Uzaylıların Bizi Ziyaret Etmesi Neden Olası Değil?
Uzaylıların Dünya'yı ziyaret ettiğiyle ilgili bol miktarda sahte haberi medyada bulmak mümkün. İnsanlar, hayal güçleri dolayısıyla kendilerinden başka ve üstün bir varlığın bizi ziyaret ettiğine inanmak istiyorlar. Bunun için imkanlarının sınırlarını zorlayarak uydurma kanıtlar bile yaratıyorlar veya tamamen alakasız açıklamaları olan verileri uzaylılar lehine çarpıtıyorlar. Bu konuda kapsamlı bir yazıyı burada yazmıştık; bu nedenle detaylarına tekrar girmeyeceğiz.
Bu yazıda her türlü komplo teorisi ve yalanı bir kenara bırakıp, bizden çok daha gelişmiş bir medeniyetin bize ulaşmak için ne tarz bariz problemlerin üstesinden gelmesi gerektiğine bir bakış atacağız. Böylece medyada dolaşan iddialar bir yana, uzaylılar varsa bile (ki var olmamaları için herhangi bir neden yok), Dünya'yı ziyaret etmelerinin neden pek olası olmadığını göstermeye çalışacağız.
Mesafe Problemi
İlk olarak en bariz problemle başlayalım: Mesafe ve hız problemi.
Güneş Sistemi dahilinde olmayan en yakın gezegen, Dünya'dan yaklaşık 4.4 ışık yılı (41.630.000.000.000 kilometre) uzaklıktaki Alpha Centauri B'nin etrafında dönen gezegenlerdir. Yani bu gök cisimlerinde yaşam olsa, o yaşam zeki olsa, o zeki yaşam yıldızlararası seyahat yapabilecek olsa, o yıldızlararası seyahati ışık hızında yapabilecek olsa bile buraya ulaşmak için 4 yıldan uzun bir süre ışık hızında yol kat etmeleri gerekir. Eğer ışık hızının yarısı hızda gidebiliyorlarsa, buraya gelmeleri için 8 yıldan uzun bir yolculuk yapmaları gerekecektir.
Kıyas olması bakımından, insanlığın ürettiği en hızlı uzay aracı olan Juno, saatte 265.000 kilometre hızla gidebilmektedir. Bu, ışık hızının bırakın %50'sini, sadece ve sadece %0.0245'i kadar hızlıdır. Yani bu tarz bir araç kullanarak aradaki mesafeyi kat etmek için neredeyse 18.000 yıl boyunca yolculuk yapmaları gerekirdi.
Kaldı ki, söz konusu uzaylı yaşamın bize en yakın yıldızın etrafında olması için bir sebep yoktur. Örneğin, 93 milyar ışık yılı genişlikteki Gözlenebilir Evren'in herhangi bir köşesinde bulunuyor olabilirler; hatta Gözlenebilir Evren'in ötesinde bile bulunuyor olabilirler!
Diyelim ki, 4.367 ışık yılı uzakta değil de, 1000 ışık yılı uzaktaki bir yıldızın etrafında yaşam var ve bu, bize en yakın yaşam. Işık hızında bize doğru gelecek olsalar, 1000 yıl boyunca seyahat etmeleri gerekirdi! Eğer ki onların teknolojisi de bizimkine benzerse (ya da biz onların gezegenine gitmek isteyecek olsaydık) Juno gibi ufak bir araca ihtiyacımız olan her şeyi sığdırdığımızı ve onunla aynı hızda gidebileceğimizi varsaysak bile (ki bu imkansızdır), oraya ulaşmamız 4 milyon yıl sürerdi.
Yani uzay aracının içindeki kişiler 18.000 yıl veya 4 milyon yıl yaşlanmış olacaklardı. 4 milyon yıl önce Homo cinsinin bile henüz evrimleşmediğini düşünecek olursanız, bu sürenin ne kadar uçuk olduğunu fark edebilirsiniz. Kaldı ki 1000 ışık yılı Evren için ufacık bir mesafedir! Uzaylıların kat etmesi gereken mesafe yüz milyonlarca ışık yılı olabilir!
