisi denir. Bu şekilde üçüncü, dördüncü iyonlaşma enerjisi olarak devam eder. İyonlaşma enerjisi atom yarıçapı ile ters orantılıdır, çünkü atom yarıçapı küçüldükçe elektronlar çekirdeğe yaklaşacağından daha fazla çekilirler. Bu durum elektronun koparılmasını zorlaştıracağından iyonlaşma enerjisi daha fazla olur.
Genellikle karbon içermeyen, organik olmayan bileşiklerin fiziksel ve kimyasal özelliklerini inceleyen bilim dalıdır.[1] Asitler, bazlar, tuzlar, mineraller, metaller ve ametaller buna örnek olarak verilebilir. İnorganik kimya veya anorganik kimya; mermerin, seramiklerin, tuzların yapısını da inceler.
Kimyasal bir bileşikteki zıt yüklü iyonlar arası elektrostatik çekimden oluşan kimyasal bağ türüdür.[1] Başka bir deyişle, iyonik bağ bir atomdan diğerine elektron transferiyle gerçekleşmesi sonucu oluşur. Bir ya da daha fazla elektron kaybeden atomlar katyon oluşturur. Bir ya da daha fazla elektron alan atomlar ise anyon oluşturur. İyonik bağın en güzel örneklerinden birisi sofra tuzu olarak da bilinen sodyum klorür (NaCl) bileşiğidir. Sodyum elementinin atom numarası 11'dir, yani bir sodyum atomunda 11 protonu ve 11 elektronu vardır.[2] Sodyumun elektron konfigürasyonu ise 1s2 2s2 2p6 3s1 şeklindedir.[2] Bu durumda sodyumun değerlik elektron sayısı 1'dir. Sodyum elementi kararlı hale geçerken bu elektronu kaybeder ve pozitif yüklü Na+ iyonu oluşturur. Sofra tuzunu oluşturan diğer atom ise klordur. Klorun elektron konfigürasyonu 1s2 2s2 2p6 3s2 3p5 şeklindedir.[2] Bu konfigürasyon klorün değerlik elektron sayısının 7 olduğunu gösterir. Klor bir ametal olduğundan kararlı hale geçerken elektron alır. Bunu yaparken klor, negatif yüklü Cl- iyonu oluşturur. Bu elektron transferi sonucunda ise Na+ ve Cl- iyonları arasında iyonik bağ oluşur.
Kandaki şeker (glukoz) seviyesini düzenleyen ve pankreas adacıklarında bulunan beta hücreleri tarafından üretilen bir hormon. Kimyasal formülü C257H383N65O77S6, molar kütlesi ise 5803 g/mol'dür. İnsülin yemeklerden sonra olduğu gibi kan şekeri yükseldiğinde de salgılanır. İnsülin ilk kez 1921'de Kanadalı bilim insanları Frederic G. Banting ve Charles H. Best ve bağımsız olarak çalışan Rumen fizyolog Nicolas C. Paulescu tarafından tanımlanmıştır. Banting ve Best insülini izole ettikten sonra saflaştırılmış bir ekstrakt elde etmek için çalışmalara başlamış, bu çalışmalar İskoç fizyolog John J. R. Macleod ile Kanadalı kimyager James B. Collip'in yardımıyla başarıyla sonuçlanmıştır. Frederic G. Banting ve John J. R. Macleod bu çalışmalarından dolayı 1923 Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülünü almışlardır.
Bir veya daha fazla aktif ve/veya aktif olmayan bileşen içeren dozaj formu. İlaçlar; tablet, kapsül, sıvı ve krem olmak üzere birçok dozaj biçiminde üretilir. Ağız yoluyla, damar içine infüzyonla ya da kulağa veya göze damlatılan damlalar gibi farklı şekillerde kullanılabilir. Aktif bileşen içeren form; bir hastalığın veya anormal durumun semptomlarını önlemek, teşhis etmek, tedavi etmek veya hafifletmek için kullanılır.
