Natüralizm Nedir? Bilim ile Natüralizm Arasındaki İlişki Nasıldır?
Bilim dendiğinde aklımıza deneycilik (empirizm) gelir; çünkü deney yapmak, bilimin temelinde yatar.[1] Newton, Galileo, Curie, Einstein, Darwin gibi isimler; sanrılar, şahitlik veya vahiy gibi araçlarla kendilerine "bilgi aktarılması" yoluyla değil, gözlem, deney ve muhakeme yoluyla gerçekleri ortaya çıkarmayı başarmışlardır. Bunu yapabilmelerini sağlayan şey, Evren'e "bilim" dediğimiz perspektiften bakıp, onun metodolojisine uygun sorular sorup, onun araçlarını kullanarak, bu sorulara dürüst cevaplar aramaları olmuştur. Büyük fizikçi Max Planck, meşhur bir şekilde şöyle der:
Bir deney, bilimin doğaya sorduğu bir sorudur. Bir ölçüm ise, doğanın soruya verdiği cevaptır.
Deneyciliğin (empirizm) bilimin temelinde yattığı açıktır; ancak bilim, sadece laboratuvarda yapılan deneylerden ibaret de değildir. Eğer öyle olsaydı, teorik fizik, antropoloji ve sosyoloji gibi sahaları bilimin dışına itmemiz gerekirdi. Öyleyse bilimin sınırlarını nasıl çizeriz? Onu nasıl tanımlarız? Bilimin uygulama alanı ne olmalıdır?
Aslında "Bilim Nedir?" yazı dizimizin ilk yazılarında, bilimin ne olup ne olmadığını kapsamlı bir şekilde tanımlamıştık. Burada yaptığımız, bilimin çalışma prensibinden ve bugüne kadar ortaya koyduklarından derlediğimiz bir özetti. Ancak bilimle ilişkilendirilen veya bilimle iç içe büyümüş bazı diğer yaklaşımlar ve felsefi pozisyonlar da bulunmaktadır.[2], [3] Bunlar, özel ve detaylı bir analizi hak edecek kadar karmaşık bir tarihe ve önemli bir felsefi birikime sahip oldukları için, giriş yazımızda bunun bütün detaylarına yer vermedik, sadece söz ettik. Şimdi, bilimin uygulama alanları ve gerçek algısıyla ilgili çok önemli bir felsefi pozisyonu, yani natüralizm kavramının detaylarına bakış atacağız.
Bilim, gerçekleri ortaya çıkarmak için deneyler yapar, veri hatları keşfeder, tahminlerde bulunur, bunları sınar, yanlışladıklarını terk eder, doğruladıkları (daha doğrusu yanlışlayamadıkları) üzerine teoriler inşa eder ve bu şekilde, gerçeğe adım adım yaklaşır. Ancak bilim, sadece veri toplama ve "veri kusma" işinden ibaret değildir. Örneğin doğa bilimlerini başlatan natüralistler (doğa bilginleri), bu veriler ışığında Evren'in nasıl işlediğine yönelik betimlemeler yapmışlar, bunu yaparken de kendilerinden önce gelen dönemlerde hâkim olan süper-natüralist (yani doğaüstüne atıflarda bulunan) ifadelerden uzak durmayı seçmişlerdir. G. E. R. Lloyyd, bu uzaklaşmayı, doğanın keşfi olarak tanımlar:[4]
Bu süreç, "doğal olan" ile "doğaüstü olan" arasındaki farka yönelik takdirin artmasıyla karakterize edilir. Bu farkındalık, doğal olguların rastgele veya gelişigüzel etkileşimlerin ürünü olmadığını; bunun aksine düzenli ve tahmin edilebilir neden-sonuç ilişkileriyle yönetildiğini fark etmekle başlamıştır.
Yani bugün "bilim" olarak algıladığımız uğraşı karakterize eden temel özelliklerden birisi, natüralist bir dil olmuştur (bazı filozoflar bunu, natüralist tavır olarak isimlendirirler).[5], [6] Natüralist bilim anlayışı, modern bilimde baskın olan felsefi çerçevedir/yaklaşımdır/tavırdır ve diğer felsefelere başvuran akademisyen sayısı yok denecek kadar azdır; hatta natüralist olmayan yöntemlere başvurduğunu iddia edenlerin bilimsel yayınları ve yaklaşımları biraz daha yakından incelendiğinde, aslında onların da natüralist bir yaklaşım sergiledikleri kolaylıkla ortaya çıkarılabilmektedir.[7]
Bunun nedenlerini ve tarihini anlamak için, G. E. R. Lloyd'un tanımından da fark etmiş olabileceğiniz üzere, çok kısa bir özet olarak da olsa, nedensellik kavramına bakış atmamız gerekmektedir. İlerleyen yazılarda nedensellik felsefesine daha detaylı bir giriş de yapacağız.
Nedensellik Nedir? Bilimde Nedenselliğin Önemi Nedir?
Aslında modern bilimde nedensellik konusuna ve bilimde nedenselliğin nasıl tespit edildiğine, buradaki yazımızda kapsamlı bir şekilde değinmiştik. Ancak burada nedenselliğin biraz daha felsefi tarafına odaklanacağız ve bugüne kadar nedensellik konusunda geliştirilen felsefi pozisyonları inceleyeceğiz.
Öncelikle şuradan başlayalım: Nedensellik ile anlatılmak istenen nedir? "X, Y'nin nedenidir." dediğimizde anlatmak istediğimiz nedir? Felsefi açıdan, bu soruya net bir yanıt vermek zordur. Nedenselliğin doğası felsefede binyıllar boyu ihtilaf edilegelmiş bir konudur.
Nedensellikten Kasıt Nedir?
Günlük konuşmalarımızda (colloquial anlam) "X, Y'nin nedenidir." derken kastedileni şöyle anlatabiliriz:
- X, Y'yi meydana getirir.
- Y'nin oluşumundan X sorumludur.
- X olmasaydı Y (de) olmazdı.
Günlük konuşmalarımızda, "nedensellik" dediğimizde, bu 3 anlama benzer, birbiri ile yakın, ilişkili ve bağlı anlam kastederiz. Bu konuşmalarımızda X, bazen yeterli koşuldur, bazen gerekli koşuldur, bazen de her ikisidir. Yani kimi zaman X'in olması, Y'nin olması için yeterlidir (kimi durumdaysa X'e ek olarak bazı diğer nedenler de gerekebilir); kimi zaman X'in olması, Y'nin olması için gereklidir (yani diğer nedenler olsa bile X olmadan Y olamaz); kimi zamansa X, tek başına ve doğrudan Y'nin nedenidir. Nedensellikten kasıt, bu 3 olasılıktan biridir.
"Y'i meydana getiren (gerçekten) X midir?", "X ve Y arasında zorunlu bağıntı var mıdır: Yani, X'in olması Y'nin olmasını zorunlu kılar mı? X olup da Y olmaması mümkün müdür?", "X ve Y sadece daimi bir birliktelik içinde midir?" gibi sorular, felsefi sorular olup, bilimsel süreçte önemsiz görülür. Bilim, bu sorulara değinmez; çünkü bu sorulara verilecek cevaplar, bilimin nasıl işlediğini dikkate değer miktarda değiştirmeyecektir. Nihayetinde bilim; olgular, olaylar ve süreçler arasındaki ilişkilendirmeyi, kendi araçları ve felsefesi dahilinde ortaya koymaya devam edebilecektir. Nedenselliğin gerekçesi ve mekanizması ne olursa olsun, en azından uzun yıllar boyunca bilimi aynı şekilde icra etmek ve aynı başarıya ulaşmak mümkün olacaktır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Ancak felsefi açıdan ele alacak olursak, bu sorular bizi nedenselliği 2 farklı şekilde incelemeye götürmektedir: Bilimsel devrim sonucunda bilim felsefesinin empirizme itilmesi ile empirist filozoflar, nedenselliğin zorunlu bağıntı kısmına değinmemişlerdir. Empirist filozoflara göre bilimsellik, daimi birlikteliktir. Profesör Cemal Yıldırım, bunu şöyle anlatır:
Empirik görüş açısından, "X, Y’nin nedenidir." yargısı, X ve Y arasında gözlenen olgusal bir ilişkiyi betimlemedir. Gözlemlerimiz şimşek çakmasını gök gürültüsünün, sürtünmeyi ısının, gündüzü gecenin, sıcaklığın belli bir düzeye düşmesini donun izlediğini göstermektedir.
Bütün bu hallerde gözleme konu olan veri, düzgün ve değişmez bir geçişin olduğudur; ne zaman X ortaya çıkarsa, Y de çıkmaktadır. Gözlem konusu ilişki, bir birlikte gitmeden ibarettir. "X, Y'nin nedenidir." demek, "Y, daima X'i izlemektedir." veya "X ve Y daima birlikte gitmektedir." demektir. "Nedensellik" sözünün bunun ötesinde bir anlamı yoktur.
Rasyonalist felsefeciler, nedenselliğin sadece gözlem ile sınırlandırılmasına karşı çıkar, zorunlu bağıntı peşinden giderler. Nitekim "şimşek çakması" olayının ardından hep gök gürültüsü duyulur, ama gök gürültüsünün nedeni, şimşek çakması değildir. Bu iki olay, ortak bir nedeni paylaşır: Her ikisi de gökyüzündeki bulutların yeryüzüne elektrik akımı boşaltmasının bir sonucudur. Filozofların büyük bölümü, nedenlerin bir bakıma kendi sonuçlarını zorunlu kıldığı ve salt düzenliliğin bu zorunluluğu ifade edemeyeceği konusunda görüş birliği içerisinde olmuştur.
Bilim yapmak için ise, zorunlu bağıntının önemi yoktur, bilimin temel varsayımlarından biri budur. Metodolojik natüralizm kavramını oluşturan da bu durumdur: Bilimin temel varsayımlarından olan "Doğa yasaları daimidir." varsayımı ve bilimdeki nedensellik anlayışı buradan doğar. Önümüzdeki bölümde bunun detaylı açıklamasına tekrar geleceğiz. Bilimsel Felsefenin Doğuşu adlı kitabında Hans Reichenbach, bilimdeki nedenselliği şöyle anlatır:[8]
Elektrik akımının manyetik ibreyi saptırdığını söylemek, her ne zaman bir elektrik akımı varsa, bir manyetik ibre sapması da daima vardır, anlamına gelir. "Daima" kelimesinin cümle içinde yer alması, nedensel ilişkiyi, rastlantıya bağlı ilişki türünden ayırmak içindir.
Nedensellik İddiamız Bizi Kandırabilir mi?
Akıllara şöyle soru gelebilir: Peki, bilimde nedensel bağ, sadece istisnasız bir daimi birliktelikten mi ibarettir? Horozun özel bir şekilde ötmesi ile Güneş'in doğması da daimi birlikteliğe örnek gösterilemez mi? Veya gece ile gündüz daima birbiri ardı gider, gecenin nedeninin gündüz olduğunu söyleyerek aralarında nedensel ilişki kuramaz mıyız? Her sabah bir adamın eşeğe binip gitmesinden sonra ikinci bir adamın da eşeğe binip gitmesi, ikinci adamın eşeğe binip gitmesinin nedeninin birinci adamın eşeğe binip gitmesi olduğunu gösterir mi?
Hayır. Hepsine hayır. Çünkü bu olguları birbirlerine değil, başka bir daimi birlikteliğe bağlıyoruz: Gece-gündüz örneğini ele alalım: Gündüzün gelmesi (etrafın aydınlanması), Dünya'nın kendi etrafındaki dönüşüne ve bu sırada Güneş'e hangi yüzünün dönük olduğuna bağlıdır. Gecenin gelmesi de Dünya'nın kendi etrafındaki dönüşüne bağlıdır. Gece ve gündüz birbiriyle değil, her ikisi ayrı ayrı bu rotasyonel hareket ile daimi birliktelik içindedir. Yani ortadan bir üçüncü faktör vardır (bu örnekte "Güneş" veya "rotasyonel konum") ve diğer iki olay, bu üçüncü faktör ile daimi birlikteliğe sahiptir. Çok basit bir şekilde, eğer gündüzün nedeni gece olsaydı, bir yerde gündüz iken Güneş'in önüne set çekmemiz (veya Güneş'i söndürmemiz) halinde gündüzün devam etmesi gerekirdi. Fakat Güneş'in söndürüldüğü anda çıkan fotonların 8 dakika 20 saniye sonra Dünya'ya ulaşmasından sonra, eskiden "gündüz" olan yerler bir anda geceye gömülürdü. Demek ki gündüzün gelişi gecenin bitişiyle ilgili değil, Güneş ile ilgilidir.
Peki ya bu üçüncü faktör olmasaydı? Yani biz fark etmemiş olsaydık? Çünkü gece-gündüz örneğinde gerçek nedeninin Dünya'nın Güneş etrafında dönmesi olduğunu biliyoruz. Ama henüz nasıl çalıştığını keşfedemediğimiz birçok olay var ve bunlarda bazı şeyler, bazı diğer şeylerle daimi gibi gözüken bir birlikteliğe sahip olarak süregeliyorlar. Ya biz bunları birbirine nedensellikle bağlarsak da arada başka bir üçüncü neden varsa? Yanılıyor olmaz mıyız?
Elbette oluruz! Zaten bilimin işi işte budur! Bilimin işi, yanlış nedensellikleri ortadan kaldırıp, doğru nedensellikleri tespit etme işidir. Eğer elimizdeki olguları, (tıpkı Güneş'i söndürmek gibi) bütün olasılıkları sınayacak testlerden geçirip de, aradaki nedenselliği bir türlü başka bir olguya/olaya bağlayamasaydık, elimizdeki iki olayı/olguyu nedensel ilişkide görürdük veya görmemiz gerekirdi. Empirist bilimde nedenselliğin bundan ötede bir anlamı yoktur; ancak bu nedensellik, her zaman yeni veri ve bulgular ışığında güncellenebilir. Zaten bu nedenle nedenselliğe yönelik argümanlarımızın (yani hipotezlerin) test edilebilir ve yanlışlanabilir doğada olması gerekir. Aksi takdirde aklımıza gelen her gerekçeyi, olayların "nedeni" olarak atayabilirdik ama bu iddiamızı sınayamazdık. Eğer bilim yapılacaksa, neden olarak ileri sürdüklerimiz test edilebilir ve yanlışlanabilir olmalıdır.
Bu tür istinai ve zor durumlar hariç, elbette birçok durumda nedensellikleri deneysel olarak sınamamız ve olası etki eden faktör sayısını pratik olarak 1'e indirerek, makul şüphenin ötesinde kalacak bir şekilde, "gerçek nedeni" (veya "gerçek olduğunu düşündüğümüz ve bunu düşünmek için yeterli ve geçerli sebeplerimiz olan nedeni") tespit etmemiz mümkündür. Buradaki yazımızda bunun metotlarını detaylıca anlatmıştık.
Eşeğe binen adamlar örneğini ele alalım: Belli bir süre gözledikten sonra, ilk adamın eşeğe binmesini engelleyerek ama ikinci adama bundan söz etmeyerek (buna bilimde "değişkenlere müdahale" denir), ikinci adamın davranış değişikliğini inceleyebiliriz. Eğer ilk adam artık bunu sergilemiyor olmasına rağmen, ikinci adam her sabah eşeğine binip gitmeye devam ediyorsa, belli ki ilk adamın eşeğe binip gitmesinin ilk adamın davranışı ile bir ilgisi yoktur (örneğin ikinci adam da aynı saatte iş yerine gidiyor olabilir). Eğer ilk adam da eşeğe binip gitmeyi sonlandırıyorsa (ve ikinci adam her başladığında geri başlıyor, her durduğunda o da duruyorsa), iki adamın davranışları arasında bir nedensellik olduğunu düşünmeye başlarız.
Peki bu nedensellikten hemen, %100 emin olabilir miyiz? Hayır. Ama bu nedensellikten %100 emin olamıyor olmak, nedenselliğin olmadığını söylemek veya iddia edemeyeceğimizi savunmak için yeterli bir gerekçe değildir; eğer öyle olsaydı, ilerleyen satırlarda da göreceğimiz gibi, mutlak bir kinizme saplanarak hiçbir şeyden emin olamaz, olduğumuz yerde kalakalırdık. Ancak bu düzeyde bir şüpheciliğin işlevsel, anlamlı, gerçekçi, geçerli, yeterli, vb. kriterleri tatmin edecek bir argüman olduğunu bugüne kadar gösterebilen olmamıştır. Dahası, bilimde kullandığımız Bayesçi Yaklaşım zaten hiçbir zaman %100'e ulaşamayacağımızı ama gerçekleri anlamak için buna ihtiyacımız da olmadığını göstermektedir.
