Aşılar Sayesinde, Nihayet "Sürü Bağışıklığı" Kavramından Anlamlı Bir Şekilde Söz Edebilme Vakti Geliyor! Bu Süreçte Neler Öğrendik?
COVID-19 salgınının çok erken evrelerinde, epidemiyolojinin (salgın bilimin) en temel salgınla mücadele yöntemi olan "test, takip, izolasyon" üçlüsünü uygulamaya başladığımız günlerin en başlarında bir terim gündeme geldi: sürü bağışıklığı. Bu kişiler, "test, takip, izolasyon" gibi temel bir gerçeğe sırt çevirip, "Bırakınız hastalansınlar, bırakınız iyileşsinler, biz de işimize bakalım." demeye getiriyorlardı. Hastalıkla mücadele ederken karantinalar yerine ekonomimizi felç ettirmek yerine, salgını doğal haline bırakmamızı ve virüsün normal şekilde popülasyonda yayılıp sönmesini arzuluyorlardı.
Böylelikle zenginler para basmaya devam edebilecek, onlara imrenerek bakan ve bir gün zengin olma hayaliyle yaşayıp muhtemelen hiçbir zaman olamayacak kitleler ise, bu hayalin peşinde telef olmak uğruna zenginlerin para basabilmesi için gereken ayak işlerini yapmaya devam edebileceklerdi. Elbette sürü bağışıklığı stratejisi, güçlü olmayıp da güçlüymüş gibi davranmaya çalışan devletler için de önemliydi: Ekonomi hasar görmezse ve bir ihtimal hasta ve ölü sayıları pek göze çarpmazsa, tabanlarına "zor zamanlarda, güç ve birlik sayesinde, engelleri başarıyla atlama" mesajları vermeyi sürdürebilirlerdi.
Aceleci Sürü Bağışıklığı Yaklaşımının Hatası
Örneğin daha 17 Mart 2020 kadar erken bir tarihte İngiltere, açık açık sürü bağışıklığı yöntemini kullanmaktan söz ediyordu: Yani test, takip, izolasyon biraz biraz yapılacaktı ama, ortada daha yeterince test bile yokken, karantinalar uygulayarak testleri beklemek yerine, insanları doğal haline bırakıp salgının yayılmasına izin vereceklerdi. Yaşlılar ve hastalar gibi riskli grupları izole edebilirlerdi belki; ama gençleri bu süreçte henüz yayılmaya bile başlamamış, daha ısınma turları atan ölümcül bir salgın için yem olarak kullanacaklardı. Neyse ki bilim kurulunun aklı selim sahibi uzmanlarının bunun kabul edilemez bir strateji olduğunu, milyonlarca insanın telef olacağını öngörmesini dinleyerek, bu stratejiden vazgeçtiler ve bilime döndüler.
Diğer bazı ülkeler ise bu yöntemi açıktan veya üstü kapalı bir şekilde uygulamayı seçti. Örneğin Türkiye, hem sürü bağışıklığı hem de "test, takip, izolasyon" karışımı bir yöntem takip etti. İran ile sınırlar oldukça erken kapatıldı; ancak belli başlı bölgelerde bariz bir şekilde bulaşı arttıracak önlemler ısrarla, uzunca bir süre alınmadı. Buna karşılık, risk gruplarının sokağa çıkmasına kısıtlar getirilerek sosyal mesafe sağlanmaya çalışıldı. Bu kadar karışık bir stratejinin etkisi, salgından sonra daha net ortaya çıkacak. Ancak gerçek veriler açıklanmaya başladığı gün itibariyle günler boyu Dünya'nın en çok sayıda vaka üreten ülkelerinden biri olmamız, galiba sonuca işaret ediyor gibi...