İzoton, nötron sayıları aynı olan, proton sayıları ve kütle numaraları farklı olan iki ya da daha fazla atom türüdür. Örneğin, klor-37 ve potasyum-39 izotondur. Çünkü Klor-37'nin çekirdeğinde 17 proton ve 20 nötron bulunuyor, Potasyum-39'un çekirdeğinde ise 19 proton ve 20 nötron bulunuyor. Bu iki atomun çekirdeğinde bulunan nötron sayıları aynı olduğu için bu atomlar izotondur.
İzobar, kütle numaraları aynı olan atomlardır. Örneğin, klor-37 ve argon-37 atomları izobardır. Çünkü ikisinin de kütle numarası 37'dir.
İzotop, aynı atom numarasına, dolayısıyla periyodik tabloda aynı konuma sahip olan; ancak nötron sayısı farklı olan iki veya daha fazla atom türüdür. Bir elementin izotopları hemen hemen aynı kimyasal özelliklere sahiptir. Fakat atomik kütleleri ve fiziksel özellikleri farklıdır. Örneğin, karbonun üç tane izotopu bulunur: karbon-12 (6 proton + 6 nötron), karbon-13 (6 proton + 7 nötron) ve karbon-14 (6 proton + 8 nötron). Görüldüğü üzere, bu üç izotopun da atom numaraları aynı, fakat nötron sayıları farklı. Etimolojik olarak izotop terimi, "aynı yer" anlamına gelen Yunanca "isos" (Yun: "ίσος", Tür: "eşit") ve "topos" (Yun: "τόπος" Tür: "yer") köklerinden oluşmaktadır.
"Reil Adası" olarak da adlandırılan insular korteks beynin her iki yarım küresinde lateral sulkusun derinliklerinde katlanmış olarak bulunur, insanlarda duyusal işlemeden üst düzey bilişe kadar çeşitli işlevleri vardır.[1] Araştırma bulgularına göre bu yapı otonom ve motor kontrol, risk tahmini, karar verme, bedensel ve öz farkındalık, empati gibi karmaşık sosyal işlevlerde de önemli bir yer tutar.[2]
insular korteksRedbubbleProtein-Protein ve Protein-DNA etkileşimlerini açığa çıkarmak üzerine proteinlerin fiziksel etkileşimlerini kullanan moleküler biyoloji tekniğidir. Varyasyonları zamanla geliştirilse de ilk orijinal teknik Stanley Fields ve Ok-Kyu Sing tarafından 1989'da geliştirilmiştir. Sistem transkripsiyon faktörünün yukarı akış aktivasyon genine bağlanıp aşağı akış haberci genini aktive etmesini kullanır. Transkripsiyon faktörünün DNA’ya bağlanma bölgesi (DBD) yukarı akış aktivasyon sekansına bağlanır ve aktivasyon bölgesi (AD) transkripsiyonun aktivasyonundan sorumludur.
Y2H, Gal4 transkripsiyon faktörünü LacZ raportör genini aktive etmekte kullanılır. Ancak fiziksel olarak bağlandıktan sonra raportör geninin transkripsiyonunu başlatan 2 füzyon proteini: Gal4BD+ Yem ve Gal4AD + Av kullanılır. "Yem" ve "Av", etkileşimleri incelenen proteinleri simgeler. Sistem belirli besin (aminoasit veya nükleotid) sentezlerini yapamayan mutant maya (Saccharomyces cerevisiae) hücrelerini kullanır. Transformasyon sonrası iki füzyon proteinini ve eksik besinleri ekspres edebilen plazmidlere sahip olmayan mutant maya hücreleri ölürken sahip olanlar hayatta kalır. "Yem" proteiniyle "Av" proteini entegre olursa raportör geninin transkripsiyonu başlar. Raportör geninin transkripsiyon seviyesi "Yem" ile "Av" proteinlerinin etkileşim seviyesiyle doğru orantılıdır.