Benzer şekilde, "nedenselliğin var olduğunu söylemek" ile "nedenselliğin neden var olduğunu sormak" ayrı iki olgudur. Bilim, ilkini yapar. Felsefe, ikincisini sorgulayabilir. Ancak ikincisinin net bir cevabı olmaması, ilkindeki iddiayı zayıflatmaz veya geçersiz kılmaz. Bu, doğa yasalarını anlayabilmemiz ama onların nereden geldiğini (henüz) bilmiyor olmamız gibidir. İlerleyen kısımlarda göreceğimiz üzere, bilimin ortaya koyduğu gerçekleri ve nedensellikleri anlayıp kabul ettiğiniz müddetçe, bunları nasıl yorumlayacağınız sonucu değiştirmeyecektir. Fakat yine göreceğimiz gibi, pragmatik nedenlerle, en az varsayıma dayanan yorum, en verimlisi ve gerçek olma ihtimali en yüksek olan seçenek olacaktır.
Bu noktayla ilgili son olarak şunu söyleyebiliriz: Bilimde, az önce sözünü ettiğimiz türden "üçüncü faktörlere" yanıltıcı değişkenler (İng: "confounding variables") denir. Eğer bu yanıltıcı değişkenleri, bilimsel metodu takip ederek teşhis etmezseniz ve bunun üzerine bir felsefe/argüman/iddia inşa ederseniz... Yanılırsınız.
Nedenselliğe Felsefi Yaklaşımlar
Bugüne kadar nedenselliğe yönelik geliştirilen felsefi yaklaşımları 3 ana başlıkta toplayabiliriz:
Materyal Nedensellik
Doğal/materyal varlıklar ve olayları arasında nedensel ilişki vardır.
Bu anlayışa göre, doğal olgular ve olaylar arasında nedensellik (zorunlu bağıntı) vardır ve bu nedenler hem yeterli hem zorunlu koşullardır. Lakin bu anlayışta, arasında nedensel ilişki (zorunlu bağıntı, etkin neden) var denilen maddi şeylerin üzerinde veya beraberinde/paralelinde başka bir nedensel güç olup olmadığı hususu kapsam dışıdır.
Bu anlayışa göre materyal şeylerin de gücü vardır. “X, Y'nin nedenidir.” denilen ifadede X ve Y arasında zorunlu bağıntı vardır. X olup da Y olmaması mümkün değildir. X, Y'nin meydana gelmesini zorunlu kılan etmendir. Bu anlayıştaki X, Aristocu nedensellikte (İng: "Aristotelian causation"), etkin neden (İng: "efficient cause") kavramına tekabül eder. Bu nedensellik anlayışına, natüralizmin tarihinden bahsederken de göreceğimiz üzere, ikincil nedenler veya ikincil nedensellik de denmektedir.[9]
Bu anlayış çerçevesinde, Gazzali'nin meşhur pamuk-ateş örneği üzerinden gidecek olursak, "Ateş pamuğu yaktı." veya "Ateş, pamuğun yanmasının nedenidir." ifadesinde ateş, pamuğun yanmasını meydana getiren etkin nedendir, aralarında zorunlu bağıntı vardır.[10] Ateş varsa, (saf) pamuğun yanmaması mümkün değildir ve ateş yok ise (benzeri etkide bir neden) olmaksızın pamuğun da yanması mümkün değildir. Ateş veya aynı güçte bir neden, gereklidir.
Burada şuna dikkat ediniz: Kimi zaman bir sonucun birden fazla nedeni olabilir. Örneğin pamuğun yanması için ateşe ek olarak hava da gerekmektedir. Benzer şekilde, sadece ateş, pamuk ve havanın olması yetmez, ateşin aynı zamanda pamuğa temas etmesi gerekir. Bu ek gereksinimler, örneği basitleştirmek adına göz ardı edilmektedir. Fakat argüman, dilendiği gibi genişletilebilir: "Ateş ve havanın olduğu bir durumda, ateşin pamuğa temas etmesi halinde, pamuğun yanmaması mümkün değildir." deriz.
Benzer şekilde, negatifleştirici nedenler de eklenebilir: Örneğin ateş, hava ve pamuğun olduğu yerde nem, su, kimyasal geciktirici, pamuğun saflığını bozacak maddeler, vb. olması halinde, az önce ortaya koyduğumuz şartlar sağlansa bile (ateşin yanması için gereken hava ve ateş bulunsa bile) pamuk yanmayabilir. Bu durumda ortamdaki ek unsur, pamuğun yanmasının değil, yanmamasının nedenidir.
Görebileceğiniz gibi buraya kadar saydıklarımız, bilimin çalışma basamaklarının ta kendisidir. Nedensellik sorgusu ve buna yönelik empirik çalışmalar, bize doğada olan bitenin nasıl çalıştığını anlatır. Bu örnekleri inşa edebilmekte kullandığımız gerçekler (pamuğun yanması, hava olmadan pamuğun yanmaması, vs.), zaten bilimin sınırlarında olan gözlemler ve deneyler sonucunda keşfedilmiş gerçeklerdir. Bu nedensellik arayışımız sonucunda Evren'in nasıl çalıştığına yönelik bilimsel genellemeler yaparız (örneğin daha test etmeksizin, aynı şartlar altında kağıdın da bu pamuk gibi yanacağı hipotezini ileri sürebiliriz). Bu genellemeler nihai değildir; yeni veri ve gözlem ışığında değişebilir (örneğin pamuk yerine taş koyduğumuzda kolay kolay yanmadığını görebiliriz ya da belli bir malzemenin yanması için çok daha güçlü bir ateş olması gerektiğini fark edebiliriz). Ancak bir sonucun nedenleri (veya nedenler ağı) ne kadar karmaşık olursa olsun, o nedenler bilimin tanımladığı biçimde bir araya geldiği müddetçe, o sonuç oluşmak zorundadır. Ve materyal nedensellik anlayışına göre, o sonuç oluştuğu müddetçe, o sonucu izah etmek için, tespit edilen nedenlere ek bir neden aramaya gerek yoktur.
Okasyonalizm (Aranedensellik)
Doğa olayları arasında nedensel ilişki yoktur, sadece ardışıklık vardır. Tek neden Tanrı'dır.
Antimateryalist bu görüşe göre, materyal şeylerin hiçbir gücü yoktur. “X, Y'nin nedenidir.” ifadesinde X ve Y arasında nedensel ilişki (zorunlu bağıntı) yoktur: Tanrı, her seferinde önce X'i meydana getirir, ardından her seferinde Y'yi meydana getirir. Bu nedenle, Tanrı'nın istemesine bağlı olarak X olup da Y'nin olmaması mümkündür, Tanrı'nın iradesine bağlıdır.[11] Tanrı, her an, nedensel bir etkileşim halindedir. Benzer şekilde, X olmayıp da Y'nin olması mümkündür.[12] Bu anlayışta, Aristocu nedensellikte karşımıza çıkan "etkin neden", Tanrı'dır. Bu anlayışın savunuru Nicholas Malebranch, bu anlayışı böyle savunur:[13]
Sadece her şeye gücü yeten sonsuz kudrette bir varlık "gerçek neden" olabilir.
Malebranch, materyal şeyler sonsuz güçte olmadığı için, herhangi bir şeye neden olamayacaklarını öne sürer.
Bu anlayış çerçevesinde ateş-pamuk örneğini tekrar değerlendirecek olursak: Ateş ile pamuk yanması arasında nedensel ilişki yoktur, sadece ardışıklık vardır. Pamuğu yakan ateş değil, Tanrı'dır. Tanrı isterse ateş varken de pamuğu yakmayabilir veya Tanrı, hiçbir ön-olgu olmadan, birdenbire pamuğu yakabilecektir.
Konkürentizm (Mutakabatçılık)
Hem Tanrı hem materyal şeyler nedendir.
Bu nedensellik anlayışı, materyal nedensellik ile okasyonalizm felsefesinin bir karışımı gibidir. Konkürentizmde sonuçların belirmesi için hem Tanrı hem de yaratılmışlar etkin rol oynar.[14] Tanrı'nın rolü, materyal yaratılmışların üstünde değildir.[15] Bu nedensellik anlayışında da Tanrı, her an nedensel bir etkileşim halindedir. Materyal nedensellik, ikincil nedenselliktir.
Konkürentizmde, "X, Y'nin nedenidir." ifadesindeki X, ikincil nedendir; ama ne olursa olsun hem Tanrı hem de X nedendir. Konkürentizme göre, Tanrı'nın ikincil neden olmadan da sonucu ortaya çıkartması mümkündür.
Bu anlayış çerçevesinde pamuk-ateş örneğini yeniden değerlendirecek olursak: "Pamuğun yanması" dediğimiz durumu ortaya çıkaran, hem Tanrı hem de ateştir. Her ikisi de etkin rol oynamıştır. Tanrı da olmasa pamuk yanamazdı, ateş de olmasa pamuk yanamazdı. Okasyonalizmin aksine, ateş ve pamuk yanması arasında ardışıklıktan daha fazlası vardır: Ateş, sadece önce gelen bir olay değildir, aktif bir nedendir (ancak bu, Tanrı'nın aktif nedenliğini dışlamaz).
Burada sözünü edebileceğimiz dördüncü ve bir diğer tutum, muhafazakar nedensellik olarak bilinen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre de hem materyal şeyler hem de Tanrı nedendir ama sonucu ortaya çıkarmaktadır ama Tanrı'nın rolü/etkisi asgari (en az) seviyededir. Bir diğer deyişle, "materyal nedensellik" ile "okasyonalizm" karışımının oranlarını değiştirerek, siyah ve beyazın ötesine geçen, grinin farklı tonlarında yaklaşımlar elde eden felsefi akımlar üretmek mümkündür (bunu teizm skalasında da görmekteyiz).
Bu noktada, bilimin neden materyal nedenselliğe yoğunlaştığını ve bilim filozoflarının okasyonalizm ve konkürentizme yönelttiği eleştirileri yazının ilerleyen kısımlarında göreceğiz; böylece, metodolojik natüralizm kavramının nasıl ortaya çıktığını da anlamış olacağız. Ancak bunu yapmadan önce, nedensellik konusundaki bu temel bilgilerden yola çıkarak, natüralizmin ne olduğuna temel bir bakış atalım.
Natüralizm Nedir?
Natüralizm (ve yakın sayılabilecek kardeşleri materyalizm ve fizikalizm), doğadaki her şeyin sadece natürel (doğal) nedenlerden kaynaklandığını ve maddeci (materyal) olgusuna dayandığını varsayar.[16], [17] En karmaşık inanç sistemlerimizden en basit tenis topuna kadar, en derin korkularımızdan en karmaşık otomobilimize, en derin duygulara dayanan aşktan en karmaşık hayvan davranışlarına, en küçük atom altı parçacıktan en büyük galaktik ağlara, Evren'in var oluşundan yok oluşuna kadar her şeyin doğal ve maddeci olduğunu ve bunun ötesinde, doğal olmayan hiçbir unsur veya varlık bulunmadığını varsayar.[18] Yani bir şey eğer ki (en geniş tanımıyla) Evren içinde bulunuyorsa, doğaldır anlayışı geçerlidir. Bu görüş, natürel-olmayan (doğaüstü) süpergüçlerin bilimde bir açıklama olarak kullanılamayacağını ileri sürer (bu konudaki önemli bir nüansı, aşağıda ele alacağız).
Burada bir ayrıma gitmekte fayda vardır: Bilim insanlarının bilime yönelik tutumuna metodolojik natüralizm (veya epistemolojik natüralizm) denmektedir. Yani bilim insanları, bilimin metodu içerisinde natüralist bir tavır takınırlar. Yani bilimin yönteminde, bilim insanlarının yaklaşımı gereği, natüralizm de bulunmaktadır. Bilimin başlangıcından beri var olan natüralist çerçeve, bu tür bir natüralizmi içermektedir ve modern bilimsel paradigmaya metodolojik natüralizm denilmektedir.[19] Vallard Wan Orman Quine'ın empirizme yönelik eleştirileri ve önerilerinden sonra, bilimin bileşke felsefesi kısaca natüralizm (doğalcılık) diye anılmaya başlanmıştır.[20]
Ancak olabilecek tek natüralizm bu değildir. Ayrımın diğer ayağında metafiziksel natüralizm (veya ontolojik natüralizm) bulunmaktadır. Bu, var oluşun kendisinin natüralist olması gerektiğini söyleyen felsefi pozisyondur. Eğer bilimin araştırma metotlarından ve kapsamından bağımsız olarak, Evren'in doğaüstünden tamamen muaf olduğuna inanıyorsanız, yani hiçbir süpergüce (tanrılar, melekler, şeytanlar, cinler, hayaletler, vs.) inanmıyorsanız ve bunların mümkün olduğunu da düşünmüyorsanız, metafiziksel olarak da natüralistsiniz demektir. Bu felsefe, ateizm ile çok benzerdir (kimine göre eş anlamlıdır). Bilim insanları ve bilim filozofları arasında, bilimin, metodolojik natüralist olduğu konusunda dikkate değer bir görüş ayrılığı yoktur; ancak bilimin metafiziksel natüralist olup olmadığı konusunda henüz bir görüş birliği bulunmamaktadır.[21]
Ancak natüralizmin türleri ve bilimde natüralizme yaklaşımlar, bu iki ana başlık altında da daha fazla alt başlığa ayrılabilir. Bunu yapabilmek için, öncelikle asıl ilgi alanımız olan metodolojik natüralizme biraz daha yakından bakalım.
Metodolojik Natüralizm Nedir?
Metodolojik natüralizm kavramının ne anlama geldiği; tanımının ne olduğu ve nasıl anlaşılması gerektiğine dair açıklamalarda farklılıklar olsa da en geniş kapsamlı özet tanım olarak şunu diyebiliriz: Metodolojik natüralizm; bilimsel sürecin doğal neden ve doğal olaylar ile ilgili olması gerektiğini, doğaüstü gibi alanların bilime karıştırılmaması gerektiğini savunan, ontolojik/metafiziksel natüralizme (yani süpergüçlerin gerçekten var olup olmadığına) dair tutumunuzun ne olduğuna bakmaksızın, bilim yaparken natüralizm gerçekmiş gibi hareket etmeyi temel alan felsefi bir tavırdır.
Yazının ilerleyen kısımlarında natüralizmin bilim ile ilişkisinin tarihine daha detaylı bakacağız; ancak bilim tarihçisi Ronald Numbers, "metodolojik natüralizm" kavramının kökeni olarak, filozof Paul De Vries'ın 1983 yılındaki bir konferasını göstermektedir (ne var ki ilerleyen kısımlarda göreceğimiz gibi, bir konsept olarak bu paradigma, 1983'ten çok ama çok daha eskidir).[22] Konuşmasında Paul De Vries, bilimin çalışma yöntemini "metodolojik natüralizm" olarak adlandırır ve metodolojik natüralizm ile metafiziksel natüralizm arasında ayrım yapar. De Vries'a göre metodolojik natüralizm, Tanrı'nın varlığı konusunda tarafsızdır, bu tarafsızlık da metodolojik natüralizmi ontolojik natüralizmden ayıran farktır. Paul De Vries, bilimin çalışmasını şöyle özetler:
Bilimin amacı, olayları fiziksel ilkeler, yasalar ve alanlar ile açıklayıcı bir bağlamda dizmektir. Doğa bilimleri, madde ve enerjiyi, metodolojik natüralizm bağlamında incelemeye adanmıştır,.
Konuşmasında De Vries, bilim yapmak için natüralizm doğruymuş gibi hareket etmemiz gerektiğini söyler. Natüralizmin varsayımlarından olan insan aklının Evren'i kendi başına anlayabileceğini ve doğa yasalarının daimi olduğunu varsaymamız gerektiğini, ama natüralizmin bir diğer ayağı olan "Ontoloji doğadan ibarettir, doğadan başka varlık yoktur." varsayımını kabul etmek gerekmediğini söyler. Neye metodolojik natüralizm dediğiyle ilgili olarak Paul De Vries şunları söyler:
Kalemimi bırakırsam hemen zemine düşer. Niye [düşer]? "Tanrı öyle yaptı." demek bilimsel açıdan aydınlatıcı olmaz. Aynı şekilde, bilim insanları bir yağmur fırtınasını bir Hintlinin yağmur ritüeliyle veya bir çiftçinin duasıyla açıklamaz. Yağmur fırtınaları, basınç ve sıcaklık gibi kendisi başka doğal faktörlere bağımlı doğal faktörlerle açıklanır.
Özet olarak, doğa bilimlerinde açıklamalar, yaratılıştaki olumsal (bağımlı) ve şahsi olmayan faktörler ile yapılır. Suya 2 tane elektrot bırakırsam, hidrojen ve oksijen ayrılmaya başlar. Bir laboratuvar raporu yazıyor olsaydım, Tanrı'nın işe atıldığını ve bu elementleri ayırdığını yazmam kabul edilemez olurdu (bir Hristiyan üniversitesinde bile olsam!). "Tanrı hipotezi", doğal bilimsel açıklamalarda hem gereksiz hem yersizdir.
Doğa bilimlerinin natüralistik odaklanması bir disiplinel metot meselesidir. Bu kesinlikle demek değildir ki bazı bilim insanları Tanrı'nın, bir hipotezi şu anda cereyan ettiği şekilde oluşturmadığını keşfetti. Doğadaki örüntülerin asıl nedenleri ya da nihai kaynakları doğa bilimlerinin ilgilendiği bir husus değildir – o sorular bazı doğa bilimcilerinin ilgilendiği sorular olsa da. Doğa bilimleri natüralistik odaklanmaya bağlı metot ile sınırlandırılmıştır. Metottan kastım, onlar sorularına cevabı yaratılmış, şahsi olmayan ve olumsal düzen barındıran doğa içinden aramalıdırlar, başka bir yerden değil. Böylece doğa bilimleri, metodolojik natüralizm dediğim şey ile sınırlıdır.