İsveç Örneği
İsveç, sürü bağışıklığını savunan belirli bir politik ideolojinin savunucusu kitlenin kahramanı haline geldi. Onların iddialarına göre İsveç hiçbir sosyal mesafe önlemi almıyordu ve sürü bağışıklığını "aslanlar gibi" uyguluyordu. "Tuhaf" bir şekilde İsveç, bu yöntemi uygulamayan tüm komşularından daha fazla ölü veriyordu (hem mutlak değer olarak, hem popülasyona oranla) ama "olsun, zaten başta biraz fazla olurdu ölüm ama sonra sürü bağışıklığına erişince azalırdı". Salgın bilimin ABC'sini kavramamış ve kavramak da istemeyen kitle, kendilerini böyle kandırdılar.
Zaman geçtikçe, bilim camiasından bu yönteme karşı uyarılar şiddetlenmeye başladı; ancak giderek politikleşen bir salgında, sürü bağışıklığı fanatiklerine göre bu uyarılar "bilimsel değil, politik" idi. Salgınbilimciler, İsveç gerçeğini görmek istemiyorlardı; kendi bilimlerine olan imanlarını koruyorlardı. O dönemde bazı ekonomistler, epidemiyologların IQ ortalamasını bile sorgulamaya başladılar; diplomalarının ne kadar geçerli ve zor bir eğitimden geçerek alındığını soran blog yazıları yazdılar.[1] Ne de olsa "test, takip, izolasyon" gibi "saçma" ve ekonomik yükü ağır bir yöntemi savunanların ya cahil olması gerekirdi, ya düşük IQ'lu olması...
Haftalar geçmeye devam etti ve sürü bağışıklığını deneyen ülkelerden yavaş yavaş itiraflar gelmeye başladı: Öncelikle Mayıs 2020'de İsveç'te beklenen sonuçların alınamadığı, çok ağır ölümler yaşanmasına rağmen halen sürü bağışıklığından söz etmeye başlayabileceğimiz noktadan çok uzak olunduğu söylendi. Aradan geçen aylar sonunda, testlerin kimlere yapıldığı konusunda şeffaf verilerin olmadığı ülkelerden ulusal ve uluslararası kamuoyu baskısı artmaya başlayınca, daha gerçekçi sonuçlar gelmeye başladı. Popülasyonun %10'u bile hastalığı henüz geçirmemişken, sürü bağışıklığı deneyen ülkelerdeki kayıpların, denemeyenlerinkine göre çok daha yüksek olduğu ve beklenen sürü bağışıklığı hedeflerinin hiçbirine ulaşılamadığı; tam tersine koyulan hedeflerden kilometrelerce uzakta olduğu görüldü. Kayıplar, kabul edilemezdi.
Elbette bu süreç 0'dan 100'e 1 saniyede gelmedi. Süreç boyunca bu ülkeler, sosyal mesafe önlemlerini katılaştırdılar ve birçok doğru karar da aldılar. Ancak o doğru kararların hepsi, sosyal mesfelendirme yöntemi kapsamındaydı, sürü bağışıklığı değil. Zeynep Tüfekçi, 1 Ekim 2020'de Evrim Ağacı'nda şöyle yazmıştı:
Süper-bulaşıcılığın salgındaki anahtar bir nokta olduğunu anlamak, belli açılardan çok gevşek gözüken ülkelerde sonuçların çok farklı olmasını anlamlandırabilir. Böyle olduğunda, aşina olduğumuz kutuplaşmış pandemi tartışmaları da birbirine girmektedir. İsveç örneğini ele alalım. Kime sorduğunuza bağlı olarak bu ülke, hiçbir kapanma uygulamadan sürü bağışıklığını deneyen bir başarısızlık abidesi veya salgını kontrol altına almakta harika bir başarı öyküsü olabilir. Gerçekte olan ise şu: Her ne kadar İsveç, yaşlı bakımevlerinde toplanan yaşlı nüfusu korumakta başarısız olan ülkelere dahil olsa da, süper-bulaşma vakalarını tespit etmek konusunda diğer birçok Avrupa ülkesinden daha katı davrandı.[2]
Her ne kadar İsveç'te ülke çapında bir kapanma uygulanmadıysa da, Kucharski'nin söylediğine göre İsveç'te Mart ayında iç mekanlarda 50 kişinin üzerindeki toplanmalar yasaklandı ve bu yasak, diğer birçok Avrupa ülkesi ilk dalgadan sonra bu tür yasakları kaldırsa da, İsveç'te kaldırılmadı. (Diğer Avrupa ülkelerinin birçoğu, bu yasakların kalkması sonrasında yaşanan yeni dalgalardan sonra yeniden yasaklar getiriyor.)