“Gerekçelendirilmiş doğru inanç” şeklindeki geleneksel üç parçalı bilgi tanımımızdaki inanç unsuru bilgi içerisindeki öznel ve psikoloji-zihin temelli unsura işaret eder. Burada inanç ifadesinden kastımız, kabul etmekle eşdeğerdir. S kişisinin, Q’ya inanması demek S’in Q’yu kabul ettiği anlamına gelir. Örneğin, elimi ileri ve yukarı doğru kaldırıp elimdeki kalemi bırakmayı planlıyorum. Bu durumda hem kalemin düşeceğine inanırım hem de düşeceğini kabul ederim. Türkçe’de inanma farklı anlam çağrışımlarına sebep olduğu için, inancı salt dini anlamda ya da dayanak sahibi olmaksızın kabul etme anlamında kullanmadığımızı belirtmek isteriz; kast ettiğimiz şey iman (faith) değildir. Diğer yandan, inanç kavramına dair önermesel olmayan inanç türünü işaret etmediğimizi eklemek isteriz; burada inanç derken önermesel olan ve kabule dayanan bir zihin halinden söz ediyoruz. Örneğin “Dünyanın düz olduğuna inanmıyorum.” ile “Dünyanın düz olduğunu kabul etmiyorum.” ifadeleri buradaki inanç tanımına göre eşdeğerdir. Böylece öznenin bir önermenin doğruluğunu tasdik etmeye dairi zihinsel durumuna inanç ya da kabul, bilgiye dair söz konusu koşula da İnanç/Kabul Koşulu ismini verebiliriz. Epistemoloji tarihinde birçok düşünür için inancın bilgiye kıyasla daha alt bir zihinsel durum biçimi olarak görüldüğünü eklemekte fayda var. Çünkü bilginin salt inanç sahipliğine kıyasla sahip olunması daha iyi ve tercih edilebilir olduğu kabul edilir. Önermesel inanç, bir önermenin içeriğinin doğruluğunu kabul etmeye dayanır. “İstanbul’daki seçimleri X’in kazanacağına inanıyorum.” ifadesinde, önermenin içeriğinin doğruluğuna inanmayı kast ediyoruz. Aynı zamanda, bu inanca yönelmemizde seçim anketleri, medyadaki etki ya da genel kamuoyu gibi bazı nedenler etkili olabilir. Kanıt ya da bilme araçlarının güvenilirliğine bağlı olarak inancı oluşturan koşullardaki değişim, inanç seviyesini de değiştirebilir. Diğer yandan, S’nin Q olduğunu bilmesi, S’nin Q olduğuna inanmasının bir türüyse; bu türü bizzat inancın kendisinden nasıl ayıracağız? S’in Q’ya dair sahip olduğu inançların doğru olması tek başına yeterli değildir. S kişisinin Q’ya dair doğru inancını oluştururken bu inancını gerekçelendirme biçimi, S’in Q’ya dair sahip olduğu bilgi için temeldir.