Tüm Reklamları Kapat
Bu konuşmadan sonra ve özellikle de ABD'deki yaratılış-evrim davalarından sonra, bilimsel paradigmaya metodolojik natüralizm denir olmuştur.[23]
Metodolojik Natüralizm, Bilimin Temel Bir Varsayımı mı?
Bilimdeki natüralizmden söz ederken, (en azından büyük çoğunlukla) metodolojik natüralizmden söz edilmektedir; metafiziksel natüralizmden değil. Bu ayrımı yapmak önemlidir; çünkü teist olsun veya olmasın, bilim insanlarının ezici çoğunluğunun metodolojik natüralizmi benimsediği ve hatta bunu, bilimin temel bir ilkesi olarak gördüğü söylenebilir.
Elbette bu konuda kapsamlı ve açık anketler yapılmamaktadır, dolayısıyla evrensel bir kanıya varmak zor olabilir; fakat çok sayıda üst düzey bilim insanını ve filozofu bir araya getiren vakalarda, örneğin Akıllı Tasarım görüşünün bilimselliğinin tartışıldığı Kitzmiller vs. Dover davası gibi durumlarda, bilimin belli bir konudaki genel tavrının ne olduğunu yansıtan sonuçlara varılabilmektedir. Sözü geçen davada Yargıç John E. Jones; Prof. Dr. Kenneth Miller, Prof. Dr. Robert Pennock ve Prof. Dr. John Haught'un ifadelerinden yola çıkarak, Akıllı Tasarım'ın bilimsel bir temele sahip olmadığını şu sözlerle ilan etmiştir:[17], [24], [25]
Bilimin, araştırmayı test edilebilir doğal açıklamalara sınırlandıran bu öz-aşılamalı kuralı filozoflar tarafından "metodolojik natüralizm" olarak adlandırılır. Bilim insanlarından, etrafımızdaki dünya hakkında gözlemleyebileceğimiz, test edebileceğimiz, aynısını tekrar inşa edebileceğimiz ve doğrulayabileceğimiz açıklamalar talep eden metodolojik natüralizm, bilimin temel kuralıdır.
Yine de metodolojik natüralizmin bilimde bir "ilke" mi (yani temel bir varsayım mı) yoksa bir "vargı" mı olduğu, tartışılmakta olan bir konudur. Bir diğer deyişle, bu tür bir sonuca varabilmek için, şu sorulara ve daha fazlasına cevap vermek gerekir: Bilim, natüralizmi a priori bir koşul olarak mı kabul eder? Yani bilim, natüralizm gereği mi doğaüstü önerileri dikkate al(a)maz; yoksa bilim, varsayımsal olmayan, başka bir nedenle veya nedenlerle doğaüstü önerileri dikkate al(a)madığı için mi günümüzdeki bilimsel paradigmaya "metodolojik natüralizm" denir? Metodolojik natüralizm bir tercih midir, yoksa zorunluluk mudur? İşte bu sorulara verilen 2 farklı cevap için, Pragmatik Metodolojik Natüralizm ekolü ve İçsel Metodolojik Natüralizm ekollerinin cevaplarına bakmamız gerekiyor.
Pragmatik Metodolojik Natüralizm (Pragmatistler)
Pragmatik Metodolojik Natüralizm (veya kısaca Pragmatistler), metodolojik natüralizmin bilimin içkin bir niteliği olmadığını (yani natüralizmin bilimin temel bir varsayımı olmadığını), natüralizmin bilimde bir "vargı" olduğunu savunur.[26] Hans Halvaarson gibi bazı felsefeciler, bu tutuma Provizyonel Metodolojik Natüralizm de demektedir.
Metodolojik natüralizmin babası sayılabilecek olan Willard Van Orman Quine, natüralizmin, bilime yönelik modern algılarımız açısından dogmatik bir inanç olmadığını söyler; daha ziyade natüralizm, Evren'i ve Evren içerisinde olup biten ve bilimin anlamaya çalıştığı süreçleri anlamlandırabilmek istiyorsak, elimizde var olan en iyi yöntemin bilim olduğunu savunmaktadır. Yani o, biraz daha pragmatik bir natüralizm algısına sahiptir. İşte bu nedenle bilim felsefesinde buna "Pragmatik Metodolojik Natüralizm" denir. Bu görüşe göre, yukarıda da izah ettiğimiz gibi, bilimin metodolojisi (ve dolayısıyla natüralizm) gökten zembille inmemiştir; ancak bilim tarihi içerisinde ortaya çıkan en iyi metodolojik yol göstericidir.[27] Özellikle de natüralist açıklamaların istikrarlı bir şekilde başarıya ulaşması, pragmatik bir natüralist anlayışın bilime (ve hatta felsefeye) sirayet etmesine neden olmuştur.[28], [29], [30]
Pragmatistlere göre metodolojik natüralizm bir vargıdır, metodolojik natüralizmin bilimdeki rolü aşılabilirdir ve değiştirilebilirdir. Pragmatistlere göre eğer bunun için yeterli ve geçerli empirik delil olursa, bilimsel süreçte doğaüstü güçlere ve/veya önerilere de yer vermek mümkündür. Onlar için metodolojik natüralizm, pragmatik bir araçtan ibarettir.
Pragmatistlere göre bilim, cevapları doğa içinde değil, deneylenebilir alanda aramalıdır. Bu ekole örnek olarak bilim felsefecisi Elliott Sober'ın Biyoloji Felsefesi adlı kitabındaki şu parça örnek gösterilebilir:[31]
Bazı yaratılışçılar, evrimsel biyolojiyi –aslında genel olarak bilimi- “doğalcılık” adını verdikleri felsefi bir görüşü benimsediklerinden dolayı eleştirmişlerdir (örneğin bkz. Johnson 1997). Bu iddiaya göre bilim insanları, doğanın kendi kendine yeten kapalı bir sistem olduğu –yani doğal görüngülerin açıklamasında Tanrı gibi doğaüstü varlıklara başvurulmasına gerek olmadığı- önyargısını taşımaktadırlar. Onlara göre bu, kanıtlarla ya da akıl yürütmelerle desteklenen bir önermeden çok bir felsefi dünya görüşüdür.
Buna yanıtım şudur: Bilim, dünyanın nasıl olduğuna ilişkin herhangi bir görüşü değil, bir yöntembilimi benimsemiştir. Bilimsel iddialar test edilebilir olmalıdır; eğer doğaüstü varlıklara ilişkin iddialar da test edilebiliyorsa onları da bilimsel sayarız. Fakat, eğer bunlar test edilemiyorsa o zaman bilim insanları bunları dikkate almamalıdır. Bunun nedeni söz konusu iddiaların yanlış olması değil, onların bilimsel olarak değerlendirilememesidir.
Bir diğer örnek olarak, fizikçi Sean Carroll'dan söz edilebilir. 2016 yılında yayımladığı The Big Picture adlı kitabında Sean Carroll, bilimsel paradigmaya metodolojik natüralizm demenin hatalı bir tasvir olduğunu, onun yerine metodolojik empirizm denilmesi gerektiğini söyler:[32]
Bilim, metodolojik natüralizm ile değil – bilginin sadece akıl yürütme ile değil, dış dünyayı tecrübemiz ile elde edildiği görüş olan metodolojik empirizm ile tanımlanmıştır.
Tüm Reklamları KapatBilimin uygulamasında doğaüstüyü baştan men eden hiçbir şey yoktur. Bilim, gözlemlediğimiz şeylere en iyi açıklamayı bulmaya çalışır. En iyi açıklama doğal olmayan ise, bilim bizi o sonuca götürmüş olurdu.
The Logic of Scientific Discovery adlı kitabında Karl Popper da pragmatistler gibi "empirik bilime natüralistik denilebilir" der. Akıllı Tasarım hareketine karşıtlığıyla bilinen Robyn Williams, Unintelligent Design kitabında, bilimin doğal ve doğal olmayan diye değil, bilinen ve bilinmeyen – açıklanan ve açıklanamayan diye ayırt ettiğini söyler:[33]
Delile dayalı araştırma metotları ile öğrenilen her bir fenomen bilimde geçerlidir.
Yonatan Fishman da Can Science Test Supernatural Worldviews adlı makalesinde, doğaüstü iddiaların test edilebileceğini öne sürer.[34]
Pragmatistlere göre cevap bellidir: Bilimin natüralizmi ön-kabul etmesi ile doğaüstü önerileri yok sayması gibi bir durum söz konusu değildir; aksine, doğaüstü öneriler bilimsel şartlara denk gelmediği için bilimsel paradigmaya metodolojik natüralizm denilmektedir. Pragmatistlere göre, bilimde doğaüstü önermelerin şimdiye kadar değerlendirilmemiş olması, onlara dair (empirik) delil olmamasındandır. Bilim, herhangi bir şekilde (metodolojik) natüralizmi önkabul olarak benimsemez.
İçsel Metodolojik Natüralizm (İçselciler)
Öte yandan kimi felsefeciler, metodolojik natüralizmi bilimin bir "ilkesi", bir "kuralı", "ayrılmaz bir özelliği" veya "zorunluluğu" olarak kabul ederler. Bu yaklaşıma bilim felsefesinde İçsel Metodolojik Natüralizm (veya kısaca İçselciler) denir. Ghent Üniversitesi'nden Maarten Boudry ve arkadaşları, Foundations of Science dergisinde yayınladıkları makalelerinde, bu yaklaşımın Michael Ruse gibi büyük bilim filozofları da dahil olmak üzere birçok bilim felsefecisi tarafından desteklendiğini yazmaktadır.[28] Bu tür bir natüralizmden söz eden Amerikalı jeolog ve Teksas Vatandaşlar İçin Bilim başkanı Steven Schafersman, bunu şöyle anlatmaktadır:
Metodolojik natüralizm, bilimsel metot içerisindeki felsefi natüralist kabul veya varsayımdır; bilim insanları bunu tamamen benimsese de, benimsemese de; fark etse de, fark etmese de... Bilim, metafiziksel değildir ve dolayısıyla herhangi bir metafizik varlığın mutlak gerçeği bildirmesine ihtiyaç duymaz. Bilim, başarılı olabilmek için, metodolojik natüralizmi bir strateji veya işlevsel bir hipotez olarak kabul etmek zorundadır. Dolayısıyla natüralizmin mutlak doğruluğu hakkında agnostik kalabiliriz; ancak ne olursa olsun, doğayı, doğada sadece doğa varmış gibi araştırabilmek için natüralizmi benimsemek zorundayız.
Tufts Üniversitesi'nden Prof. Dr. Lawrence Lerner de metodolojik natüralizm ile bilim arasındaki ilişkiyi şöyle özetler:
Metodolojik natüralizm, bir "doktrin" değildir; ama bilimsel metodun, yani doğal evreni araştırma biçimimizin temel bir bileşenidir. Eğer bir insan, doğa yasaları ve teoriler kullanılarak bilim insanları tarafından çözülmeye çalışılan problemlerin çözülemeyeceğine inanıyorsa, yani zaman zaman doğaüstü ve bilimsel olmayan prensiplere başvurulması gerektiğini düşünüyorsa, bu kişinin bilim yapmanın temel şartı olan bilimsel metodolojiye güvendiği söylenemez.
Metodolojik natüralizmin 4 yüzyıl boyunca elde ettiği baş döndürücü başarıları inkâr edilemez. Diğer yandan, sırf bir olguyu açıklamak konusunda bir çıkmaza girdiği için o olguyu açıklamakta doğaüstü sebeplere başvuran bir bilim insanının, o problemin bilimsel olarak anlaşılmasını başaramayacağı kesindir.
Tüm Reklamları Kapat
Görülebileceği gibi, bilim filozofları veya bilim insanları arasında keskin tanımlar konusunda bir belirsizlik vardır. Ancak söylediklerinin özüne bakıldığında, ne tür bir ayrıma gittiklerini anlamak zor değildir: Özünde İçsel Metodolojik Natüralistler, natüralist olmayan bir bilimin hayal edilemeyeceğini veya hayal etmekte çok zorlanacağımızı savunurlar.
İçselcilere göre metodolojik natüralizm, bilimin bir özelliğidir, bilimin özüdür, temel kuralıdır. Ancak İçselciler de kendi içinde ikiye ayrılır:
Metafiziksel Natüralizmi Zorunlu Görmeyen İçselciler
Bazılarına göre bilim için sadece metodolojik olarak natüralizmi benimsemek yeterlidir, Ontolojik Natüralizm (veya Felsefi Natüralizm veya Metafiziksel Natüralizm) hakkında bir duruş sergilemek şart değildir. Bilim felsefecisi Michael Ruse, bu konuda şöyle yazıyor:[35]
Bilim natüralisttir; çünkü tanımı gereği sadece doğal, tekrar edilebilir, doğal yasalar ile yönetilen şeyler ile ilgilenir.
Tüm Reklamları Kapat(...) Öbür taraftan, "metodolojik natüralizm" denilebilecek bir kanı veya uygulama vardır: Bu, bilim insanının çalışma felsefesi ise de, hiçbir anlamda ateistik değildir. Metodolojik natüralist insan, evrenin kırılmaz yasalara göre ilerlediğini; insanların bu evreni bu yasa çerçevesinde anlayabileceğini ve bilimin, tanrı gibi ekstra veya doğaüstü güçlere referans olmadan evreni anlayabileceğini varsayan insandır. O tür güçlerin veya varlıkların var olup olmadığı başka konudur ve metodolojik natüralizmin kapsamında değildir.
Görülebileceği gibi Ruse, pragmatik metodolojik natüralizme de açık kapı bırakır; ancak en baştan da yaptığımız ayrıma uygun bir şekilde, ontolojik (metafiziksel) natüralizmi bilimin içsel özelliği olarak görmez.[35] Ama ne olursa olsun, içselcilere göre bilimle (metodolojik) natüralizmin ayrılması mümkün değildir. Onlara göre natüralizm, bilimin içsel bir özelliğidir.
Metafiziksel Natüralizmi Zorunlu Gören İçselciler
Öte yandan Mahner gibi bazı bilim felsefecileri, bilim yapabilmek için sadece metodolojik olarak değil, ontolojik olarak da natüralizmin vazgeçilmez şart olduğunu söylerler.[36] Onlara göre, eğer birisi "bilim yapmak" denilen aktivite ile meşgul oluyorsa, o zaman ontolojik natüralizm de varsayılmıştır. Onlara göre, ontolojik natüralizm, bilimi bilim yapan, bilimi teşkil eden temel bir unsurdur, bir postulattır.
Bu durumu bir örnekle açıklayalım. Bilimin temel varsayımları arasında bulunan şu varsayımı düşünün: "Gözlemciden bağımsız, herkes tarafından paylaşılan, aynı görülen objektif realite vardır." Bilim ile uğraşan biri bu varsayımı taşır, bu varsayımları taşımayan biri, zaten bilimle uğraşmaz. Mesela, George Berkeley’nin immateryalizmi ve sübjektif idealizmine göre, objektif ve materyal realite yoktur, maddelerin özellikleri gözlemleyiciye bağlıdır ve kişiye göre değişirdir. Birisinin dörtgen olarak algıladığı bir masayı bir başkası üçgen olarak algılıyor olması mümkündür. Böyle düşünen birisi bilim yap(a)maz, zira sandalyeyi incelemek için onun var olduğu, objektif olduğu ve herkes tarafından aynı algılandığını kabul etmesi gerekir. İşte bu sebepten "Bilim, realisttir." denir. Yani realizmin bilimin özü olduğu, ayrılamaz olduğu ihtilaf edilen bir konu değildir (realizmin kendisine ihtilaf edildiği olmuştur; ama bilimin realist olduğu/olması gerektiği konusuna pek ihtilaf edilmez veya bu konudaki eleştiriler zayıftır).
İşte metafiziksel natüralizmi zorunlu gören İçselcilere göre, natüralizm de tıpkı realizm gibidir: Bir kişi bilim yapıyorsa, ontolojik olarak da natüralizmi farz etmek zorundadır; çünkü ontolojik natüralizm bilim için vazgeçilmezdir (tıpkı ontolojik realizm gibi). Bu argümanı desteklemek için de bazı gerekçelere başvururlar:
Gerekçe 1: Test Edilebiliyorsa, Doğaüstü Değildir!
Bir anlığına pragmatistler gibi düşünecek olursak, "Empirik delil olursa bilim, doğaüstü önerileri değerlendirebilir!" dememiz gerekecektir. İçselcilerin buna yanıtı şu olur: "Doğaüstü güçler test edilebilir mi? Hayır. Peki test edilebilir miydi? Size göre evet. E test edilebiliyorsa, o doğaldır - ve dolayısıyla sonuç değişmez!"
