Simyadan Bilime Yolculuk: Simya Nedir? Simya ile Kimya Arasındaki İlişki Nedir?
Simya Nedir?
Simya kelimesi, Türkçeye Arapçadan geçmiş bir sözcüktür. "Büyü, sihir" anlamındaki سيمياء sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcüğün kökenlerini ise Eski Yunancadaki sḗma (σήμα) sözcüğüne kadar takip etmek mümkündür: Yani "işaret, gösterge" anlamındaki sözcüğe... Dilimizde simyanın en eski kullanımını 1317 yılında Gülşehri tarafından yazılan Mantıku't-Tayr isimli eserde görüyoruz. Ancak bu oldukça ileri tarihli bir kullanım; çünkü eserde, simyadan doğan bilim dalı kimyaya da gönderme yapılıyor: sīmiyā u kīmiyāyı aŋlaram ("simyadan da, kimyadan da anlarım"). Simyacı ise, simya ile uğraşan kimse anlamına gelir. Simya, gizem ve gizlilik ile örtülü olan eski bir uygulamadır.
Simyacıların gözünü o zamanların en değerli maddesi olan altın bürümüştür. Kolay yoldan nasıl altın elde edebileceklerini düşünmeye başlamışlar ve bunun için çalışmaya koyulmuşlardır. En büyük hedefleri, "değersiz" gözüken diğer elementleri bir şekilde altına dönüştürmek olmuştur. Ancak bu çalışmaların hedefi sadece basit yoldan altın elde etmek ile sınırlı kalmamıştır. Bunun yanında, insan vücudu ve "ruh"unu nasıl en mükemmel kılabileceklerini, ölümsüzlük iksiri ile sonsuz bir yaşamı bulmayı ve çaresiz hastalıklara çare bulmayı da amaçlamışlardır. Bilimin ve bilimsel metodolojinin temelleri henüz atılmadığı için, bu girişimler türümüzün biyolojisine ve evrene dair birçok bilgiyi keşfetmemizi mümkün kılmıştır.
Simyacıların etrafımızdaki her şeyin bir tür "evrensel ruhaniyet" içerisinde bulunduğuna dair karmaşık bir dünya görüşleri vardır. Örneğin metallerin kendi ruhlarının olduğuna ve dünya içerisinde "büyüdüğüne" inanıyorlardı. Altın onların öylesine ilgisini çekiyordu ki, herhangi bir metal bulunduğu zaman bunun olgunlaşmamış altın olduğu düşünülüyordu. Altının günümüzde de fazlasıyla değerli bir metal olduğunu biliyoruz; hatta nedenlerinden de az çok haberdarız. Ancak simyacıların altına olan takıntısı, günümüzdekinin çok daha ötesindeydi. Simyacılar periyodik tabloyu dolduran metalleri geliştirerek veya arındırarak mükemmel ruhsal güce ulaşmanın bir yolu olduğunu düşünüyorlardı.
Simyanın Tarihi
Tarihçi Nevill Drury Büyü ve Büyücülük kitabının bir bölümünde simya kelimesinin Mısır Arapçasında siyah anlamına gelen "chem" veya "qem"den geldiğini belirtmiştir. Bu sözcük, Nil Nehri'ni çevreleyen siyah alüvyonlu topraklara işaret etmek için kullanılmaktadır. Zamanla "chem" kelimesi başına "al-" ekini alarak günümüzde Türkçe anlamı "simya", İngilizcesi alchemy olan kelime türemiştir.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki simyanın kimya ile olan kelime benzerliğinden dolayı bir bilim dalı olduğu düşünülmektedir; ancak simya bir bilim dalı değildir. Simyada araştırmalar deneme yanılma yoluyla yapılmaktadır ve iddiaların güvenilirliğini sınamak amacıyla herhangi bir objektif yönteme başvurulmamaktadır. Bol miktarda hatalı iddiaya gerçek gibi yer verilen simya, sıklıkla hüsnükuruntu ve aceleci genelleme gibi mantık safsatalarından gücünü alan bir sahtebilim türüdür. Kimyada olduğu gibi bir pozitif yaklaşım simya araştırmalarında yoktur.
