İnsan Kuyruğu ve Kuyruklu İnsanlar: Kuyruk Nedir, Ne İşe Yarar? Kuyruklarımızı Neden Kaybettik ve Neden Hala Kuyruklu Doğan İnsanlar Var?
Daha önceden detaylıca izah ettiğimiz gibi (aşağıdaki videodan da izleyebilirsiniz), insanlar, kuyruksuz maymunlar olarak bilinen bir taksonomik gruba üye bir hayvan türüdür. Kuyruksuz maymunlar, tıpkı "memeli hayvanlar" veya "omurgalı hayvanlar" gibi, çok sayıda türü barındıran bir taksonomik gruptur. Kuyruksuz maymunlar, kuyrukları olan maymunlarla (genel hatlarıyla, Yeni Dünya Maymunları ve Eski Dünya Maymunları olarak iki diğer grup ile) bir araya gelerek "Maymunlar" (Simiiformes infratakımını) oluşturur. Maymunlar da, ön maymunlar ile bir araya gelerek Primatlar takımını oluşturur.
Yani maymun, primat, kuyruksuz maymun, hayvan gibi sözcükler, aşağılama sözcükleri değildir; bilimsel terimlerin halk arasındaki karşılıklarından ibarettir. Bu sözcükler, türleri kategorize etmemize yardımcı olan çatı terimlerdir. Aynı zamanda, kimi zaman o gruptaki canlılara dair önemli bilgiler verebilirler. Örneğin "omurgalılar" (Vertebrata) altşubesinden olan bir hayvandan söz ediyorsanız, o canlının sırt ekseni boyunca uzanan bir omurgası olduğundan emin olabilirsiniz. "Memeliler" sınıfından olan bir hayvandan söz ediyorsanız, memeleri ve süt bezleri olduğundan ve yavrusunu süt ile beslediğinden emin olabilirsiniz. İşte "kuyruksuz maymunlardan" söz ederken, yani kuyruksuz maymunlar süperailesine mensup bir türden söz ederken de emin olduğumuz şey, diğer maymunların aksine, bu maymunların kuyruğunu yitirmiş canlılar olmasıdır.
İşte "modern insan" olarak bildiğimiz Homo sapiens türü, bütün türleri bünyesinde barındıran Yaşam Ağacı üzerinde, kuyruksuz maymunlar altında kategorize edilen bir türdür. Elbette sadece insan değil: gibonlar, orangutanlar, goriller ve şempanzeler ile bu canlıların son 18 milyon yılda yaşamış bütün ataları (ve insanlar ile insanların son 18 milyon yılda yaşamış bütün ataları) kuyruksuz maymunlardır. Bu canlılar, birçok diğer anatomik ve fizyolojik ortak noktanın yanı sıra, maymun olmalarına rağmen bir kuyruğa sahip olmamaları ile ayırt edilirler.
Bu, ilginç bir durumdur; çünkü bu hayvanların ortak atalarında kuyruk dediğimiz anatomik yapının, evrimsel süreçte körelerek yok olduğu gerçeğini bize göstermektedir. Bu saydığımız kuyruksuz maymunların hepsinde kuyruklar, bağımsız olarak, ayrı ayrı körelmemiştir. Ortak atada köreldikten sonra, tüm torunlara bu "kuyruksuzluk" özelliği miras kalmıştır. Buna rağmen, insan da dahil olmak üzere, kuyruksuz maymunların tamamında kuyruk üretimiyle ilişkili genler, körelmiş olarak da olsa, her bir hücrenin içindeki genomda halen bulunmaktadır; öyle ki, kimi zaman kuyruklu insanlar doğabilmektedir!
Bu nedenle bu yazıda, kuyruk dediğimiz yapının ne olduğuna, nasıl çalıştığına, nasıl köreldiğine ve günümüzde kuyruklu insan doğumlarının bize evrim tarihi ile ilgili neler öğrettiğine bir bakış atacağız.
Kuyruk Nedir?
Kuyruk, birçok hayvanın arka kısmında omurgadan ayrılarak vücuttan dışa doğru uzayan bir eklentidir. Daha teknik tabiriyle kuyruk, vücudun torso kısmına ek olarak bulunan esnek bir eklentidir. Biyolojik eklentiler, vücudun dışına doğru uzayan çıkıntılardır. Örneğin kol ve bacaklar birer eklentidir; benzer şekilde antenler, ağız parçaları, solungaçlar, pereiopodlar ve pleopodlar gibi yürüme araçları, cinsel organlar, kuyruk ve kuyruk uzantıları da biyolojik eklentiler arasında yer alırlar.
Bir organın kuyruk olarak görülebilmesi için, vücudun dışından seçilebilir olması gerekmektedir. Bu, az sonra göreceğimiz gibi kuyruğu ve kalıntılarını tanımlamak adına önemli bir detaydır ve evrimsel biyoloji açısından önemli bilgiler vermektedir.
Kuyrukta bulunan kas ve iskelet dokusu ile nörovasküler dokulardan dolayı kuyruk, genellikle oldukça hareketli bir organdır. Kuyruklu ve omurgalı hayvanlarda ("kaudal" veya "kaudat" hayvanlarda) kuyruk içerisinde omurlar, kuyruk ucuna kadar devam etmektedir.[1] Bu yapılardaki varyasyonlar dolayısıyla hayvanlar aleminde çok çeşitli kuyruklar bulmak mümkündür.
Kuyruk Ne İşe Yarar?
Her ne kadar kuyruk yapısına genellikle omurgalı hayvanlarda rastlıyor olsak da, akrepler ve salyangozlar gibi çeşitli omurgasızlarda da kuyruk-benzeri eklentiler bulunmaktadır. Bunlara genellikle "kuyruk" adını vermiyoruz ve "kuyruk-benzeri eklenti" terimini tercih ediyoruz; çünkü kuyruklar, omurgalı hayvanları ayırt etmekte kullanılan anatomik özellikler arasında yer almaktadır.
Hepimizin bildiği gibi kuyruk, pek çok hayvanda denge ve kimi zaman tutunma amaçlı bir organ olarak kullanılmaktadır. Örneğin kuyruklarını 5. kolları gibi kullanan örümcek maymunları, ağaçlar üzerinde saatte 50 kilometreyi aşan hızlarda hareket edebilirler.[2], [3] Bu tür kuyruklara sarılıcı (prehensil) kuyruk adı verilmektedir.[4] Bu tür kuyruklara çoğunlukla Yeni Dünya Maymunları'nda rastlamaktayız. Bu maymunlar, Amerika kıtasında evrimleşmiş maymunlara verdiğimiz genel bir isimdir; özellikle de Güney Amerika'nın yoğun orman örtüsü içerisinde bu özelliğin güçlü bir şekilde seçildiği görülmektedir.[5]
Benzer şekilde, duvarlarda ve çok çeşitli yüzeylerde kolaylıkla dikey ve hatta baş üstü bir şekilde yürüyebilen geko kertenkelelerinin kuyruğu, yüzeyler arası geçişlerde ve yaban hayat içerisinde büyük öneme sahiptir.[6], [7] Buna ek olarak kuyruk, genellikle yerden yüksek yaşayan ve denge konusunda üzerinde güçlü seçilim baskıları olan hayvanlar için de önemli bir organdır.[8], [9] Örneğin kediler ve kangurular için kuyruk, vazgeçilmez bir denge organıdır.[10], [11]
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Kuyruğun görevlerinden bir diğeri ise sosyal sinyallemedir; örneğin bazı geyikler, kuyruklarının altındaki beyaz postu göstererek diğer geyikleri olası tehdit unsurlarına karşı sessizce uyarabilirler.[12] Kunduzlar, kuyruklarını suya tokat gibi vurarak tehlike sinyalleri verebilirler.[13] Hepimizin yakından tanıdığı evcil köpekler (ve ataları/kuzenleri konumundaki vahşi kurtlar) kuyruklarını kullanarak duygularını birbirine iletebilirler.[14] Elbette, kuyruk-benzeri eklentilere sahip akrepler, bu yapının ucunda zehir taşırlar.[15]
Bazı kertenkele türleri, tehlike anında kuyruklarını bırakarak tehdit unsurunu şaşırtmaya çalışırlar; çünkü kuyruk, bedenden ayrıldıktan sonra da kasılmayı ve kıvrılmayı sürdürür. Çoğu türde bu kuyruklar sonradan yeniden gelişir ve genellikle bu yeni kuyruğun içinde kemik bulunmaz; sadece kıkırdak doku bulunur.[16] Her türde kuyruk tamamen kopmaz; örneğin bazı fareler, tehlike altındayken kuyruklarının dış derisini dökebilirler (buna "eldiven çıkarma" denir) ve bu sayede avcılarını şaşırtabilirler.[17]
Kuşlarda ise kuyruk, rektris (İng, Lat: "rectrice") isimli, kuşların fren yapmasını ve uçuş sırasında yön değiştirmesini sağlayan, özel tüyleri barındıran bir yapıdır.[18] Cennet kuşları, lirkuşları ve muhtemelen en meşhur olarak tavuskuşlarında bu tüyler aynı zamanda çiftleşme öncesi kur davranışlarında büyük bir role sahiptir.[19] Ağaçkakanlar gibi kuşlarda ise kuyrukta bulunan sert tüyler, bu hayvanların ağaç gövdelerine sıkı sıkıya sarılabilmelerini sağlar.[20]
Son olarak atlar gibi otlayan hayvanlarda kuyruklar, hem vücudu ısırmaya çalışan böcekleri savuşturmaya yarar, hem de köpekler ve yakın akrabalarında olduğu gibi, hayvanın duygusal durumunu ifade eden bir araç olarak kullanılır.[21]
İnsanlarda Kuyruk Sokumu ve Kuyruk Kemiği
İnsan ve yakın akrabalarının omurgasında kuyruk sokumu veya kuyruk kemiği olarak bilinen bir kemik grubu vardır. Sacrum (S1-S5 omurlarının kaynaşmasıyla oluşan üçgen biçimli bir kemik) isimli kemiğin hemen altında yer alan coccyx kemiklerini kapsayan bu gruba ait kemikler büyük oranda körelmiş olsa da, etraftaki kaslara tutunacak bir yüzey sağlayan ve dolayısıyla tamamen işlevsiz olmayan bu kemik, kuyruklu atalarımızdan bize kalmış bir mirastır.