Doğaüstünün, "doğaüstü" olmasına rağmen test edilebilirliğini söyleyen filozoflar da vardır, test edilemeyeceğini söyleyenler de vardır, test edilebilir olanların doğrudan doğal olduğunu söyleyenler de vardır. Elbette, "Doğal ve doğaüstü farkı nedir?", "Aralarındaki sınır nedir?", "Bu fark neden bu şekilde belirtilmelidir?" gibi sorular da bu tartışmanın hususlarıdır; ancak bu sorulara bu yazıda girmeyeceğiz. Biz burada, sadece İçselcilerin açıklamasını sunacağız.
Örneğin, Tower of Babel: The Evidence Against the New Creationism kitabında Robert Pennock, bir şey test edilebilir olması için en azından kısmen doğal olması gerektiğini söyler; doğaüstü bir şeyin test edilebilir olması içinse doğallaşması gerektiğini söyler.[37] Yani içselcilere göre, pragmatistlerin dediği gibi doğaüstü önermeler test edilebilirse ve bilimde onlara yer verilirse, onlar da doğal olmuş veya doğal sayılmış olacaktır, dolayısıyla bilimde yer verilen önerme doğaüstü değil doğal olacaktır.
Bu durum da bizi Michael Ruse'un dediğine getiriyor: Bilim, tanımı gereği natüralisttir, çünkü sadece doğal olanla çalışır. Sıradaki argümanlarda göreceğimiz gibi, bu argüman süper-natüralistik nedensellik anlayışlarında test edilebilirliğin mümkün olmayacağını veya güvenilir olmayacağını savunur.
Gerekçe 2: Empirik Delil, Doğaüstünün Olmadığını Farz Etmeye Dayalıdır!
"Gözlemlediğimiz realite gerçektir." varsayımını düşünün. Bu, "Bu makaleyi okuduğum cihaz (telefon veya bilgisayar), ben görmesem de gerçekten vardır." varsayımıdır. Biz, nasıl görürüz? Kısa cevap: Seyir halindeki ışığın retinamızı çarpması, görüntüyü oluşturur. Bu cevap, yazının başında bahsettiğimiz ilk nedensellik anlayışına dayalıdır. Okasyonalizm gibi doğaüstü bir nedensellik anlayışında, bizim görmemizin göz ve ışık ile alakası yoktur, görüntüyü oluşturan doğaüstü güçtür (çoğu durumda "tanrı"dır). Bu tür bir anlayışta gören şey, göz değildir. İşte bu yüzden pragmatistler empirik algılarımızın "Doğaüstü yoktur." ilkesine dayalı olduğunu öne sürerler, dolayısıyla bilim empirik ise bile, empirikliğin kendisinin natüralistik ontolojiye dayalı olduğunu söylerler.
Daha da açacak olursak: Eğer ontoloji, "Tanrı" gibi doğaüstü bir gücün elindeyse, her şeyden önce var olmayan şeyi de görüyor olmamız mümkündür veya var olanı da görmüyor olmamız mümkündür. Çünkü Tanrı, var olmayan şeyi de zihnimizde yaratabilir veya var olanı zihnimizde yaratmayabilir. Bu da empirik algılarımıza güvenemeyeceğimiz anlamına gelir. Oysa empirik algılar ile çalışmak, bilimin en temel özelliğidir, bilimi "bilim" yapan şeydir. Doğaüstü güçlerin varlığına ihtimal verilirse, hiçbir empirik algılarımıza dayalı iş yapamayız, empirik algılarımıza güvenemeyiz. İşte bu yüzden İçselciler, empirik algılarımıza güvenemezken, empirik algılarımıza dayanarak bilim yapmanın tutarsız olduğunu söylerler. Mahner, bunu şöyle açıklar:
(...) Doğaüstü bir varlığın deneysel kurulumu veya zihinsel süreçlerimizi veya her ikisini de manipüle etmemekte olduğunu şart koşmalıyızdır (varsaymalıyızdır). Hatta, bu şartın sadece bilim yapmak için değil, algı ve biliş için de geçerli olduğunu öne sürebiliriz. Aslında bu "doğaüstü yoktur ilkesi" diye de bileceğimiz şart Kartezyen şüphecilikten kaçınmak için de şarttır.
Özetle Kartezyen şüphecilik, insanın kendi düşünme süreci hariç, hiçbir şeyin var olduğundan emin olamayacağını söyler. İşte bu türden bir radikal kuşkuculuk (paranoya), natüralistlerin okasyonalizme yönelttiği en temel eleştirilerden biridir. "Belki bu yazı ve yazıyı okuduğunuz cihaz gerçekte yok, Tanrı sizin zihninizde bu varmış gibi gösteriyor olabilir!" Okasyonalist nedensellik anlayışında, Tanrı var olan bir şeyin görüntüsünü zihninizde yaratmamış olabilir, belki de bu makalede paragraflar dolusu size küfretmekteyiz; ancak Tanrı, o kısımları sizin zihninizde görüntü olarak yaratmamış olabilir.
Bu türden bir paranoya, etrafımıza ve algımıza asla güvenemeyeceğimiz anlamına gelecektir. Felsefecilerin Tutarsızlığı adlı kitabının 17. tartışmasında Gazzali, bu soruna değinir ve bu sorun karşısında "Bilmiyoruz." denilmesi gerektiğini söyler. Görünüşe bakılırsa Gazzali gibi bir okasyonalist de veya Rene Descartes gibi bilimin empirik olmasını gerektiğini söyleyen bir rasyonalist de bu eleştiriye hak vermektedir.
Yani, İçselciler, "Evet, pragmatistlerin dediği gibi bilim, empirizme tabidir." derler; ancak İçselciler'e (en azından metafiziksel natüralizmi zorunlu gören İçselcilere) göre, empirik algılara güvenmenin kendisi, doğaüstünün reddine (ontolojik/metafiziksel natüralizme) dayalıdır. Hatta kimi İçselci, sadece empirizmin değil, rasyonalizmin de (akıl yürütmenin) doğaüstünün reddine dayalı olduğunu söyler. Mahner, empirik bilimsel metodun "metodolojik olmayan metafiziksel sayıltıları" başlığı altında şunları sıralar:
- Ontolojik realizm,
- Ontolojik kurallılık ilkesi (Doğa, örüntülerden ibarettir),
- Hiçlikten hiçlik doğar ilkesi,
- Öncüllük ilkesi ve Ontolojik nedensellik ilkesi,
- Doğaüstü yoktur ilkesi.
Bu tür argümanlardan ötürü İçselciler, "Bilim empiriktir." denilse bile, gene de ontolojik/metafiziksel natüralizmin bilimin içsel bir özelliği olduğunu öne sürerler.
Gerekçe 3: "Doğal" Tanımı Değişkendir!
Bu gerekçeye göre bilim cemiyeti kabul ederse, doğaüstü de doğal diye tanımlananlar arasında olacaktır. Bu eleştiriyi anlayabilmemiz için, Hans Halvorson şöyle örnek verir:[38]
Bir analoji düşünün. Farz edin ki bir hipotezim var: Tüm felsefe profesörleri zekidir. Profesör X’ın IQ testine girdiğini ve 90 aldığını öğrendiğim zaman, IQ testlerinin zeka [ölçütü] için yegane kriter olmaması gerektiği sonucuna varıyorum. Bu demek oluyor ki, asıl hipotezimi terk etmek [yanlış olduğunu kabul etmek] yerine, "zeki" kavramının anlamını genişletiyorum. Benzer şekilde, tarihin herhangi döneminde en iyi açıklamalarımızın sadece doğal varlıkları içerdiğini söylemek doğru olabilir. Ama bir sonraki bilimsel devrim gerçekleştiğinde yeni başarılı bilimsel teoriler tarafından açıklananları içermek için "doğal varlıklar" konseptini genişletiyoruz. Bu da demek oluyor ki bir şeyler başarılı bir bilimsel teoride yerini alır almaz o şeye doğal diyoruz.
Bu argümanın, birinci argüman ile aynı olduğunu düşünebilirsiniz; ancak 1. argüman "Test edilebilen her şey doğaldır." demekteyken, 3. argüman "Test edilebiliyorsa doğaldır savını yok sayalım, hayal edelim ki test edilebilmesine rağmen doğal sayılmayan, doğaüstü bir varlık var. O varlığa bilimde yer verirsek, o doğal sayılmış olur." demektedir.
Şunu da ekleyelim ki bu argüman, ontolojik/metafiziksel natüralizmin de bilimin içsel özelliği olduğunu desteklemek amaçlı değildir (yani metafiziksel natüralizm pozisyonundan bağımsızdır). Bu argüman ile Hans Halvarson, pragmatist metodolojik natüralizme karşı çıkar.
Gerekçe 4: Hempel İkilemi: "Doğa-Doğaüstü Ayrımı Belirsizdir veya Yoktur!"
Bu argüman, Hempel İkilemi (İng: "Hempel's dilemma") isimli felsefi bir sorunun, bilim felsefesine ve (metodolojik) natüralizm ile bilim arasındaki ilişkisine uyarlanmasından doğmaktadır. Bu argümana göre, doğa ve doğaüstü ayrımı net değildir ve bu ayrım olmadan, bilimin doğaüstü bir öneriyi kabul edip etmeyeceğine dair bir şey söylemek mümkün değildir.[39] Şu anda bilimde yer verilen her şey "doğal" sayılmaktadır. Ortada net bir doğaüstü ayrımı da olmadığı için, bilimin (en azından şimdilik) tamamen doğa ile sınırlandığı ve sınırlı kalacağı söylenir.
Kimi felsefeci bu ikileme, ayrımdan söz etmek için illâ net bir tanım olmasına gerek olmadığını, insanların sezgisel olarak doğa ve doğaüstü ayrımını bilebileceğini söyleyerek yanıt verirler.
Gerekçe 5: "Doğa Yasaları Daimidir." Varsayımı, "Doğaüstü Yoktur." İlkesini Gerektirir!
Sadece metodolojik natüralizmin değil, ontolojik (metafiziksel) natüralizmin de bilimi teşkil eden bir unsur olduğuna dair bir diğer argüman, bilimin temel varsayımlarından olan "Doğa yasaları daimidir." varsayımına dayanır.
Bilim yapmanın temel varsayımlarından olan bu varsayım, kabaca şunu söyler: Doğa, daimi ve değişmesi imkansız olan olay, olgu ve süreçlerden ibarettir. O örüntüler (İng: "pattern") hep aynı kalmıştır ve aynı kalacaktır. Bilim de bunları araştırır. İçselciler'e göre bu varsayım, ontolojik natüralizmi gerektirir; çünkü İçselciler'e göre bu varsayım, sadece ontolojik/metafiziksel natüralizmde mümkündür.
Bunu açıklamak için şöyle örnek hayal edelim: Arşimet prensibine dayanarak gemi inşa edip yola çıkmak demek, suyun kaldırma kuvvetinin daima aynı kalacağı varsayımına dayalıdır/varsayımını gerektirir. Eğer Evren, doğaüstü bir gücün elindeyse, suyun kaldırma kuvveti diye betimlenen fenomen her an değişebilir veya tamamen yok olup gidebilir. Ama gemi inşa ederken (veya bilim yaparken) bu ihtimal tamamen reddedilerek inşa edilir. Bilimdeki geleceğe ve geçmişe yönelik tüm bulgular doğa olaylarının daimi olduğu varsayımına dayanır.
Okasyonalistik ve konkürentistik nedensellik anlayışına yöneltilen bu eleştiriye, Filozofların Tutarsızlığı'nda Gazzali de değinir. Gazzali'nin kendi nedensellik anlayışı (okasyonalizm) hakkında şöyle yazar:
Denilirse ki bu, çok çirkin muhâlleri işlemeye (kabul etmeye) vesile olur. Çünkü müsebbeblerin sebepler için lüzumu reddedilirse ve sebebi icâd edenin irâdesine eklenirse, (sonra) irâde için belirli ve özel bir metod bulunmazsa, hattâ onun (irâdenin) değişik tür ve yönteminin mümkün olduğu kabul edilirse, her birimiz; önünde saldırgan canavarların, yanan alevlerin, sarp dağların ve kendisini öldürmek için hazırlanmış silahlı düşmanların bulunabileceğini ve onun bunları göremiyeceğini, çünkü Allah Teâlâ'nın onu görmeyi halketmediğini câiz kabul edebiliriz.
Evinde bir kitap bırakanın, evine döndüğünde; bu kitabın parlak bir oğlana, hareket sâhibi akıllı varlığa veya bir hayvan haline dönüşmesine de cevâz verebilir.
Bu tür itirazlarla karşılaşılırsa cevap olarak da özetle "Bilmiyoruz." denilmesi gerektiğini söyler. Gazzali'ye göre "Allah, bizim için o mümkinâtı yapmadığını bildiren bir bilgi halketmiştir." Gazzali'nin bu demeci, bizi Pragmatik Metodolojik Natüralistlerin son bir gerekçe önerisine götürmektedir.
Bonus Gerekçe: Müdahalesizlik Varsayımı (İng: "Non-interventionalism")
Bazı bilim felsefecilerinin, İçselcilerin "Empirizm (ve rasyonalizm de), ontolojik natüralizme dayanır." veya nedensellikle ilgili argümanlarına önerdiği cevap, Müdahale Etmeme (İng: "Non-interventionism") Varsayımı denilebilecek bir savunmadır. Bu savunmaya göre Tanrı (veya doğaüstü güçler) vardır; ama Evren'e/doğaya hiç bir şekilde müdahale etmez(ler). Daha da açmak gerekirse, onlara göre, okasyonalistlerin veya konkürentistlerin nedensellik anlayışında olduğu gibi, doğaüstü güç(ler) bizi yanıltabilir, empirik algılarımızı manipüle edebilir (etme kudretleri vardır) ama onlar bunu yapmazlar (böyle bir şeyden kaçınırlar, yapmamayı tercih ederler). Mahner'in buna cevabı 3 basamaklıdır:
- Öyle farz edersek, doğaüstü gücün (örneğin tanrının) doğa müdahale etmemesi bir zorunluluk haline gelir.
- Müdahalesizlik varsayımı doğaüstü bir gücün varlığını farz eder oysa bunun için bir gerekçe ve temellendirme yoktur.
- Müdahalesiz gücü denkleme katmanın bilimsel sürece etkisi yoktur.
Bu husus konusunda Mahner, parsimoni ilkesinin devreye alınabileceğini ve bununla da hem müdahalesiz doğaüstü gücün elenebileceğini söyler.
Bu, bilimin en temel olgularından olan boş hipotez kavramıyla da izah edilebilir. Boş hipotez çerçevesinde, bir şeyin açıklaması olarak sunulan herhangi bir argümanın/hipotezin aksi "doğru" kabul edilir ve sonrasında bu çürütülmeye çalışılır. Örneğin "Pamuğun yanmasının nedeni ateştir." gibi bir hipotez/argüman varsa, "Pamuğun yanmasının nedeni ateş değildir." boş hipotezi doğru kabul edilir ve sonrasında çürütülmeye çalışılır. Eğer çürütülebilirse, "boş hipotez yanlışlanmış/dışlanmış" olur ve böylece, pamuğu yakanın ateş olduğu anlaşılmış olur. Çürütülemediği müddetçe ise boş hipotez geçerli kalır: "Pamuğun yanmasının nedeni ateş değildir." Birçok durumda, kontrollü deneylerin bu çürütmeyi yapabilecek kadar iyi olduğu kabul edilir, çünkü elde edilen sonuçlar tartışmayı büyük oranda çözecek kadar isabetli ve tekrar edilebilirdir.
Bu noktaya kadar anlattıklarımızı anlamak için, derli toplu bir örnek verebiliriz.
Bir Betimleme Aracı ve Ortak Bir Dil Olarak Natüralizm
Natüralizm, yukarıda da detaylıca ele aldığımız gibi, empirik bilimsel yöntemlerle elde edilen verilerin, doğaüstüne başvurulmaksızın betimlenmesinden doğan ifadeler bütünüdür. Yani teknik olarak bir kişi, birebir aynı bilimsel gerçekleri alarak bunların sebeplerini ve gerçekleşme biçimlerini doğaüstü varlıklara ve süpergüçlere de atfedebilir (Pragmatist Metodolojik Natüralizm); ancak modern bilimin dili bu değildir (İçselci Metodolojik Natüralizm).
Dolayısıyla natüralizmin bilimin neresinde olduğu, felsefi bir tartışmanın ötesinde, pratik amaçlar açısından çok büyük bir öneme bile sahip değildir. Bu, bir yerde, "Matematik keşif midir yoksa icat mıdır?" sorusuna benzer. Bunu tartışmak felsefi açıdan keyifli ve öğretici olabilir; ancak günün sonunda cevap, matematiğin bilimde nasıl kullanıldığını köklü bir şekilde değiştirmeyecektir. Sandy Boucher, bunu çok yalın bir şekilde, şöyle izah etmektedir:
Bilimsel natüralizmi, metafiziksel bir doktrin olarak görmektense, bir duruş olarak görmek daha doğrudur. Yani bilimsel natüralizm, bir tavır veya bir yönergedir. Bilim insanları, etraflarında olan biten olgulara sebep olan şeylerin doğal nedenleri nihayetinde bulunacakmış gibi davranırlar. Bu yönergeyi kabul eden bilim insanları, doğal düzeni kesinlikle kabul ederler ve bunu araştırarak çözmeye çalışırlar. Ancak bilimsel projenin kendisinin gerçeklik hakkında (veya bu düzenin dışındaki herhangi bir gerçeğin noksanlığı hakkında) bir varsayımı yoktur.