İlk kez 1980 yılında BonJour ve Goldman tarafından kullanıldığı bilinen içselcilik (internalism) ve dışsalcılık (externalism) kavramları, çağdaş epistemolojide iki farklı yaklaşımı temsil eder. İçselciler, gerekçelendirmeyi zihne ait içsel durum ve özellikler ile ele almayı tercih eder. İçselciler için problemin çözümü gerekçelendirmedeki teminat şartının bilişsel olarak doğru inanca sahip kişinin zihninde (yani o kişiye 'içsel' koşullarda) hazır olarak bulunmasında yatar. Diğer bir deyişle, doğru inançların gerekçelendirilmesi, kişinin bu gerekçelendirme sürecinin farkında olması ve inançların kişiye erişilebilir olması ile mümkündür. İçselciliğin yaygın olarak kabul edilen iki biçimi vardır. Bunlardan ilki olan erişimcilik (İng: accessibilism), bir öznenin sahip olduğu inancın epistemik gerekçelendirmesini, öznenin zihnindeki bazı özel erişim türleri ile belirlenebileceğini iddia eder. Bir doğru inancı gerekçelendiren etkenlerin her an erişime ve muhakeme etmeye açık olması, öznenin bakış açısına içsel olan etkenlerin önemine vurgu yapar. BonJour, Audi ve Chisholm’un savunduğu bu yaklaşımda, bir şeyle ilgili tam deneyime sahipsek bilinç, içe bakış ve muhakeme ile bilgiye ulaşabiliriz; inanç ve algı deneyimlerimizin çoğuna muhakeme yeteneğini ile ulaşırız. Bu içselci yaklaşım şu türden iddialar ve kabullere sahiptir; gerekçelendirme bilgi için olmazsa olmaz bir koşuldur, doğru inancın bilgiye dönüşmesi için, öznenin inancın doğruluğuna dair iyi bir nedene sahip olması ve bu nedenin farkında olmalıdır, öznenin bir nedenin içsel olarak farkında olması aynı zamanda öznenin bu nedenine bilişsel anlamda erişimini gerektirir. Öyleyse öznenin bizzat doğru inancı ile neden arasındaki ilişkiye erişimi ve farkındalığının bulunması bu yaklaşım için merkezi bir önem taşımaktadır. Diğer yandan böylesi bir yaklaşım içselciliğin deontolojik statüsüne de dikkat çekmeyi gerektirir. Öznenin neye inanması gerektiği konusunda bir tür yol göstericilik rolünün söz konusu olması deontolojik yaklaşım asli özelliklerinden biridir. İçselcilik büyük oranda deontolojik bir biçimde özneye yol göstericilik rolü üstleniyormuş gibi görünüyor. O halde, öznenin p öncülü veya c önermesine inanması belirli türden bilişsel görev ve sorumluluklarını yerine getirmesine bağlıdır. Söz konusu epistemik ve bilişsel ödevler, sorumluluklar gerekçelendirmenin normatif boyutuna işaret eder. Diğer yandan bu konudaki tartışmalar daha sonra doğallaştırılmış epistemolojinin normatifliği yok saydığı yönündeki itirazlarla tekrar gündeme gelecektir.
İçebakış, öznenin kendi içsel süreçlerini algılaması anlamına gelen bilinçli bir etkinliği ifade etmektedir. Özellikle içselci yaklaşımlar için önemli bir rol oynayan içebakış, özenin kendini gözlemlemesi, çıkarımlarda bulunması, kendini algılaması, arzularını ve düşüncelerini fark etmesi ve kendi içine eğilmesi anlamına gelmektedir. Bu kavram içselcilik açısından önemlidir çünkü öznenin kendi içsel süreçlerine erişebilmesi ve bunları farkında olup bilgiyi oluşturması, zihnin bir yetisi olan içebakışın çalışmasıyla olanaklı olmaktadır. Örneğin Audi bunu, hem dış dünyadan hem de kendi iç dünyamızdan aldığımız verilerimizi anlatmak için kullandığımız zihin yetisi olarak tanımlamaktadır. Öznenin içsel algısının temsili olan içebakış, zihin durumlarını analiz ederek çıkarımsal olmayan bilgilere erişmemizi sağlamaktadır. Başka bir deyişle içebakış, zihinsel ya da içsel durumlarımızı doğrudan deneyimlememizin olanağıdır. Bu bağlamda içebakış, bilinçli ve öznenin etkin olduğu bir yetiyi ifade etmektedir. Geleneksel şekilde ifade etmek gerekirse kişinin kendi içine eğilmesi ve derin düşüncelere dalması olarak açıklayabiliriz. Bunun yanında içebakış; algı ve bellek arasındaki bütünlüğü sağlayan zihinsel yeti konumundadır.