Öte yandan, simya alanında çalışan bazı kişilerin araştırmalarını daha sistemli hale getirme isteği, kimyanın temellerini atıp onun gelişimine hız katmıştır. Yani bilimsel yaklaşımın olmadığı dönemlerde, sahtebilim uğraşlarının bile sistematize edilip insan önyargılarından arındırıldığında sistemli bir bilime dönüşebileceği görülmektedir. Günümüzde bu, genellikle bu şekilde olamamaktadır; çünkü zaten halihazırda Evren'in hemen her basamağını inceleyen bilim dalları bulunmaktadır ve bunlara ek olarak sahtebilimden gelen düzensiz ve hatalı perspektife ihtiyaç duyulmamaktadır.
Günümüzde kullanılan maddelerin bir kısmının yüzyıllar önce simyacılar tarafından keşfedildiği bilinmektedir. Zaten bu nedenle kimyanın temelini simyanın attığı söylenir. Cıva, sönmüş kireç, nitrik asit gibi maddelerin yüzyıllar önce simyacılar tarafından kullanıldığı bilgisi şaşırtıcı olabilir. Ancak şu nokta hatırlanmalıdır: Simyacıların bu maddeleri kullanıp ulaşmayı hedefledikleri sonuçlar, günümüzün bilimselliğinden ve bilimsel düşünme yöntemleri sayesinde edindiğimiz deneyimin getirilerinden oldukça uzaktır. Simyacılığın barutun bulunması, madenlerin rafine edilmesi, kozmetiğin gelişimi, seramik, cam ve boyanın üretimini sağlaması, likör ve esans üretimini başlatması gibi kimyasal gelişime katkılarının olduğu belirtilse de, bunların yöntemi ve sistematiği kimyadan farklıdır.
Tüm bunlara rağmen simyacıların erken dönem bilime katkıları yadsınamaz. Simyacıların elementleri altına dönüştürmeye çalışmalarının günümüze çok büyük faydası dokunmuştur. Sorun, bunun sistemli olmayışından ötürü anlamlı bir bilgiye dönüştürülmesinin fazlasıyla gecikmesidir. Simyacılar, her elementi altına dönüştürme hırslarından dolayı periyodik cetveldeki diğer temel elementleri altından daha değersiz görmüşler, onları incelemeye öncelik vermemişlerdir. Altın, o dönemlerde insanlar için en büyük gelişmeyi temsil ediyordu ve insan ruhunu yenileyen ve geliştiren bir madde olarak görülüyordu. Bu nedenle altına takıntılı bir saplantı beslemişlerdir.
Simya ile ilk olarak Mezopotamya, Antik Mısır, İran, Hindistan ve Çin'de uğraşılmıştır. Klasik Yunan döneminde Yunanistan'da, Roma İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü coğrafyada, önemli İslam başkentlerinde ve daha sonra 19. yüzyıla kadar Avrupa'da simya ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.
Simyacılar o dönemlerde yaşamın temellerinin 5 temel unsurdan oluştuğunu düşünürlerdi. Bunlar toprak, su, hava, ateş ve ruhtur. Bu 5 unsurun evrendeki her şeyin temel taşı olduğunu düşünürlerdi. Eski bir inanca göre her element dört ayrı unsurdan ikisini içerir. Bunlar sıcaklık, kuruluk, ıslaklık ve soğukluktur. Ateş, sıcak ve kurudur. Su, ıslak ve soğuktur. Hava, ıslak ve sıcaktır. Toprak ise soğuk ve kurudur.
Doğa filozoflarından biri olan Empedocles, bir bardağı su dolu bir kaba soktuğumuzda bardağın içinin tamamen su dolmayacağını, bardağın iç hacminin bir kısmının hava, bir kısmının su ile dolu olarak kalacağını kanıtlamıştır. Empedocles öncesindeki Yunan filozoflar, hangi ilkel maddenin her şeyin temeli olduğunu tartışıyorlardı. Heraclitus ateşi, Thales suyu, Anaximenes havanın kök element olduğunu savunuyordu. Türkiye'nin Aydın topraklarında yaşamış Anaximander ise, temel maddenin bu elementlerden biri olmadığını, ancak temel maddenin bu elementlere, bu elementlerin ise birbirlerine dönüşebileceğini savunmuştur. Empedocles; ateş, toprak, su ve havanın temel 4 element ("kaynak") olduğunu söylemiştir. Aristoteles ise bu fikri geliştirerek kuruluk, sıcaklık, ıslaklık ve soğukluk kavramını ortaya atmıştır. Tüm bunlar, simyanın temel aldığı felsefi yapıtaşları olmuştur.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Isaac Newton, Robert Boyle, Arnaldus de Villa Nova gibi önemli bilim insanlarının simya ile ilgili çalışmalar yapması oldukça ilginçtir. Bu durum, erken dönem biliminin henüz sahtebilimi ayıklayabilecek yapı ve donanımda olmadığını göstermektedir. Buna rağmen simya, modern bilimden ayrı bir uğraş olarak kabul edilmelidir. Simya, iddia ettiği hedefine hiçbir zaman ulaşamadığı gibi, istenen hedefler modern bilimin ışığında gördüğümüz üzere, hayallerden öteye geçememiştir.