Bunun büyük oranda Pragmatik Metodolojik Natüralizm ile aynı olduğuna dikkat ediniz. Bilimdeki dilin ve yaklaşımın natüralizm olması (spesifik olarak "metodolojik natüralizm" olması), yukarıda detaylıca işlediğimiz temel prensiplere ve biraz da aşağıda daha fazla detaya yer vereceğimiz tarihsel gerekçelere dayanmaktadır.
Burada anlaşılması gereken ve bilim için önemli olan çok önemli bir gerçek vardır: Gerçeğe yönelik olarak geliştirilen, natüralist olmayan, yani süper-natüralist olan yaklaşımlar, sadece "Tanrı vardır." varsayımıyla gelmez. Bir paket olarak, beraberinde çok sayıda ve aşırı yüklü miktarda ek ispatsız varsayımı/iddiayı getirir (dinler, sektler, mezhepler, bunların her türlü detayı, hadisler, ayetler, yorumlar, mucizeler, vs.). Bu nedenle bilim gibi evrensel bir uğraş söz konusu olduğunda, metafiziksel olarak süper-natüralist bir noktadan başlamak, evrensel bir fikir birliğine ulaştıramamaktadır. Bunu birazdan örnekleyerek de göstereceğiz. İşte zaten, bireyler arası bir görüş birliğine genellikle ulaştıramayan, halka açık olmayan sorgulama yöntemleri (mesela kişilerin kendileri ile tanrıları arasındaki iletişimi) reddeden bu yaklaşıma, kısaca epistemolojik (metodolojik) natüralizm demekteyiz.[40] Bilim tarihi boyunca; bilimin teolojik kimliği ağır basan kişilerce yapıldığı dönemlerden beri bu yaklaşım görülmektedir. Bu tarihe az sonra daha detaylı gireceğiz.
Natüralizm, Anti-Natüralizm ve Parsimoni İlkesi
İkinci bir gerçek şudur: Sadece "doğanın doğal olduğu" varsayımını kabul etmeye nazaran, bir önceki paragrafta söz ettiğimiz kadar çok sayıda varsayımı gerçekmiş gibi kabul etmek, az önce de bahsettiğimiz parsimoni ilkesi ile çelişmektedir. Zaten bilimde natüralizmin tarihselliğinden kastedilen de budur. Elbette bilimin bazı varsayımları vardır; bunlara ilerleyen yazılarda geleceğiz. Ancak bunlar, son derece yalın ve halihazırda alternatifler tarafından da kabul edilmekte olan (veya edilmek zorunda olan) varsayımlardır. Örneğin anti-natüralist yaklaşımların neredeyse hepsi, bizden bağımsız bir gerçeğin var olduğunu veya gerçek olgulardan bilgi alabileceğimiz varsayımını kabul eder. Bunlar, bilime özgü varsayımlar değildir; ancak bilim tarafından da yapılan varsayımlardır.
Buna karşılık, metodolojik natüralizmin beraberinde getirdiği ek varsayımlar, alternatiflerinin tümünün getirmek zorunda olduğu ek varsayımlara nazaran çok daha az sayıdadır. Örneğin natüralizm, doğanın sadece doğal olduğunu söyler; ancak anti-natüralist felsefelerde doğadaki olayların bir süpergüçten kaynaklandığını varsaymanın ötesinde, bu süpergüç ile bireysel bir ilişki kurmamız gerektiğini, bunun belli yöntemlerini ve buna yönelik derin, karmaşık ve çoğu zaman birbiriyle çelişen bir tarihselliği de varsayım olarak ileri sürer. İşte bu nedenle anti-natüralist felsefelerde görüş birliğine varmak çok zordur veya imkânsızdır ve bilimde, metodolojik bir natüralizmi seçmek makul ve rasyonel olmaktadır.
Natüralizm Bir Diktum Değil, Mütevazı Bir Kabullenmedir!
Üçüncüsü bir gerçek şudur: Bilimin sadece "doğal olan ile" uğraşması gerektiğine yönelik tarihsel bir kabul olduğu için, bilim insanları da kendilerini doğal olmayandan izole etmektedir. Ancak bu, az sonra da göreceğimiz gibi, her zaman böyle değildi: Newton ve Aristoteles gibi kişiler, süper-natüralist olan ve olmayan yorumlara kabaca eşit miktarda eğildiler. Georges Cuvier veya Richard Owen gibi büyük isimler sıkı dindarlardı. Aziz Sancar, açıkça bir dindar olmasına rağmen, Nobel Ödülü'ne layık görüleceği akademik çalışmalarının hiçbirinde doğaüstüne atıfta bulunmadı. Bu saydığımız isimlerin her biri ve çok daha fazlası, içlerinde en ufak bir ateistik kanı olmamasına rağmen, bilimlerini natüralist bir şekilde betimlediler.
Şöyle düşünün: Başka coğrafyalardan ve inançlardan olup da bu saydığımız isimlerin çalışmalarını okuyan kişiler, bu kişilerin çalışmalarının natüralist taraflarını kabul etmekte zorluk çekmediler; ama bu kişilerin teolojik ve süper-natüralist açıklamalarını evrensel olarak kabul edemezlerdi, çünkü dini görüşler ve algılar sürekli değişmektedir ve o kişilerin öznel dünyaları, evrensel nitelikte değildir; gerçekler ise değişmemektedir ve evrensel niteliğe sahiptir.
Kendinize sorun: Eğer Newton, Cuvier, Owen gibi büyük isimlerin bilimsel çalışmalarıyla aynı fikirdeyseniz (onları anlıyor ve kabul ediyorsanız), neden onlarla aynı dini inancı da paylaşmıyorsunuz? Çünkü paylaşamazsınız! Hangi biriyle paylaşacaksınız? Isaac Newton gibi Hristiyan mı olacaksınız, Aziz Sancar gibi Müslüman mı, Adolf von Baeyer gibi Yahudi mi, Mohan Munasinghe gibi Budist mi, Carl Friedrich Gauss gibi deist mi, Albert A. Michelson gibi agnostik mi, Albert Einstein gibi panteist mi?
Bu da yetmez: Antoine Lavoisier gibi Roma Katoliği mi olacaksınız, Leonhard Euler gibi Kalvinist mi, Micheal Faraday gibi Sandemanyen mi, James Clerk Maxwell gibi Protestan mı, Arthur Compton gibi Baptist mi, Ronald Fisher gibi Anglikan mı, Bernhard Riemann gibi Lutheran mı, Charles Townes gibi Birleşik İsa Kilisesi'nden mi, Willard Gibbs gibi Kongregasyonel Kilise'den mi?
Bu örnekleri diğer tüm büyük dinler ve altlarında bulunan, birbiriyle çelişen veya kavga eden yüzlerce sekt, mezhep ve alt birim için genişletebiliriz. Ancak bu saydığımız isimlerden herhangi birinin bilimsel çalışmalarını, bireysel olarak siz her neye inanıyor olursanız olun ve o kişiler de her neye inanıyor olurlarsa olsunlar, bilimsel gerçekleri ve bilimsel yöntemi anlamak konusunda samimi olduğunuz (ve zihinsel fakülteleriniz yerinde olduğu) müddetçe, anlamamanız ve kabul etmemeniz imkânsızdır.
Bu nedenle bilimde, metafiziksel açıklamalar veya yorumlamalar kişinin kendi iç dünyasına bırakılmış ve daha önceden de anlattığımız gibi, bilimden izole olmuştur. Böylece yersiz kavga dövüşler olmadan, herkes "doğal olandan" söz edebilmeye başlamıştır. Bunu şöyle düşünün: Bir konferansa gidiyorsunuz ve kütleçekim dalgalarını anlatacaksınız. Başlıyorsunuz:
Efendim Brahma'nın insanlığa anlam verme isteğinin bir parçası olarak yarattığı kütleçekim dalgaları, Shiva'nın atarlı doğası nedeniyle birbirine çarpıştırdığı kara deliklerin birleşmesi sırasında yaratılan dalgalanmalardır. Tabii ki Vishnu doğadaki dengeyi korumak istediği için, bu dalgaları Dünya'ya doğru yaklaşırken sönümler ve gezegenimizi korur. Şu anda Vishnu'nun hangi sembolizm yoluyla bunu başardığını araştırıyoruz. Söylemeye gerek yok, kara delikler de kuşkusuz Ganapati'nin evrensel süreçlerdeki engelleri kaldırmak amacıyla yarattığı madde yutuculardır.
Bu da gayet makul bir anlatımdır ve kim bilir, belki de %100 doğrudur! Ancak sizinle aynı kültürel arka planı paylaşmayan biriyle bu anlatımda hemfikir olmanız imkânsızdır. Bilim ise, küresel ölçekte yapılan bir uğraştır. Dolayısıyla herkesin zorlanmadan hemfikir olabileceği, belirli standartlar belirlemek gerekmektedir. Natüralizm de (en azından metodolojik olarak) bunu vermektedir: "Doğayı, doğayla anlayacak ve anlatacaksın."
Az önceki anlatıyı natüralist olarak tekrar edelim:
Kütleçekim dalgaları, kara delikler gibi büyük kütleli cisimlerin birbirine çarpması sırasında oluşan uzay-zaman dokusunda oluşan dalgalanmalardır. Kaynaktan uzaklaştıkça bu dalgalar enerji yitirerek sönümlenirler. Kara delikler, olay ufkuna ulaşan maddeleri yutan astronomik nesnelerdir.
Yalın, net, dolambaçsız. Ayrıca burada sadece veri ve gerçek kusmak olmadığını; olaylar, olgular ve süreçler arasında doğrudan nedensellik ilişkileri kurulduğuna da dikkat ediniz.
İlk anlatımdakini yapabilir miydik? Evet, yapabilirdik! Ama bu bize, herkesin hemfikir olabileceği nasıl bir "ek bilgi" vermektedir? Sıfır! Hiçbir ek bilgi vermez! Bir Hıristiyan, bir Müslüman, bir Budist, bir ateist ilk anlatımı kabul eder mi? Elbette hayır. Bir Hıristiyan, bir Müslüman, bir Budist, bir ateist ikinci anlatımı kabul eder mi? Elbette! İşte olay bundan ibarettir. Natüralizmin kendisi en nihayetinde bir varsayım, bir çerçeve, bir kabul olabilir; ancak natüralizm, kendisinden öte varsayımlara gereksinimi ortadan kaldırmaktadır.
Ama önceki bölümlerde de net bir şekilde gösterdiğimiz üzere, şuna dikkat edilmelidir: Metodolojik olarak natüralist olmak, illâ metafiziksel olarak natüralist olmayı gerektirmemektedir (en azından pragmatist bir metodolojik natüralizmi savunuyorsanız). Yani bir insan, yukarıdaki natüralist bilgiler ışığında hayatını:
- bir teist ("Kütleçekim dalgaları Tanrı’nın yaratma sanatını bizlere gösterme yoludur."),
- bir deist ("Kütleçekim dalgalarına neden olan yasalar, Tanrı tarafından yaratılmıştır."),
- bir agnostik ("Kütleçekim dalgalarının bir yaratıcısı olup olmadığını bilemeyiz."),
- bir panteist ("Kütleçekim dalgaları, Tanrı’nın ta kendisidir.") veya
- bir ateist ("Kütleçekim dalgalarının yaratıcısı yoktur.")
veya herhangi bir diğer metafiziksel pozisyonda sürdürebilir. Biz bilimle ilgili meselelerde, yani bilimin metodolojisinde ve onun ifadesinde, natüralist olmayı kabul ediyoruz ("Kütleçekim dalgaları, büyük kütleli cisimlerin çarpışması sonucunda yaratılır." diyoruz ve süpernatüralizmi işin içine katmıyoruz). Bunun, az önce de bir örneğini verdiğimiz gibi, çok ciddi pratik faydaları vardır.
Bu noktadan sonra da birçokları natüralist olarak yorumlamaya devam etmeyi tercih etmektedir ("Kütleçekim dalgaları, büyük kütleli cisimlerin çarpışması sonucunda yaratılır ve bundan daha temel bir nedeni yoktur."), çünkü dediğimiz gibi, en az varsayımı gerektiren yaklaşım halen budur (ta ki diğer bilgi türleri objektif ve genel geçer olarak kabul edilebilir sonuçlar üretene dek). Ancak başka bir metafiziksel ontolojiyi kabul eden bir birey, pek tabii bu natüralist ve yalın temelin üzerine farklı bir anlatı inşa edebilir. Etmektedirler de! Popüler kültürde, özellikle de Türkiye'de karşımıza çıkan "din yorumlarının" büyük bir kısmı, en azından bir noktada bilimsel bir gerçeği alıp, kendi metafiziksel ontolojisi ile açıklamaya çalışır. Bu, yasak değildir; sadece bilimin dili bu değildir çünkü bu dil, evrensel bir dil değildir (henüz evrenselleştirilememiştir).
Elbette bilim ilerleyip, doğa yasalarının doğasını ve mekanizmalarını daha iyi anladıkça, daha "temel" (ve hatta kim bilir, daha "doğaüstü") nedenler de keşfedilebilir ve böylece onlar da yukarıdaki süreçle incelenmeye devam edilir. Yani bilim duran veya nihayete eren bir süreç değildir. Ancak şu ana kadar natüralizmin ötesine geçmemizi gerektirecek, yani bilimin temel varsayımlarının hatalı olduğundan makul şüphenin ötesinde bir kuşku duymamıza neden olacak hiçbir gerçekle karşılaşmış değiliz.
Bu noktaya kadar ele aldığımız tüm bu kavramları, tarihsellikleri içerisinde daha net bir şekilde görebilmek için, natüralizm ile bilimin arasındaki ilişkinin tarihine bakmakta fayda var. Gelin, şimdi bunu yapalım.
Natüralizm ve Bilim İlişkisinin Tarihi
Natüralizmin bilimle iç içe evrimleştiğini, doğa felsefesinin ve ondan doğan bilimin milenyumlara yayılan tarihinden görebilmekteyiz: Tarihsel olarak bilimde, özellikle de bilimler daha pek ayrışmamışken ve kapsamları belirlenmemişken metodolojik natüralizm pek yoktu: Natüralistler teoloji ile, teologlar natüralizmle profesyonel olarak ilgileniyorlardı ve bu nedenle Galileo veya Newton'un metinleri, günümüzdeki akademik çalışmaların aksine, metodolojik natüralist bir doğaya sahip değildi. Ancak zaman içinde, işler değişmeye başladı ve hatta günkiümüzdeki bilim ve felsefe anlayışı sayesinde geçmişe baktığımızda, aslında natüralizmin kökenlerinin pratik olarak bilimle eşdeğer olduğunu görmek mümkün oldu. Yazımızın bu kısmında, G. W. Dawes ve T. Smith'in The Naturalism of the Sciences (Bilimin Natüralizmi) başlıklı makalelerinin, natüralizm-bilim ilişkisini tarihine yönelik incelemeleri kısmına yer vereceğiz.[6]
Modern Bilim Öncesi
Bilimin tarihselliği incelendiğinde, Antik Yunan filozoflarından Orta Çağ düşünürlerine ve sonrasında modern bilimlere kadar natüralizm ile teistik görüş arasında bir çeşit dans olduğunu görebiliriz.[41] Örneğin "bilimin babası" olarak kabul edebileceğimiz Thales bile "Her şey tanrılarla doludur." demiştir; ancak tanrıların, artık dünyevi işlere müdahale eden etmenler olmadığı, iş doğayı anlamaya geldiğinde doğaüstünün açıklamalarımızda yeri olmadığını söyler.[42], [43] Benzer bir yaklaşımı Hipokrat'ın On the Sacred Disease kitabında, epilepsiyi doğal nedenlerle açıklama çabasında da görebiliriz:[44]
Benim fikrime göre bu hastalık, diğer hastalıklardan daha kutsal veya ilahi değildir. Bir doğası ve bir nedeni vardır [alla phusin men echei kai prophasin] ve sözde ilahi kökenine yönelik açıklamalar, insanın deneyimsizliğinden ve hastalığın tuhaf karakterine yönelik meraktandır.
