Sosyal Kimlik Teorisi Nedir? İnsanın Kabileci (Tribalist) ve Ayrımcı Kökenlerine Yönelik Neler Söyler?
Sosyal kimlik, bir bireyin ait olduğunu hissettiği gruplara bağlı olarak, yani grup aidiyetinden yola çıkarak kendine yönelik geliştirdiği kavrayışın bir parçasıdır.[1] Toplumsal bir şekilde yaşayan insanlar, çok farklı şekillerde gruplara ve alt gruplara ayrılırlar. Bu gruplar arasındaki karmaşık ve dinamik etkileşimler, 1970'lerde ve 80'lerde Henri Tajfel ve John Turner tarafından geliştirilen ve Sosyal Psikoloji sahasının altında yer alan Sosyal Kimlik Teorisi kapsamında incelenir.[2], [3]
Kategorik Düşünme ve Süreğenlik
İnsanlar, kategorik düşünmeye meyilli canlılardır. Toplumda "basmakalıp" veya "stereotip" olarak adlandırılan kalıplar da bunun bir ürünüdür. Sosyal kimlik de bu kategorik düşünmenin bir sonucudur.
Bunu anlayabilmek için, kategorik düşünmenin yarattığı bazı diğer problemleri düşünebilirsiniz: Bilim nerede biter? Sahtebilim nerede başlar? Mesela çeşitli maddeleri birbiriyle karıştırarak kurşunu altına çevirmeye çalışan simya neden bir "sahtebilim" olarak görülüyor da, ondan doğan "kimya" bir bilim olarak görülüyor?
Bu, felsefenin en büyük uğraş ve problemlerinden biri olan Demarkasyon Problemi'ne işaret etmektedir; ancak burada bunun detaylarına çok fazla girmeyeceğiz. Birçok bilim insanı ve bilim okuru içinse bu soruya cevap vermek zor değildir: Simya veya astroloji gibi sahtebilimler, bilimin metodolojisini takip etmedikleri, buna ayak diredikleri ve ne zaman bilimin metotları ile sınansalar sonucun hep hüsran olduğunu gördüğümüz için bunlara "sahtebilim" diyoruz dedik. Bu, tüm filozoflar tarafından kabul görmeyecektir; ama makul sayılabilecek bir kategorizasyon denebilir.
Peki, bir diğer örneği ele alalım: Siz ne zaman "çocuk"tunuz, ne zaman "yetişkin" oldunuz? 18 yaşında mı? Neden? Vücudunuzda tam da 18. yaş gününüzde ne oldu ki artık "genç" olarak değil de "yetişkin" olarak sınıflandırılmaya başlandınız? Hiçbir şey... Bu örnekleri sayısız olarak artırmak mümkündür: Daha önceki yazılarımızda "ilk insan", "ilk kedi", "ilk çam ağacı" ve hatta "ilk canlı" gibi "ilklerin" neden bilimsel olarak geçersiz olduğunu anlatmıştık. Aşağıda konu ile ilgili bir videomuzu izleyebilirsiniz:
Evren'de neredeyse hiçbir şey kusursuz bir şekilde kategorilendirilmiş değildir, hemen her şey süreğen bir yapıdadır. Ama beynimiz bu süreğenliği kabullenmekte zorluk çekmektedir. İllâ bir şeyleri bir kategoriye yerleştirme ihtiyacı hissederiz. Örneğin biyolojide, "tür" dediğimiz şey çok net tanımlansın, her türün sınırı belli olsun ve bir canlıya baktığımız anda çat diye onu bir kategoriye yerleştirebilelim istiyoruz. Bir insana bakabilelim ve çat diye onu "iyi" veya "kötü" kategorilerinden birine koyabilelim istiyoruz. Bir millete veya bir ülkeye bakalım ve çat diye onu "dost" veya "düşman" kategorisine koyabilelim istiyoruz. Hayatlarımız, bize karmakarışık şekillerde gelen bilgileri, özenle düzenlenmiş kategori kutularına yerleştirmekle geçmektedir. Buna bağlı olarak siyah ve beyazlarımız giderek netleşmektedir; griler ise ya artık hiç kalmamıştır ya da giderek azalmaktadır.
Neden? Çünkü beyin dediğiniz şeyin olayı budur. Beyin, bir veri işleme makinasıdır. Belirsiz bir şekli gördüğünüzde, beyniniz sadece 20 milisaniye içinde onu bir yüz olarak ayırt edebilmektedir; o şey, bir yüz olmasa bile! Buna pareidolia diyoruz ve bulutlarda tavşanlar görmemizin, domateste veya inekte kutsal işaretler gördüğümüzü sanmanızın nedeni budur. Beyin, anlamsız bir veriyi anlamlandırıp, kategorilendirip, bir sonraki işe geçmektedir. Çünkü çalıların arkasında gördüğünüz belli belirsiz yüzün bir "aslan yüzü" olduğunu yeterince hızlı fark etmezseniz... Çok geç. Öldünüz. Dolayısıyla o ihtimali görmezden gelmek yerine, o belirsizliği "aslan" olarak kategorilendirmek, atalarımız için her zaman daha avantajlıydı.
Ta ki medeniyetler inşa edip, kendimizi doğadan soyutlayıp, uğraşlarımızı baştan yaratana kadar. Artık çalılar arkasında bizi bekleyen aslanlar yok; ama dürtülerimiz kaybolmadı: Belirsizlik altında, halen birbirimizi "düşman" olarak kategorilendiriveriyoruz.
İnsanın sosyal bilişi de işte bu kategorizasyona dayalıdır: Benzer olan uyaranları benzerliklerine göre, zıt olan uyaranları farklılıklarına göre sınıflandırırız.[4] Hayvanlar ve bitkileri benzerliklerine göre sınıflandırdığımız gibi, insanları da cinsiyet, ulus, etkik köken ve benzeri özelliklerine göre sınıflandırmaktayız. Bu sayede, yeni bir uyaranla (yeni bir "birey" ile karşılaştığımızda, onu bilişsel anlamda sıfırdan işlemek zorunda kalmayız. Daha önceden karşılaştığımız uyaranlara bağlı olarak zihnimizde yarattığımız kategorilerden birine yerleştiririz ve o bireyin de o kategorideki/gruptaki kişilerle aynı niteliklere sahip olduğunu varsayarız.[5] Bu açıdan sosyal kategorizasyon hem faydalı ve gereklidir, hem de insanlar ve insan grupları arasındaki ilişkiler üzerinde doğrudan etkisi olan, tehlikeli olma potansiyeline sahip, anlaşılması gereken bir olgudur.