Dahası, İsveç'te ortalama hane halkı büyüklüğü daha küçüktür ve çok sayıda nesli bir arada bulunduran ev sayısı Avrupa'nın geri kalanına nazaran çok daha azdır.[2] Bu durum, bulaşmayı ve kümelenme ihtimalini fazlasıyla azaltmaktadır.
Evrim Ağacı'ndan MesajEvrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
İsveç, okulları tamamen açık tuttu ve hiçbir sosyal mesafelendirme veya maske uygulaması yapmadı. Ama bunu, sadece 16 yaşından küçük çocuklar için yaptı; bunların zaten süper-bulaştırıcı olma ihtimali çok düşük. Öte yandan İsveç, daha yüksek risk grubunda olan liseler ve üniversitelerde tamamen çevirimiçi eğitime geçti. Bu, ABD'nin yaptığının tam tersidir. Ayrıca İsveç, sosyal mesafelendirmeyi teşvik etti ve kurallara uyulmayan iç mekanları kapattı.[3]
Aşırı yayılım ve süper-bulaşım perspektifinden bakıldığında İsveç, pek de gevşek önlemler almış bir ülke sayılmaz; ama muhtemelen en katısı da değildir. Önemli olan nokta şudur: İsveç, farklı stratejiler konusundaki tartışmalarımızda tuttuğu abartılı yeri, basitçe, hak etmemektedir.
Zaten en başından beri o kadar da gevşek değillerdi; ancak tam katılıkta uygulamadıkları için bu önlemlerin etkisi olmuyordu ve sürü bağışıklığına inandıkları için o önlemlerin etkisi üzerine pek durmuyorlardı. Nihayetinde, pek bir politik gücü olmayan İsveç Kralı bile konuya seyirci kalamadı ve itiraf etmek zorunda kaldı:[4] "Salgın konusunda başarısız olduğumuza inanıyorum."
Ayrıca bu süreçte birçok yanlış da yapıldı: Örneğin İsveç, yukarıda yapıldığı gibi demografik olarak bambaşka görünümlü olan ülkelerle kıyaslanarak, sanki daha iyi durumdaymış gibi gösterildi - ki bu grafikte bile sadece İtalya'dan daha iyi durumda olduğu gözüküyor; ancak ABD gibi ülkeleri katarak bu grafiği İsveç için çok daha iyi göstermek mümkün.
Benzer şekilde, bariz veri farklılıkları da örtbas edildi: Örneğin İsveç, diğer hiçbir ülkenin yapmadığı gibi, ölü sayılarını her gün geçmişe dönük olarak güncellemektedir. Bir ölümün yaşanması ile raporlanması arasındaki gün farkı 10 güne kadar çıkabilir. Diğer tüm ülkeler, son 24 saatte rapora giren ölü sayısını vermektedir; geçmişe dönük, ölümün yaşandığı günü yansıtacak bir güncelleme yapmamaktadır. İsveç ise her gün, raporladığı ölülerin hangi günlerde yaşandığını yansıtacak şekilde son 5-10 günü güncellemektedir.[5] Bu nedenle İsveç'in grafiklerinde son 10 gün her zaman hatalıdır (örneğin bu nedenle yukarıdaki grafikte son 10 gün çıkarılmıştır). Birçok durumda bu gerçek görmezden gelinmiş ve İsveç'in son dönemdeki başarısı vurgulanmıştır.