Natüralizmle ilgili olarak her zaman dikkat etmemiz gereken bir detay, burada da, yani tarihin daha ilk basamaklarında bile karşımıza çıkmaktadır: Hipokrat, tıpkı Sokrates-öncesi filozofların ezici çoğunluğu gibi, bir ateist değildir. Hipokrat da gerekli gördüğünde tartıştığı diğer filozoflara teolojik savunular yapmıştır ve hatta doğal dünyanın tahmin edilebilirliğini ilahiyat ile açıklamıştır. Ancak dini görüşleri ne olursa olsun, bir hastalığın nedenlerini izah etmek için ilahi müdahaleye başvurmamamız gerektiğini söylemiştir.[43]
Kendi felsefesini bu temeller üzerine inşa eden Aristoteles ise, doğal nesnelerin içkin özelliklerinin o nesnelerin davranışlarını belirleyen değişim prensiplerini barındırdığını savunmuştur.[45] Aristo'ya göre bir doğa filozofunun görevi, etrafımızda olan biteni dikkatli bir şekilde incelemek ve bu sayede olay ve olguların niteliklerine ve güçlerine yönelik bir kavrayış edinmektir. Bu nedenle Aristo da etrafında olan biteni Tanrı'dan bahsederek izah etmeyi seçmemiştir ve eğer Tanrı, doğal dünyaya müdahale ediyorsa, bu müdahalenin, o olayların zaten olması gereken şekilde olmasını garanti edecek yönde olacağını söylemiştir.[46] Bu paragrafta da kaynak olarak kullandığımız Physics kitabında Aristo, bir "ilk hareket ettirici" (veya "hareket ettirilmemiş hareket ettirici") tanımlamış olsa da bu kitabında bunu Tanrı ile ilişkilendirmemiştir. Bunu yaptığı kitabı, Metaphysics olmuştur.[47]
İlerleyen dönemde Geç Orta Çağ düşünürlerinin de doğayı neden-sonuç ilişkileri içerisinde, süpergüçlere doğrudan referans olmaksızın analiz ettiklerini görmekteyiz.[48], [49] Elbette bu dönemde dini baskının yoğun etkisi altında Hristiyan düşünürler doğal düzeni, Tanrı tarafından yaratılmış ve sürdürülen, yarı-otonom bir sistem olarak görmüşlerdir. Doğayı, "kendi kendine yeten bir organizma" değil, "ilahi bir yapıt" olarak betimlemişlerdir.[50] Onlara göre Tanrı, doğanın "birincil nedeni" iken, "doğal düzen" bu birincil nedenin sürdürmesinden ziyade, "ikincil nedenler" ("yakınsak nedenler") tarafından yönetilmekteydi.[51] Bunu Thomas Aquinas'ın Tanrı'nın ilk neden olduğu; ancak diğer "şeylere" de ikincil nedenler (causae propinquae) olabilme gücü verdiğine yönelik yazılarında da görmekteyiz.[52]
Orta Çağ boyunca bilimde natüralistik yaklaşım giderek keskinleşmiştir. Bunu en net gördüğümüz yazarlardan biri, aslen bir teolog ve piskopos olan doğa filozofu Robert Grosseteste (1165-1253) tarafından yazılan metinlerdir. Grosseteste'nin özellikle de gökkuşağı üzerindeki çalışmaları dikkat çekicidir. Hristiyan teolojisi açısından gökkuşağı, Yaratılış'ın 9. babından ötürü "Tanrı'nın Dünya'yı tekrar bir selle yok etmeyeceğinin" işaretlerindendir. Ancak Grosseteste, De irride (Gökkuşağı) üzerine yazdığı metinlerde, gökkuşağını araştırma işinin geometrik optik (perspectivus) alanında olması gerektiğini, çünkü bir gökkuşağının nedenini (propter quid) sadece optiğin açıklayabileceğini savunmuştur ve Tanrı'ya hiçbir atıfta bulunmamıştır. Grosseteste, gökkuşağını oluşturan şeyin atmosferdeki nem katmanlarından geçen ışığın farklı şekillerde kırılması olduğunu iddia etmiştir. Bu, tam olarak doğru bir açıklama değildir; ancak önemli olan, açıklamanın tamamen doğalcı bir betimleme ile yapılmış olmasıdır.
14. yüzyıl, bilimde natüralistik yaklaşımın en belirgin şekilde ortaya çıktığı asır oldu. Örneğin Jean Buridan, doğal felsefe ile teoloji arasındaki farkı belirginleştirdi (buna birazdan geleceğiz). Bu fark, Paris Başpiskoposu'nun 1277 yılında Sanat Fakültesi yüksek lisans mezunlarının teologların alanına geçmesini yasaklamasıyla ve doğal ile doğaüstü arasındaki bir sorun çözülemediğinde, sorunun her zaman doğru kabul edilen dini inançlardan yana çözülmesi şartını koymasıyla daha da netlik kazandı. Bu katı Aristocu yaklaşım, artık aramızda olmayan ama günümüzün en önemli bilim insanları arasında görülen Stephen Jay Gould'un Birbiriyle Örtüşmeyen Alanlar (İng: "Non-Overlapping Magisteria") kavramıyla günümüzde de yankılandı.
Bu tür bir natüralist/süper-natüralist yaklaşım ayrımı, doğa diliyle konuşma/betimleme (Lat: "loqui naturaliter" veya "naturaliter loquendo") olarak isimlendirilir. Bu tür bir betimleme/konuşma, doğal dünyayla ilgili şeyleri açıklarken ilahi müdahalelerden ziyade doğal nedenleri temel almayı içerir. Doğa filozofları, bilimsel sorgulamalarının çalışma biçiminin (modus operandi) doğal nedenlere (rationes naturales) dayanması gerektiğini savunmuşlardır. İşte bu temel, biraz sonra tekrardan ayrımına gideceğimiz epistemolojik (metodolojik) natüralizm olarak bilinen felsefi çerçevenin temeli olmuştur. Bu çerçevede doğa filozofları (günümüzün "bilim insanları"), doğal ve düzenli olarak olan her olayın doğal bir nedeni olduğunu varsaymışlardır.
Örneğin az önce de adını andığımız büyük Fransız filozofu John Buridan (1301-1362), doğa felsefesi alanında çalışmalar yapanların hareket ve özellikleri her zaman doğal bir şekilde yaşanıyormuşçasına anlamaları gerektiğini; doğa felsefesinin odağının doğanın ortak süreçlerini anlamak olduğunu; Tanrı isterse elbette bu doğal akışı mucizelerle değiştirebileceğini ve doğal dünyanın gücünün tamamen dışında kalan işler yapabileceğini; ancak mucizelerin doğa felsefesinin (yani bilimin) sınırlarının dışında kaldığını yazmıştır.
Orta Çağdan Modern Zamanlara...
Orta Çağ ile modern zamanlar arasında yaşamış olan doğa filozofları da (ki az önce de söz ettiğimiz gibi, onlara artık "bilim insanları" da denmeye başlanmıştır), kendi uğraşlarını ilahi müdahalelerden ziyade, doğal süreçlerle sınırlandırmayı seçmişlerdir. Bu natüralist yaklaşım, ateist bir önyargıdan temel almamaktadır; doğa filozoflarının insanın entelektüel uğraşlarının sınırlarına yönelik bir farkındalığı yansıtmaktadır. Örneğin Isaac Newton, şöyle yazar:[53]
(...) din ve Doğa Felsefesi ayrı ayrı korunmalıdır. Felsefeye [bilime] ilahi müdahaleleri dahil edemeyiz, felsefi fikirlerimizi de dine dahil edemeyiz.
Benzer şekilde Galileo, Engizisyon Mahkemesi'nin kendisini "Tanrı'nın yapabileceklerinin sınırı olduğu" iddiasına karşı kendini, doğa felsefesinin "Tanrı'nın yapabilecekleri" (İta: "quello che Iddio poteva fare") ile ilgili olmadığını; "Tanrı'nın yaptıklarıyla" (İta: "quello che Egli ha fatto") ilgili olduğunu söylemiştir.[54] Bu ayrım, din felsefesinde "Tanrı'nın belirli gücü" ile "Tanrı'nın mutlak gücü" arasındaki farkla ifade edilir. İlki, Tanrı'nın doğayı öngörülebilir ve belli bir düzen içerisinde sürdürmesine işaret eder; ikincisi ise, Tanrı'nın doğayı tekdüzeliğin ötesinde mucizeler yaratabilmesine işaret eder.
Bu noktada (yaklaşık olarak 12. yüzyıl civarında), ilginç bir diğer görüş doğmaktadır: okasyonalizm (vesilecilik veya aranedencilik). Yazımızın başlarında da değindiğimiz gibi, bu görüşe göre doğada olan biten her şey, doğal sebeplerle değil, Tanrı'nın isteği üzerine, her an olmaktadır. Okasyonalistlere göre doğada hiçbir şeyin gücü yoktur, hiçbir şey bir diğer şeyin etkin nedeni olamaz; her şey, Tanrı'nın istemesi sonucunda, o şekilde olur. A olayının B olayından önce olması, A olayının B olayının nedeni olduğu anlamına gelmez. Okasyonalistlere göre Tanrı, önce A olayını oldurmuştur, sonra B olayını oldurmuştur. Bunların sürekli birlikte yaşanması, A ile B arasında bir nedensellik sağlamaz, sadece Tanrı'nın hep A ile B'yi ardı sıra oldurmasındandır. Dolayısıyla kendini tekrar eden süreçler de, mucizeler de, en nihayetinde Tanrı'nın o anda onu istemesinin sonucudur.[55], [56]
Bu görüşten ilham alan Nicolas Malebranche (1638-1715), yaratılmış hiçbir şeyin nedensel gücü olamayacağını, her şeyin Tanrı'nın nedenselliğinden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Ona göre Tanrı, nesneler üzerine etki ettiğinde, bu faaliyeti rastgele veya ad hoc değildir; daha ziyade Tanrı, doğanın sıradan akışı içerisinde, sıradan (mucizevi olmayan) bir şekilde, genel fizik yasalarını takip eden şekilde davranmaktadır. Bu doğa yasaları, fiziksel dünyanın gerçek taraflarını ifade eder: hareketleri, yapıları, mekanik süreçleri; ama bunların hepsi, Tanrı'nın gücünün yansımalarıdır. İşte Malebranche'ye göre doğa filozofu (bilim insanı), bu sıradan süreçlerle ilgilenmelidir:
Yolları kurutanın veya nehirlerin suyunu donduranın Tanrı olduğunu söylemek saçmalık olurdu [Y.N. Malebranche'nin bunu neden "saçmalık" bulduğu çok açık değildir; çünkü kendi felsefesiyle zıt gibi gözüken bir cümle yazmıştır - bunun sebebi, zaten "her şeyin" nedeninin Tanrı olması, dolayısıyla bunu ekstradan söylemeyi gereksiz bulması olabilir]. Bunun yerine, toprağı kurutanın hava olduğunu söyleriz, çünkü hava, suyu karıştırır ve toprağı ıslatan suyu yerden yükseltir. Hava veya diğer örtülü maddeler nehri dondurur, çünkü bu mevsimde hava, suyun sıvı kalmasına neden olacak kadar hareketi ona aktaramamaya başlar.
Modern Bilim Sonrası
Modern zamanlara geldiğimizdeyse, özellikle de Charles Darwin'in Türlerin Kökeni isimli eserinin yayınlanması sonrasındaki doğa felsefesi (bilim), bu tür süper-natüralist yaklaşımları tamamen reddetmeye başlamıştır. New England Üniversitesi'nden Sandy Boucher'a göre günümüzün natüralizmi, modernite-öncesi doğa felsefesinin natüralizminden farksızdır.[57] Örneğin Darwin, tıpkı Orta Çağ filozofları gibi "ikincil nedenler" adını verdiği nedenlerle uğraştığını yazmaktadır.[58] Biyolog George Romanes (1848-1894), bunu şöyle izah eder:[59]
Doğal bilimler [Y.N.: görüleceği gibi artık "doğa felsefesi", "doğal bilimler" olmuştur], sadece doğal veya fiziksel nedenlerin araştırılmasıyla meşru bir şekilde meşgul olabilir. Bu tür bir araştırmanın ötesine geçtiği anda, doğal bilim olmaktan çıkar.
Bu noktada bilimin giderek hız kazanmasıyla, dinlerin kutsal kitapları da daha sert eleştirilere ve saldırılara maruz kalmaya başlamıştır. Buna bağlı olarak bazı bilim insanları, kendi inançlarını koruma güdüsüyle çalışmalarında Tanrı'dan daha fazla söz etmeye veya dini görüşleriyle ilgili beyanlar vermeye başlamışlardır. Bilim insanlarının bir kısmı, doğal çalışmaları ile Tanrı arasında bir bağlantı aramaya başlamışlar ve bilimin henüz söz söylemediği belli alanlarda Tanrı'ya atıflarda bulunmuşlardır.
Burada, boşlukların tanrısı argümanı da yükselişe geçmeye başlamıştır. Boşlukların tanrısı argümanı, henüz bilinmeyen meselelerde "tanrı kartı"nı ileri sürmeye verilen felsefi bir isimdir. Henry Drummond (1851-1897), bu argümanı 19. yüzyılda şöyle tanımlamıştır:[60]
Hürmetkâr zihinler, durmaksızın Doğa'nın alanları ile Bilim'in kitaplarında boşluklar aramaktalar. Tanrı ile doldurabilecekleri boşluklar...
Örneğin bir zamanlar insanlar, yıldırımların "tanrıların azabı" olduğuna inanmıştır; ancak günümüzde buna inanan pek bir kimseyi bulamazsınız, çünkü bilimsel olarak yıldırımların ne olduğunu ve neden oluştuğunu açıklayabilmekteyiz. Bilim, bir zamanlar "bilinmeyen" olan ve tanrılarla izah edilen her soru işaretini aydınlattığında, ortaya çıkan yeni bilinmezleri ve yeni soru işaretlerini yine tanrılara atfetmeye "boşlukların tanrısı argümanı" denmektedir. "Boşluklar", henüz açıklanmamış soru işaretlerine gönderme yapmaktadır.
Elbette bu çabada bir sorun yoktur. En nihayetinde bu "boşluklardan" biri, gerçekten Tanrı'nın işi olabilirdi. Veya bu türden bir argüman, sağlam bir argüman olmasa bile, geçerli bir argüman olabilirdi.[61] Hatta ve hatta din felsefesi açısından ele alacak olursak, Thomas Aquinas'ın da fark etmiş olduğu gibi, eğer ki Tanrı'nın varlığına a posteriori kanıtlar bulacaksak, bu türden boşluklar olmak zorundadır; zira eğer ki bu türden boşluklar yoksa ve her şey kendiliğinden açıklanabilirse, o zaman Tanrı'dan bahsetmek gereksiz olacaktır. Bu nedenle Tanrı'nın dolduracağı boşluklar aramak, bilim açısından olmasa da, din felsefesi açısından anlamlı sayılabilecek bir çabadır. Bilim açısından sorun, potansiyel bir boşluğun açıklamasının kesin olarak Tanrı olduğu iddia edildiğinde ve daha fazlasının araştırılmasına gerek görülmediğinde başlamaktadır. Ancak bu, yazının ilerlerinde değineceğimiz ayrı bir tartışma konusudur.
Burada kritik bir detay, boşlukların tanrısı argümanının, Tanrı'ya atfedilen "ilk neden" ve "Tanrı'nın inayetiyle olan yönlendirme" gibi kavramlardan farklı olarak, doğanın üretebileceğine inanılmayan etkileri açıklamak için bir izah olarak geliştirildiğidir. Yani bu argüman, doğal düzeni açıklamaya çalışmaz, daha ziyade etrafımızda gördüğümüz neden-sonuç ilişkilerini açıklamakta kullanılır. Bunun en net örneklerinden birini Isaac Newton'ın Richard Bentley'e yazdığı bir mektuptaki satırlarında görmekteyiz:
Kütleçekim, gezegenleri harekete geçirmiş olabilir; ancak ilahi bir güç olmaksızın onları Güneş etrafında gezegenlerin dönmesi gibi döngüsel bir harekete yerleştirmesi mümkün olmazdı. Dolayısıyla, bu ve bunun gibi diğer nedenlerle, bu sisteme Akıllı bir Etken atamak zorundayım.
Newton sadece 1 asır daha yaşayabilmiş olsaydı, Pierre-Simon Laplace'ın bu dairesel yörüngeleri açıklayabildiğini görecek ve kendisini "Akıllı bir Etken"e başvurmaya zorlayan boşluğun doldurulduğunu fark edecekti. Bir diğer örnek, Darwin'in en yakın dostlarından Asa Gray'in, Darwin'e yazdığı bir diğer mektupta görmekteyiz: Gray, doğal seçilime dair her şeyi kabul ediyor olmasına rağmen, bunu yönlendirenin Tanrı olması gerektiğini düşünüyordu, çünkü sanki belli gelişmelerin yaşanması için özellikle seçildiklerine (yani belli özelliklerin evriminin Tanrı tarafından belirlendiğine) inanıyordu.[62]
Burada, çok önemli bir diğer nitelikle karşılaşıyoruz: Bilim camiası, bilimin içinden gelen baskılardan ötürü değil, tamamen bilime olan yaklaşımlarından ötürü kendi bilimlerini natüralist bir şekide icra ederken, bireysel yazışmalarında ve şahsi notlarında dini görüşlerine de yer ayırmaktalardı. Yani Newton hareketin temel yasalarını izah ettiği metinlerinde hiçbir noktada "Bundan sonrası da Tanrı'nın işi." dememişti. Darwin (veya evrimi savunan dindar bilim insanları), hiçbir zaman akademik çalışmalarında "Kuşkusuz evrimi sürdüren ilahi bir müdahaledir." yazmamışlardı. Bu kişiler, laboratuvarlarına girerken din cüppelerini portmantoda bırakmışlardı.