Sacrum gibi kuyruk kemiği (coccyx) de, 3, 4 veya 5 adet körelmiş omurun birbirine kaynaması sonucunda oluşmuştur. Bu kemik, omurga kolonunun en dibinde yer alır. Diğer kuyruklu hayvanlardakinin aksine bu kemikler vücut dışına çıkmazlar, yani kaudal yapıda değildirler. Bu nedenle kuyruksuz maymunlar, aslında akadual (akaudat) hayvanlar olarak da kategorize edilebilirler.
Kuyruk Sokumu Neden Körelmiş Bir Organdır?
Canlılar, ortak atalardan evrimleşerek var olmaktadır. Bu süreçte, değişen çevre şartlarına bağlı olarak popülasyon içindeki gen ve özelliklerin dağılımı nesiller içinde kademeli bir şekilde değişmektedir; ki bu, evrimin tanımının ta kendisidir! Bu kademeli değişim, artma veya azalma yönünde olabilir; yani belirli özelliklerin görülme sıklığı popülasyon içinde nesiller boyunca artarken, diğerlerininki azalabilir. Azalma yönünde olan değişimlere körelme adı verilmektedir. Körelmiş organlar, antik evrimsel değişimlerin gözümüzün önünde olan ispatlarıdır. Daha önceden da anlattığımız gibi, körelmiş organlar 3 kategoride incelenirler:
- Tam İşlevsel Organlar/Yapılar: Adından da anlaşılacağı üzere bu organlar, bilindiği kadarıyla tam olarak işlevlerini görmektedirler. Tam olarak işlev görmek, daha fazla evrimleşemeyeceği anlamına gelmemektedir. Ancak bu organların, evrimleştikleri kadarıyla işlevlerini tam olarak yerine getirdikleri söylenebilir. Günümüzde var olan beyin, karaciğer, kalp gibi organlarımız, buna örnek gösterilebilir.
- Körelmiş (Körelmekte Olan) Organlar/Yapılar: Körelme sürecinde olan, atasal fonksiyonlarını tam olarak sürdüremeyen organlardır. Bunlar, "işlevsiz" olmak zorunda değildir; halen atasal işlevlerinin bir kısmını sürdürebilirler. Örneğin 20 yaş dişlerimiz büyük oranda körelmiş olsalar da, düzgün bir şekilde çıkmayı başarabilmeleri halinde az çok çiğneme işlevi görebilirler. Apandisimiz, artık atasal ana görevi olan selüloz sindirimini başaramasa da, savunma sistemimize yardımcı olan bazı bakterileri barındırarak işlev görebilir.
- İşlevsiz Organlar: Bu organlar, körelme sürecinin sonlarına gelmiş ama tamamen yok olmamış organlardır. Aynı zamanda, çoğu durumda ek bir işleve de sahip değillerdir veya ek işlevleri önemsenmeyecek kadar küçüktür (apandis, savunma sistemine katkısının önemsizliği dolayısıyla kimi zaman bu kategoride değerlendirilir). Örneğin balinaların arka bacağı veya insanların 3. göz kapağı, işlevsiz organlar olarak görülebilir.
Körelmişliğinin sebebi, tüm kuyruklu akrabalarımızda bu kemiklerin kuyruğun vücuda bağlanmasını sağlıyor ve kuyruk hareketlerinin kontrolüne katkı sağlıyor olmasıdır. Biz ve diğer kuyruksuz maymunlarda ise kuyruk köreldiğinden beri, kuyruk sokumu da bu işlevini büyük oranda yitirmiştir. Buna rağmen, ikincil işlevlerinden ötürü tamamen yok olmamıştır. Bu ikincil işlevlerin en önemlisi, coccyx'in civardaki birçok kasa, tendona ve ligamente tutunabilecekleri bir yüzey sağlıyor olmasıdır.[22]
Ancak bu işlevlerine rağmen, coccyx kemiklerinin ve kuyruğun insanda körelmiş bir organ olduğuna hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Örneğin kuyruk sokumuna tutunan kaslar ve ligamentler, bu kemik olmasa bile fonksiyonlarını sürdürebilirler; bunun en net örneği, bugüne kadar yapılan çok sayıda kokigektomi (İng: "coccygectomy") ameliyatıdır. Bu ameliyat, kokidinya olarak bilinen kuyruk sokumu rahatsızlığını tedavi etmekte kullanılır ve ameliyat ile bu kemik alınır. 700'den fazla kokigektomi ameliyatını inceleyen geniş ölçekli akademik çalışmalarda, bu hastalığın %84 başarıyla tedavi edilebildiği ve hastanın yaşamında herhangi bir olumsuzluk olmadığı görülmüştür; vakaların %12'sinde de görülen en ağır olumsuzluk, ameliyat sırasında oluşan enfeksiyonlardır.[23]
Elbette, bu kemiğin alınması sonucu oluşan boşluk, evrimsel süreçte beklenmedik, ani bir değişim olduğu için, bu noktada ameliyat sonrasında perineal fıtık görülebilmektedir.[24] İlginç bir şekilde, çocuklarda bu kemik alındığında neredeyse hiçbir zaman fıtık oluşumu gözükmemektedir; bu durum, çocuklarda bu bölgedeki gelişimin halen devam ettiğini ve kemik alındıktan sonra vücudun bu sorunu giderebildiğini düşündürmektedir.[25]
İnsan Kuyruğu: Kuyruklarımızı Neden Kaybettik?
Her ne kadar kuyruk birçok hayvan için önemli bir organ olsa da, kuyruksuz maymunlar bu organı tamamen yitirmişlerdir. Daha önce de söz ettiğimiz gibi kuyruksuz olmak, sadece insana özgü değildir; tüm yakın kuzenlerimizde (şempanzeler, bonobolar, goriller, orangutanlar ve gibonlarda) kuyruksuz olma özelliği görülmektedir. Bu durum, kuyruk yitiminin bu grupların hepsinde ayrı ayrı olmasındansa, ortak atalarında kuyruğun körelip, sonradan torunlara bu özelliğin miras kaldığını göstermektedir.
Evrimsel biyolojide (ve genel olarak bilimde ve bilim felsefesinde) bu daha az sayıda varsayıma dayalı evrim tarihi inşasına parsimoni ilkesi demekteyiz. Bir model, ne kadar çok sayıda varsayıma dayanıyorsa, gerçek olma ihtimali o kadar düşüktür. Kuyrukların atada körelip tüm kuyruksuz maymunlara miras kalması, çok sayıda kuyruksuz maymun türünde bağımsız olarak körelmesinden çok daha az sayıda varsayıma dayanmaktadır - ve bu nedenle daha olası bir evrimsel modeldir.