Her şeyden önemlisi: İsveç, önemsizdir. İsveç o kadar küçük bir popülasyona sahiptir ki, Dünya'daki diğer ülkelerin önemli bir bölümünün demografisini yansıtamaz. İsveç'te çalışan veya çalışmayan bir model, olduğu gibi genel Dünya popülasyonuna uygulanamaz. Örneğin İsveç hastaneleri, diğer hiçbir ülkede olmayan (özellikle de ABD gibi ülkelerde olmayan) düzeyde sağlık personeline sahiptir ve maddi kaynaklar bakımınca zengindir. İsveç popülasyonu, olsa olsa, en fazla komşusu olan ülkelerle kıyaslanabilir. Ve bu yapıldığında, yeri geldiğinde katı önlemler almamanın tehlikesini netleşmektedir:
Ancak ideolojik veya fanatik nedenlerle sürü bağışıklığını savunmak zorunda olanların İsveç takıntısı öyle büyük bir boyuta ulaşmıştı ki, bilimsel gerçeklere sırt çevirmekte hiçbir sorun görmediler. Halbuki İsveç, bu salgında gördüğü abartılı ilgiyi hak edecek, çok da sıra dışı bir şey yapmış değildi. Bunu görmek isterseniz, salgında tüm Dünya'ya ders veren Güney Kore, Vietnam, Yeni Zelanda gibi ülkelerle kıyaslayabilirsiniz:
Bu ülkelerin her biri, tropik bölgelere yakın oldukları, salgın hastalıklara aşina oldukları ve bu nedenle daha yüksek pandemi hazırlığına sahip oldukları için, hızlı bir şekilde "test, takip, izolasyon" adımlarını uygulayabildiler ve salgını kontrol altında tutmayı başardılar. Özellikle de katı karantinalar uygulamayan Güney Kore, "test, takip, izolasyon" yöntemini o kadar başarılı bir şekilde uyguladı ki, gelecekteki salgınlara hazırlıklı olmak istiyorsak, İsveç'ten değil, Güney Kore gibi ülkelerden ders almamız gerektiği açıktır.
Tekil Ülkelere Takılmayın, Genel Gidişata Bakın!
Ne yazık ki birçokları (genelde) siyasi ideolojileri çerçevesinde beğendikleri ve beğenmedikleri ülkelerin COVID-19 tepkisini övmekte veya yermektedir. Bu nedenle ortaya, öznel bir çorba çıkmaktadır. Halbuki Oxford Üniversitesi tarafından sürdürülen OxCGRT COVID-19 Hükümet Katılığı Endeksi size daha nesnel bir temel sağlayabilir.[6]
Endeks, 9 önlem metriği üzerinden hükümetlerin kararlarını değerlendirmektedir. Elbette bu ölçüm de kusursuz değildir; ancak sosyal medyayı takip edecek olsanız, belirli ülkelerin tutumu konusunda fanatizme varan boyutta savunular yapmaya çalışanların çizdiği tablodan kat kat isabetli olduğu söylenebilir.
Bir salgının yavaşlamasının tek nedeni, doğru önlemlerin öyle veya böyle, şov ile veya sessizce, zorla veya ricayla alınması ve uygulanmasıdır. Ve o önlem yollarını, salgın bilim sayesinde gayet net bir şekilde bilmekteyiz: COVID-19 salgını için bu önlemler; sosyal mesafe, maske, hijyen, test, takip, izolasyondur.
Yani anlaşılması gereken şudur: Hangi ülkenin tepkisi favoriniz ise veya hangi ülkenin tepkisini yermek için yanıp tutuşuyorsanız, fanatizme aldanmadan önce nesnel bir kıyaslama yapmaya çalışmalısınız. Aksi takdirde ister istemez taraflı gazete haberlerini kaynak gösterip, hükümetlerin açıklamalarını cımbızlamak zorunda kalırsınız.
Her Ülke Bir Mücadele Kokteyli Uygulamaktadır!