Elbette aranırsa, çalışmalarında Tanrı'ya ve doğaüstüne atıfta bulunan bilim insanları da cımbızlanabilir. Örneğin Darwin'in hayatına yön veren hocalarından Adam Sedgwick (1784-1856), türlerin var olma nedeninin "sıradan doğal nedenler" olmadığını söyledikten sonra şöyle devam eder:[63]
(...) ancak bu tür bir neden, insan mantığı ve duygularına hiçbir zaman sunulmamıştır. Dolayısıyla bunlar, indüktif bilimin alanında değildir.
Burada önemli olan gerçek şudur: Bu kişiler, süpergüçleri bilimsel bir açıklama olarak kullanmıyorlardı; bu tür bir alana geçtiğimizde, bilimin alanı dışına çıktığımızı savunuyorlardı. Dolayısıyla bu tür inançlı bilim insanları için bile, "bilim" dediğimiz uğraşın kendisi yine natüralist kalıyordu. Onlara göre bir şeylerin süpergüçler veya tanrılarla izah edilmesi, "bilimsel olarak açıklanamaz" demek ile eş anlamlıydı.[64] Örneğin William Whewell (1794-1866), doğa tarihinden yola çıkarak doğaüstü müdahalenin izlerine ulaşabileceğimize inanıyor olsa da, ne zaman bu tür bir müdahaleden bahsedecek olsak artık bilim yapmıyor olduğumuzu da kabul etmiştir. [65] Örneğin türlerin kökeniyle ilgili olarak, "Jeoloji bu konuda sessidir. Yaratılışın gizemi onun yasal sınırlarında değildir, dolayısıyla O [Jeoloji], hiçbir şey söylemez ve sadece yukarıya işaret eder." şeklinde yazmıştır.
Görebileceğiniz gibi bilimde natüralizm, ateistik amaçlarla geliştirilmemiştir. Ama ne olursa olsun en nihayetinde natüralist bir çerçeve, modern bilimin temel yaklaşımı (ve hatta temel bir varsayımı) haline gelmiştir (veya kavramlara nasıl baktığınıza bağlı olarak, doğa felsefesinin, dolayısıyla bilimin en başından beri böyle olduğunu, bilimi zaten diğer bilgi türlerinden ayırt edenin bu olduğunu söyleyebilirsiniz). Bilimle uğraşanlar, herhangi bir dini açıklamayı otomatik olarak gerçek kabul etmeyi tamamen terk etmişlerdir ve bu nedenle her şeyi doğal nedenlerle açıklamaya başlamışlardır. Bilimin güç kazanmasıyla, natüralist betimleme de daha merkezi bir rol üstlenmeye başlamıştır. Öyle ki, günümüzdeki bilim insanlarının ve bilim felsefecilerinin neredeyse hiçbiri, doğal dünyanın Tanrı tarafından kurulmuş ve ara sıra onun müdahalesiyle değişen bir sistem olduğunu düşünmemektedir. Eski zamanlardakinin aksine, dini görüşler sırf "dini" oldukları için doğru kabul edilmemektedir. Eleştiriye kapalı doğalarını yitirmişler ve bilimde bir açıklama türü olmaktan çıkarılmışlardır.
Uzun lafın kısası, modern bilimin işleyişinin ve bilim insanları arasında ortak bir dil sağlanabilmesinin en önemli parçalarından birisi natüralizmdir; öyle ki, aktif olarak bilim üreten bilim insanlarının varsayılan (örtük, implisit) felsefesi natüralizm olarak kabul edilmiştir. Jeofizikçi Arthur Newell Strahler, bu durumu 1992 yılında yazdığı Understanding Science (Bilimi Anlamak) kitabında, "Natüralistik görüş, bilimin temel varsayımı olarak benimsenmiştir." yazmaktadır.
Bilimde Natüralizm Konusundaki Bazı Anlaşmazlıklar ve Diğer Önemli Detaylar
Herkes Natüralizmde Hemfikir Değildir!
Görülebileceği gibi natüralizm ile bilim ilişkisi hem pratik hem de tarihsel nedenlerle oldukça yakındır. Ancak bu demek değildir ki tartışma sona ermiştir. Tam tersine bilimde natüralizmin yeri, metodolojik ve ontolojik (metafiziksel) natüralizmler arasındaki bağlantı, natüralizmin tarihselliği gibi konular bilim felsefesi ve din felsefesi çerçevesinde durmaksızın tartışılmaktadır ve bu konular, sonuçlanmış konular değillerdir.[66], [67], [68] Örneğin Boucher, içsel veya pragmatik natüralizmin yukarıda anlattığımız gibi sonradan evrimleşip de bilimin bir parçası olduğunu reddeder; tam tersine, bilimin ilk anlarından beri natüralizmin onun bir parçası olduğunu savunur (yukarıdaki tarihsel anlatı da bunu yansıtmaktadır).[57]
Benzer şekilde, herkes natüralizmin bilimin temel varsayımlarından biri olduğun konusunda bile hemfikir değildir. Örneğin, bilimin en önemli parçaları arasında sayılabilecek "yanlışlanabilirlik" ve "test edilebilirlik" kavramlarını öne sürerek bilimin empirik doğasını öne çıkaran Karl Popper, natüralist metodolojiyi reddedenler arasındadır:[69]
Kimi zaman "bilimin endüktif teorisi" olarak da bilinen natüralistik metodolojinin değerli olduğuna kuşku yoktur. (...) Ben, natüralistik görüşü reddediyorum: Natüralistik görüş, eleştirel değildir. Onu savunanlar, yeni bir gerçeği keşfettiklerini söylediklerinde, yalnızca bir konvansiyon ileri sürmektedirler. Her konvansiyon, bir dogmaya dönüşmeye açıktır. Natüralistik görüşün eleştirisi sadece anlam kriteri çerçevesinde değildir; aynı zamanda bilim algısıyla da ilgilidir, dolayısıyla empirik yöntemden anladığıyla da ilgilidir.
Buna rağmen çok sayıda farklı anlama ve türe sahip olan, bu anlamların her biri farklı seviyelerde bilimle ilişkilendirilen natüralizm, zaman içerisinde bilimin temel varsayımlarını ve aksiyomlarını bünyesinde barındıran bir forma evrimleşmiştir.
Birçok bilim filozofu, natüralist olmayan bir yaklaşımın, bilimin evrensel doğasını zora sokacağı, üzerinde hemfikir olunmayan varsayımları bilimsel betimlemeye dahil edeceği, dolayısıyla bilim iletişimini kolaylaştırmak ve bilimsel sorgulamaya anlamlı bir katkıda bulunmak yerine, bu iletişimi zora sokacağı düşünülmektedir. Bu nedenle dini ve felsefi pozisyonlarından bağımsız olarak modern çağda bilim insanlarının (ve filozofların) ezici çoğunluğu (metafiziksel natüralist olmayanlar, yani mesela teistler veya deistler de dahil) metodolojik natüralist bir tutum sergilerler.[13] Örneğin evrimsel biyologlar arasında kendisini "tamamen natüralist" olarak tanımlayanların oranı %78, teistik natüralist olarak tanımlayanların oranı %2, deistik natüralist olarak tanımlayanların oranı %7 olarak ölçülmüştür.
Natüralizm, Tek Başına Bilimin Yöntemi Olamaz; Çerçeveyi Belirler!
Bu görüş, önemli bir noktaya vurgu yapmaktadır: Natüralizm, kendi başına bilimin metodolojisi olamaz. Natüralizm, ancak ve ancak bilimin metodolojik varsayımlarının (ve sınırlarının) bir parçası olabilir. En nihayetinde natüralizm, gerçeği ortaya çıkarmak konusunda bir metot ileri sürmez; sadece bilimin uğraş alanını ve izah biçimini doğa ile sınırlandıran bir çerçeveye işaret eder. Bu bakımdan, bilimin gerçekleri ortaya çıkarmasındaki ana metot (yöntem), empirik bir şekilde sistemli gözlemler ve deneyler yapmak, bağımsız veri hatlarıyla hipotez ve teorileri sınamak, yanlışlanabilirlik ilkesi çerçevesinde argümanları çürütmeye çalışmak ve bu uğraş sırasında, Evren'e dair gerçekleri, olabildiğince objektif bir biçimde ortaya koymaktır.
Şöyle düşünün: Bir hasta için dua etmenin, hasta üzerinde iyileştirici etkisi olup olmadığı konusunda bugüne kadar bazı çalışmalar yapılmış ve bunların büyük bir kısmı, dua ile iyileşme arasında bir ilişki tespit başarısız olmuş veya kesin olmayan sonuçlar üretebilmiştir. Ama diyelim ki bu araştırmalar sonucunda ikisi arasında pozitif bir ilişki bulunmuş olsun. Empirik olarak test edilebilen ve tekrar edilebilen bu bulgu, tüm ilahi ve tarihsel arka planına karşın, anında doğallaştırılarak bilimin uğraş alanı haline gelmez miydi? Bilim insanları, bu ilişkinin nedensel temellerini araştırırken, ilahi müdahalelerden söz etmek yerine, doğal nedenler arayışına girmezler miydi?
Bir başka örneği ele alın: parapsikoloji araştırmaları. Bugüne kadar yapılan sayısız deney, telekinezi adı verilen olgunun gerçek olmadığını göstermiştir. Ancak yapılan yeni çalışmalar sonucunda bazı insanların sadece düşünce gücüyle nesneleri hareket ettirebildiği keşfedilseydi, bu araştırma sahası bir anda sahtebilimin sınırlarından çıkıp, bilimin sınırları içerisine girmez miydi? Elbette girerdi. Ama yine, bilim insanları burada doğaüstü (süper-natüralist) nedenler aramak yerine, doğal açıklamalar bulmaya çalışırlardı. Örneğin telekinezi araştırmacıları, beynin süper güçleri olduğunu iddia etmek yerine, zihinle fiziksel dünya arasında daha önceden keşfedilmemiş bir etkileşim olduğunu söylerlerdi. Dua örneğinde araştırmacılar, bir süpergücün müdahale ederek mucize yarattığını söylemek yerine, çeşitli ritüelistik davranışlar ile bunların somut etkileri arasında daha önceden bilinmeyen bir ilişki olduğunu söylerlerdi. Bir diğer deyişle, bu gizemli tespitin nedeninin yine doğal sebepler olduğunu söyler, natüralist bir açıklama geliştirirlerdi.
Bunun canlı kanlı bir örneğini, kuantum fiziğindeki dolanıklık kavramında görebiliyoruz: Einstein, "uzak mesafeden ürpertici etkileşim" olarak tanımladığı dolanıklığı açıklarken, hiçbir zaman süper-natüralist bir açıklamaya başvurma ihtiyacı duymamıştır. Kuantum mekaniğini anlamakta zorlanmış olsa ve meşhur bir şekilde, sıklıkla teolojik sayılabilecek açıklamalar yapmaktan geri durmasa da!
Ve elbette, eğer ki dua veya telekinezi örneğinde doğal açıklamalar bir gün keşfedildiğinde, natüralizmi reddeden kişiler (teologlar ve diğerleri), bu natüralist açıklamaya sebep olan şeyin Tanrı'nın gücü olduğunu söyleyeceklerdi. Tıpkı kütleçekiminin veya evrimin sebebinin Tanrı olduğunu söylüyor olmaları gibi... Ama bu, onların bu iddiasını "bilimsel" yapmayacaktır. Neden? Çünkü natüralizm, bilimin sınırlarını, "doğal olan ile" sınırlandırmıştır. Empirizm, bilimin sınırlarını "test edilebilir" olan ile sınırlandırmıştır. Bunlar, ilerleyen yazılarımızda da göreceğimiz gibi, bilimin temel varsayımları ve yaklaşımlarıdır.
Peki ya dua ve telekinezi örneğinde, herhangi bir doğal bir açıklama keşfedilemeseydi? O zaman natüralizmi reddedenler, zaten aksi durumda da yapacakları gibi, bunun açıklamasının "tanrı" (veya bir "süpergüç" veya "doğaüstü bir olay") olduğunu söyleyeceklerdi. Ama bilim insanları, hiçbir noktada (en azından çok uzun vadede) bu açıklamayı kabul etmeyecekler ve doğal bir neden aramayı sürdüreceklerdi. Onları engelleyen bir şey mi var? Natüralizmi saymazsanız, hayır! Çünkü nihayetinde deneyler yapılmış, bu iki olay (örneğin düşünce gücü ile cisimlerin hareketi) arasında tartışmaya yer bırakmayan bir ilişki gözlenmiş, ancak süreç izah edilememiştir. Yani bilimin tüm basamakları tekrar edilmiş; fakat "henüz açıklayamadığımız" bir gözlem noktasında tıkanılıp kalınmıştır. Teknik olarak, bir süpergücün buna sebep olabilmesi mümkündür; bu, en nihayetinde geçerli bir açıklamadır. Ancak bilim bunu kabul etmez; çünkü bilim insanlarının bilimde başvurdukları çerçeve, natüralist bir çerçevedir ve bu çerçevenin hatalı, eksik veya yanıltıcı olduğu objektif bir şekilde gösterilene kadar, bilim insanları bu perspektifte Evren'e yaklaşmayı sürdüreceklerdir. İşte bu, İçsel Metodolojik Natüralizm'in savunduğu tutumdur.
Her ne olursa olsun natüralizm, bilim camiasının önemli bir bölümünün er ya da geç yakınsadığı ve kullanışlı bulduğu bir "kavramsal çerçeve" olarak görülebilir ve bu bakımdan, günümüzde aktif olarak icra edilen bilimin temel varsayımları veya kabullerinden biri olarak görülebilir. Modern bilimsel jargonun ima ettiği, doğanın "sadece doğal" olduğu ve "sadece doğal bir şekilde" açıklanabileceği varsayımı da, bugüne kadar işlevsel bir şekilde doğada olan biteni izah edebilmemizi sağlamıştır.
Natüralist Bilim, Bizi Gerçeğe Ulaştırabilir mi?
Şunu anlamamız gerekir: İnsanlar olarak, gerçeğin ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak şunu sormamız gerekiyor: Gerçeği bilmediğimiz bir durumda, doğru yolda ilerlediğimizi nasıl bilebiliriz?
Bu, filozofların kafasını çok uzun sürelerdir karıştıran bir sorudur. Sadece filozofların değil, birçok bilim insanının da sorduğu bir sorudur. Örneğin evrimsel mühendislikte de hep sorduğumuz ana soru budur: "En uyumlu (veya “gerçek”) kombinasyonun ne olduğunu bilmeksizin, ona nasıl ulaşabilirsin?" Koca bir optimizasyon alanının sorduğu ve cevap aradığı soru ile, (felsefi anlamda) metafiziğin cevap aradığı sorulardan biri aslında birebir aynıdır. Ama her iki sorunun da nihai, mekanistik, analitik bir cevabı yoktur. Buna rağmen, belli yöntemler önerebiliriz.
Peki, tekrar soralım: Gerçeği bilmediğimiz bir durumda, doğru yolda ilerlediğimizi nasıl bilebiliriz? Bu sorunun cevabı olmaya en yakın şey (ve günümüzde herkesin az çok hemfikir olduğu nokta), gerçeğin ne yaptığına veya nasıl davrandığına yönelik gözlemler yapmak, empirik (deneysel) yöntemlerle bunu kontrollü bir biçimde sınamak ve bu yolla Evren'e dair genel geçer bilgiler edinmektir. Deney ve gözlemlerimiz sayesinde elde ettiğimiz bu genel geçer gerçeklerden yola çıkarak, her yeni adımın öncekilerle tutarlı olduğundan emin olabilmektir ("birikimli ilerleme"). Bu süreçte yaptığımız hatalardan ders alarak, daha tutarlı açıklamalar ve yöntemler bütünü geliştirmektir.
Elbette, empirik yöntemlere başvuruyor olmak da bilimin temel varsayımlarından birisidir. Çünkü "Duyularımıza ve deneylerimize güvenebilir miyiz?", "Gerçeklik dediğimiz şey, über bir medeniyetin yarattığı bir simülasyon olabilir mi; dolayısıyla yaratıcılarımız varsa, bizimle alay ediyor veya denek olarak farklı şartlarla sınıyor olabilirler mi?" gibi birçok soru sormak mümkündür. Bu konuda buradaki yazımızda kapsamlı bir inceleme yaptığımız için, bu yazımızda tekrardan ele almayacağız.
Ancak herkes bilgiye ulaşmanın en güvenilir yolunun empirik bilim olduğunu düşünmez. Yani kimine göre bilgiye ulaşmanın tek yolu deney ve gözlem değildir; onlara göre kimi zaman doğaüstü (doğal olmayan, süper-natüralist) yollarla da gerçekler kendini bildirebilirler (örneğin vahiy yoluyla). Benzer şekilde, kimine göre gerçeklere sadece düşünerek, deney ve gözlem yapmadan da ulaşabiliriz. Evet, hiçbir deney yapmadan, "sadece düşünerek" bazı temel düşünsel çerçeveler (İng: "framework") çizilebilir; Antik Yunan'da ve sonrasında, Francis Bacon'a ve Galileo Galilei'ye kadar yapılan da az çok buydu. Günümüzde de bunu yapan filozoflar ve bilim insanları vardır. Ancak o çerçevelerden hangilerini takip etmenin daha makul, hangilerinin daha tutarlı olduğunu, vb. pozitif tespitlerimizi netleştiren, en başta verdiğimiz ve Max Planck'ın da dediği gibi "Evren'e deneylerle sorular sorup, ölçümler yoluyla cevaplar almak"tır. Sonrasında da tabii ki bu cevapları yorumlamamız, bunun ne anlama geldiğini akıl, mantık, veri yoluyla anlamlandırmamız gerekmektedir.