Simyadan Bilime Yolculuk
Simya ile ilgilenen düşünürlerin çalışmalarının birçok bilimsel gelişmenin önünü açtığından söz etmiştik. Öyle ki, bu çalışmaların sonuçları, simyanın sonunu getirmiştir. Bu kısımda bu gelişmelerden ve bu gelişmelerin simya üzerindeki etkilerinden bahsedeceğiz.
Teleskobun Hikayesi
Teleskobu ilk icat edenin kim olduğu hala belirsizdir; ancak hikayesi kısaca şöyledir: Hans Lippershey adında Hollandalı bir gözlük üreticisi, 1608 yılında nesneleri 3 kez büyütebilen bir cihaz icat ettiğini ilan ederek bunun patentini almak için gerekli başvuruları yapmıştır. Ancak bu patente karşı olan Jacop Metius ve Zacharias Jansen, onun kendi tasarımlarını çaldığını ileri sürerek Lippershey'e ayrı ayrı dava açtılar. Ortalığın karışık olmasından faydalanan Jacop Metius, Lippershey'den birkaç hafta sonra başka bir teleskop için patent başvurusunda bulundu. Mahkeme ve hükümet yetkilileri çok sayıda insan tarafından bilinen bir icadın çok kolay kopyalanabilmesinden dolayı, teleskoba hiçbir patent verilmemesi kararını aldılar. Fakat Lippershey, ilk patent başvurusunda bulunduğu için teleskobun mucidi unvanı olarak anılmaktadır.
Galileo, kendi teleskobunu yaparak cisimleri 20 kat büyütebilmeyi başarmıştır ve ucunu gökyüzüne çevirmiştir. Bu sayede Galileo, uzaya yakın gözle bakmayı başaran ilk kişi olmuştur.
Bu atılımlar üzerine Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde teleskobu geliştirmek için çeşitli çalışmalar başlamıştır. Johannes Kepler, optik sahasında yaptığı çalışmalar sonucunda iki konveksli bir teleskop tasarlamıştır. Teleskop konusunda çağ açıcı fikir ise Isaac Newton'dan geldi. Newton, merceklerin yanı sıra aynalardan da oluşan bir teleskop yapmanın daha yararlı olacağını düşündü ve günümüzde "yansıtıcı teleskop" olarak bilinen teleskobu icat etti.
Böylece 1608 senesinde insanlığın geleceğinde yeni bir kapı aralanmış oldu. Teleskobun icadı sayesinde türümüz ilk defa bu kadar güçlü bir araçla gözünü uzaya çevirdi. Bununla birlikte insanlık, algılayabildiği büyüklüklere bir yenisini daha katmış oldu: Astronomik büyüklükler! Teleskobun icadı bizim Evren'de ne kadar küçük olduğumuzu anlamamıza sebep oldu. Teleskop sayesinde Evren'e yönelik daha önceden ispatlanamayan bazı yaklaşımlarımız ilk defa kanıtlanabilir hale geldi. Bunun sonucunda simyacılar yavaş yavaş deneme-yanılma ve sistemsiz araştırma yöntemlerinden uzaklaşmaya ve bilimsel gerçeklere yaklaşmaya başladılar. Uzayın sonsuz karanlığını inceleyen insanların yüzlerine ilk defa bilimin ışığı vurmaya başlamıştı.
Barutun İcadı
Barutun icadı ile ilgili olarak ilk bulgular Çin'i göstermektedir. MS 142 yılından kalan kayıtlarda baruta benzer bir maddeden söz edilir. Toz şeklinde olan bu maddenin şiddetle patladığından ve parlak ışık çıkarttığından bahsedilir. Bu ilginç keşfin temelinde de simya ile ilgili çalışmalar yatmaktadır.