Zaman Problemi
Mesafeler sadece bir problemdir. Daha da büyük bir sorun, ışık hızı altındaki her türlü yolculukta zamanın astronotlar için de geçmeye devam edecek olması. Sonuçta kütleye sahip herhangi bir cismin ışık hızına ulaşması imkansızdır; çünkü bu hıza ulaşmak için sonsuz enerji gerekirdi ve Evren'deki toplam enerjinin sonlu olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla ışık hızı altında bir hıza mahkumuz ve bu da, yaşlanmayan astronotların en azından fiziksel yollarını kapatıyor. Tabii ki krayojenik teknolojilerle yaşlanmayı biyolojik olarak durdurmak veya yavaşlatmak mümkün olabilir; ancak bunu henüz biz çok hücreli canlılarda başaramıyoruz ve başarılsa bile yolculuğun uzun ve zorlu olacağı gerçeğini değiştirmiyor.
Işık hızında olmasa bile ona yakın hızlarda yolculuk edebilecek olsalardı, seyahat eden kişi için zamanın durma noktasına gelirdi. Dolayısıyla yolculuğu yapan kişiler (veya her neyseler onlar) yaşlanmayacaktı (tabii eğer aksi durumda yaşlanıyorlarsa). Fakat bu tarz görevlerin başarılabilmesi için gerekli olan, belirli bir gezegende bulunan araştırma ve uzay merkezlerinde zaman halen aynı şekilde geçiyor olacaktır. Dolayısıyla bu tarz görevlerin tek bir merkezden yürütülmesi imkansız olurdu; sadece birkaç on yılda bile teknolojinin ne kadar değiştiğini düşünecek olursanız. Bu görevlerin gezegenden gezegene, sistemden sisteme, galaksiden galaksiye sıçrayarak yapılması gerekirdi. Böyle bir durumda da bu tarz bir medeniyetin etrafa yayacağı sinyaller çok bariz bir şekilde algılanabilir olurdu; çünkü intergalaktik bir medeniyet inşa etmeleri gerekirdi. Şu ana kadar teleskoplarımız veya Dünya'daki diğer sensörlerimiz bu kadar büyük bir medeniyete dair hiçbir iz tespit edebilmiş değil; ancak tabii ki doğru yere, doğru şekilde bakmıyor olabiliriz.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
İletişim Problemleri
Dahası, bu kadar uzak mesafelerde yapılacak yolculuklarda, merkez ile uzay gemisi arasında iletişim kurmak da imkansız olurdu; çünkü iletişim araçlarımızın kullandığı elektromanyetik dalgalar ışık hızını geçememektedir. Yani bu tarz bir görev büyük oranda tek yönlü ve tek başınıza üstesinden geleceğiniz bir görev olurdu. Bu teorik olarak yapılabilir; ancak bu tarz bir görevi üstlenebilecek bir medeniyetin evrimleşmiş olması, evrimleştiyse de bizden gizlenmesi pek makul değildir. Hele ki insan gibi zeki bir türün Mars kadar yakın bir gezegene gitmek önündeki en büyük engellerinden birinin, astronotların psikolojisinin, aylarca ufacık bir kapsülde bir başka insanla bir arada kalmayı kaldırıp kaldıramayacağından emin olmamamız olduğunu düşünecek olursanız...
Algı Kapasitesi Problemi
Hoş, bu tarz bir teknolojiyi geliştirmiş bir medeniyetle karşılaşacak olsak, onların ne olduğunu anlamayabilirdik bile! Sonuçta bir karınca, hatta bir şempanze bile kendilerinden çok daha gelişmiş bir zekaya sahip insanların "ne" olduğunu anlayabiliyor mu? Muhtemelen hayır. Bizden çok daha ileri bir medeniyeti gördüğümüzde bile, gördüğümüz şeyin ne olduğunu anlayamama ihtimalimiz bulunuyor. Bunu Neil deGrasse Tyson'ın şu anlatımı üzerinden anlamaya çalışın:
Hadi biz insanları eşsiz kılan bir zeka tanımı yapalım. Diyelim ki zeka; şiir, senfoni, sanat, matematik, bilim, vs. üretebilmek olsun. Bir anlığına diyelim ki zekanın tanımı bu.
Şempanzeler bunun hiçbirini yapamaz. Ama onlarla genlerimizin %98.7’si birebir aynıdır. Yeryüzündeki en zeki şempanze, az çok işaret dili kullanabilmektedir. Ufak insan bebekleri bile bunu yapabilir! Bebekler! İşte beni derinden endişelendiren şudur:
İnsanlar olarak sahip olduğumuz her şey, bizi şempanzelerden ayıran her şey, DNA’mızdaki o %1’lik farktan kaynaklanmaktadır. Belki de Hubble teleskobunu yapmak ile iki parmağı birleştirerek işaret dili konuşmak arasındaki fark o kadar da büyük değildir. Sadece kendimize bu farkın büyük olduğunu söyleyip dururuz. Tıpkı bazı kitaplara “beyin yamışması” demek yerine “optik illüzyon” demeyi tercih etmemiz gibi. Halbuki fark belki de o kadar büyük değildir. Nereden bileceğiz?