Zaten yukarıdan da görebileceğiniz gibi, İsveç'in stratejisi de mutlak bir sürü bağışıklığı yöntemine dayanmamaktadır. Birçok ülke, çok sayıda farklı yöntemi, farklı seviye ve başarılarla uygulamaktadır. Her birinin demografisi ve ekonomi-politiği farklıdır. Bu nedenle iki ülkeyi salgın kontrolü konusunda kafa kafaya kıyaslamak çok zordur; benzer şekilde, X ülkesinin uyguladığını birebir Y ülkesinde uyguladığınızda aynı sonuçları almayı bekleyemezsiniz.
Bu nedenle bilim insanları, geçmiş bir salgında spesifik bir ülkenin tam olarak neler yaptığını anlatmak yerine, viral bulaş yöntemlerini tespit ederler ve bunu nasıl kesebileceklerini düşünürler. Sonrasında da bu bulaş yöntemlerini ve salgın dinamiklerini modelleyerek, gerçek verilerle kıyaslarlar. Dolayısıyla İsveç, Türkiye, İngiltere veya bir başka ülkenin tam olarak ne yaptığı, salgın bilim hakkında genel geçer bir yargıya varmak için yeterli değildir. Önemli olan, bir hastalığın nasıl bulaştığını anlamak ve bunu nasıl kesebileceğimizi tespit etmektir. Bu konuyla ilgili olarak aşağıdaki videomuzun 4. dakikasını izlemenizi tavsiye ederiz:
Sürü Bağışıklığı Gerçektir!
Aslında sürü bağışıklığı bilimsel bir terim olarak hatalı değildir; son derece bilimsel bir temele sahiptir. Ancak salgının erken evrelerinde sürü bağışıklığından söz etmenin, birbiriyle bağlantılı 3 temel hatası vardı:
- Aşıların olmadığı bir bağlamda sürü bağışıklığı kavramı anlamsızdır.
- Çünkü aşılar olmadan sürü bağışıklığına erişmeye kalkarsanız, %0.7 gibi bir ölüm oranına sahip bir hastalık bir gezegenden milyonlarca, belki on milyonlarca insanın silinmesine neden olur.
- Çok spesifik popülasyonları ve ülkeleri örnek alıp, salgın bilimin (epidemiyolojinin) temellerine sırt çevirirseniz, bu suça ortak olmuş olursunuz.
Bunu salgın başından beri tekrar tekrar, dilimiz döndüğünce söyledik:
- Öncelikle Şubat 2020'de, henüz kimse virüsü ciddiye almazken "Önümüzdeki 1.5 Yılda Muhtemelen Koronavirüse Yakalanacaksınız" öngörüsünü yayınladığımızda, sürü bağışıklığının çalışmayacağını, bunu uygularsak milyonlarca insanın gereksiz yere öleceğini söylemiştik.
- Sonrasında Mart 2020'de, sürü bağışıklığının ateşle danstan farkı olmadığı konusunda uyarmıştık.
- Sürü bağışıklığında ısrar eden ülkelerden gelen verilerden yola çıkarak, Nisan 2020'de kısa vadede sürü bağışıklığını unutmamız gerektiği konusunda halkımızı bilgilendirmiştik.
Ve bunları yaparken, şöyle demiştik:
"Saldım çayıra, mevlam kayıra", modern bir salgınla mücadele yöntemi değildir. Orta Çağ'da bile bu kadar gevşek bir yaklaşım bulamazsınız. Aşının olmadığı bağlamlarda, sürü bağışıklığından söz edilemez. Bu tür bir konuda ısrar edilirse, bu, kasten cinayet işlemekten farksızdır.
Sürü Bağışıklığı... Sıkın Dişinizi, Geliyor!
Bu söylediklerimizin hepsi, bilimsel gerçeklere ayak direyen ve dolayısıyla bu önermeleri yok yere sınayan tüm ülkelerde tek tek, bir kez daha doğrulandı. Şaşırtıcı olan bu değil. Bilimin çalıştığını (en azından bizler) zaten biliyorduk.