Simyacılar, ölümsüzlüğü bulmaya çalışırken; kükürt, kömür ve potasyum nitratı rastgele karıştırıp günümüzdeki "patlayıcı barutu"nun atası olan karışımı keşfetmişlerdir. Bundan 1.5 yüzyıl kadar sonra, MS 300 yılından kalan kayıtlara göre ise yine Çin Hanedanlığı'nda yaşamış Ge Hong, patlayıcı yapmak için bu maddeleri yeniden karıştırmıştır. Bu çalışmaları sonucunda, kullanılabilir yapıda ve stabilitede olan ilk barutu icat etmiştir.
Barutun gücü anlaşıldığında Çin Hanedanlığı bu icadı diğer uygarlıklardan saklamaya çalışmıştır. Bu patlayıcı silahların sırrı ancak uzun yıllar sonra çözülebilmiştir. Böylece insanlığın savaşlarda kullandığı öldürme teknikleri baştan yaratılmış, savaş teknolojilerinde büyük bir çığır atlanmıştır.
Camın Keşfi
Bugün evlerimizin ve genel olarak insanlığın vazgeçilmez yapıtaşlarından biri olan cam da simyacıların çalışmalarının bir ürünüdür. Aslında camın tam olarak ne zaman ve kim tarafından keşfedildiği bilinmemektedir. Arkeologlar tarafından keşfedilen en eski cam eşyalar MÖ 2500 yılından kalma Antik Mısır boncuklarıdır. Eski çağlarda insanlar, yemeklerini pişirmek için kaplarını üzerine koyabilecekleri bir taş bulamadıklarından dolayı yanlarında olan ve aynı zamanda mumyalamada kullanılan doğal soda topraklarını kullanmışlardır. Kum üzerinde yakılan ateşin; kum, soda ve deniz hayvanlarının kabuklarında bulunan kireci eritmesi sonucunda camın keşfedildiği bilinmektedir. Bu konudaki en kapsamlı araştırmalardan birisi, kimya tarihçisi Marco Beretta tarafından yazılan Camın Simyası isimli kitaptır.
Metalurji
İnsanlık, öncelikle taşlarla ilgilenmiştir. Taşları şekilden şekle sokmaya çalışmışlardır ancak belli bir şekilden öteye gidememişlerdir. İnsanların taşlara olan ilgisi metalleri keşfedene kadar sürmüştür. Çünkü metalleri, taşların aksine istedikleri şekillere sokabildiklerini fark etmişlerdir. Avrupa'da ilk defa dövülmüş bakırın kullanılmasının MÖ 4500 yıllarına dayandığı bilinmektedir (Anadolu'da MÖ 7000). Altın, gümüş ve bakırın kullanımının arkasından demir gelmektedir. O dönemlerde demirin metalurjik kullanımı gizli tutulmuştur. Bunun sebebi, demirin bakırdan ve bulunan diğer metallerden daha sert olması, silah yapımında kullanmak için ideal bir metal olmasındandır. Ancak ilerleyen dönemlerde silah yapımı dışında inşaat ve tarım açısından da demirin öneminin bilincindeydiler.
Eski Mısırlı ustalar, özellikle altın ile ama genel olarak metallerle çalışma konusunda yetenekliydiler. Cevherlerden metalleri ayıklamak ve alaşımlara birleştirmek için kullanılan yöntemleri geliştirmişlerdir. Mısırlılar, teneke ve bakırdan nasıl kaliteli bronz yapılacağını biliyorlardı. Aynı zamanda demirle neler yapılabileceğinin de farkındaydılar.
Metallerin keşif ve üretimi; bakır, tunç, pirinç ve demir sırasına göre olsa da, bu sıra dünyanın her bölgesinde aynı sırada olmamıştır. Çünkü insanların metaller ile olan bağlantısı tamamen tesadüfi olarak ve o bölgenin coğrafi koşullarına bağlı olarak gelişmiştir. Mesela demir çağı dünyanın bazı bölgelerinde daha erken başlamıştır. Cıvanın keşfi de bakırın keşfi kadar geçmişe gitmektedir. Romalılar cıvayı altın elde ediminde kullanırlardı.
Simya Tarihinde Önemli Kişiler
Johann Rudolf Glauber
Şarap üretimi kimyası üzerine çalışmalar yapıp bunun ticarette kullanılmasını sağladı. Eczacılıkla uğraşıyordu ve halkın fakir kısmına ücretsiz ilaç ve tıbbi tedavi sağlıyordu. Kimyasal ekipmanlara yaptığı geliştirmeler ile kimyaya katkısı çok büyüktür.