Sosyal Kimlik Teorisi: İç Gruplar ve Dış Gruplar
Sosyal Kimlik Teorisi'ne göre insanlar, anlamdan bağımsız olarak "Biz" ve "Onlar" kategorilerinde düşünmeye meyillidirler; yani insanların gruplaşması için, söz konusu grupların anlamlı olması gerekmemektedir.[6], [7], [8]
Bir bireyin "Biz" olarak gördüklerine "iç grup" denmektedir. İnsanlar, genellikle iç gruplarını yüceltmeye meyillidirler; çünkü iç grubu, kendilerinin bir uzantısı olarak görürler. Sonuçta birçok insan kendilerini "iyi" veya "ahlaklı" gibi pozitif şekillerde değerlendirmeye yatkındırlar; kimse kendini "kötü" veya "ahlaksız" gibi negatif niteliklerle tanımlamaktan hoşlanmaz. Buna pozitif seçkinlik (İng: "positive distinctiveness") denmektedir ve "pozitif ayrımcılık" ile karıştırılmamalıdır. Pozitif seçkinlik, her bireyin kendi gözünde ve diğerlerinin gözünde pozitif bir şekilde görülmek isteyecek şekilde motive edildiğini söyler. Yani her bir birey, pozitif bir benlik algısı için çabalar.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
İşte öz saygı hipotezi olarak bilinen bir hipoteze göre insanlar, kendilerini ait gördükleri grupları da kendileri gibi değerlendirirler; çünkü aksi takdirde o grupta işleri olmayacağını düşünürler.[9] Buna bağlı olarak, kendi gruplarını da pozitif bir şekilde değerlendirmeye meyillidirler.[10] Buna iç grup kayırıcılık (İng: "in-group favoritism") adı verilmektedir ve bilişsel bir önyargı olarak kategorize edilmektedir.[11], [12]
Öte yandan insanlar, "Onlar" olarak gördükleri "dış grup" denen kategorileri dışlamaya, küçümsemeye ve aşağılamaya meyillidirler; çünkü eğer o kişiler dışlanmayacak bir kişi veya grupta olsalardı, "Biz" kategorisine ait olurlardı ve değillerse, "Biz" olmayı hak etmeyecek niteliklere sahip olmalıdırlar. Dış gruplara karşı takınılan genel tavra dış grup yericilik (İng: "out-group derogation") adı verilmektedir.[13]
Dış grup yericiliğin en ilginç sonuçlarından biri, grup homojenliği (İng: "group homogeinity") kavramında karşımıza çıkmaktadır: İnsanlar, iç gruplarının daha çeşitli ve zengin olduğunu, dış grupların ise daha birbirine benzer ve bayağı olduğunu düşünmeye meyillidirler (buna, "onlar benzerler, biz çeşitliyiz" algısı da denmektedir).[14], [15] Ancak dış grupların birbirine benzer bireylerden oluştuğuna yönelik bu bilişsel önyargı, genellikle pozitif özellikler açısından değil, negatif özellikler açısından düşünüldüğünde belirgindir. Yani insanlar, dış gruptaki bireylerin negatif özellikler konusunda birbirine benzer olduğunu düşünürken, pozitif özellikler konusunda "istisnai" olabildiklerine inanmaya meyillidirler.[16] Bu da dış grup yericiliğin formlarından biri olarak görülmektedir.[17]
Sosyal Kimlik Teorisi'nin bu kategorizasyon analizinin ilginç detaylarından biri, kişilerin pozitif seçkinlik elde edebilmek adına bazı stratejiler geliştirmeleridir. Yani iç grup ve dış gruplar her zaman katı sınırlara sahip değillerdir ve bireyler, daha pozitif bir seçkinliğe erişebileceklerini düşündükleri gruplara geçebilirler. Buna bireysel hareketlilik (İng: "individual mobility") denir.
Burada yeri gelmişken, ufak bir ayrımdan söz etmekte de fayda vardır: Sosyal Kimlik Teorisi, sosyal kimliklere bağlı olarak ayrışmayı açıklamak üzere geliştirilmemiştir; sadece sosyal kimliklerin ne olduklarını açıklamaya yönelik geliştirilmiştir.[18] Buna rağmen, birçok sosyal psikolog tarafından Sosyal Kimlik Teorisi, genel bir sosyal kategorizasyon teorisi olarak değerlendirilmiştir.[19], [20] Sonradan Sosyal Kimlik Teorisi üzerine inşa edilen Öz Kategorizasyon Teorisi (İng: "Self-Categorization Theory"), daha genel bir "benlik" ve "grup süreçleri" ayrımına gidebilmek üzere geliştirilmiştir.[21] Daha sonradan bu iki teori; insan gruplaşmasını, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi ve sosyal kimlikleri izah etmek için bir arada kullanılmıştır. Bu ortaklığa kimi zaman sosyal kimlik yaklaşımı veya sosyal kimlik perspektifi adı verilmiştir.[22]
Büyük Sekizli
Her bireyin kimi, neye göre "iç grup" ve "dış grup" olarak gördüğü değişmektedir; ancak evrensel olarak belirgin olan 8 sosyal kimlik bulunmaktadır:
- Irk: Aslen sosyal olarak tanımlanmış olan; ama biyolojik temeli varmış gibi davranılan, dolayısıyla deri rengi, saç biçimi, göz rengi ve yüz özellikleri gibi fiziksel karakteristiklere göre tanımlanan kimliklerdir. "Beyaz/Kafkasyalı", "Asyalı", "Latin" ve "Siyah" gibi kategoriler buna örnektir.
- Etnik Köken ve Ulus: Kültür, dil ve doğulan ülke gibi özelliklere göre karakterize edilen kimliklerdir. Örneğin "Arap", "Koreli", "İsveçli" gibi kategoriler buna örnektir. Ayrıca etnik kökenin bir uzantısı olarak "ulus" da verilebilir. Ulus ile etnik köken arasında ayrıma gidildiğinde, bir devlet ile tanımlanan ulusların altında birçok etnik köken bulunduğu söylenebilir. Örneğin Hindistan bir ülke olduğu için; "Hintli" bir ulus kategorisi iken, Hindistan'da yaşayan yüzlerce etnik kökenden ikisi olan "Pencaplı" veya "Bengalli" birer etnik köken kategorisidir.
- Cinsel Yönelim: Bir kişinin bir veya daha fazla kişiye duygusal, romantik, cinsel, ruhani ve/veya şefkate dayalı çekim veya yakınlık hissetmesine göre tanımlanan kimliklerdir. "Düzcinsel (heteroseksüel)", "Eşcinsel (homoseksüel)", "Aseksüel" gibi kategoriler buna örnektir.
- Cinsel Kimlik: Bir kişinin kendilerini cinsel anlamda nasıl gördüğüne göre belirlenen kategorilerdir. Bir kişinin cinsel kimliği, biyolojik cinsiyeti (doğumda atanan cinsiyet) ile örtüşebilir veya örtüşmeyebilir. "Düz cinsiyetli (cisgender)", "pancinsiyetli (pangender)", "trans kadın" veya "trans erkek" gibi kategoriler buna örnektir.
- Engelsizlik/Engellilik: Bir kişinin günlük ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sahip olduğu fiziksel ve zihinsel kapasiteye göre belirlenen kimliklerdir. "Engelsizlik", "körlük", "sağırlık" gibi kategoriler buna örnektir; ancak engellilik her zaman fiziksel olarak görünür olmak zorunda değildir (örneğin "depresyon", "otizm", "disleksi", "lupus" veya az önce saydığımız fiziksel engellerin daha belirsiz olan versiyonları da bu kategorilere örnektir)
- Din/Ruhanilik: Kutsal olarak görülen kavramlara yönelik olarak bireysel veya organize olarak sergilenen pratiklere göre belirlenen kategorilerdir. "Teist", "ateist", "Müslüman", "Yahudi" gibi kategoriler buna örnektir.
- Yaş: Bir bireyin doğumundan itibaren geçen süreye bağlı olarak belirlenen kategorilerdir. Genellikle her bir yaş grubu ayrı bir kategori olarak görülmez; daha ziyade "nesilsel" ayrımlara gidilir. "X Nesli", "Y Nesli", "Milenyaller", "Boomerlar" gibi kategoriler buna örnektir. Ancak özellikle gençler arasında görülen "89'lu" ve "90'lı" gibi kategoriler de buna örnektir. Benzer şekilde, "bebek", "çocuk", "yetişkin", "yaşlı" gibi daha genel kategoriler de buna örnek olabilir.
- Sosyoekonomik Statü: Bir kişinin gelir ve varlık gibi ekonomik parametrelere bağlı olarak toplumda edindiği seviyeye göre belirlenen kategorilerdir. "Fakir" ve "zengin" gibi sınırları daha muğlak kategoriler; "yılda 100.000₺'den az kazanan", "yılda 100.000-250.000₺ kazanan" gibi daha sayısal kategoriler ve "fakir sınıf", "alt orta sınıf", "üst sınıf" gibi kategoriler buna örnektir.
İnsanların başvurduğu sosyal kimliklerin bunlardan ibaret olmadığı hatırlanmalıdır; fakat bunlar, en belirgin ve yaygın olarak ortaya çıkan, dolayısıyla sosyal etkileşimleri en güçlü şekilde belirleyen kimliklerdir.