Gerçekten de hem genetik veriler, hem de paleontolojik veriler, bu tür bir körelmenin kanıtlarını bize sunmaktadır. Oligosen Dönem ile Miyosen Dönem arasında, yani günümüzden yaklaşık 25 milyon yıl önce yaşamış atalarımız, kuyruklarını yitirmeye başlamıştır.[26] Her ne kadar kuyrukların yitirilme sürecine yönelik fosiller henüz eksiksiz değilse de, tüm kuyruksuz maymunların ortak atalarından (veya onun çok yakın kuzenlerinden) biri olan Proconsul ve Nacholapithecus gibi cinsler, kuyrukları olmayan maymunlardır.[4] Bu canlılara ait fosiller, kuyrukların ortak atada yitirildiğine yönelik güçlü kanıtlar sunmaktadır.[27], [28] Örneğin bir Proconsul fosiline bakarak, kuyruk sokumunun bizdeki gibi yassılaşmış olduğunu görebiliriz ve buradan, bu hayvanın bir kuyruğu olmadığını anlayabiliriz.[29] Bu durum, kuyrukların insanlara ve tüm yakın akrabalarına giden soy hatlarında hangi fosilleşmiş türlerde yitirildiğini anlamamızı sağlamaktadır.
Aslına bakarsanız bu kuyruk kaybı, tek hücreli ilk canlılardan insana kadar takip edebileceğimiz soy hattında kuyrukla ilişkili olarak yaşanan ilk kayıp değildir. İnsanların ve diğer bütün karasal omurgalıların sularda yaşayan balık atalarında hem pullu ve etli bir kuyruk vardı, hem de bunun üzerine konuşlanmış bir kuyruk yüzgeci vardı. Kuyruk yüzgeci, yukarıda söz ettiğimiz ve kuyruğa ek olarak bulunan aparatlara bir örnektir.
Aslında bu iki yapı (kuyruk ve kuyruk yüzgeci), tamamen bağımsız olarak evrimleşmiş iki kaudal ("kuyrukla ilişkili") yapıdır. Aetheretmon cinsi fosil balıkların yavrularında ve yetişkinlerinde yapılan analizler, bu iki kuyruğun birbirinden bağımsız olarak geliştiğini göstermektedir. Yani kuyruk evrimleşip de sonrasında kuyruk yüzgeci kuyruğa eklenmemiştir; bu iki yapı, bir arada ve bağımsız olarak (ama tabii birbiriyle etkileşerek) evrimleşmiştir.[30]
İnsanlara gelmeyecek olan, balıklardaki çeşitlenmenin kökeninde yer alan balıklar, etli ve pullu kuyruğu yitirmişlerdir; geriye sadece kuyruk yüzgeci kalmıştır (bu nedenle balıklarda teknik olarak "kuyruk" yoktur; "kuyruk yüzgeci" vardır). İnsanlara ve diğer tüm karasal omurgalılara gidecek soy hattındaki canlılar ise, özellikle de sudan karaya geçiş sürecinde kuyruk yüzgecini yitirmişlerdir; bunun yerine kuyruk dediğimiz organ kalmıştır. Bu organın farklılaşması sonucu, bugün aşina olduğumuz kuyruk yapıları evrimleşmiştir. Kuyruk yüzgecinin avantajı, su içerisinde güçlü bir şekilde yüzmeyi kolaylaştırıyor olmasıdır; kuyruk ise daha önceden sözünü ettiğimiz iletişim, tutunma, vb. görevlerde çok daha iyidir. Bu nedenle seçilim baskıları, hangi yapının korunup hangisinin yitirileceğini belirlemektedir.
Kuyruksuz maymunlarda ise geçici olarak da olsa iki ayak üzerine kalkmak (yani geçici bipedalizmin evrimi) ile kuyruklara olan ihtiyaç azalmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken şey, iki ayak üzerinde durmaktan söz ederken illâ insan gibi sürekli iki ayak üzerinde yürümenin kastedilmiyor olmasıdır. Bipedal postür olarak adlandırdığımız ve genellikle geçici veya kalıcı olarak iki ayak üzerinde durabilmeyi mümkün kılan bu duruş biçimi, anatomik olarak belirli değişimleri de tetiklemektedir - kuyruk yitimi, bunlardan birisidir.
Bipedal postüre sahip olmayan maymunlar, genellikle kuadruped (dört ayak üzerinde duran) bir postüre sahiptir. Bu pozisyonda kuyruk, önemli bir sinyal ve tutunma aracı olarak kullanılabilmektedir. Ancak iki ayak üzerinde duracak biçimde anatomisi evrimleşen hayvanlarda kaslı ve uzun bir kuyruk, dengeyi sağlamak ve hızlı manevralar açısından dezavantajlı bir özellik haline gelmiştir.
Çünkü dört ayaklı hayvanlarda ağırlık merkezi karından yere doğru gider ve bu nedenle kafanın ağırlığının bir kuyruk ile dengelenmesi avantajlıdır. Bipedal postürde ise ağırlık merkezi, kafayla ayakları birleştiren bir omurga ekseni boyunca ilerler; dolayısıyla kafanın dengelenmesi için bir kuyruğa ihtiyaç yoktur; hatta bir kuyruk, ağırlık merkezini değiştiriyor olması bakımından dezavantajlıdır![31] Yani kuyruk, her ne kadar dallardan sallanmak ve örümcek maymunları örneğindeki gibi çok ufak türlerde hızlı hareketi sağlasa da, daha iyi ve ağaçlar üzerinde iki ayakları üzerinde hareket edecek biçimde özelleşmiş türlerde bir engeldir.[32]
Kuyruklarını yitiren atalarımızın, ağaçlardan sallanmasına ve kuyruklarıyla birbirlerine sinyal vermesine gerek kalmamıştır; örneğin bipedal postürün getirdiği bir avantaj olarak, cinsel organların ve boyun/göğüs/yüz bölgesinin daha ön plana çıkmasıyla cinsel sinyaller bu kısımlara kaymıştır. Bu nedenle insan yüzleri çok çeşitlidir ve meme gibi organlar, daha güçlü birer cinsel sinyal aracına dönüşmüştür.
Bu nedenlerle, insanlara kadar gelecek soy hattında ve kuyruksuz maymunların ortak atasında kuyruk, bir kez daha körelerek tamamen yok olmuştur. Geriye ise, bu kuyruktan arta kalan kuyruk sokumu kemikleri kalmıştır. Yani Darwin'in ifadesiyle, hayvan atalarımızın izini bir damga gibi vücudumuzda taşımayı sürdürüyoruz. Bu damganın en güçlü izlerini, insan embriyolarında görmekteyiz. Gelin, buna bir bakış atalım.
Kuyruk Tomurcuğu
İnsanların ve diğer kuyruksuz maymunların (ve hatta genel olarak bütün memeli hayvanların) embriyolojik gelişimi sırasında, 31-35. gün civarında kuyruk tomurcuğu adı verilen bir hücre kütlesi gelişir. Bu bölge, kuyruğun gelişimini mümkün kılan hücreleri barındırmaktadır. Kaudal somitler olarak da bilinen bu hücreler, omuriliğin "kuyruğa yakın" (kaudal, İng: "caudal") kısmında gelişen, bilateral (çift yanlı) olarak konumlanmış paraksiyal mezoderm bloklarından oluşur. Bu yapılar, embriyolojik gelişimin somitogenez evresinde gelişir ve gebeliğin 8. haftasında doruk noktasına ulaşır.
Bir diğer deyişle, anatomik olarak modern insan (Homo sapiens) türünde de normalde, gebeliğin 4. haftasında genomumuzda atalarımızdan kalmış olan "kuyruk üretimi" ile ilgili kısmı okunur ve insan yavrularının embriyolarında bir "kuyruk artığı" oluşur.
Aslında bu yapının kendisi gerçek bir kuyruk değildir; çünkü daha fazla genin okunması sonucunda yukarıda tanımladığımız kuyruk yapısının tam olarak üretilmesi gerekir.[33] Bu şekilde oluşan yapıya gerçek kuyruk adı verilir; bu konuya birazdan daha detaylı bir şekilde döneceğiz. Daha ziyade kuyruk tomurcuğu, kuyruğun öncülü konumundaki bir gelişim dokusudur.