Sülfürik asit ve sofra tuzunu birleştirerek konsantre hidroklorik asit üretti. Potasyum nitratı sülfürik asit ile ısıtarak nitrik asit üretimi için geliştirilmiş bir işlem gerçekleştirdi. Sal mirabilis veya "harika tuz" olarak isimlendirdiği sodyum sülfat üretimiyle birlikte bu maddeye Glauber tuzu adı verilmesinin onurunu yaşadı.
Arnaldus de Villa Nova
Simyacı Arnaldus hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi göçebe bir hayat yaşamasıdır. Sık sık şehir değiştiren Arnaldus'un ölümü de Papa tarafından davet edilmesi üzerine Avignon şehrine giderken yolda hastalanarak olmuştur. İlgilendiği konuların gök bilim ve fizik olduğu bilinmektedir. Bu bilim dalları yanında, kimya, tıp ve Arap felsefesi de okumuştur.
Ebu Musa Cabir bin Hayyan
Kimyanın kurucusu olarak anılan Cabir bin Hayyan, çok yönlü bir bilim insanıdır. Kimya, tıp, felsefe, matematik gibi konularda kendini geliştirmiştir. Onun "kimyanın kurucusu" olarak anılmasının sebebi simyayı bir ilim olmaktan çıkarmasıdır. Kendi geliştirdiği yöntemlerle kimyayı, analiz ve matematik gibi sağlam temellerle açıklamış ve kimya biliminin oluşmasını sağlamıştır. Daha sonra bu alanda kendini geliştirmiş ve edindiği tecrübeler, teknikler ve yeni icatlarıyla modern kimya biliminin kaynaklarını oluşturmuştur.
Fransız bilim tarihçisi Marcellin Berthelot, Ebu Musa Cabir bin Hayyan hakkında şunları diyor:
Aristo'nun mantık ilmindeki yeri neyse, Cabir bin Hayyan'ın kimya ilmindeki yeri odur. Aristo mantığın kurucusu ve üstadı olarak kabul edildiği gibi, Cabir bin Hayyan da kimyanın kurucusu ve üstadıdır.
Yaptığı çalışmalar günümüze ışık tutmuştur. Ancak çalışma prensibinin de herkese örnek olması gerekmektedir. Oldukça yoğun bilim hayatı olan Cabir bin Hayyan, yaptığı çalışmalar ve deneylerin sonucundan hiçbir zaman emin olmamıştır. Bilimin hızla ilerlediğini ve her yeni gün başka buluşların gerçekleşebileceğini düşünmüştür. Bu da kendisini yaşadığı çağda ileri görüşlü bir kişi yaparak kimyaya ve günümüze ışık tutmuştur.
- Dünya üzerindeki ilk kimya laboratuvarını kurmuştur.
- Kristalleşme, kalsinasyon, damıtma ve buharlaşma gibi terimleri kimyaya kazandırmıştır.
- Damıtma işleminde imbik aletini kullanarak bitkilerden asitleri, sodyum karbonat ve potasyumu bulmuştur.
- Zehirli maddeler üzerinde incelemeler yapmıştır.
- Boyalar, deriler ve deri boyama üzerinde çalışmalar yapmıştır.
- Paslanmazlığı keşfetmiştir.
- Maddelerin atomik yapısı ve reaksiyon oluşumlarını araştırmıştır.
- Ateşle yanmayan kağıdı keşfetmiştir.
Nikolas Flamel
Bu ismi Harry Potter serisinden hatırlıyor olabilirsiniz; o kişi gerçek bir kişi!
Flamel hakkında oldukça ilginç iddialar vardır. Bu iddialar Flamel'in, simyacıların bulmayı amaçladıkları ölümsüzlük ilacı olarak görülen felsefe taşını ve bütün maddeleri altına çevirmeyi hedefledikleri yöntemi bulduğunu söylemektedir. Çeşitli kaynaklarda yazan bilgiye göre maddeleri altına çevirebilmişti ancak bunu sadece eşi görmüştü.
Nikolas Flamel 1340-1418 yılları arasında yaşayıp ölümünden sonra ünlenen isimlerdendir. Felsefe taşını bulduğu için mezar soyguncuları tarafından mezarı kazılmış ve mezarının boş olduğu iddia edilmiştir. 17. yüzyılda insanlar Nikolas Flamel'in ölmediğine ve hala yaşadığına inanıyorlardı.