Ayrıca her bireyin bu kategorilere eşit şekilde dağılmadığına da dikkat edilmelidir. Bu kimlikler arasında belli başlı örüntüler bulunması mümkündür (örneğin yaş ile din kimliklerinin ilişkili olabilmesi gibi). Benzer şekilde, bu kimlikler bir arada evrimleşebilirler (örneğin cinsel kimliğe yönelik ayrımcılık ve korumaya bağlı olarak bir ulusta sosyoekonomik sınıfların belirlenebilmesi gibi). Ne var ki bu kategorilerin illâ her insanda aynı şekilde dağılması beklenmemelidir.
Elbette, kimi özel durumda bu kategoriler çok keskin bir şekilde bir arada belirebilirler ve buna bağlı olarak iç gruplar ile dış gruplar arasındaki etkileşim katılaşabilir. Örneğin göçmenler ve mülteciler, evrensel olarak dış grup olarak görülen gruplardır. Sosyal Kimlik Teorisi açısından bu mantıklıdır; zira göçmenlik, tanım gereği bir dış grubun iç gruba dahil olma çabasıdır. Kendilerini özel bir iç gruba ait hisseden kişilerin bu çabayı genelde "yıkıcı" görmesi şaşırtıcı değildir. Sosyal Kimlik Teorisi, bunun olumlu veya olumsuz olmasıyla ilgili bir yorum yapmaz veya evrensel bir çözüm ortaya koymaya çalışmaz; sadece insan toplumlarında belirgin olan bu kategorik uyumsuzluğun kaynağını izah eder. Örneğin yapılan araştırmalar, insanların, özellikle de ulus ve sosyoekonomik statü açısından kendi iç gruplarıyla daha uyumlu olduğuna inandıkları coğrafyalardan veya gruplardan gelen göçmenleri kabul etmeye daha açık olduklarını göstermektedir - ki bu, Sosyal Kimlik Teorisi'nin temel öngörülerinden birisidir.[23]
Sosyal kimlikler, kişilerin belli bir gruba ait olabilmesini ve bu sayede sosyal dünyada aidiyet ihtiyaçlarını tatmin edebilmelerini sağlar. Sosyal kimlikler kendi başına "iyi" veya "kötü" olmak zorunda değillerdir; farklı bağlamlarda her iki türden etki de görülebilir. Örneğin sosyal kimlikler, bireyleri ait hissettikleri kimlikle etkileşime geçecek şekilde sosyalleştirebilir (buna pro-sosyal davranış denir).[24], [25] Öte yandan bu kimlikler; sosyal, hukuki veya askeri yollarla belirli kimliklerin baskılanmasına ve hatta 2. Dünya Savaşı gibi vahim örneklerde görüldüğü üzere, toptan eliminasyonuna neden olabilir. Dolayısıyla bu kimliklere hangi coğrafya ve hangi zamanlarda hangi anlamların yüklendiği önemlidir. Dolayısıyla sosyal psikolojinin bu sahasını iyi anlamak, insanlar tarafından inşa edilen sistemlerde bu kimliklere yönelik ayrımcılık, zorbalık, vb. problemleri çözebilmek açısından önemlidir.
Ayrıca sosyal kimlikleri anlamak, insanların kişilik psikolojilerini anlamak açısından da önemlidir. Bir birey, kendini belli bir grup ile daha güçlü bir şekilde ilişkilendirdiğinde, o grubun genel davranışları, doğruları, yanlışları, fikirleri, vb. özellikleri o kişiyi daha güçlü bir şekilde şekillendirecektir. Bu şekillendirme, doğrudan davranışları etkileyebildiği gibi, aynı zamanda kişilerin kendileriyle ilgili ne kadar rahat ve özgüvenli hissettiklerini de belirlemektedir. Örneğin bir gruba ait hisseden bir birey, o grubun takdir ettiği bir statü veya yetenek kazandığında, kendilerini daha güvende, tatmin olmuş ve saygın hissedebilirler. Bu hisler, o kişilerin davranışlarını etkileyebilmektedir.
Sosyal kimliklere göre ayrılan gruplar arasındaki ortak noktalar ne kadar az ise, yani farklı "zevkler ve tercihler" arasında ne kadar az örtüşme var ise, o kadar polarize ve saldırgan bir dinamik doğmaktadır. Çünkü böyle olmayan bir toplumda iki kişi belki politik olarak aynı görüşte olmayabilir, ama film zevkleri örtüşebilir. Müzikte anlaşamayabilirler, ama aynı takımı tutarlar. Aynı yemekleri sevmezler, ama hobileri ortaktır. Ama ne zaman ki politika, müzik, film, sanat, spor, bilim, din ve benzeri grup karakteristikleri bir bütün olarak ayrışır, yani örneğin aynı dine mensup olanlar aynı politik görüşleri besleyip aynı filmleri izleyip aynı sanat akımlarını destekler ve diğer grup da kendi içinde bu şekilde öbeklenir, işte o zaman medeniyete diyalog ve mantık değil, tribalistik dürtüler hükmetmeye başlar.
Kişiler Arası - Gruplar Arası Skalası
Bu dürtü değişimini anlamak için, Sosyal Kimlik Teorisi'nin en temel postülatlarından birini anlamamız gerekmektedir: Kişilerin sosyal davranışları, bir grup içindeyken, yalnız başına oldukları zamanlardan farklı olacaktır. Yani bir sosyal grubun varlığı, bireyin davranışlarını değiştirmektedir. Ancak bu değişim, kesintili değil, süreğendir. Yani kişi, kendi başınayken bambaşka, grup içindeyken bambaşka davranmaz; sadece kişiler arası etkileşim ile gruplar arası etkileşim arasında bulunan skalada gidip gelir. Bu gidip gelmeyi belirleyen, sosyal bir grubun içerisinde olmak veya olmamaktır.
Bu skalanın bir ucunda tamamen kişiler-arası davranış bulunmaktadır. Bu tür davranışlar, kişinin sadece bireysel karakteristikleri ve diğer 1 kişiyle olan kişiler-arası ilişkileriyle belirlenen davranışlardır. Öte yandan tamamen gruplar-arası davranışlar, sadece, 2 kişiden daha fazla kişi arasında olan etkileşimlerden doğan davranışlardır.[2] Ancak bunlar, ideal uçlardır; gerçek hayatta ve pratikte çok az insan bu kadar uç noktalarda davranışlar sergiler. Birçok kişi, bu iki ucun arasında bir yerlerde bulunacaktır ve bulundukları sosyal duruma göre bu skalada yer değiştireceklerdir.[26]
İşte az önce söz ettiğimiz Öz Kategorizasyon Teorisi, bireysel ve sosyal kimlikler arasında daha net ayrımlara gider ve daha derin bir analiz yapar. Sosyal Kimlik Teorisi, bir kişinin bu skalada nerede yer alacağını belirleyen sosyal ve yapısal faktörleri tespit etmeye çalışır.[9]
Minimal Gruplar ve Tribalizm: Anlamsız Kategorilere Göre Bölünen İnsanlar
İnsanlar arasında ayrımcılığı normal bulan birçok kişi ve akım mevcuttur. Bu kişiler için kişilerin iç gruplarını yüceltmeleri ve kendi statülerini en iyi duruma getirmeye çalışmaları, bunu yaparken gerekirse dış grupları ezmelerinin kabul edilebilir olduğunu normaldir. Özellikle de sosyoekonomik statü veya ırklar gibi çok derin ve eski tarihleri olan kategorilerde yapılan ayrımcılık, toplumda daha geniş kesimlerce "normal" görülmektedir.