Memeli hayvanlarda kuyruk tomurcuğu, birincil nörulasyon (İng: "neurulation") yaşandıktan sonra gelişmektedir. Nörolasyon, omurgalı embriyolarında nöral plakanın nöral tübe dönüştüğü evredir (bu evredeki embriyoya nörula adı verilir.[34] Kuyruk tomurcuğunun bu evrede gelişmesi, kuyruğun beyni oluşturacak gelişmeden sonra geliştiği anlamına gelmektedir. Nörulasyon sonrasında kaudal kuyrukta nörosel adı verilen, içi boş bir çıkıntı oluşmaya başlar. Bu noktadan sonra ikincil nörulasyon yaşanır ve bu süreçte meduller iplik oluşmaya başlar. Bu yapının içi birçok delikle doludur ve bunlar, lumen adı verilen yapıyı oluşturur.[35] Lumen, içi boş tübüler yapılara verdiğimiz bir isimdir (damarlar ve bağırsak da buna örnektir). Birincil ve ikincil nörülasyon sırasında oluşan boşluklar birleşerek tek ve süreğen bir boşluğa dönüşür.[36]
İnsanlarda kaudal hücre kütlesinin oluşumu ve gelişimiyle ilgili halen bilinmeyen çok detay bulunmaktadır.[37] Ancak net olarak bildiğimiz bir şey var: Embriyolojik gelişimin normal seyri içerisinde, 8. haftada doruk noktasına ulaşan bu kuyruk-benzeri yapının gelişimi, doruk noktasına ulaştıktan sadece 2 gün sonra, özellikle de kuyruk yitimiyle ilgili olarak atalarımızdan miras genlerin okunması sonucu apoptosis yoluyla parçalanır.[38] Kısa bir sürede 5 çifti yok olan somitler, nihayetinde tamamen emilerek yok edilir. Böylece modern insan vücut planının bir parçası olmayan kuyruk, gelişemeden yok olmuş olur.[39] Eğer bu yok olma sürecine girilmeseydi, insanda da tam ve gelişmiş bir kuyruk oluşabilirdi.
Ancak biyoloji, kusursuz işleyen bir süreç değildir. Kimi zaman bu yok etme işlemi düzgün çalışmaz ve insan bebekleri bir kuyruk ile doğabilirler! Yazımızda son olarak, bu ilginç duruma bir bakış atalım.
Kuyruklu İnsanlar!
Kuşkusuz insan kuyruğu, çok nadir ve baş döndürücü bir anatomik bulgudur. Bir hayal edin: 9 ay boyunca heyecanla beklediğiniz bebeğiniz doğuyor ve bir bakıyorsunuz, sırtında bir kuyruk var! İşte size birkaç örnek:
Eğer kuyruklu doğumların ne düzeyde yaşanabileceğine yönelik daha güncel bir örnek istiyorsanız, kuyruklu doğduğu için tanrı olduğuna inanılarak tapılan Balaji isimli çocuğun hikayesini öğrenebilirsiniz (sonradan 20 santimetrelik kuyruğu alındı ve halk, kendisine tapmayı bıraktı):
Eskiden bu kuyrukların "ontogeni filogeniyi takip eder" olarak isimlendirilen bir ilkenin ispatı olduğuna inanılmaktaydı. Yani embriyolojik dönemdeki gelişim (ontogeni), evrimsel süreçteki değişimi (filogeniyi) takip edecek biçimde yaşanıyordu: İnsanlar ana rahminde tek hücreli olarak var oluyor, çok hücreliye dönüşüyor, balıksı yapılar kazanıyor, amfibik özelliklere geçiş yapıyor, sürüngen ve memeli olduktan sonra primat özelliklerini kazanıp, maymunlaşarak insanlaşıyordu.
Günümüzde embriyolojik gelişimin bu şekilde yaşanmadığını biliyoruz; ancak gerçekten de embriyolojik gelişimimiz boyunca, evrimsel geçmişimizden kalma birçok artık yapının oluşup sonradan yok edildiğini ya da farklılaşarak kendi işlevlerine döndüğünü görmekteyiz. Buna, ana rahmindeki gelişimimiz sırasında oluşan solungaç yarığı benzeri yapılardan, parmaklar arasındaki perdenin oluşmasına ve yok edilmesine kadar birçok örnek verilebilir. Ancak kuyruk yapısı, bunun en eşsiz örneklerinden birisidir.
Ontogeni filogeniyi takip eder ilkesini ispatlamak için 1884 yılında Bartels, toplamda 126 ayrı kaudal eklenti örneği bulmayı başardı; fakat farkında olmadığı şey, insan kuyruğu zannettiği gelişim anomalilerinin birçoğunun spina bifida (omurilik ve omurganın düzgün gelişmemesiyle karakterize edilen bir hastalık) ve sacrococcygeal malformasyon gibi hastalıklardan kaynaklanıyor olduğuydu. Çünkü o zamanlarda insan anatomisine ve evrimine yönelik bilgiler çok daha kısıtlıydı; evrim mekanizmaları keşfedileli daha 25 yıl oluyordu! Daha genetik bile keşfedilmemişti!
İnsan Kuyrukları: Gerçek Kuyruklar ve Sahte Kuyruklar
Günümüzde, kuyruklu insan doğumlarını iki ana kategoride inceliyoruz: gerçek kuyruklar ve sahte kuyruklar.
Her ne kadar "kaudal eklenti" dendiğinde akla ilk olarak kuyruklar gelse de, lumbosacral myelomeningoceles, lipomalar ve bel bölgesinde görülen diğer anormal gelişimler de "kaudal eklenti" olarak değerlendirilebilir. İşte az önce sözünü ettiğimiz gibi, kuyrukla doğrudan ilişkili olmamasına rağmen kuyruk-benzeri yapılar oluşmasına (hatta kimi zaman tam da kuyruğu bulmayı beklediğimiz yerde oluşmasına!) neden olan hastalıkların ürettikleri bu yapılara sahte kuyruk adını veriyoruz. Öte yandan bünyesinde omurlar bulunan, kaudal eklenti yapısında olan, spontane veya refleksif bir şekilde hareket edebilen, kaslar, adipoz doku ve bağ doku ile donatılmış, normal kan damarları ve sinirlerle beslenen, deri ile kaplı çıkıntılara ise gerçek kuyruk adını veriyoruz.
Bu açıdan bakıldığında, bugüne kadar gerçek bir insan kuyruğunun oluştuğu bir vakaya hiç rastlanmamıştır. Bunun sebebi de oldukça açıktır: Her ne kadar insan genomunda kuyruğun oluşmasını tetikleyen sahte-genler (İng: "pseudogenes") halen bulunuyorsa da, bu kuyruğun gelişimine yönelik tüm bilgileri doğru bir şekilde kodlayan genler artık bulunmamaktadır. Sonuçta kuyruk, atalarımızda ve en yakın kuzenlerimizde 25 milyon yıldır körelmiş bir organdır; bu nedenle bu organı üretebilecek genetik kombinasyonlar da artık eksiksiz bir şekilde genomlarımızda bulunmamaktadır. Bu nedenle bir kuyruk veya kuyruk-benzeri aparat üretiyor olsak da, bunun eksiksiz bir şekilde gelişmesi mümkün olmamaktadır.
İnsan Kuyrukları, Körelmiş Gerçek Kuyruklardır!
Bu durum, kimi insanların, insan kuyruklarının istisnasız olarak hepsinin "sahte kuyruk" olarak sınıflandırılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Fakat bu, yeterince iyi bir açıklama değildir. Çünkü insanlarda sahte kuyruklar, çok farklı yapı ve şekillerde olabilmektedir. Bazıları, az önce de gördüğümüz gibi, tamamen kuyruklarla alakasız hastalıklardan kaynaklanabilmektedir. Ancak kuyruklu insan doğumlarının neredeyse tamamının, tamamen tesadüfi bir şekilde kaudal bölgede yaşanıyor olmasının açıklanması gerekmektedir. Dahası, bu tesadüfi açıklama, kuyruk çıkıntısının oluşum mekanizmasını, sacrococcygeal bölgedeki konumlanışını ve hatta bugüne kadar kaydedilmiş spontane kasılma ve hareket yeteneğini izah edememektedir. Bu nedenle kuyruklu insan doğumlarında görülen ve kuyrukla alakasız hastalıklardan kaynaklanmadığı bilinen kuyruklar, körelmiş gerçek kuyruk olarak sınıflandırılmaktadır.[40]
İnsan Kuyruklarının Çeşitliliği
Bugüne kadar insan kuyrukları (kuyruklu insan doğumları) üzerinde yapılan çalışmalar, Homo sapiens türünde kuyruklu doğum yaşandığında oluşan kuyruk yapısında ciddi bir çeşitlilik olduğunu göstermiştir. Sünnet ile ilgili yazımızdan da detaylarını görebileceğiniz gibi, bir organdaki abartılı çeşitlilik kimi zaman körelmiş olmanın doğrudan bir işareti olarak görülebilmektedir. "Sünnet derisi" olarak bilinen penis ucundaki derideki çeşitlilik de, nadiren de oluşsa arada sırada üretilebilen insan kuyruğu da bu şekilde geniş bir çeşitliliği barındırmaktadır ve bu durum, her iki özelliğin de bir miktar veya tamamen körelmişliğine işaret etmektedir (her ne kadar sünnet derisinde durum birazcık karmaşık olsa da).