Bir diğer gezegenden gelen ve bizden %1 farklı DNA’ya sahip bir uzaylı düşünün. Bizim şempanzelerden %1 farklı olduğumuz yönde, onlar da bizden %1 farklı. Şempanzelerle %1 fark bize Hubble Teleskobu’nu yaptırabiliyor, ona %1 daha ekleyin. Onlara nazaran biz ne olurduk? Onlar karşısında bizler, ağzından salya akan aptallardan fazlası olmazdık. Düşünsenize, onların primat uzmanlarından birinin önüne Stephen Hawking’i getirirlerdi ve diyecekleri şu olurdu: “Aman da aman şuna bir bakın, ezberden astrofizik falan yapabiliyor. Ne de şeker! Bizim ufak Johnnie de bunları yapabiliyor.”
Tüm Reklamları Kapat
Dünya'nın Önemsizliği Problemi
Daha da büyük bir problem var: Dışarıdan bakıldığında Dünya'nın yaşama elverişli olduğunu anlamayı mümkün kılacak, dikkate değer hiçbir özelliğimiz bulunmuyor. Ay'dan çekilen fotoğraflarda bile Dünya'da yaşamın olduğunu düşündürecek herhangi bir ize rastlamıyoruz, kaldı ki milyarlarca kilometre öteden görmek mümkün olsun! Aynı şey, Güneş Sistemi ve Samanyolu Galaksisi için de geçerli.
Dolayısıyla bir medeniyet ışık hızına yakın hızlarda seyahat etmeyi imkansız kılan fizik yasalarının üstesinden gelebilecek olsaydı bile, bu yaşamın spesifik olarak bize ulaşma ihtimali istatistiki olarak aşırı düşüktür. Dünya'dan yayılan radyo dalgaları bile henüz sadece birkaç yüz ışık yılı uzağa ulaşabilmişken, 93 milyar ışık yılı genişlikteki uçsuz bucaksız Evren içerisinde bizi nasıl tespit edecekler? Nasıl doğru yönde yol kat edip, binlerce ve hatta milyonlarca yıl sürebilecek bir seyahati başaracak ve bize ulaşacaklar?
Potansiyel Çözümler... Veya Çözümsüzlükler
İşte tam olarak bu nedenle uzay yolculukları için bilim kurgudan fırlama solucan deliklerine, büküm sürüşüne ihtiyacımız var. Bunlar belki uzay seyahatlerini hızlandırabilir; ancak bu tarz gök cisimlerinin var olduklarına dair doğrudan hiçbir kanıtımız yok; henüz büküm sürüşünü başarabilecek hiçbir teknolojimiz de bulunmuyor.
Ama Ya Onların Teknolojisi Über-Süper-Müthiş Ötesi İse?
Bu konuda "bilmek değil, inanmak isteyen" kişilerin genellikle ileri sürdükleri argüman, uzaylıların bizden çok, çok ama çok daha üstün bir teknolojiye sahip olabileceği, dolayısıyla bu zorlukların hepsinin üstesinden gelebilecekleri, bizim bilgilerimizin aşırı kısıtlı olduğu, dolayısıyla uzaylı teknolojisi ve becerisini kestirmemizin mümkün olmayacağı yönündedir.
Bu doğru. Belki muazzam, akıl almaz, şu anda hayal bile edemeyeceğimiz bir teknoloji ile uzaylılar bu sorunların üstesinden gelebiliyorlardır. Ancak bunu yapabildiklerini düşünmemize neden olacak hiçbir gözlemsel veya bilimsel veri bulunmuyor. Çıkarımsal yöntemlerle bunu yapabileceklerini düşünmek olası; sonuçta bizim teknolojimiz de şempanze ya da karıncalara akıl almaz ve anlaşılmaz geliyordur. Ancak şempanzeler bizi görüyorlar, deneyimliyorlar, varlığımıza dair kanıtları var. Bizim ise uzaylılara dair hiçbir kanıtımız (henüz) bulunmuyor.