Ne var ki insanlardaki ayrımcılık güdüsü, sanılandan çok daha bayağı ve tehlikelidir. Öyle ki, bu alanda araştırma yapan bilim insanlarını bile şaşırtacak düzeyde bir gruplaşma söz konusudur. Bunu, Sosyal Kimlik Teorisi'ne yönelik deneylerin tarihinde görebilmekteyiz.[27]
Araştırmacılar "ırklar" gibi yüklü kavramlar olmaksızın, insanları tamamen anlamsız gruplara ayırdıklarında ve sonrasında yavaş yavaş bu gruplara birer anlam yüklediklerinde, o grupların hangi noktada diğer gruplara karşı önyargı geliştirdiklerini, yani "iç grup övücülüğün" ve "dış grup yericiliğin" nerede başladığını, yani kısaca ötekileştirmenin hangi noktada başladığını görmek istediler. Bu şekilde yapılan çalışmalara minimal grup paradigması (İng: "minimal group paradigm") denmektedir.[28]
Bunu yapmak için, zarif bir gruplama yolu buldular: Eğer buradaki videomuzu 06:05 noktasından itibaren 40 saniye boyunca (yani 06:45'e kadar) izlerseniz, siz de deneyin bir parçası olabilirsiniz. Ancak basitçe yaptıkları şuydu: Bir kağıt üzerine rastgele bir sayıda noktalar (mesela 45 adet nokta) koydular ve deneklere bu noktaları 1-2 saniyeliğine gösterdiler. Sonrasında katılımcılara bu 1-2 saniyeliğine gördükleri kâğıtta kaç adet nokta olduğunu düşündüklerini sordular. Herkes tahminlerini söyledi. Sonrasında ekranda 30 nokta olduğunu söylediler; dolayısıyla kimi katılımcı nokta sayısını araştırmacıların ilân ettiğinden fazla tahmin etmişti, kimi daha az tahmin etmişti. Katılımcılara, tahminlerinin yüksek veya az olmasına bağlı olarak "abartıcılar" ve "azımsayıcılar" olarak iki gruba ayrıldıkları söylendi. Böylece her katılımcı, iki gruptan birine ait olmuş oldu.
Ancak böyle bir insan kategorilendirmesi bulunmamaktadır. Bu grupların var olduğunu anlamlı bir şekilde gösteren hiçbir çalışma yoktur. Hatta ekranda 30 nokta bile yoktu, sayıyı uydurmuşlardı. Söylediğimiz gibi, örneğin gerçekte 45 nokta vardı; ancak katılımcılar gerçek sayıyı bilmiyorlardı ve araştırmacıların söylediği sayıyı "gerçek" olarak aldılar. Yani araştırmacılar, katılımcılara sayı ve gruplar konusunda yalan söylediler.
Bunu yapma nedenleri şuydu: Sanıyorlardı ki bu kadar aptalca bir gruplandırma nedeniyle insanlar kendilerini "abartıcılar"a veya "azımsayıcılar"a ait görmezler, karşı tarafa önyargı beslemezler. Dolayısıyla o rastgele gruplara yavaş yavaş anlam yükleyip (mesela "abartıcılar"ın aynı zamanda daha çok para kazanabildiği gibi şeyler söyleyerek, o gruplara anlam yükleyerek), önyargıların hangi noktada başladığını görebilmeyi umuyorlardı.
Ama çok yanılıyorlardı. Daha hiçbir ek anlam yüklemeden, katılımcılar kendi gruplarını övmeye ve diğerini yermeye başladılar: Mesela bir kişi abartıcıysa, daha önce hiç tanımadığı ve hakkında başka hiçbir şey bilmediği abartıcı diğer kişilere daha çok para vermeyi seçiyordu. Azımsayıcılara ise daha az para veriyor, hatta onların parasını azaltmaya çalışıyordu. Diğer grup da aynısını yaptı.
Bu deneyler daha sonradan daha da saçma yollarla tekrar edildi: İnsanlar, yazı-tura atılan bir paranın geldiği yüze bağlı olarak "yazıcılar" ve "turacılar" olarak ayrılıp, birbirlerine ayrımcılık uyguladılar. Bir diğer deneyde katılımcılara bir dizi sanat eseri gösterip, beğenip beğenmedikleri soruldu. Buna bağlı olarak "Klee stili" ve "Kandinsky stili" olarak bilinen iki stile ayrıldıkları söylendi. Tahmin edeceğiniz üzere, bu stillerin ikisi de uydurmaydı. Dolayısıyla katılımcılar, daha önceden bu tür stilleri bilmiyorlardı ve çizimler de doğal olarak bu stille çizilmemişti. Buna rağmen, daha önceden ne bu sözde sanat akımlarıyla ne de birbirleriyle etkileşmiş olan katılımcılar, kendi grubundan olduğu söylenen kişilere daha yüksek sempati göstermiş, kendi gruplarından olanların kişilik özelliklerinin daha üstün olduğunu belirtmiş, diğerlerini ise dışlamaya çalışmışlardır. Kendilerine harcayabilecekleri bir miktar para verildiğinde, kendi gruplarıyla paylaşmayı seçerken, karşı grupla "boğaz boğaza rekabet" denebilecek düzeyde bir saldırganlıkla mücadele etmişlerdir. Örneğin kendilerine şu 2 seçenek sunuldu:
- Size 2 dolar vereceğiz, dış gruptan birine de 1 dolar vereceğiz.
- Size 3 dolar vereceğiz, dış gruptan birine de 4 dolar vereceğiz.
Katılımcıların çoğu, ikinci seçenekte kendileri daha çok para alacak olmalarına rağmen, sırf dış gruba zarar vermek için birinci seçeneği seçtiler! Üstelik bunu, daha önceden hiçbir şekilde etkileşmedikleri, tamamen uydurma kategorilere göre ayrılmış insanlara karşı yaptılar.
Bu davranışa genel olarak "kabilecilik", yani "tribalizm" denmektedir. Görüldüğü üzere insan tribalizmi, öyle çok derin anlamlı gruplara ihtiyaç duymamaktadır. İnsanlar, akıl almaz düzeyde bayağı kategorilere göre kabilelere bölünüp, grup ayrımcılığına başlayabilmektedirler. Öyle ki, bazı çalışmalara göre, bırakın 2 grubun varlığını, sadece 2. bir insanın var olup olmaması bile kabileciliği tetiklemeye yetmektedir. Dolayısıyla bu kadar basit bir şekilde ayrışan insanların inşa ettikleri yapıların da ayrımcılık ve gruplarla bezenmiş olması şaşırtıcı değildir.
Mavi Gözün "Üstünlüğü"
Yukarıdaki örnek tehlikesiz ve kontrollü ortamda yapılan bir deneydi. Ancak bu etkiyi çok tehlikeli bir şekilde silaha dönüştürmek de mümkündür. Örneğin Jane Elliot'un 3. sınıf öğrencileriyle yaptığı bir deneyde, öğrenciler göz rengine göre gruplara ayrıldılar.
Grupların oluşturulmasından kısa bir süre sonra, çocukların davranışları değişmeye başladı: Daha üstün olduğu söylenen mavi gözlüler grubu, birbirleriyle dayanışma kurmaya başlayarak kendilerine verilen güç ve statüyü sınıfı yönetmekte kullanmaya başladılar. Kahverengi-gözlü çocukları "dış grup" olarak görmeye başladılar: Kendilerinden farklı ve aşağı olarak görüyorlardı. Sırf mavi gözlerinden ötürü üstün oldukları söylendiği için!
Burada şunu vurgulamakta fayda vardır: Yukarıda da tartıştığımız gibi, insanların inşa ettikleri sosyal kimliklerin bazıları, bireylerin hayatlarını belirleyecek ve etkileyecek kadar güçlüdür. Yani insanların tamamen anlamsız gruplara göre ayrışabiliyor olmaları, inşa ettikleri kimliklerin bir kısmının gerçekten anlamlı ve etkili olmadığı anlamına gelmemektedir.[29], [30]
İnsanların Atalarında İç Grup ve Dış Gruplar
Modern sosyal psikolojiyi şekillendiren bu kavramlar, evrimsel psikoloji ile desteklendiğinde daha da net anlamlara kavuşmakta, belli riskler daha belirgin hâle gelmektedir: İnsanlar tribalist bir doğaya sahiptir; çünkü binlerce yıl önce kabileler halinde yaşayan atalarımız, gerek insan kabilelerini gerekse de hayvan kabilelerini kendi perspektiflerine göre sınıflandırmışlardır. Yani vahşi hayatta yaşayan atalarımız, "Biz" ve "Onlar" ayrımını keyfî olarak yapmıyorlardı. Kendilerini her an tehdit edebilecek kabileleri veya türleri "dış grup" olarak görüp, onlardan kaçınıyor veya onları öldürmeye çalışıyorlardı. Bizi ve çocuklarımızı avlayanlar, bize göre düşmandı. Günümüzde artık bu tür bir "anlık tehdit" altında olmamamıza rağmen, birilerini "Onlar" kategorisinde gördüğümüz anda, tehlikeli, adaletsiz, berbat, pis, kötü, aşağılık olarak nitelendirmeye de meyilliyiz.