Robert Boyle
Kimyasal elementleri maddenin parçalanamayan yapı taşları olarak tanımlamıştır. İlk kez kimyasal bileşiklerle basit karışımlar arasında ayrım yapmış, kimyasal birleşmede özelliklerin tümünün değiştiğini, basit karışımlarda ise böyle değişimler olmadığını öne sürmüştür. İlk kez element ve bileşiklerin doğru tanımını yapmıştır. Robert Boyle'a göre element, kendinden başka elementlere ayrılamayan bir maddedir. Tüm bileşikler, elementlerin birleşmesiyle meydana gelir. Ancak Robert Boyle'un element tanımındaki eksikliği sodyum hidroksit (NaOH), kireç (CaO) ve su (H2O) gibi ısı ile zor ayrışan maddeleri element kabul etmesidir. İlerleyen dönemlerde bu eksikliği Antoine Lavoisier, yaptığı çalışmalar ile düzeltmiştir.
Sonuç
Sonuç olarak geçmişten günümüze olan süreçte edindiğimiz bilgilere bakacak olursak, o zamanlarda birileri ortaya bir fikir atmış ve diğer bilim meraklıları bunu geliştirmek için veya yanlışlamak için çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Eğer yanlışlanabilirse, o fikre sırtlarını dönmüşlerdir. Ancak doğrulanabilir veya geliştirilebilir olduğunu düşünürlerse o fikrin üzerine gitmişlerdir. Aynı durum günümüzde de geçerlidir. Bildiğimizin dışında ortaya atılan bir fikrin yanlışlanabilirliği kontrol edilmelidir. Hiçbir kaynağa başvurmadan, hiçbir bilimsel dayanak oluşturmaksızın yanlıştır veya doğrudur demek yanlıştır. Geçmişten çıkarabileceğimiz en önemli ders budur.
Simyada olduğu gibi deneme yanılma yoluyla çalışmalarını sürdüren insanlar sayesinde kimya biliminin temeli doğmuş ve pozitif bir bakış açısıyla çalışmalarını sürdüren bilim insanlarımız daha titiz çalışmalarıyla bilimi geliştirme yoluna girmişlerdir. Bu demek değildir ki simyanın iddiaları gerçektir. Bu demek değildir ki günümüzde halen simya çalışmaları yürütülmelidir. Bunun dediği şudur: Kimi zaman sıradışı alanlara sistemli bir yaklaşım getirdiğimizde, daha önceden göremediğimiz gerçekleri görebilmemizi sağlayabilir.
Günümüzde her geçen gün yeni çalışma alanları doğmaktadır ve doğmaya devam edecektir. Neden bu yeni doğacak çalışma alanlarından bir tanesi sizin sayenizde olmasın ve tarihe Ebu Musa Cabir bin Hayyan gibi, bir alanın kuruculuğunda sizin adınız geçmesin?
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 24
- 13
- 9
- 6
- 4
- 4
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- B. Radford. What Is Alchemy?. (24 Mart 2016). Alındığı Tarih: 14 Aralık 2018. Alındığı Yer: Live Science | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Classical Element. (14 Aralık 2018). Alındığı Tarih: 14 Aralık 2018. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- Dünya Atlası. Ya Bilimine Katkı Sağlayan Bilim İnsanları Ve Çalışmalarıkim. (18 Kasım 2017). Alındığı Tarih: 14 Aralık 2018. Alındığı Yer: Dünya Atlası | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Johann Rudolf Glauber. (14 Aralık 2018). Alındığı Tarih: 14 Aralık 2018. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Nicolas Flamel. (14 Aralık 2018). Alındığı Tarih: 14 Aralık 2018. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- Haddemetal. Metalurji Tarihi. (14 Aralık 2018). Alındığı Tarih: 14 Aralık 2018. Alındığı Yer: Haddemetal | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Jabir Ibn Hayyan. (14 Aralık 2018). Alındığı Tarih: 14 Aralık 2018. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- R. A. Gilbert, R. P. Multhauf, et al. Alchemy. (14 Aralık 2018). Alındığı Tarih: 14 Aralık 2018. Alındığı Yer: Britannica | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 17/11/2024 14:29:41 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/7478
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.