İnsanlarda Gerçek Kuyruk ve Sahte Kuyruk Oluşma Sıklığı
Örneğin yapılan bir çalışmada 1859-1982 yılları arasında raporlanan yüzlerce kuyruklu doğum vakası arasından, incelemeye değer düzeyde detaylı analiz edilmiş 33 farklı kuyruklu doğum vakası incelenmiştir.[40] Araştırmanın sonuçlarına göre bunların 23 tanesinin gerçek kuyruk ile doğduğu, 10 tanesininse sahte kuyrukla doğduğu tespit edilmiştir. Bu vakaların büyük bir kısmında kuyruğa doğumdan hemen sonra müdahale edilmiştir; ama en azından 1 vakada kuyruğun doktora gösterilen çocuk 14 yaşındadır. 10 sahte kuyruk vakasından 5 tanesinin kuyruğu doğumdan kısa bir süre sonra alınmıştır; diğer 5'i ise hiç ameliyat geçirmemiştir.
2020 yılında yapılan bir diğer araştırmada ise 1881-2017 yılları arasında yayınlanmış 195 kuyruklu doğum vakası incelenmiştir.[26] Bunlardan 68 tanesi 1941-2016 yılları arasında Japonca yayınlanmış araştırmalardır ve 95 ayrı vakadan söz etmektedirler. 1881-2017 yılları arasında İngilizce olarak yayınlanan 60 makalede ise 97 diğer vakadan söz edilmektedir ve bunlarda hastaların milletleri farklılık göstermektedir (ABD, İngiltere, Kanada, Hindistan, İsrail, Türkiye, Japonya ve Çin gibi ülkelerden vakalar vardır). Bu araştırmadaki vakaların sadece 20 tanesi 11 yaşından büyüktür ve 5 vakada yaş bilgisi verilmemiştir. Vakaların büyük bir kısmı yenidoğanlarda teşhis edilmiştir. Uzmanlar, bunun sebebinin kuyruğun olabildiğince erken teşhis edilip yok edilmesi arzusu olduğunu vurgulamaktadırlar.
Yapılan incelemeye göre erkeklerde kuyruk oluşumu kadınlardan 2 kat kadar fazladır (15:7 oranında). Kadınlarda sahte kuyruklar daha yaygınken (6:3 oranında), kuyruklu doğum vakalarına ABD'den İspanya'ya, Çin'den Japonya'ya kadar birçok coğrafyada rastlamak mümkündür. Vakalardan birindeki kuyruk 30.5 santimetre uzunluğundadır. Diğer çalışmada incelenen 195 vakadan 84'ü erkek, 79'u ise kadındır; dolayısıyla cinsiyetler arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark tespit edilememiştir.
Neredeyse tümünde kuyruklar, vücudun sacracoccgeal bölgesinde, vücut ekseninin yaklaşık olarak ortasında yer almaktadır. Bu bölge, kuyruğun tam da oluşmasını beklediğimiz bölgedir. Öyle ki, sahte kuyrukların da neredeyse tamamı bu bölgede oluşmaktadır; sadece 1 sahte kuyruk (ki o da parazitik bir fetüstür; yani bireyin vücudunda bir diğer kardeşi gelişmeye çalışmıştır) lumbar bölgede oluşmuştur. Kimi vakada merkezden en fazla 1.5 santimetrelik sapma keşfedilmiştir.
Körelmiş gerçek kuyrukların büyük bir kısmı penis, parmak, sosis, domuz kuyruğu veya fil hortumu gibi şekillere sahiptir. Çoğunda pigment vardır (yani deri ile aynı renktedir) ve hatta üzerinde kıllar büyüyebilir. Daha kısa ve künt olan kuyruklar düz şekilde de olabilir; daha uzun olanlarsa genellikle kıvrımlıdır. Kuyrukların uzunlukları genellikle 3-13 santimetredir; çapı ise 0.7-3 santimetre arasında değişebilir.
İnsan Kuyrukları Bazen Hareket Edebiliyor!
Bu kuyruklar, bazı vakalarda istemsiz olarak hareket edebilir! Özellikle de korkma, öksürme veya ağlama sırasında kuyruğun hareket edebildiği görülmüştür. Bu hareketin büyük bir kısmı kuyruğun orta ve distal bölgelerinde yaşanmaktadır. Distal bölge orta bölgeye doğru uzayıp kısalabilmektedir; bu sayede kuyruk daha kısa ve şişkin bir hal alabilmektedir. Öte yandan sahte kuyrukların birçoğu daha kısadır, kesilmiş bir ağaç gövdesine benzemektedir ve bazen çıkıntı yapmaktadır.
İnsan Kuyruklarının Anatomisi ve Fizyolojisi
Körelmiş gerçek insan kuyruklarında ufak kan damarları ve sinir uçları, kuyruk boyunca dağılmış halde bulunur. Hatta bu sinirler son derece iyi gelişmiştir, gliyal fiberlerle sarılıdır ve gliyoma içeren bir vakada kalsifikasyon da gözlenmiştir. Kuyruklarda boylamasına uzanan çizgili kaslar vardır; ancak bunların bir kısmı dejenere olmuş haldedir. Yüzey boyunca deri normal bir şekilde gelişir; hatta üzerinde aktif kıl kökleri ve ter bezleri de bulunmaktadır. Dermis, vücudun geri kalanından biraz daha kalın olmaya meyillidir. Sahte kuyruklarda ise böbrek tipi teratom-benzeri bileşenlere, lipoma içinde adipoz dokuya ve hiperplastik kondrodistrofik bir vakada kıkırdak dokuya rastlanmıştır.
Her ne kadar bazı araştırmalarda bugüne kadar kemik oluşumu gözlenen bir körelmiş gerçek insan kuyruğuna rastlanmadığı iddia edilse de, bu oldukça tartışmalıdır. Bilim insanları arasındaki anlaşmazlık, tanımlar konusunda anlaşamamaktan kaynaklanıyor gibi gözükmektedir: Örneğin 1820 yılında Gould ve Pyle tarafından tanımlanan bir Türk erkeğinin gerçek kuyruğunda 4 adet omur bulunduğu raporlanmıştır. Ancak bu rapor, detaylandırılmadığı için konu hakkında tam bir bilgi bulunmamaktadır ve bazı uzmanlar kemikli kuyruk iddiasını reddetmektedir. Bir diğer vakada, kuyruk içinde bulunan 3 adet omura dair radyografik kanıtlar sunulmuştur; ancak bu hastanın omur sayısı, normal bir insanınkiyle aynıdır. Dolayısıyla kuyrukta ek bir omur oluşumu gözlenmemiştir; sadece anormal derecede uzun bir kuyruk sokumu kemiği bulunduğu düşünülmektedir.
Öte yandan, diğer araştırmada incelenen 195 vakanın 35'inde oluşan kuyruklarda kemiksi veya kıkırdaksı dokulara rastlanmıştır. Hatta uzmanların yazdığına göre, insan kuyruklarında yapılan elle muayene ve radyografik analizler, kemikleri kolaylıkla teşhis edebildiği için, bilim ve tıp tarihi boyunca kuyruklu insan kemikleri sıklıkla raporlanmıştır.[41] İnsan kuyruğundaki kemikler, kuyruk kemiği (coccyx) ve kuyruk kemiği olmayan kemikler (non-coccyx) olarak iki gruba ayrılmaktadır. 35 vakanın 26'sında oluşan insan kuyruklarında coccyx dışarıya doğru uzamıştır. Bu insan kuyrukları genellikle ufaktır ve yarı-küreseldir.[42] Coccyx uzayıp da insan kuyruğunun temelini oluşturduğunda, coccyx'i oluşturan kaudal omur sayısı normal sınırlarda (2-4 omur olarak) kalmaktadır ve herhangi bir ek omur oluşumu gözlenmemektedir. Bu tür kuyruklara genelikle sacrococcygeal seviyenin orta hattında rastlanmaktadır.
Coccyx kemiği olmayan kemikleri içeren insan kuyrukları çok daha nadirdir. Bu durumda olan birçok vakada kemikler ve kıkırdaksı dokular mevcuttur. Bu kemikler ve/veya kıkırdaksı dokular sacrum veya coccyx tarafından kontrol edilememektedir ve genellikle lokasyonları, omurga hattından oldukça uzaktadır. Dolayısıyla bunları ek omurlar olarak kategorize etmek zordur. Bu tür insan kuyruklarına da lumbar bölgede veya sacrococcygeal bölgenin orta hattında rastlanmaktadır. Vakaların büyük bir kısmında ise hiçbir kemik oluşumu gözlenmemiştir.
Kuyruk Oluşumuyla İlişkili Doğuştan Gelen Anomaliler
Körelmiş gerçek kuyruk vakalarının 5 tanesinde (%22) ve sahte kuyrukların 5 tanesinde (%50) doğuştan gelen anomaliler tespit edilmiştir. Bunlardan 4 tanesinde spina bafida (2'si gerçek, 2'si sahte kuyruklu), 1 tanesinde tavşan dudaklılık, 1 tanesinde yumru ayaklılık, 1 tanesinde von Recklinghausen hastalığı, 1 tanesinde 4 ve 5. ayak parmaklarında çift parmaklılık ve 1 tanesinde anormal küçüklükte bir sol ayak parmağı görülmüştür.