Audi’nin kullandığı bir kavram olarak içebakışsal bilinçlilik, farkında olmadan algıladığımız şeylerin bir süre sonra bilincine varılması anlamına gelmektedir. Örneğin bir kimsenin, t anında x nesnesini algıladığını ancak ne algısının açık olduğunu ne de algıladığı şeyin x nesnesi olduğunu farkında olmadığını düşünelim. Daha sonra aynı kimse, t anında algıladığı şeyleri yeniden çağırması ve hatırlamasıyla birlikte algıladığı şeylerin bilincine varmış olur. Artık bilinç, içebakış için zorunlu bir araç haline gelmiştir. Başka bir ifadeyle epistemik özne, farkında olmadan algıladığı şeyleri hatırladığı zaman, algısına konu olan şeyler hakkında bilinçli bir özne haline gelmiş olmaktadır. Bu bilinçlilik, öznenin kendi içsel süreçlerinin denetimini yapması ve belleğini kontrol etmesi nedeniyle içebakışla ilgilidir. Dolayısıyla bu durum, içebakışsal bilinçlilik olarak adlandırılmaktadır.
İnflamazom, patojenik mikroorganizmaları ve steril stres faktörlerini tespit eden ve yüksek derecede pro-inflamatuar sitokinler olan interlökin-1beta (IL-1β) ve IL-18'i aktive eden bir hücre içi multiprotein kompleksidir. İnflamazomlar ayrıca piroptoz adı verilen bir hücre ölümü mekanizmasını tetikler. İnflamazomlarla ilişkili bozukluklar, bazı otoinflamatuar sendrom ve otoimmün hastalıklarla ilişkilidir.
Gen sızması: bir türden diğer bir türün gen havuzuna gen aktarımı. Türler arası melezlerin ana türlerden bir bireyle tekrar tekrar geri çaprazlaşması yoluyla bir türe ait alellerin bir başka türün gen havuzuna hareketi veya yayılması.
Canlı bir organizma tarafından üretilmeyen, çevreden tedarik edilmesi gereken kimyasal savunma (bknz. elementsel savunma).
Bitki ve hayvanlar tarafından üretilen, ancak temel metabolik süreçlere dahil olmayan kimyasal bileşikler.
(Latince) “yerinde” anlamındadır. Tarih öncesi çalışmalarda, konulduğu yerde bulunan eser veya fosil anlamında kullanılır. In situ (yerinde) malzemeler, tortu tabakası içinde bozulmamış bir halde bulunur; böylece arkeologlar onları tarihleyebilir ve/veya aynı tabakada bulunan diğer eser, fosil veya tortuları inceleyerek onlara daha iyi bir bağlam sağlayabilirler.
İnsan gibi, ayakları üzerinde dik duran ve yürüyen, iki ayaklı postür.
Safkanlardaki yaşayabilirliğin ve üreme potansiyelinin kaybolması. Akraba evliliklerinin uzun süre devam etmesi ya da küçük bir popülasyonda görülebilir.
Doğadaki 20 aminoasitten biridir, proteinlerin yapısına katılır.
Bir enzimin amino asit dizisi bakımından çok az farklı olan, aynı veya farklı genler tarafından kodlanan fakat katalizledikleri (hızlandırdıkları) kimyasal reaksiyon aynı olan biçimlerinin her birine verilen isimdir. Bir enzimin amino asitleri veya üç boyutlu yapısındaki çok az farklı şekilleri olarak görülebilir.
Algı. Dış dünyanın uyarısı ile meydana gelen biyofizikokimyasal etkilerin zihinsel yorumudur.
Bağışıklık sistemini çalışan bilimin adıdır.
Düalizm. Herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki başlangıç olduğunu savunan öğretilerin genel adıdır.
Her iki göz irisinin renk bakımından birbirinden farklı oluşu.
Algılanan ilişkilerle gerçekte olan ilişkilerin birbirine uymamasıdır.Kısa algılanan bir çizgi, gerçekte algılama alanında bulunan diğer çizgilerle aynı uzunlukta olabilir.
Bazı balıklarda tabakalardan oluşan kozmoyit ve ganoyit pulların en iç tabakası.
Bir hayvanın destek görevi olan ve vücudu korumaya yarayan sert parçasının tümü; omurgalı hayvanların iç organlarını koruyan ve destekleyen kemik ve az çok kıkırdaklı bir çatı yapısı.