Ancak o dönemlerde haberler hep karaydı. Bilime kulak asmayanlar mı dersiniz, fabrika verimliliğindeki düşüşü insan hayatıyla ölçenler mi ararsınız, komplocular mı istersiniz, hayatında ilk defa duyduğu terminolojiyle bilim insanlarına bilim anlattığını sananlar mı dersiniz… Hepsi vardı. Hâlâ da varlar elbet; ancak bu defa rüzgârın yönünde tersine dönüş de var:
Bizler bu satırları yazarken, Dünya genelinde aşı konusunda gelişme üzerine gelişme yaşanıyor. ABD ve Kanada gibi ülkeler çoktan 1 değil, 2 ayrı mRNA aşısını onayladı, on milyonlarca dozu garanti altına aldılar ve ülkelerinde bu aşıları yaşlılar ve sağlık personeli gibi en yüksek risk altında olan gruplara uygulamaya başladılar. Henüz ülkelerdeki aşılama oranlarına yönelik veriler ham, yeterince organize değil ve kısıtlı; ancak daha aşıların ilk birkaç gününde gelen verilere göre, başta İsrail, ABD, İngiltere, Rusya ve Kanada olmak üzere Dünya’nın %0.04’ü, yani neredeyse 3 milyon insan aşılandı bile! Şöyle düşünün: Çin’deki ilk vakanın bildirilmesinden Dünya çapında 3 milyon vakaya ulaşmak için neredeyse 4 ay geçmişti! Daha birkaç günde bu kadar insanı aşıladık bile ve bu sadece hızlanacak.
Salgın başından beri söylediğimiz bir diğer şey de şuydu: "Aşılar çıksın, en çok biz sürü bağışıklığından söz edeceğiz, söz!" Şimdi, o sözü tutma vakti geldi. Ve bu iyi haber!
Sürü Bağışıklığı Nedir?
İnsanı hayvandan ayırmaya yönelik umutsuz çabanın dile yansıması olarak "toplum bağışıklığı" ismiyle de anılan "sürü bağışıklığı", bir türün popülasyonun yeterince büyük bir kısmında bir salgın etmenine (mesela SARS-CoV-2 virüsüne) karşı savunma tepkisini sağlayacak moleküllerin (antikorların) bulunması, dolayısıyla virüsü taşıyan kişilerin temasa geçtiği insanların ezici çoğunluğunun halihazırda bağışıklığa sahip bireyler olması, buna bağlı olarak da virüsün artık yayılabileceği bir oyun alanı bulamayarak evrimsel yok oluş yolağına girmesidir.
Bu dramatik tanımın karşılığı olan “sürü bağışıklığı oranı”, orijinal üreme sayısı 2-3 civarında olan SARS-CoV-2 gibi virüsler için %66 civarındadır. Daha önceki yazılarımızda da anlattığımız gibi, bu orana erişmek işin sonu değil, işin başıdır. O noktada, yani %66 civarında, artık salgın hızla yavaşlamaya başlar ve antikorlara sahip bireylerin oranı %90 civarına ulaştıktan sonra virüs, artık daha fazla yayılamayarak, nihayetinde yok olur (ya da popülasyondaki çok kısıtlı bir alt grup içerisinde yayıldığı için artık “salgın”, en azından “pandemi” demek mümkün olmaz). Bu da pandeminin sonu demektir.
Aşılar sayesinde, hastalığa yakalanmaksızın bağışıklık kazanan kişilerin sayısı da hızla artacaktır. Yani hastalığa yakalandığı tespit edilen her 100 kişiden 2-3'ü ölmeksizin, 10'u hastalığı atlatmasına rağmen uzun dönem COVID yan etkilerini göstermeye devam etmeksizin bu hastalığa direnç kazanacağız. Bunu yeterince hızlı ve yaygın bir şekilde yapabilirsek, bu salgını bitirmemiz mümkün olacaktır. Yani "Şimdi SARS düşünsün." diyebiliriz ve bunu diyebilmemizi mümkün kılan tek şey bilim!
Virüs Evrimleşirse?