Öte yandan hem atalarımız hem de modern insanlar için "biz"den olanlar adil, yüce, kudretli, sevecen, iyi olmalıdır. Bu tavır, sadece iç grubun kendini pohpohlamasından ibaret değildir, aynı zamanda ait olduğumuz grubun daha yüce olduğunu düşünmek, özgüvenimizi ve benlik saygımızı pekiştiren duygular yaratmaktadır.
Zaten bu yüzden bu tribalist psikolojinin temelinde sadakat yer almaktadır; gerçekler veya bilgi değil. Tribalist bir düzende önemli olan, kabilenin değerlerine aykırı davranmamaktır. Eğer başka bir kabilenin değerlerini makul veya geçerli bulacak olursanız, sizin kabilenizden biri sizi ihanetle suçlar ve kısa sürede dışlanırsınız. Öteki kabileye de geçemeyecek olursanız, kabilesiz bir birey olursunuz ve vahşi doğada, bundan daha kötü bir durum olamazdı. Vahşi doğada insanlar, birbiriyle işbirliği sağlayarak hayatta kaldılar; eğer yalnız başınaysanız, ölüsünüz demektir. Tarih boyunca da ara sıra durgun dönemler geçirdikten sonra kendimizi yeniden giderek kamplara hapsetmemiz ve giderek kutuplu bir dünya yaratmamız bundan olabilir.
Beyin Taramaları ve Sosyal Kimlik
Buraya kadar anlattıklarımız, farazi bir teori geliştirme çabası değildir. Yapılan çalışmalarda, sosyal kimlik ve gruplaşma/kategorileşme faktörünün doğrudan beyindeki etkilerini görmek mümkündür.
Örneğin yapılan bir dizi çalışmada, birbirini iç grup ve dış grup olarak görülen kişilere elektrik şoku verildi ve fotoğrafları çekildi.[31], [32], [33] Sonrasında her iki gruptan da katılımcılar MRI cihazı içerisine yerleştirilerek, iç grup ve dış gruptan olan kişilerin fotoğraflarını gördükleri zaman beyinlerinde yaşanan değişimler incelendi. Tahmin edileceği üzere, fotoğrafta şoku yiyen kişi, izleyicilerin iç grubundansa, kişiler şok yiyen o kişiyle daha fazla empati kurdular. Dış gruptansa, daha az önemsediler. Empati ile ilişkili beyin bölgeleri, iç grubun şok yediği fotoğraflara bakarken, dış grupta olduğundan daha net bir şekilde aydınlandı.
İnsanların birbirine bu derece zulmedebilecek bir biyolojiye sahip olması kulağa korkunç gelebilir; ama çaresiz değiliz. Aynı araştırma, bir çıkış yolu da sunuyor: Bu defa MRI cihazına yatan katılımcıya şok verildi. Bu sırada hem iç gruptan hem de dış gruptan kişilere bir miktar para dağıtıldı. Bu kişiler, belli bir paradan vazgeçmeleri, yani ödeme yapmaları halinde, MRI cihazındaki kişiyi şoktan kurtarabiliyorlardı.
Şoku yiyen kişiye, birinin onu kurtarıp kurtarmadığı söylendi. Kimse kurtarmayı seçmezse, elektrik şoku yedi. Eğer biri para ödeyim kurtarmayı seçerse, hangi grubun para ödediği söylendi. Eğer dış grup olarak gördükleri kişiler kendilerini kurtaracak olurlarsa, aksi takdirde şoku yiyecek kişilerin beyinlerinde, iç gruptaki bireylere duydukları kadar empatik bağ tepkisi verildiği görüldü. Sonradan bu kişilere şok vermeksizin iç grup ve dış gruptan bireylerin şok yediği fotoğraflar gösterildiğinde, empatik tepkinin, önceden dış grup olarak görülen ama kendilerini kurtarmayı seçen kişiler için de sürdüğü görüldü. Yani dış grup olarak gördüğümüz kişilerle dayanışmak, işbirliği yapmak, etkileşmek, tribalistik duyguları yumuşatıyor, ayrışmaları azaltıyor denebilir.[34]
Keyfekeder Değişen Kategoriler
İnsanlar olarak sadece kategorik düşünmekle kalmıyoruz, aynı zamanda o kategorileri "dost" ve "düşman" olarak niteleyebiliyoruz. Daha fenası, atalarımızın aksine artık bunu artık son derece keyfi nedenlerle yapıyoruz.
Mesela bir aslanın yavru bir geyiği avlaması, parçalaması, yemesi, bir zamanlar "aslanın avı" konumunda olan bizler için felakettir, berbattır, içler acısıdır. Nadiren aslanın da beslemek zorunda olduğu yavruları olduğunu, yavrusu olmasa bile kendini doyurmak zorunda olduğunu düşünürüz. Bu durumda geyik bizdendir, aslan onlardan... Ama kendi grubumuzun gücünden ve üstünlüğünden söz ederken, ceylan avlayan aslanları değil de, alanını diğer rakiplerinden koruyan aslanları düşünürüz. O zaman aslan bizdendir, bizimkiler aslan gibidir, diğerleri ise kötü, pis, öteki...
Yani kategorilerimiz mutlak sınırlara sahip olsa da içine koyduklarımız zamana, mekana, ihtiyaca göre yer değiştirebilir. Bu değişkenlik ilk etapta iyi bir şey gibi gelebilir ama bir şeyi bir kategoriden alıp diğerine koyma kurallarının muğlak olduğu gerçeği büyük bir sorun yaratır: O anda ihtiyacımız olan her neyse, şeyleri ona göre kategorize ederiz. Bir sistemimiz veya rasyonel bir gerekçemiz olmak zorunda değildir.
Örneğin yapılan çalışmalarda, tuttukları futbol takımının kazandığı maçlardan bahseden kişilerin "Çok iyi oynadık." diyerek "biz" dilini kullandığı, takımları kaybettiğindeyse "Çok kötü oynadılar." diyerek "onlar" dilini kullandıkları görüldü.[35] Yani var oluşumuzu garanti altına alacak veya en basitinden, özsaygımızı yüceltecek her neyse veya her kimse, onu "Biz" kategorisine yerleştiririz. Var oluşumuzu tehdit eden veya benlik saygımızı azaltan her neyse, bir süre önce veya başka bir coğrafyada o şey "bizlerden" olsa da, bir anda kendini "Onlar" arasında bulur. Ve artık kötüdür, pistir, düşmandır. Ta ki yeniden kabul görene kadar...
Oksitosin Hormonunun Rolü
Bunun sinirbilimsel temellerini de net olarak bilmekteyiz. Oksitosin hormonunu ele alalım. Ne işe yaradığını bilen herkesin favori hormonlarından biri budur; çünkü anne-bebek bağını güçlendirir, eşler arası bağlılığı ve sadakati artırır, grup içi kohezyonu yani birlikteliği pekiştirir, bireylerin birbirine daha ılımlı ve anlayışlı yaklaşmasını sağlar ve daha bir dolu "güzel" şey...
Ama oksitosinin nasıl çalıştığına daha dikkatli bakarsanız, bu muhteşem tanımın bir anda tuzla buz olduğunu görürsünüz: Oksitosin, bu olumlu şeyleri sadece "Biz" olarak gördüğümüz ve algıladığımız kişilere karşı pekiştirmektedir.[36] Eğer bir kişiyi veya unsuru "Onlar", yani dış grup olarak görüyorsak, oksitosin seviyelerimiz arttıkça onlara karşı saldırganlaşırız.[37] Yani hormonlarımız bile "Biz" ve "Onlar" ayrımını pekiştirici bir role sahiptir.