Bir veriyle ilgili yeterli miktarda kanıt olduğunu belirtmeye yarayan istatistiki bir iddiadır. Eğer boş hipotezin gözlenen ihlalleri, şans etkilerine bağlı olarak oluşuyorsa ve bir sonucun olasılığı 0.05 değerine eşit veya daha düşükse, istatistiki olarak önemli kabul edilir.
Evrimsel süreçte birbirinden ayrılmış türlerin, yeniden coğrafi olarak bir araya gelmesi durumudur.
Ömrü içerisinde birden fazla defa yavru üretebilen canlılardır.Homo sapiens (Modern İnsan), iteropar bir hayvan türüdür.
Veri noktaları arasında ilişkinin olmaması durumudur. Bir diğer deyişle, bir veri noktasının diğerlerini etkilemiyor olmasıdır.
Günümüzden 252.200.000 ile 251.200.000 yıl öncesi arasını kapsayan jeolojik zaman dilimidir.
Erkek ve dişi üreme fonksiyonlarının ayrı bireylerde oluştuğu canlılardır. Genelde bitkilerin ayırt edilmesinde kullanılır.
İmplantasyon (tıpta embriyonun rahime gömülmesidir) ve gebelik öncesinde embriyoda gerçekleştirilecek erken genetik analizi sağlar.
Kordalılar şubesinin yarım kordalılar, gömlekliler ve başı kordalılar alt şubelerini içeren bölümüdür.
İfade edilen bir genin birey üzerindeki etkisidir.
mRNA dizisinden kopyalanıp kromozoma dahil edilen inaktif gen dizileridir. İntron ya da promotörleri bulunmamaktadır.
tRNA (antikodon) üzerinde bulunan, kodonda adenin, timin, urasil ya da sitozinle eşleşebilen, modifikasyona uğramış nükleosit.
Bir profaj ve bakteri kromozomu bulunduran, bölgeye özel rekombinasyonları katalizleyen enzim.
Peptide dönüştürülmeyen (protein sentezine katılmayan) ve kodlanmayan bir genin DNA parçası. Eksonlar arasında bulunur. Birincil transkriptte (pre-mRNA) bulunup, RNA üzerindeki çeşitli çıkarma/birleştirme süreçleri sonrası atılan parçalardır.
Ayrıca Bakınız: Ekzon
Birbiriyle hiçbir benzerlik ve iki karşı cinsin soyları arasında homoloji göstermeyen, fungilerde görülen üreme biçimi.
Yaptıkları hormonları doğrudan doğruya kan akımına veren kanalsız salgı bezleridir. Bunlar, vücut işlevlerinin gelişimini, mineral dengesini ve metabolizmayı etkileyen bir çok hormon salgılar. Hipofiz, tiroid, paratiroid bezleri, böbreküstü bezleri ve pankreasın, erbezlerinin, yumurtalığın belli bölümleri bu çeşit bez tanımına girer.
Endokrin BezleriBiology DictionaryDış ortamda meydana gelen değişiklikler karşısında iç koşullarında dengeyi sürdürme amacıyla biyolojik sistemlerin yararlandıkları bir çeşit kendi kendini düzenleme mekanizmasıdır. Canlı bir organizmanın iç ortamının, belli sınırlar arasında değişmeksizin kaldığını ilk fark eden, 19. yüzyıl Fransız fizyoloğu Claude Bernard'dır. Genelde homeostasi, iki çeşit düzenleme sisteminden yararlanır: Aç kapa denetimi ve Geribesleme denetimi.
Proteinin ikincil yapısı, proteinin genel özelliklerini etkileyen ve tekrarlanan kıvrım veya katlanmalarla tanımlanır. Bu yapı seviyesi, polipeptit omurgasının katlanma yapısını tarif eder ve N-H ve C = O grupları arasındaki hidrojen bağlarıyla sağlamlık kazanır. Çeşitli ikincil yapı türleri keşfedilmiştir, ancak en yaygın olanı, alfa sarmal ve beta yaprak olarak bilinen düzenli yinelenen formlardır.