İnsan Kuyruğunun Büyüme Hızı
Vakalardan 3 tanesinde kuyruğun gelişimi kayıt altında tutulmuştur. Birinde 2 haftalık bir bebekteki kuyruk 4.4 santimetre olarak ölçülmüşken, 2. ayda 5 santimetre, 6. ayda 7 santimetre olarak ölçülmüştür. Yani çocuğun gelişimi ile kuyruğun gelişimi orantılı bir şekilde yaşanmıştır. Bir diğer vakada doğumda kuyruk 2 santimetre olarak ölçülmüşken, 3 aylıkken 5 santimetre olarak ölçülmüştür. Bir diğer vakada ise 2 hafta aralıkla ölçülen kuyruğun 1 santimetre büyüdüğü gözlenmiştir. Yani insan kuyruklarının haftada 1-5 milimetre uzadığı söylenebilir.
İnsan Kuyruğunun Olası Genetik Altyapısı
Kuyruklu doğumlarda bir miktar genetik altyapı olduğu söylenebilir. Örneğin bir vakada, vakanın erkek kardeşinde de kuyruk gözlenmiştir. Bir diğer vakada, kuyruklu doğan çocuğun anneannesinin de kuyruklu doğduğu belirlenmiştir. Bir diğer vakada, kardeşlerden birinde spina bafida gözlenmiştir; ancak diğer bir vakada, ikiz kardeşlerden sadece bir tanesinde kuyruk oluşmuştur. Dolayısıyla insan kuyruğunun genetik altyapısı henüz çok net değildir.
Modern İnsan Kuyruğu Sınıflandırması
İnsan kuyruklarının nadir olması ve bu alandaki araştırmaların yetersiz olmasından ötürü bilim insanları iletişim kolaylığı sağlayabilmek adına yeni kategorizasyon sistemleri geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu çabaların bir sonucu olarak, aşağıdaki gibi bir kategorizasyon önerilmektedir:[26]
- Tip-1 İnsan Kuyruğu: Bu tür insan kuyruklarında kemik veya kıkırdak vardır. Bu, elle muayene veya radyografi ile net bir şekilde doğrulanabilir. İki alt türü vardır.
- Tip-1a İnsan Kuyruğu: Bu tür insan kuyrukları, coccyx kemiğinin dışa çıkıntı yapmasıyla oluşur. Kaudal omur sayısı normaldir (en fazla 4-6 omur), coccyx dışa çıkmıştır ve sacrococcygeal bölgenin ortasında yarı-küresel ve ufak bir kuyruk oluşumu gözlenir. Bu vakaların %50'sinde başka herhangi bir sorun görülmez.
- Tip-1b İnsan Kuyruğu: Bu tür insan kuyrukları, coccyx ile ilişkili olmayan kemik veya kıkırdak dokularına sahiptir. Bunlar, Tip-1b'den kolaylıkla ayırt edilebilir; çünkü bu kuyruklarda oluşan kemikler omurgaya bağlı değildir. Bu tür kuyruklar genellikle lumbar bölgede veya sacrococcygeal bölgede bulunurlar. Kemikler, genellikle teratomlar veya lipoma tarafından üretilir.
- Tip-2 İnsan Kuyruğu: Bu tür insan kuyruklarında kemik veya kıkırdak oluşumu yoktur. Genellikle natal yarıktan daha yukarıda bulunurlar; ancak konumları Tip-1 kuyruklara göre daha değişkendir. Tip-2 insan kuyrukları, lokasyona göre kategorize edilir.
- Tip-2a İnsan Kuyruğu: Bu tür insan kuyrukları çoğunlukla lumbar bölgenin veya sacrococcygeal bölgenin orta hattında oluşurlar. En yaygın görünen insan kuyruğu tipidir. Çoğunda omurilik malformasyonları da görülür.
- Tip-2b İnsan Kuyruğu: Çoğunlukla para-anal bölgede bulunurlar ve diğer para-anal bölge anomalileriyle yakından ilişkilidirler. Bu tür kuyrukların bir kısmında isteğe bağlı olarak kuyruğun hareket ettirilebildiği görülmüştür.
Evrimsel Analiz
Sonuç olarak, her ne kadar artık kuyruğumuzu tamamen yitirmiş olsak da, kuyruklu atalarımızın genetik ve kimi zaman anatomik mirasını vücudumuzda halen taşımaya devam ediyoruz. Kimi zaman, milyonlarca yıldır biriken mutasyonlarla susturulmuş olan bu sahtegenler, tersine işleyen mutasyonlarla aktive olabiliyor ve kuyruklu doğumlar görülebiliyor. Her ne kadar her kuyruk-benzeri oluşumla doğan kişide, gerçek bir kuyruk görülmüyor olsa da, bugüne kadar birçok insanın körelmiş bir kuyrukla doğduğunu ve bu yapının bir kuyruk artığı olduğunu biliyoruz.
Bu kuyrukların "gerçek" bir kuyruk olmadığı veya spina bifida gibi hastalıklardan ibaret olduğuna yönelik argümanların bilimsel bir geçerliliği bulunmuyor. İnsan kuyruğu, elbette işlevsel bir kuyruk değil; çünkü neredeyse 25 milyon yıl önce körelerek tamamen yok olmuş ve aradan geçen on milyonlarca nesilde hiçbir zaman yeniden belirmemiş bir yapıdır. Bu süreçte insan genomunda ve tüm atalarının genomlarında bulunan, kuyruk oluşumu ile ilgili genlerde biriken mutasyonlar dolayısıyla kuyruk oluşumunun mekanizması bozulmuştur. Evrimsel süreçte körelmiş organ, yapı ve özelliklere ait, mutasyonlarla bozulmuş genlere sahtegenler (İng: "pseudogene") adı verilmektedir. İnsan genomunda bulunan WNT3A gibi genler, doğrudan doğruya kuyruk oluşumuyla ilgili sahtegenlerdir.
Ayrıca memelilerin genomunda, sadece anormal kuyruk uzunluğuyla ilişkilendirilen 63 farklı gen tespit edilmiştir. Bunların bir kısmı, insanlarda da bulunan genlerdir. Ancak bir kuyruğu tam olarak üretebilecek genlerin tamamı insanda artık bulunmamaktadır. Bu nedenle kuyruklu doğumlar, kimi durumda diğer omurilik ve omurga hastalıklarıyla bir arada görülmektedir; daha önceden de belirttiğimiz gibi spina bifida gibi hastalıklar buna güzel bi örnektir. Unutulmamalıdır ki, en nihayetinde kuyruklu doğumlar, insan türü için bir gelişim anomalisidir; normalde bu tür bir gelişimin olması evrimsel veya morfolojik olarak beklenmemektedir. Ancak bu anomalinin olabiliyor olması, hareketli ve damarlarla, sinirlerle ve diğer dokularla beslenen bir kuyruğun oluşabiliyor olması ve bu yapının genellikle tam da kuyruğu görmeyi beklediğimiz bölgede gelişiyor olması, bunun evrimsel olarak atasal bir niteliğin, beklenmedik şekilde de olsa torunda ortaya çıktığını göstermektedir. Evrimsel süreçte bu tür özelliklere atavizm adını vermekteyiz. Kuyruklu insan doğumları, atavistik bir özelliğe işaret etmektedir.
Mutasyonlar var olan genleri değiştirerek genoma yeni bilgiler eklerler; var olan bilgileri değiştirirler veya tamamen silerler. Bunlar, fiziksel görünüme (fenotipe) çeşitlilik olarak yansır. Kimi zamansa bu değişen (mutant) genler hiçbir fiziksel değişim yaratmadan öylece genomda kalırlar. Ancak yıllar sonra, başka mutasyonların oluşmasıyla, bu gen bölgeleri de anlamlı hale gelebilirler ve fiziksel görünüme etki edebilirler. Fakat bunlar sadece çeşitlilik yaratır, evrim değildir. Evrim, ancak ve ancak bu yeni varyasyonların hayatta kalma başarısına bağlı olarak gerçekleşir. Eğer yeni bir varyasyon hayatta kalıp ürerse, kendisindeki mutant genleri gelecek nesillere aktarır ve bu genlerin popülasyon içerisinde görülme sıklığı artar. Eğer bu mutant genler avantaj sağlamıyorsa, sürüklenerek gelecek nesillere aktarılabilir ya da yine diğer genlerle sürüklenerek yok olur. Eğer bu mutant gen dezavantaj sağlıyorsa, popülasyondan elenerek yok olur, görülme sıklığı azalır. İşte bu popülasyon için gen sıklığındaki değişime bilimde "evrim" adı verilir.