Burada SARS’ın "yapabileceği" tek şey, farklı bir yöne doğru evrimleşmektir. Bu cümle çok yanıltıcı; çünkü insandan virüse, ağaçtan ayıya kadar hiçbir organizma “isteyerek” evrimleşmez. Evrim, rastgele ortaya çıkan çeşitliliğin, içinde bulunulan çevre şartlarına göre rastgele olmayan bir şekilde seçilmesiyle, istek ve arzulardan bağımsız bir şekilde yaşanır. Virüs (ve genetik materyali olan diğer tüm varlıklar) durmaksızın mutasyon geçirir, bunlardan zararlı olan mutasyonlar elenir, faydalı etkiye sahip olanlarsa “kayırılır” ve çoğalır, böylece popülasyon içindeki gen kombinasyonları değişmeye başlar. Bu yeterince uzun süre devam ederse, ulaştığımız torun türler, evrimleştikleri atalarından o kadar farklı özelliklere sahip olurlar ki, onları ayrı türler olarak bile kategorize etmek zorunda kalabiliriz. Örneğin SARS-CoV-2 virüsü, diğer virüslere göre çok daha yakın kuzeni olan ve 2003’teki salgına neden olan SARS-CoV’dan o kadar farklı ki, ayrı bir tür olarak görüyoruz. Türler arası birikimli değişim, daha uzun vadede cinsler, aileler, takımlar, sınıflar, şubeler ve hatta alemler düzeyinde yeni canlıların oluşmasına neden olur.
Virüs için bu evrim, iki şekilde yaşanabilir: Ya SARS-CoV-2 bize ilk bulaştığı rezervuar gibi bir hayvan türü içerisinde farklılaşmaya devam eder ve ileri bir tarihte insana (mesela SARS-CoV-3 olarak veya bambaşka bir tür olarak) tekrar atlar ya da insan popülasyonu içerisinde değişmeye devam eder. İkincisi daha zordur, çünkü biz bulaş yollarını kapadıkça, virüsün de yeni bulaştığı bireylerin özgün savunma sistemlerine maruz kalarak bu farklı ortama adapte olacak biçimde değişmesi zorlaşacaktır. Bu da virüsün evrimleşme hızını azaltacaktır. Aşılar bu nedenle önemlidir.
Aşılarla ilgili umudun yüksek olmasının iki diğer nedeni daha var: Birincisi, koronavirüsler genel olarak çok yavaş evrimleşen virüslerdir. Evrimleşme hızlarını grip virüsleri (influenza) gibi değil, daha ziyade çiçek hastalığı gibi düşünebilirsiniz. Dolayısıyla tıpkı çiçek hastalığında olduğu gibi, bu virüsün de kökünü kazımamız mümkün olabilir. İkincisi, özellikle de mRNA aşı platformları aşırı adaptif teknolojilerdir. Yani evrimi bu kadar yakından takip edilen bir virüs, beklenmedik bir yönde değişecek olsa bile aşılarımızı çok hızlı bir şekilde adapte edip, hemen tepki gösterebiliriz. Virüsün RNA’sı ne kadar hızlı değişirse, biz de o kadar hızlı bir şekilde aşılarımızı değiştirerek cevap üretebiliriz. Tabii bu aşıların dağıtımı ve uygulanması da üretilmesi kadar önemli; ancak onu başarabileceğimize inanıyoruz.
Bu ikinci konu özelinde, virüsün sezonluk olma ihtimali halen mevcuttur. Her biri çok düşük ihtimaller olsa da:
- eğer virüsün oyun alanını tamamen yok edecek oranlarda aşılama yapamazsak,
- aşılar beklediğimiz düzeyde koruyuculuk sağlamazsa veya
- virüsün evrim hızı her ne sebeple olursa olsun artacak olursa, her yıl ya da belirli aralıklarla aşı olmamız gerekebilir.
Bu, 1-2 defa aşı olup işi bitirmek kadar da kolay olmayacaktır elbette ama, şu anki rahatsızlığın ve riskin yanında bu olasılığın vereceği rahatsızlık da bir hiç olacaktır.