Bunu deneysel olarak göstermek mümkündür. Yapılan bir çalışmada, Hollandalılara tipik bir tramvay problemi sorulmuştur.[38] Şöyle bir senaryo hayal edin: Raylara 5 kişi bağlanmış ve siz rayları değiştirecek bir kolun başında duruyorsunuz. Eğer kolu çekmezseniz, tren 5 kişiyi öldürecek. Kolu çekerseniz, tren yön değiştirecek ve 5 kişi kurtulacak ama bu defa 1 kişi ölecek. Bu soru, felsefenin temel sorularından birisi ve daha önceden bir incelemesini yaptığımız için burada detaylarına tekrar girmeyeceğiz.
Bunu öğrencilere bu şekilde sorduğunuzda, benimsedikleri felsefeye bağlı olarak kolu çekmeye veya çekmemeye karar verebilirler. Kolu çekip 5 kişiyi kurtaran ama 1 kişiyi öldürenler genelde sayı farkına odaklanır; çünkü daha çok kişi kurtulmuştur. Kolu çekmeyenler ise sorumluluğa odaklanır: Kolu çektiğinizde, o 1 kişinin ölümünden sorumlu olan sizsiniz ama çekmediğinizde, tren halihazırda gittiği yolda bir felakete sebep olur. Burada bu felsefelerin farkı bizim için önemli değildir. Önemli olan, kimin nasıl davrandığı ve buna göre ayrıldıkları gruplardır.
Bu gruplar belirlendikten sonra, araştırmacılar bu kişilere o kolu çektiklerinde ölecek 1 kişinin ismini söylediler: Bu isim ya Flemenkçe bir isimdi ya da Hollandalılar arasında ırkçılığın yaygın olduğu iki gruptan birine aitti: Almanlar veya Müslümanlar. O 1 kişinin ismi verildiğinde, katılımcıların tercihleri değişmedi: Başta o raylardaki 1 kişi anonimken kolu çekmeyi seçenler yine çekmeyi seçtiler, çekmeyenler çekmemeyi seçtiler. Yani sadece ismin verilmesi, katılımcıların etik algısını etkilemeye yetmemişti.
Ama sonra bu öğrencilerin bir kısmına oksitosin verildi, bir kısmınaysa plasebo verildi, yani o gruba değişim yaratacak hiçbir şey verilmedi. Oksitosin alanlar, eğer kolu çektiklerinde ölecek kişi Hollandalı ise, kolu çekmemeye, dolayısıyla o Hollandalıyı kurtarmaya ve 5 kişinin ölmesine daha kolay razı olmaya meyilli hale geldiler. Eğer o 1 kişinin adı Almanca veya Arapça bir isimse, kolu daha fazla çekmeye meyilli hale geldiler. Tek bir hormon, davranışlarını kökten değiştirdi! Hem de gruplar arası uçurumu açacak şekilde!
Sosyal Kimlikleri Anlamanın Önemi
Sanıyoruz bu örnekler, bu sosyal kimlikleri anlamanın önemini görmenize yeterli olacaktır. Bazıları bu tür çalışmalara bakıp, olabilecek en yanlış sonuca varırlar: "İşte! Biyolojimiz bizi kötülüğe şartlandırıyor, yani bu çok normal!"
Halbuki bir şeyin biyolojik olarak evrimleşmiş olması bir şeydir, ama biyoloji üzerine inşa ettiğimiz kültüre onu nasıl adapte edeceğimiz, hangi kısımlarından sakınacağımız, neyi nasıl değiştireceğimiz tamamen bizim üst düzey bilişsel fonksiyonlarımıza kalmıştır. Medeniyetimiz, biyolojik sınırlarımızın ötesine geçmemizi sağlamaktadır. Günümüzde kimse kendi avının peşinde koşmamaktadır, eşimizle çiftleşebilmek için birbirimizle güreşmeyiz. 20 yaş dişi çıkarıyoruz diye artık ölmüyoruz; atalarımız ölüyorlardı! Avlanırken bacağımızı kesip, mikrop kapıp ölmüyoruz.
Bizi halen öldüren biyolojik ve çevresel unsurlar yok mu? Elbette var. Biyolojimiz belli başlı davranışlarımızı etkilemiyor mu? Elbette etkiliyor. Ama biyolojimizi anlayıp, kültürümüzü ve medeniyetimizi buna göre şekillendirme imkanına sahibiz. Gerilimi, çatışmayı, gruplaşmayı pekiştiren özellikleri dışlayarak daha harmonik sistemleri yaratmayı seçebilecek zekaya sahibiz.[39]
Aksi takdirde ne olur? Sizi sizden iyi anlayanlar, en temel dürtülerinizi kullanarak sizi güdebilirler. Tarihin en yıkıcı katilleri ve manipülatörleri, insanları ırk, cinsiyet, etnik köken, cinsel yönelim gibi "biz" ve "onlar" kategorilerini kullanarak yönetmedi mi? Hiç, bir ülkeye giren bir diğer ülkenin "Buranın kaynakları çok iyi, biz bunu alalım." dediğini gördünüz mü? İllâ öteki tarafın bir farklılığı, bir "öteki"liği öne çıkarıldı.[40] Çünkü aksi takdirde bir başkasına ait olanın alınmasını desteklemeyebilecek insanlar, o "öteki"liğin fark edilmesi sonrası, onlara yapılan tüm fenalıkları kabul edebilir hâle geliyorlar.
Neden? Memento mori... Ölümlülüğünü hatırla... Daha önceden de anlattığımız gibi, Dehşet Yönetim Kuramı'nın öngördüğü şekilde, ölümlükleri veya ölümle ilişkili tehditler hatırlatılan kişiler, çok hızlı bir şekilde aidiyet duygusunu pekiştiren gruplara sarılmaktadırlar. "Biz" ve "Onlar" gibi grupların salt varlığı bile, ölüm riskini hatırlatan bir unsurdur; çünkü iç gruptakilerin ellerindekini kaybedebilecekleri endişesini yaratır.
Yani sosyal kimlikleri silaha dönüştürenler, bu yaklaşım ile bir taşla iki kuş vurmuş olurlar: Hem öteki taraf canavarlaştırılıyor, hem de size ölümlülüğünüz hatırlatılıyor. Bunların ikisi bir araya geldiğinde, en beklemediğiniz insanlar ve toplumlar bile, hayatta kalma güdüsü ile saldırganlaşabiliyorlar. Çünkü biyolojik olarak buna programlanmış haldeyiz.
Burada altı önemle vurgulanması gereken nokta, insanların bundan ibaret olduğu iddiasının bulunmayışıdır. Bazen bu tür anlatımlarda doğa sadece vahşetten ibaretmiş, sadece bencil olanlar kazanırmış gibi bir algı oluşabilmektedir. Tam tersine, dayanışma ve işbirliği çok avantajlı stratejiler ve doğanın her yerinde bunu görebiliyoruz, işbirliği ve cömertliğin avantajlarını matematiksel olarak bile ispatlayabiliyoruz. Ama biyolojimizin sadece bir kısmı bile bu bencil ve ötekileştirici duygulara sahipse, onu manipüle etmenin yollarını bulmak da imkansız değil demektir. İşte üst düzey bilişsel fonksiyonlarına değer veren kişilerin yapabilecekleri bir şey, bu bayağı dürtüleri dizginlemek, onların kendilerini yanlış yönlendirmesine engel olmaktır.
Aşinalık Etkisine Dayalı Ayrımcılık
Son bir deneysel örnek vererek konuyu toparlayalım: Bir çalışmada araştırmacılar, ortalama bir Japon yüzü ile ortalama bir İsrailli yüzünü oluşturdular.[41] Sonrasında bir yazılım kullanarak, bu Japon ile İsraillinin yüzlerini farklı derecelerde harmanladılar. Yani birinden diğerine doğru kademeli bir geçiş yarattılar. Bunun bir örneğini aşağıda görebilirsiniz:
Sonrasında Japonlara ve İsraillilere, bu yüzlerin kime ait olduğunu söylemeksizin, hangilerini daha güvenilir bulduklarını sordular. Bir yüz bariz bir şekilde "Japon" olmasa bile, Japonlar kendilerine skalada daha çok benzer olan yüzleri daha güvenilir buldular. İsrailliler ise tam tersini... Ve hiçbiri, yüzlerin bu şekilde bir skaladan geldiğini bilmiyorlardı, yani Japonlarla İsraillinin yüzlerinin karıştırıldığını bilmiyorlardı.