Ve evrim, aradan geçen 20-25 milyon yıldan sonra, halen atalarımızın kuyruklarının bazen beliriyor olmasının yegane bilimsel açıklamasıdır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 76
- 33
- 29
- 26
- 24
- 15
- 6
- 4
- 3
- 2
- 2
- 1
- ^ S. Tojima. (2013). Tail Length Estimation From Sacrocaudal Skeletal Morphology In Catarrhines. Anthropological Science, sf: 13-24. doi: 10.1537/ase.120813. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. L. Rosenberger, et al. (2008). Morphology And Evolution Of The Spider Monkey, Genus Ateles. Cambridge University Press, sf: 19-49. doi: 10.1017/CBO9780511721915.002. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Schmidt, et al. Swing Through The Trees With Amazing Spider Monkeys. (12 Mayıs 2015). Alındığı Tarih: 30 Eylül 2020. Alındığı Yer: National Geographic | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b J. G. Fleagle. (1998). Primate Adaptation And Evolution. ISBN: 9780122603419. Yayınevi: Academic Press.
- ^ J. M. Organ. (Doktora Tezi, 2007). The Functional Anatomy Of Prehensile And Nonprehensile Tails Of The Platyrrhini (Primates) And Procyonidae (Carnivora) - Jh Libraries. Not: Johns Hopkins Libraries.
- ^ A. Jusufi, et al. (2008). Active Tails Enhance Arboreal Acrobatics In Geckos. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 4215-4219. doi: 10.1073/pnas.0711944105. | Arşiv Bağlantısı
- ^ K. Autumn, et al. (2006). Dynamics Of Geckos Running Vertically. Journal of Experimental Biology, sf: 260-272. doi: 10.1242/jeb.01980. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. W. Young, et al. (2015). Tail Function During Arboreal Quadrupedalism In Squirrel Monkeys (Saimiri Boliviensis) And Tamarins (Saguinus Oedipus). Journal of Experimental Zoology Part A: Ecological Genetics and Physiology, sf: 556-566. doi: 10.1002/jez.1948. | Arşiv Bağlantısı
- ^ G. B. Gillis, et al. (2009). Losing Stability: Tail Loss And Jumping In The Arboreal Lizard Anolis Carolinensis. Journal of Experimental Biology, sf: 604-609. doi: 10.1242/jeb.024349. | Arşiv Bağlantısı
- ^ W. Christensen. (2004). Outwitting Cats. ISBN: 9781599216256. Yayınevi: Rowman & Littlefield.
- ^ B. Dawson. (2003). The Heinemann Science Scheme. ISBN: 9780435583323. Yayınevi: Heinemann.
- ^ D. Muller-Schwarze. (2012). Chemical Signals. ISBN: 9781468410273. Yayınevi: Springer Science & Business Media.
- ^ B. Carlson, et al. (2010). Beneath The Surface: A Natural History Of A Fisherman's Lake. ISBN: 9780873516563. Yayınevi: Minnesota Historical Society Press.
- ^ S. Coren. (2011). Understanding Your Dog For Dummies. ISBN: 9781118052761. Yayınevi: For Dummies.
- ^ A. D. Richardson. (2002). Scorpions. ISBN: 9780736813181. Yayınevi: Capstone Press.
- ^ D. R. Mader. (2005). Reptile Medicine And Surgery. ISBN: 9781416064770. Yayınevi: Saunders.
- ^ S. J. MacKenzie, et al. (2015). Innervation And Function Of Rat Tail Muscles For Modeling Cauda Equina Injury And Repair. Muscle & Nerve, sf: 94-102. doi: 10.1002/mus.24498. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Burnie. (2011). Bird (Dk Eyewitness). ISBN: 9780756667580. Yayınevi: DK Publishing (Dorling Kindersley).
- ^ M. Cavendish. (2000). Exploring Life Science. ISBN: 9780761471455. Yayınevi: Marshall Cavendish.
- ^ R. W. McFarlane. (1994). A Stillness In The Pines: The Ecology Of The Red Cockaded Woodpecker. ISBN: 9780393311679. Yayınevi: W. W. Norton Company.
- ^ M. P. Osborne, et al. (2014). Horses (Magic Tree House Fact & Fiction). ISBN: 9780553523683. Yayınevi: Random House Books for Young Readers.
- ^ K. S. Saladin, et al. (2017). Anatomy & Physiology: The Unity Of Form And Function. ISBN: 9781259277726. Yayınevi: McGraw-Hill Education.
- ^ H. D. Kwon, et al. (2012). Coccygodynia And Coccygectomy. Korean Journal of Spine, sf: 326-333. doi: 10.14245/kjs.2012.9.4.326. | Arşiv Bağlantısı
- ^ N. L. Zook, et al. (2003). Repair Of A Long-Standing Coccygeal Hernia And Open Wound. Ovid Technologies (Wolters Kluwer Health), sf: 96-99. doi: 10.1097/00006534-199707000-00017. | Arşiv Bağlantısı
- ^ F. J. García, et al. (1998). Posterior Hernia Of The Rectum After Coccygectomy. European Journal of Surgery, sf: 793-794. doi: 10.1080/110241598750005462. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b c S. Tojima, et al. (2020). Classification Of The Human Tail: Correlation Between Position, Associated Anomalies, And Causes. Clinical Anatomy, sf: 929-942. doi: 10.1002/ca.23609. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Nakatsukasa, et al. (2003). Definitive Evidence For Tail Loss In Nacholapithecus, An East African Miocene Hominoid. Journal of Human Evolution, sf: 179-186. doi: 10.1016/S0047-2484(03)00092-7. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Nakatsukasa, et al. (2004). Tail Loss In Proconsul Heseloni. Journal of Human Evolution, sf: 777-784. doi: 10.1016/j.jhevol.2004.04.005. | Arşiv Bağlantısı
- ^ N. Shubin. Your Inner Fish | How Do We Know When Our Ancestors Lost Their Tails? | Episode 3. (9 Nisan 2014). Alındığı Tarih: 30 Eylül 2020. Alındığı Yer: PBS | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. Viegas. How Humans Lost Their Tail, Twice. (5 Aralık 2016). Alındığı Tarih: 30 Eylül 2020. Alındığı Yer: Seeker | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. L. Dove. Why Did Humans Lose Their Tails?. (12 Nisan 2016). Alındığı Tarih: 30 Eylül 2020. Alındığı Yer: HowStuffWorks | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. Horvath. Why Don’t Humans Have Tails?. (5 Şubat 2016). Alındığı Tarih: 30 Eylül 2020. Alındığı Yer: Pursuit | Arşiv Bağlantısı
- ^ www.ehd.orgThe Endowment for Human Development. Developmental Stages In Human Embryos. (1 Ocak 2020). Alındığı Tarih: 30 Eylül 2020. Alındığı Yer: The Endowment for Human Development | Arşiv Bağlantısı
- ^ W. J. Larsen, et al. (2001). Human Embryology. ISBN: 9780443065835. Yayınevi: Churchill Livingstone.