İkincisi, uzaylı teknolojisinin ileriliğinden söz edenlerin atladığı bir nokta, pratik/teknolojik yetersizlikler ile teorik limitler arasındaki farkı gözden kaçırmak oluyor. Teorik limitler ne olursa olsun güçlü teknolojilerle aşılabileceğine yönelik yaygın bir sanrı bulunuyor. Bu doğru değil. Örneğin ışık hızının evrensel hız sabiti olduğu gerçeğini biliyorsak, bunu "üstün teknoloji" ile aşamayacağımızı anlamamız gerekiyor. Uçaklarımız ne kadar gelişirse gelişsin, ister 150 Mach hıza erişebilir olsunlar, ister suda ve yolda da gidebilir olsunlar, ister süper-akıllı yapay zekalarla donatılmış olsunlar, her biri kütleçekimine boyun eğmek zorundadır. Doğa yasaları ve teorik limitler, teknolojik gelişmeler ile egale edilemezler. Onları doğru şekillerde kullanmanın, etkilerinden faydalanmanın yolları olabilir. Örneğin kütleçekimine rağmen uçmayı başardık; ancak uçabiliyor olmamız kütleçekimini ve limitasyonlarını ortadan kaldırmadı; bozulan uçaklarımız halen çakılıyor, kanat ve gövde tasarımlarımız halen temel kütleçekim yasalarıyla sınırlı ve daha nicesi... Şunu iyi anlamak gerekiyor: Pratik/teknolojik sınırlar daha üstün teknolojilerle aşılabilir; teorik limitler ise pratik becerinin erişebileceği son noktadır. Bir diğer deyişle, pratik ürünler ve teknoloji ile teorik limitleri aşamazsınız. Hiçbir makinanın "sonsuz enerji" üretememesi bundandır. Ne tasarım yaparsanız yapın, termodinamiğin birinci yasası olan enerji korunum yasasını ihlâl edemezsiniz.
Bu noktada ileri sürülebilecek bir argüman, teorik bilgilerimizin yetersiz veya hatalı olması, dolayısıyla bu sınırları yanlış tespit etmiş olmamız olabilir. Yani aslında ışık hızı belki de aşılabilirdir? Sonuçta Newton da yanılmıştı ama yüzlerce yıl doğru varsaymıştık, belki Einstein da yanılıyor?
Burada iki sorun baş gösteriyor: Birincisi Newton'un yanılması gibi konuları doğru anlamak gerekiyor. Newton'un hataya düşme nedeni, günümüzde sahip olduğumuz ölçüm araçlarına sahip olmaksızın, sadece duyularını kullanarak bir fiziksel hareket modeli geliştirmiş olmasıdır. Newton teknik olarak hatalı değildir; daha ziyade "isabetlilik oranı düşüktür". Çünkü günümüzdeki arabalar, uçaklar, gemiler, binalar, köprüler vb. araçların hepsi halen Newton tarafından geliştirilen fiziksel modellerle inşa edilmektedir! Einstein'ın teorisini bu tarz araçları üretirken neredeyse hiç kullanmayız! Çünkü Newton fiziği çalışır; sadece Evren'in tüm limitlerini doğru tespit edemez ve sınır noktalarda (örneğin aşırı hızlı hareket eden cisimlerde) hata payları kabul edilebilirin ötesinde büyüktür. Dahası, Einstein da günümüzdeki ölçüm araçlarından yoksun olarak, tamamen teorik bilgilerine ve dönemin pratik bulgularına dayanarak modeller geliştirmiştir. Onu büyük kılan, bu teorik öngörülerin pratik yöntemlerle doğrulanmasıdır. Yani Newton-Einstein düzleminde değişen bilim, Newton'u yanlışlamaktan ziyade, Newton'un daha sınırsız olarak ölçtüğü sınırların çok daha kısıtlı olduğunu göstermiştir. Bu yazımızın konusu dahilinde, "uzaylıların bizi ziyaret etme yollarını daraltmıştır"! Yani bilimin değişmesi önceyi yanlışlamak yoluyla değil, Evren'in nasıl çalıştığına dair kavrayışımızı netleştirmek yoluyla olmuştur. Bilimin zaman içinde nasıl değiştiğine yönelik daha kapsamlı bir yazımızı buradan okuyabilirsiniz.
İkincisi ise bilimin ve bilmenin sınırlarından çıkarak inancın sınırlarına giriyor olmak. Çünkü teorik sınırları yanlış tespit ettiğimizi düşündürecek herhangi bir verimiz bulunmuyor. Bu durumda "Gelecekte daha da yeni teoriler geliştirip bu sınırları değiştireceğiz." tarzı bir argüman, cehalete başvurma safsatası (veya kısaca cehalet safsatası) denen bir mantık hatasına düşmek oluyor. Şu anki olası cehaletimiz, dilediğimiz şeye inanıp, onu gerçekmiş gibi analiz edebileceğimiz anlamına gelmiyor. Elimizdeki sonuçların neden hatalı olduğunu gösterecek veriler toplamak gerekiyor ve bunu bugüne kadar başarabilen olmadı.