Bu hem çok mantıklı hem de çok tehlikelidir: Bu kişilerin hiçbiri, doğduğu yeri seçmemiştir; dolayısıyla o yüzleri güvenilir bulmalarının, bir doğum tesadüfü haricinde hiçbir gerekçesi yoktur. Daha ufacık yaşlarımızda bize benzer olan yüzleri tanımaya başlıyoruz ve onları güvenilir olarak sınıflandırıyoruz. Birebir aynı bebeği bir diğer ülkede yetiştirecek olsanız, o bebek oradaki kişilere benzer yüzleri daha güvenilir bulacaktı. Ya da öyle bir Dünya hayal edin ki her bebek, bütün insan çeşitliliğini tam olarak tanıyarak büyüsün... O zaman kendi toplumuna ait yüzleri daha güvenli bulacak bir önyargı geliştirmeyecekti, çünkü böyle bir fark olmayacaktı.
Sosyal Kimlik Teorisi'ne Yönelik Eleştiriler
Geliştirildiği günden bu yana Sosyal Kimlik Teorisi, sosyal psikoloji içinde çok büyük bir güç olmakla birlikte, birçok araştırmacı tarafından farklı açılardan eleştirilmiştir.
Bu eleştirilerin başında, yazımız içinde de söz ettiğimiz öz saygı hipotezi gelmektedir. Bu hipoteze göre, bir grubun diğerinden belli bir konuda başarılı olması, başarılı olan o gruba ait bireylerde öz saygıyı pekiştirmektedir. Ayrıca bir tehdit unsuru olması halinde gruplaşmak, bireylerin tehdit unsuruna karşı birleşmesini sağlayarak hayatta kalma avantajı sağlayabilir.[42], [43] Ne var ki bir grup bilim insanı öz saygı ile sosyal kimlik arasındaki doğrusal ilişkiyi reddetmektedir; hatta doğrudan doğruya Sosyal Kimlik Teorisi'nin temelleriyle çeliştiğini söyleyenler bile vardır.[44], [45] Onlara göre öz saygı veya pozitif seçkinlik gibi kavramlar, sosyal kimlikleri pekiştiren veya tanımlayan unsurlar değil, bu kimliklerin bireyin algısındaki yansımalarıdır.
Bir diğer eleştiri, dış grup üyelerini cezalandırmanın iç grup üyelerini ödüllendirmeye nazaran öz saygınlığı daha az pekiştirdiğini gösteren çalışmalardan gelmektedir. Buna bağlı olarak araştırmacılar, Sosyal Kimlik Teorisi'nin negatif boyutta çalışmadığını, eğer çalışıyorsa sadece pozitif etkileşimleri öngörebildiğini söylemektedirler. Elbette sosyal kimlik teorisyenlerinin bu eleştirilere verdikleri cevaplar üzerinden tartışmalar sürmeye devam etmektedir. Yani teorinin eleştiriliyor olması, çökmüş veya zayıf olduğu anlamına gelmemektedir.[46]
Bir diğer eleştiriye göre Sosyal Kimlik Teorisi, birbirine benzer olan grupların ayrışmak adına çaba sarf edeceklerini öngörmektedir.[47] Ancak bu şekilde benzer grupların etkileşmesine dayanan deneylerde, grupların birbirinden farklılaşmaya çalışmadığı, tam tersine gruplar arası geçişkenliğin pekiştiği görülmüştür. Ancak Sosyal Kimlik Teorisi araştırmacıları, bu türden bir tutarsızlığın teoriyle ilgili değil, gruplarla ilgili olduğunu söylemektedirler: Örneğin teoriye göre bir bireyin kendi grubunu daha "stabil" olarak algılaması, gruplar arası statü hiyerarşisinden daha önemlidir. Dolayısıyla gruplar arası geçişkenliğin görülmesi, stabiliteyi arttırıcı bir etkiye sahiptir ve teoriyle örtüşür.
Son bir eleştiri ise, teorinin açıklayıcı gücünün çok yüksek olmasına karşın tahmin etme gücünün çok zayıf olmasıdır.[48], [49] Ancak Sosyal Kimlik Teorisi araştırmacıları bu eleştiriyi de reddetmektedirler; çünkü teori, hiçbir zaman gruplar arası ilişkileri nihai olarak tanımlayabileceğini ve dolayısıyla bunlar arasındaki dinamiği mutlak olarak tahmin edebileceğini söylememiştir. Daha ziyade Sosyal Kimlik Teorisi, her bir grubun kendi bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini söylemektedir.[50]
Sonuç
Anlayacağınız Sosyal Kimlik Teorisi, modern bilimin en ilginç ve tartışılan sahalarından birisidir ve bugüne kadar insan grupları arasındaki davranışları izah etme konusunda büyük başarılar ortaya koymuştur. Bu bakımdan, insanı daha iyi anlamamızı sağlamak konusunda önemli bir araç olduğu söylenebilir.
Dolayısıyla bu yazının okurları olarak, bir anlığına durup, ait olduğunuz veya kendinizi ait hissettiğiniz grupları düşünün. Bunların farkında olmanız önemlidir, çünkü bugün tanımadığınız bir kişiyi tüm çeşitliliğinden alıkoyup, halihazırda kafanızda var olan kategorilerden birine yerleştirirken, eğer kendi iç gruplarınızı ve dış gruplarınızı fark ederseniz, belki biraz daha gerçekçi bir sınıflandırma yapabilirsiniz.
Hem kim bilir, belki bir gün insanları, canlıları, doğayı illa kategoriler üzerinden düşünmek zorunda olmadığımızı, her zaman Evren'deki süreğenliği hatırlamamız gerektiğini fark ederiz.
Özetle: Sadece ölümü değil, süreğenliği de hatırla...
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 15
- 5
- 3
- 3
- 3
- 2
- 2
- 2
- 2
- 0
- 0
- 0
- ^ J. C. Turner, et al. (1986). The Significance Of The Social Identity Concept For Social Psychology With Reference To Individualism, Interactionism And Social Influence. British Journal of Social Psychology, sf: 237-252. doi: 10.1111/j.2044-8309.1986.tb00732.x. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b W. G. Austin, et al. (1979). The Social Psychology Of Intergroup Relations. ISBN: 9780818502781. Yayınevi: Brooks/Cole Publishing.
- ^ R. Jenkins. (2014). Social Identity. ISBN: 9781134586769. Yayınevi: Routledge.
- ^ E. Rosch. (1978). Cognition And Categorization. ISBN: 9780470263778. Yayınevi: Lawrence Erlbaum Associates.
- ^ S. M. Andersen, et al. (2005). Traits And Social Stereotypes: Levels Of Categorization In Person Perception.. American Psychological Association, sf: 235-246. doi: 10.1037/0022-3514.53.2.235. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Tajfel. (2010). Experiments In Intergroup Discrimination. Springer Science and Business Media LLC, sf: 96-102. doi: 10.1038/scientificamerican1170-96. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Tajfel, et al. (1971). Social Categorization And Intergroup Behaviour. European Journal of Social Psychology, sf: 149-178. doi: 10.1002/ejsp.2420010202. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Tajfel. (2016). Social Identity And Intergroup Behaviour:. Social Science Information, sf: 65-93. doi: 10.1177/053901847401300204. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b J. C. Turner, et al. (2008). The Social Identity Perspective In Intergroup Relations: Theories, Themes, And Controversies. John Wiley & Sons, Ltd, sf: 133-152. doi: 10.1002/9780470693421.ch7. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Rubin, et al. (2014). Low Status Groups Show In-Group Favoritism To Compensate For Their Low Status And Compete For Higher Status:. Group Processes & Intergroup Relations, sf: 563-576. doi: 10.1177/1368430213514122. | Arşiv Bağlantısı
- ^ E. Aronson, et al. (2015). Social Psychology. ISBN: 9780133936544.