Mutasyonlar İşi Bozar mı?
Yeri gelmişken hatırlatalım: Şu ana kadar tespit edilen D614G veya N501Y gibi riskli mutasyonların hiçbirinin, aşıların etkinliğini anlamlı derecede azaltacak bir nitelikte olmadığı öngörülmektedir. Çünkü aşılar, bu mutasyonların hedefindeki mızrak proteinlerinin (İng: "spike" protein) bütününü hedef almamaktadır. Bu proteinlerin birçok alt birimi vardır ve bu birimleri kodlayan kısımların birçoğu, mRNA aşıları içerisinde yer almaktadır; savunma sistemimiz de bu parçaların her birine bağışıklık kazanmaktadır.
Dolayısıyla tekil bir mutasyon, bu parçalardan birisini biraz değiştirse bile, vücudumuz henüz değişmemiş kısımlara bağışıklık kazandığı için yine de aşılar sayesinde hastalığa direnç kazanabilirdik. Ama unutmayın ki bu değişimler yeterince birikirse, elbette aşıların işlevinin anlamlı derecede azalması mümkündür. Bu nedenle bu virüse ne kadar hızlı ve güçlü bir yumruk atarsak, o kadar iyi olur. Tıpkı virüsün salgın başında bize attığı, ani ve beklenmedik tokat gibi… O yazımızı hatırladınız mı?
Üstelik mRNA aşıları kitlesel olarak da beklediğimiz sonuçları verecek olursa, kim bilir, belki griple bile daha etkili bir şekilde mücadele ederek, bugüne kadar hükmedemediğimiz diğer virüsleri bile kontrol altına almayı başarabiliriz.
Sonuç
Yeni bir bilimsel teknolojinin ortaya çıkmasıyla açılan kapıların bizi götürebileceği yerler sınırsızdır. Nereye gittiğini bilmediğimiz bu karanlık odalarda, önümüzü aydınlatacak tek ışıksa bilimdir. Umuyoruz ki insanlık, bu salgından alınması gereken en önemli dersleri alıyordur ve salgından sonra da uygulamaya devam edecektir.
Eğer yeterince açık değilse, o derslerin en önemli üçünün bilimin önemini anlamak (ve bunu yaparken fanatizme kapılmamak), bilimsel araştırmalara daha "aciliyet doğmadan" fon ayırmak ve destek olmak ve bilimi halka ulaştırmak olduğunun altını önemle çizmek istiyoruz.
Tünelin sonunda ışık var. Ters yola sapmadan, bilimin ışığında, çıkışa doğru yürümeliyiz.
Başaracağız.
Gelecek aylarda, daha fazla sayıda sürü bağışıklığından bahseden yazıda buluşmak ümidiyle...
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 5
- 4
- 3
- 2
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ T. Cowen. What Does This Economist Think Of Epidemiologists? - Marginal Revolution. (12 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2020. Alındığı Yer: Marginal Revolution | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b H. Ellyatt. No Lockdown Here: Sweden Defends Its More Relaxed Coronavirus Strategy. (30 Mart 2020). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2020. Alındığı Yer: CNBC | Arşiv Bağlantısı
- ^ T. Erdbrink, et al. Sweden Faces Coronavirus Without Lockdown. (28 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2020. Alındığı Yer: The New York Times | Arşiv Bağlantısı
- ^ Reuters. Sweden's King Says 'We Have Failed' Over Covid-19, As Deaths Mount. (18 Aralık 2020). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2020. Alındığı Yer: NBC News | Arşiv Bağlantısı
- ^ E. Mathieu. Why Do Covid-19 Deaths In Sweden Always Appear To Decrease In The Last 10 Days?. (13 Kasım 2020). Alındığı Tarih: 29 Aralık 2020. Alındığı Yer: Our World in Data | Arşiv Bağlantısı
- ^ oxcgrt. Oxcgrt/Covid-Policy-Tracker. Alındığı Tarih: 29 Aralık 2020. Alındığı Yer: GitHub | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 13:43:10 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/9812
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.