Cehalet Safsatası
Konuyu netleştirmek adına, Cehalet Safsatası'nı biraz daha detaylandırmakta fayda var.
"Cehalet safsatası", birçok bilimsel tartışmanın altını oyan ve sayısız karmakarışık felsefenin temelinde yer alması bakımından o fikir zincirlerini otomatik olarak çürüten, çok tehlikeli bir mantık hatasıdır. Genel haliyle cehalet safsatası, henüz aksi ispatlanmamış bir şeyin doğru olduğunu kabul etme yanılgısıdır. Örneğin tek boynuzlu görünmez kanatlı atların yokluğunun henüz ispatlanmamış olmasından ötürü, var olabileceklerini iddia etmek, cehalet safsatasıdır.
Bu tür uç örnekler haricinde, günlük yaşantımızda da çok sıklıkla karşımıza çıkar. Örneğin, birçok tartışmada, bir şeyin ya doğru, ya da yanlış olması gerektiği iddiasında bulunulur. Halbuki açıklanmaya çalışılan sistemler her zaman birbirini dışlayacak şekilde doğru veya yanlış olmak zorunda değildir. İkisi arasında başka bir açıklama da bulunabilir; hatta bazı felsefeler açısından ele alınacak olursa, bilinmeyecek bir şey bile olabilir! Bu açıdan cehalet safsatası, aynı zamanda bir çeşit "hatalı ikilem safsatası" olarak da düşünülebilir. Bir şeyin ya öyle, ya böyle olması gerektiğini ileri sürer ve başka hiçbir olasılık yokmuş gibi davranır.
Bu tür bir safsataya dayanan iddiaların daha büyük bir hatası da, bilimin (ve felsefelerin çoğunun) kalbinde yatan ispat yükünü hiçe saymasıdır. Bilimsel yöntemlerle ispatlanmadan ileri sürülen bir iddianın karşıtları, o iddianın geçersizliğini ispatlamakla yükümlü değildirler. Bilimde, eğer ki bir iddianın sahibiyseniz, onu ispatlamak zorundasınızdır. Bu ispatın yolu, bilimsel yöntemlerle belirlenmiştir. Eğer ki bunu başaramıyorsanız, iddialarınızda tamamen iyi niyetli olsanız bile, bunları geçerli varsayamazsınız.
Uzaylı mevzusu, bunun en yaygın örneklerinden birisidir. Bugüne kadar uçan daire ve diğer çok çeşitli şekillerdeki uçan gemilerle Dünya'yı ziyaret ederek gidişata herhangi bir şekilde müdahale edebilen Dünya dışı canlıların varlığı hiçbir şekilde ispatlanmamıştır; ispat olarak ileri sürülen her unsur ya çürütülmüştür ya da çürütülemeyecek (ve iddiayı destekleyemeyecek) kadar düşük kalitededir. Dolayısıyla uzaylıların var olduğunun ispatı yapılmamıştır.
Bu, uzaylılar yok mu demektir? Elbette hayır, var olabilirler. Hatta bilimsel perspektiften bakacak olursak, muhtemelen Evren'in içi henüz keşfetmediğimiz yaşam formlarıyla kaynıyor olmalıdır. Ancak şu anda bırakın uçan gemilerle bize seyahat edenleri, bakteriler düzeyinde canlılığa bile rastlamadık. Buna karşılık, henüz pek uzağı aradığımız da söylenemez, daha yolun çok başındayız. Unutmayınız ki uzayda yaşam iddiası ile, Dünya'ya gelerek insanlara yardım eden, onları kaçıran, onlara yol gösteren ve benzeri ezoterik iddiaların hiçbir alakası yoktur.
Sonuç
Tüm bu nedenlerle uzaylıların bizleri ziyaret ettiğini düşünmek için de hiçbir güvenilir, bilimsel olarak test edilebilir, dolayısıyla işe yarar sebebimiz bulunmuyor.
Öte yandan uzaylılar varsa onlarla iletişim kurma çabaları devam ediyor! Eğer NASA'nın uzaylıların görmesini istediği 115 fotoğrafla ilgili içeriğimizi okumak isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 48
- 18
- 14
- 8
- 8
- 3
- 3
- 3
- 2
- 2
- 1
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/12/2024 17:49:22 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/4844
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.