- ^ D. M. Taylor, et al. (2010). Self-Serving And Group-Serving Bias In Attribution. The Journal of Social Psychology, sf: 201-211. doi: 10.1080/00224545.1981.9924371. | Arşiv Bağlantısı
- ^ O. Appiah, et al. (2013). Ingroup Favoritism And Outgroup Derogation: Effects Of News Valence, Character Race, And Recipient Race On Selective News Reading. Journal of Communication, sf: 517-534. doi: 10.1111/jcom.12032. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. Leyens, et al. (1994). Stereotypes And Social Cognition. ISBN: 9780803985834. Yayınevi: Sage Publications Ltd.
- ^ G. A. Quattrone, et al. (2006). The Perception Of Variability Within In-Groups And Out-Groups: Implications For The Law Of Small Numbers.. American Psychological Association, sf: 141-152. doi: 10.1037/0022-3514.38.1.141. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. M. Judd, et al. (2005). Accuracy In The Judgment Of In-Group And Out-Group Variability.. American Psychological Association, sf: 366-379. doi: 10.1037/0022-3514.61.3.366. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. M. Sorrentino, et al. (1996). Handbook Of Motivation And Cognition, Volume 3: The Interpersonal Context. ISBN: 9781572300521. Yayınevi: The Guilford Press.
- ^ N. R. Branscombe. (2010). Rediscovering Social Identity. ISBN: 9781841694924.
- ^ R. J. Brown, et al. (2006). Choice Of Comparisons In Intergroup Settings: The Role Of Temporal Information And Comparison Motives. European Journal of Social Psychology, sf: 649-671. doi: 10.1002/ejsp.311. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. D. Ashmore, et al. (2004). An Organizing Framework For Collective Identity: Articulation And Significance Of Multidimensionality.. American Psychological Association, sf: 80-114. doi: 10.1037/0033-2909.130.1.80. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. Spears, et al. (1997). The Social Psychology Of Stereotyping And Group Life. ISBN: 9780631197720. Yayınevi: Wiley-Blackwell.
- ^ N. Anderson, et al. (2015). The Sage Handbook Of Industrial, Work & Organizational Psychology. ISBN: 9781446207222. Yayınevi: SAGE Publications Limited.
- ^ T. L. Lee, et al. (2006). Not An Outgroup, Not Yet An Ingroup: Immigrants In The Stereotype Content Model. International Journal of Intercultural Relations, sf: 751-768. doi: 10.1016/j.ijintrel.2006.06.005. | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. M. Hackel, et al. (2017). Social Identity Shapes Social Valuation: Evidence From Prosocial Behavior And Vicarious Reward. Social Cognitive and Affective Neuroscience, sf: 1219-1228. doi: 10.1093/scan/nsx045. | Arşiv Bağlantısı
- ^ Z. Johnson, et al. (2013). Community Identification Increases Consumer‐To‐Consumer Helping, But Not Always. Journal of Consumer Marketing, sf: 121-129. doi: 10.1108/07363761311304933. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Tajfel. (2021). Differentiation Between Social Groups: Studies In The Social Psychology Of Intergroup Relations. ISBN: 9780126825503.
- ^ R. Brown. (2020). The Social Identity Approach: Appraising The Tajfellian Legacy. British Journal of Social Psychology, sf: 5-25. doi: 10.1111/bjso.12349. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. Brown. (2020). The Origins Of The Minimal Group Paradigm.. American Psychological Association, sf: 371-382. doi: 10.1037/hop0000164. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. B. Brewer. (2006). In-Group Bias In The Minimal Intergroup Situation: A Cognitive-Motivational Analysis.. American Psychological Association, sf: 307-324. doi: 10.1037/0033-2909.86.2.307. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. A. Hogg, et al. (1987). Intergroup Behaviour, Self-Stereotyping And The Salience Of Social Categories. British Journal of Social Psychology, sf: 325-340. doi: 10.1111/j.2044-8309.1987.tb00795.x. | Arşiv Bağlantısı
- ^ G. Hein, et al. (2016). How Learning Shapes The Empathic Brain. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 80-85. doi: 10.1073/pnas.1514539112. | Arşiv Bağlantısı
- ^ G. Hein, et al. (2010). Neural Responses To Ingroup And Outgroup Members' Suffering Predict Individual Differences In Costly Helping. Neuron, sf: 149-160. doi: 10.1016/j.neuron.2010.09.003. | Arşiv Bağlantısı
- ^ P. Molenberghs, et al. (2018). Insights From Fmri Studies Into Ingroup Bias. Frontiers in Psychology. doi: 10.3389/fpsyg.2018.01868. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. K. W. D. Dreu, et al. (2016). In-Group Defense, Out-Group Aggression, And Coordination Failures In Intergroup Conflict. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 10524-10529. doi: 10.1073/pnas.1605115113. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. R. B., et al. (2006). Basking In Reflected Glory: Three (Football) Field Studies.. American Psychological Association, sf: 366-375. doi: 10.1037/0022-3514.34.3.366. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. K. W. D. Dreu, et al. (2011). Oxytocin Promotes Human Ethnocentrism. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 1262-1266. doi: 10.1073/pnas.1015316108. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Zhang, et al. (2019). Oxytocin Promotes Coordinated Out-Group Attack During Intergroup Conflict In Humans. eLife Sciences Publications, Ltd. doi: 10.7554/eLife.40698. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. Sapolsky. The Science Behind ‘Us Vs. Them’. (9 Mayıs 2021). Alındığı Tarih: 26 Temmuz 2021. Alındığı Yer: Big Think | Arşiv Bağlantısı
- ^ Y. Ma, et al. (2015). Opposing Oxytocin Effects On Intergroup Cooperative Behavior In Intuitive And Reflective Minds. Neuropsychopharmacology, sf: 2379-2387. doi: 10.1038/npp.2015.87. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. H. Goodman, et al. (2012). Race: Are We So Different?. ISBN: 9780470657140. Yayınevi: Wiley-Blackwell.
- ^ C. Sofer, et al. (2017). For Your Local Eyes Only: Culture-Specific Face Typicality Influences Perceptions Of Trustworthiness:. Perception, sf: 914-928. doi: 10.1177/0301006617691786. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Abrams, et al. (1990). Social Identity Theory.
- ^ R. Brown. (2000). Social Identity Theory: Past Achievements, Current Problems And Future Challenges. European Journal of Social Psychology, sf: 745-778. doi: 10.1002/1099-0992(200011/12)30:63.0.CO;2-O. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. McGarty, et al. (1997). The Message Of Social Psychology. ISBN: 9780631197799. Yayınevi: Wiley-Blackwell.
- ^ M. Rubin, et al. (2016). Social Identity Theory's Self-Esteem Hypothesis: A Review And Some Suggestions For Clarification:. Personality and Social Psychology Review, sf: 40-62. doi: 10.1207/s15327957pspr0201_3. | Arşiv Bağlantısı
- ^ K. J. Reynolds, et al. (2005). When Are We Better Than Them And They Worse Than Us? A Closer Look At Social Discrimination In Positive And Negative Domains.. American Psychological Association, sf: 64-80. doi: 10.1037/0022-3514.78.1.64. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. J. Brown. (1984). The Role Of Similarity In Intergroup Relations. Cambridge University Press, sf: 603-623. doi: 10.1017/CBO9780511759154.012. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Milner. (1983). Children & Race. ISBN: 9780803921511. Yayınevi: Sage Publications (CA).
- ^ J. Duckitt. (1994). The Social Psychology Of Prejudice. ISBN: 9780275950996. Yayınevi: Praeger.
- ^ H. Tajfel. (1984). Intergroup Relations, Social Myths And Social Justice In Social Psychology. Cambridge University Press, sf: 695-716. doi: 10.1017/CBO9780511759154.016. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 17/11/2024 13:37:57 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10771
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.