- ^ G. C. Schoenwolf. (1977). Tail (End) Bud Contributions To The Posterior Region Of The Chick Embryo. Journal of Experimental Zoology, sf: 227-245. doi: 10.1002/jez.1402010208. | Arşiv Bağlantısı
- ^ G. C. Schoenwolf. (1979). Histological And Ultrastructural Observations Of Tail Bud Formation In The Chick Embryo. The Anatomical Record, sf: 131-147. doi: 10.1002/ar.1091930108. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. F. Hughes, et al. (1974). Comparative Remarks On The Development Of The Tail Cord Among Higher Vertebrates. Journal of embryology and experimental morphology. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. F. Fallon, et al. (1978). Evidence Of A Role For Cell Death In The Disappearance Of The Embryonic Human Tail. American Journal of Anatomy, sf: 111-129. doi: 10.1002/aja.1001520108. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Tojima, et al. (2018). Tail Reduction Process During Human Embryonic Development. Journal of Anatomy, sf: 806-811. doi: 10.1111/joa.12774. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b A. H. Dao, et al. (1984). Human Tails And Pseudotails. Human Pathology, sf: 449-453. doi: 10.1016/S0046-8177(84)80079-9. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. H. Miller. (1881). Tailed Humanity. Medical Surgery Reporter, sf: 165-166. | Arşiv Bağlantısı
- ^ 仁. 史人, et al. (2010). Lennox-Gastaut症候群患者におけるHuman Tailの1例. 中部日本整形外科災害外科学会雑誌, sf: 1251-1252. doi: 10.11359/chubu.2010.1251. | Arşiv Bağlantısı
- J. F. Abbott, et al. (1992). Prenatal Diagnosis Of Vestigial Tail. Journal of Ultrasound in Medicine, sf: 53-55. doi: 10.7863/jum.1992.11.1.53. | Arşiv Bağlantısı
- J. A. Bar-Maor, et al. (1980). Human Tails. The Journal of Bone and Joint Surgery, sf: 508-510. doi: 10.1302/0301-620X.62B4.7430236. | Arşiv Bağlantısı
- S. Chakrabortty, et al. (1993). Myelomeningocele And Thick Filum Terminale With Tethered Cord Appearing As A Human Tail: Case Report. Journal of Neurosurgery, sf: 966-969. doi: 10.3171/jns.1993.78.6.0966. | Arşiv Bağlantısı
- D. J. Donovan, et al. (2005). Human Tail With Noncontiguous Intraspinal Lipoma And Spinal Cord Tethering:case Report And Embryologic Discussion. S. Karger AG, sf: 35-40. doi: 10.1159/000084863. | Arşiv Bağlantısı
- T. J. Dubrow. (1988). Detailing The Human Tail. Annals of Plastic Surgery, sf: 340-344. | Arşiv Bağlantısı
- Z. Efrat, et al. (2001). Early Sonographic Detection Of A ‘Human Tail’: A Case Report. Ultrasound in Obstetrics and Gynecology, sf: 534-535. doi: 10.1046/j.0960-7692.2001.568.doc. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Erşahin. (1993). Neuroectodermal Appendage: A Case Report And Review. Turkish Neurosurgery, sf: 25-27. | Arşiv Bağlantısı
- G. Grangé, et al. (2001). Prenatal Diagnosis Of Fetal Tail And Postabortum Anatomical Description. Ultrasound in Obstetrics and Gynecology, sf: 531-533. doi: 10.1046/j.0960-7692.2001.00529.x. | Arşiv Bağlantısı
- S. J. Gaskill, et al. (2008). Neuroectodermal Appendages: The Human Tail Explained. S. Karger AG, sf: 95-99. doi: 10.1159/000120450. | Arşiv Bağlantısı
- K. Hamoud, et al. (2011). A Tale Of Pseudo Tail. Ovid Technologies (Wolters Kluwer Health), sf: E1281-E1284. doi: 10.1097/BRS.0b013e31820a3dd9. | Arşiv Bağlantısı
- P. J. Giri, et al. (2019). Human Tail: A Benign Condition Hidden Out Of Social Stigma And Shame In Young Adult – A Case Report And Review. Asian Journal of Neurosurgery, sf: 1. doi: 10.4103/ajns.AJNS_209_17. | Arşiv Bağlantısı
- G. D. Lundberg, et al. (1962). A Case Of A Human Tail. American Journal of Diseases of Children, sf: 72-73. doi: 10.1001/archpedi.1962.02080030074010. | Arşiv Bağlantısı
- E. Pantoja, et al. (1976). Sacrococcygeal Dermoids And Teratomas: Historical Review. The American Journal of Surgery, sf: 377-383. doi: 10.1016/0002-9610(76)90397-4. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Ohhara. (2006). Human Tail And Other Abnormalities Of The Lumbosacrococcygeal Region Relating To Tethered Cord Syndrome. Ovid Technologies (Wolters Kluwer Health), sf: 507-510. doi: 10.1097/00000637-198006000-00010. | Arşiv Bağlantısı
- M. Alashari, et al. (1995). True Tail In A Newborn. Pediatric Dermatology, sf: 263-266. doi: 10.1111/j.1525-1470.1995.tb00174.x. | Arşiv Bağlantısı
- A. J. Belzberg, et al. (1991). The Human Tail And Spinal Dysraphism. Journal of Pediatric Surgery, sf: 1243-1245. doi: 10.1016/0022-3468(91)90343-R. | Arşiv Bağlantısı
- A. M. Baruchin, et al. (2005). The Human Caudal Appendage (Human Tail). Elsevier BV, sf: 120-123. doi: 10.1016/0007-1226(83)90028-0. | Arşiv Bağlantısı
- P. J. Blaxland. (1950). A Vestigial Tail. The British Medical Journal, sf: 870-871. doi: 10.1136/bmj.2.4684.870. | Arşiv Bağlantısı
- S. P. S. Chauhan, et al. (2009). Human Tail With Spina Bifida. British Journal of Neurosurgery, sf: 634-635. doi: 10.3109/02688690902912933. | Arşiv Bağlantısı
- S. Farook, et al. (2009). Tale Of A Human Tail: Case Report Of A Torted Human Tail. British Journal of Neurosurgery, sf: 135-136. doi: 10.1080/02688690701818935. | Arşiv Bağlantısı
- U. G. Froster, et al. (1993). Craniofacial Anomalies, Abnormal Hair, Camptodactyly, And Caudal Appendage (Teebi–Shaltout Syndrome): Clinical And Autopsy Findings. American Journal of Medical Genetics, sf: 717-722. doi: 10.1002/ajmg.1320470527. | Arşiv Bağlantısı
- H. Harirah. (2002). Human Caudal Appendage Diagnosed Prenatally With Ultrasound. Ovid Technologies (Wolters Kluwer Health), sf: 1038. doi: 10.1016/s0029-7844(00)00820-6. | Arşiv Bağlantısı
- T. E. Herman, et al. (2008). Human Tail–Caudal Appendage: Tethered Cord. Journal of Perinatology, sf: 518-519. doi: 10.1038/jp.2008.39. | Arşiv Bağlantısı
- M. K. Islam. (2002). Child With A Tail. The Indian Journal of Pediatrics, sf: 819-820. doi: 10.1007/BF02723698. | Arşiv Bağlantısı
- R. Kansal. (2010). Newborn With Tail - A Genetic Throwback. People's Journal of Scientific Research, sf: 15-17. | Arşiv Bağlantısı
- J. Shad, et al. (2012). An Infant With Caudal Appendage. Case Reports, sf: bcr1120115160. doi: 10.1136/bcr.11.2011.5160. | Arşiv Bağlantısı
- F. D. Ledley. (2010). Evolution And The Human Tail. The New England Journal of Medicine, sf: 1212-1215. doi: 10.1056/NEJM198205203062006. | Arşiv Bağlantısı
- F. Noack, et al. (2003). Prenatal Diagnosis Of ‘True Tail’ With Cartilage Content?. S. Karger AG, sf: 226-229. doi: 10.1159/000070810. | Arşiv Bağlantısı
- N. Muthukumar. (2004). The “Human Tail”: A Rare Cause Of Tethered Cord. Ovid Technologies (Wolters Kluwer Health), sf: E476-E478. doi: 10.1097/01.brs.0000142006.65186.5f. | Arşiv Bağlantısı
- M. K. Pillai, et al. (2017). A True Human Tail In A Neonate: Case Report And Literature Review. Sultan Qaboos University Medical Journal, sf: e109-111. doi: 10.18295/squmj.2016.17.01.020. | Arşiv Bağlantısı
- R. J. Reynolds. (2014). A Case Of Occult Tail. The British Journal of Radiology, sf: 457-457. doi: 10.1259/0007-1285-5-53-457-a. | Arşiv Bağlantısı
- K. Samura, et al. (2009). Coexistence Of A Human Tail And Congenital Dermal Sinus Associated With Lumbosacral Lipoma. Child's Nervous System, sf: 137-141. doi: 10.1007/s00381-008-0693-6. | Arşiv Bağlantısı
- A. Seromenho-Santos, et al. (2017). Lumbar Pseudo-Tail Associated With Dermal Sinus – A Case Report. Neurocirugía, sf: 294-297. doi: 10.1016/j.neucir.2017.06.003. | Arşiv Bağlantısı
- D. K. Singh, et al. (2008). The Human Tail: Rare Lesion With Occult Spinal Dysraphism—A Case Report. Journal of Pediatric Surgery, sf: e41-e43. doi: 10.1016/j.jpedsurg.2008.04.030. | Arşiv Bağlantısı
- C. C. Turk, et al. (2014). Human Tail: A Simple Skin Appendage Or Cutaneous Stigma Of An Anomaly?. Turkish Neurosurgical Society. doi: 10.5137/1019-5149.JTN.12199-14.1. | Arşiv Bağlantısı
- C. V. Ward. (1991). Proconsul Did Not Have A Tail. Journal of Human Evolution, sf: 215-220. doi: 10.1016/0047-2484(91)90062-Z. | Arşiv Bağlantısı
- R. Spiegelmann, et al. (1985). The Human Tail: A Benign Stigma: Case Report. Journal of Neurosurgery, sf: 461-462. doi: 10.3171/jns.1985.63.3.0461. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/12/2024 19:13:03 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/176
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.