Bilim harici yöntemlerle de Evren'i anlamaya çalışabiliriz. Bunu yapmaya çalışıyoruz da... Filozoflar, bunun güzel bir örneğidir. Ancak hangi yöntemi kullanıyor olursanız olun, o yönteme şeklini verenin, o alandaki nihai sözleri söyleyenin bilim olduğunda hemfikirizdir; örneğin felsefi bir çıkarım test edilebilir bir öneride bulunuyorsa, bu önerinin gerçekliğini, bilimin yaptığı empirik deneyler nihai olarak belirleyebilir. Bilimin alanı olamayan felsefi çıkarımlar ise, zaten bilimden bile eski olan sahalardır. Bir diğer deyişle, bilimsel bir dille izah edilmeyen olgular konusunda herhangi bir noksanlık yoktur; her tarafımız, bilimle ilgili olmayan felsefelerle ve şahsi inançlarla doludur. Gerçeğe ulaşmak konusunda bilimden başka bir yöntem varsa, onun metodolojisi (varsa) takip edilebilir ve sonuçlara varmaya çalışılabilir. Yoksa, elde olanın en iyisi budur.
Bugüne kadar da natüralizme karşı argüman üretenlerin çok azı felsefi olarak geçerli argümanlar üretebilmiştir; neredeyse istisnasız olarak hepsinin natüralizme saldırma amacı, bilimi egale ederek veya küçülterek, kendi dini inançlarını empoze etme ve ona güç kazandırma çabası olmuştur.[70] Bu nedenle de bu eleştirileri dikkate almak bilim için bir öncelik veya kıymet taşımamıştır ve taşımayacak gibi gözükmektedir.
Natüralist Dil ve Bilim Durdurucu Felsefeler
Bilimsel veriler sayesinde keşfetmeye çalıştığımız, içinde bulunduğumuz Evren'in dinamiklerini çok daha iyi anlamaktayız. Bu da bize doğru yolda olduğumuzu düşündürmektedir (bu tutarlılıkçı yaklaşımı buradan okuyabilirsiniz). Belki her şeyi elimize yüzümüze bulaştırıyoruz; bu her zaman bir olasılıktır. Ancak en azından bir yöntemimiz var ve ilerleyebiliyoruz. Bu da gerçeğin ne olduğunu bilmeyen ama doğru yöne doğru adımları atmaya çalışan, kör ama zeki bir türden beklenen şeydir. Örnekleyelim:
Zifiri ve karmakarışık, karanlık bir odada gözleriniz bağlı çıkış kapısını arıyorsanız, hiçbir zaman doğru yolda olduğunuzu bilemezsiniz; ancak birbiriyle tutarlı, önceki adımlarınız üzerine inşa edilen yaklaşımlar kademeli (İng: "incremental") bir şekilde gerçeğe ulaşmanızı sağlayabilir. Ama tabii ki sağlamayabilir de... Fakat denemek ve bunu denerken "Belki de biri gelir beni çıkarır." ya da "Bu belki de bu odayı yapanların, mühendislik becerilerini bana sergileme arzularının bir eseridir." ya da "Belki de tüm bu odanın çok derin bir anlamı veya mesajı vardır!" diye düşünmekten uzak durmak oldukça makuldür. Sonuçta sizi odaya kapatanların niyetini bilmiyorsunuz. Odaya sizi birilerinin kapatıp kapatmadığını bile bilmiyorsunuz; belki de "gerçeklik" bu odadan ibarettir?
Eğer keyfiniz yerindeyse ve kurtulma sürecinde mola verip alternatifler üzerine kafa yormak isterseniz, tabii ki bunlardan söz etmekte bir sakınca yoktur. Benzer şekilde, "Benim için odanın kendisini anlamak ve buradan çıkmak çok da önemli değil. Yani anlasam da olur ama çok da şart değil. Ben, bu baş döndürücü odayı tasarlayan mühendisin zekâsına, duvarları malalayan ve çimentosunu döken işçinin işçiliğine hayranlığımı sergileyeceğim." demek de tamamen bir tercih meselesidir. Bunlar "yanlış" değildir; sadece çoğu kişinin bu davranışı sergileyerek pek bir yere varamadığı bir tutumdur.
Benzer bir şekilde, eğer ki sizden başka birileriyle işbirliği yaparak bu zifiri karanlık odadan kurtulmaya çalışıyorsanız da, karşınızdaki kişinin sürekli "bizi kaçıranların ne harikulade zekâları olduğundan" veya "içine hapsedildiğimiz bu kapkaranlık odanın sahip olduğu ilginç özelliklerin, odayı inşa eden mühendislerin üstün zekâsının ve bizde hayranlık uyandırma isteğinin bir göstergesi" olduğundan bahsetmesi, bu bahislerin gerçeklik değerinden tamamen bağımsız olarak, sinirinizi bozabilir. Bu, normaldir. Ama belki de haklılardır, kim bilir? Bu tarz durumlarda insanların bir kısmının o davranışı, bir kısmının bu davranışı sergilemesi, yani varsayım kabulleri konusunda insanlar arasında bir dağılım olması normaldir ve sağlıklıdır.
Burada bir parantez açmakta fayda var: Buraya kadar bahsettiğimiz karanlık oda analojisini bozan bir durum, "odadan kaçmamız gerekmediği" yani "Evren'i anlamamız gerekmediği" duruşu olabilir. Buna felsefede "bilim durdurucu" (İng: "science stopper") denmektedir. Benimsediğiniz felsefeden bağımsız olarak, buna sebep olan her tutum "zararlı" veya "kötü" olarak görülmektedir. Dolayısıyla Evren'i anlama çabasında değilseniz, konuşacak bir şeyimiz yok demektir. Bu nedenle bu olasılığı görmezden geliyoruz ve kendimizi içinde bulduğumuz "karmakarışık, zifiri, karanlık odayı" anlama sorumluluğumuz olduğunda hemfikir olduğumuzu varsayıyoruz.
Burada açılabilecek ikinci bir parantez de odayla ilgili veriler toplayıp da onları odanın kendi iç dinamikleriyle, yani doğalcı bir şekilde değerlendirmemek/yorumlamamak gerektiği iddiasıdır. Ya da yorumlanacaksa da odanın mühendisleri de göz önüne alınarak yapılan yorumlar haricindeki tüm yorumların hatalı olduğu iddiasıdır. Bunu yapabilirsiniz; ancak yukarıda detaylıca işlediğimiz gibi, parsimoni ilkesi ve bilimin öz nitelikleri çerçevesinde bu evrensel bir kavrayışa ulaşmanızı mümkün kılmayacaktır.
Bu da bizi asıl konumuza getiriyor: Eğer bilimin bazı konularda yetersiz (veya yolun aşırı başında olduğu) düşüncesine sahipsek, geriye kaldığına inandığımız konuları izah edebilmek için çok sayıda "varsayımlar kümesi"nden birini seçmemiz gerekmektedir. İnsanlar, kendi iç dünyalarına, eğitimlerine, geçmişlerine, yaşanmışlıklarına, vs. uygun varsayım kümeleri seçmektedir. Kimisi bu boşluğu teizm ile doldurmaktadır, kimisi deizm, ateizm, agnostizm, mistisizm, vs. ile... Bunlara "varsayımlar kümesi" diyoruz, çünkü objektif ve makul şüphenin ötesinde diğerlerini kültür ve bilgi fark etmeksizin ikna edebilecek bir doğaya veya metoda sahip olmayan düşünce sistemleridir. Örneğin deniz seviyesinde saf suyun 100 derecede kaynadığını herkese ispatlayabilirsiniz.[71] Bunun nedeninin, ısı alan su moleküllerinin titreşimleri olduğunu çok çeşitli açılardan ve çok farklı deneylerle insanlara gösterebilirsiniz. Bu kanıtlar karşısında herkes ikna olmak zorundadır. Ancakd bilimin açıklık getiremeiği söylenen herhangi bir sahada, hangi yöntemi kullanarak insanları bu şekilde evrensel olarak ikna edebilirsiniz? İkna edemiyorsanız, neden? Bunlar, bilimin gücünü ve metodolojisinin değerini anlamak için önemli sorulardır.
Üstelik burada söz ettiğimiz "bilimin henüz el atamadığı konularda bir varsayım kümesi seçmek zorunda olduğumuz" konusu, "boşlukların tanrısı argümanı" ile bile ilgili değildir. Eğer bilimin gerçekten izah edemeyeceği şeyler varsa bile, o şeyleri evrensel olarak birbirimizi ikna edebileceğimiz biçimde çalışabileceğimiz bir metodoloji geliştirmemiz şarttır. Şu ana kadar geliştirdiğimiz sistemlerin (bilim hariç) hiçbiri bunu yapamamaktadır veya çok kısıtlı şekillerde yapabilmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızdan da görebileceğiniz gibi, gerçekliği bilmediğimiz gibi, ona doğru gidip gitmediğimizi de bilmemekteyiz ve bu bilgisizlik bizi, bizden daha büyük şeylerin varlığına inanmaya itmektedir. Ama şu ihtimal unutulmamalıdır: Bilimin kesinlikle cevaplayamayacağı sorular varsa bile bu, tek başına, doğaüstü bir yaratıcı gücün varlığını garanti etmezdi. Yani mutlak natüralizm ile mutlak teizm arasına hapsolmuş değiliz. Yaratıcı bir bilincin var olmadığı (ve "şeyleri" var etmediği) ama var olan bir sistem hayal etmek mümkündür. Ama bu doğru mu (yani gerçek olan bu mu)? Bilmiyoruz. Zaten tüm din felsefesi ve teoloji, milenyumlardır bu soruyla boğuşmaktadır.
Bilim, bu tartışmalara girmeksizin, natüralist bir temelde kalarak sadece doğal olan ile, sadece doğal bir dil ile araştırmalarını sürdürmektedir. Bu yöntem, diğer yöntemlerin aksine sonuç üretmeyi sürdürdükçe, terk edilmeyi gerektiren bir içeriğe sahip değildir. Herhangi biri bu yöntemi terk etmeyi seçebilir; ancak tercih ettiği yöntemle, bilimin halihazırda yapabildiğinin ötesine, hatta onun yarısı kadar uzağa gitmesi mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle natüralizm, bilimle iç içe evrimleşmiş bir çerçevedir.
Sonuç
Bilimin natüralizmle ilişkisi olup olmadığı, varsa da metodolojik natüralizmin mi yoksa ontolojik natüralizmin mi bilimin bir parçası olduğu hala da tartışılmakta olan bir konudur ve üzerinde konsensüs yoktur. Bilimin natüralizme bağlı olup olmadığı konusuna nokta koymak için, "Empirik algılara güvenmemiz, ontolojik natüralizme mi dayanır?" sorusunun cevaplanması ve "doğa-doğaüstü ayrımı" tartışmalarının netleştirilmesi gerekiyor gibi gözükmektedir.
Yine de bu kapsamlı inceleme sonucunda belli başlı sonuçlar elde etmemiz mümkündür ve bunları birkaç basit maddeyle sonuçlarımızı özetleyecek olursak:
Bilimsel paradigmaya Metodolojik Natüralizm denir. Bilimin genelinde bu yaklaşımın etkisi hissedilir. Bu paradigma, tarihsel bir gelişim sürecine sahiptir ve ya bilimle eş zamanlı olarak gelişmiştir ya da sonradan bilime eklendiği nokta kesin olarak tespit edilemez.[72] Dolayısıyla bilimin ya içsel bir özelliği olarak görülmelidir ya da ayrılığının nitelikleri tespit edilemeyen (veya çok zor tespit edilebilecek olan) bir felsefi tavır olarak kabul edilmelidir. Buna yaklaşımınıza bağlı olarak metodolojik natüralizmin hangi tarafında kaldığınız tespit edilebilir.
Bilimi icra etmek için Metafiziksel Natüralizm varsayımına gerek olup olmadığı tartışmalıdır; ancak bilimin icra edilişini dikkate değer miktarda değiştiren bir durum değildir. Eğer süper-natüralist olgular gerçekse bile, belki de onları doğallaştırarak bilime dâhil etmek mümkün olabilir, belki de bunların bilimle çalışılabilir olması doğrudan bunların süper-natüralist (doğaüstü) değil, doğal (natüralist) olduğunu gösterir. Bunu kesinlikle yapamayacağımız, bilimsel olarak araştırılamayacak doğaüstüler varsa, bunları evrensel olarak ve makul şüphenin ötesinde ortaya koyabilecek bir metot geliştirilebilmiş değildir.
Bilimin icrası, natüralizmden ibaret görülemez. Bilim, empirik bir çalışmadır. Deney, gözlem, nedensellik tespiti, açıklama, betimleme, yorumlama, yeni hipotezlere yol açma gibi uğraşlar olmaksızın bilimden söz edilemez. Natüralizm, başka hiçbir işe yaramıyor olsaydı bile, bilimde genel geçer bir ortak dil yaratmaktadır. Bu bile başlı başına bilim için önemli bir başarıdır ve özellikle de son 1 milenyumda tekrar tekrar denenmesine rağmen, terk edilmesi için geçerli ve yeterli sebepler ortaya konabilmiş değildir.
Nedensellik konusunda ihtilaf bulunmasına rağmen, materyal nedensellik haricindeki yaklaşımların hiçbiri, materyal nedensellik algısının ortaya koyabildiğinin ötesinde bir üretime veya kavrayışa neden olamamıştır ve bu nedenle tarih boyunca dikkate değer bir alternatif olarak görülen hiçbir yaklaşım bilimde güç kazanamamıştır.[27], [73]
Bilim felsefecilerinin (ve bilim insanlarının) hemen hemen hepsi bilimsel paradigmaya metodolojik natüralizm denilmesi konusunda hemfikirdir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 14
- 6
- 3
- 3
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ A. Rosenberg, et al. (2015). Bilim Felsefesi: Çağdaş Bir Giriş. ISBN: 9786054878284. Yayınevi: Dipnot Yayınevi.
- ^ R. Carnap. (2012). An Introduction To The Philosophy Of Science. ISBN: 9780486140865. Yayınevi: Dover Publications.
- ^ J. Losee. (2001). A Historical Introduction To The Philosophy Of Science. ISBN: 9780198700555. Yayınevi: Oxford University Press, USA.
- ^ G. E. R. Lloyd. (1974). Early Greek Science: Thales To Aristotle. ISBN: 9780393005837. Yayınevi: W. W. Norton & Company.
- ^ D. C. Lindberg. (2007). The Beginnings Of Western Science: The European Scientific Tradition In Philosophical, Religious, And Institutional Context, Prehistory To A.d. 1450. ISBN: 9780226482057. Yayınevi: University Of Chicago Press.
- ^ a b G. W. Dawes, et al. (2018). The Naturalism Of The Sciences. Studies in History and Philosophy of Science Part A, sf: 22-31. doi: 10.1016/j.shpsa.2017.11.012. | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. R. Baker. (2013). Naturalism And The First-Person Perspective. ISBN: 9780199914746. Yayınevi: Oxford University Press.
- H. Reichenbach, et al. (2000). Bilimsel Felsefenin Doğuşu. ISBN: 9789754948561. Yayınevi: Bilgi Yayınevi.
- A. J. Freddoso. (2006). God's General Concurrence With Secondary Causes: Why Conservation Is Not Enough. JSTOR, sf: 553. doi: 10.2307/2214109. | Arşiv Bağlantısı
- A. H. Al-Ghazali, et al. (1981). Filozofların Tutarsızlığı. Yayınevi: Çağrı Yayınları.
- S. Lee. Occasionalism. (20 Ekim 2008). Alındığı Tarih: 29 Mayıs 2021. Alındığı Yer: Stanford Encyclopedia of Philosophy | Arşiv Bağlantısı
- W. F. Vallicella. (1999). God, Causation And Occasionalism. Religious Studies, sf: 3-18. | Arşiv Bağlantısı
- ^ N. Malebranche, et al. (1997). The Search After Truth. ISBN: 9780521589956. Yayınevi: Cambridge University Press.
- W. Vallicella. (1996). Concurrentism Or Occasionalism?. American Catholic Philosophical Quarterly, sf: 339-359. doi: 10.5840/acpq199670334. | Arşiv Bağlantısı
- L. A. Mancha. Concurrentism: A Philosophical Explanation. (8 Temmuz 2003). Alındığı Tarih: 29 Mayıs 2021. Alındığı Yer: Purdue University | Arşiv Bağlantısı
- ^ Maimonides. (1956). The Guide For The Perplexed. ISBN: 9780486203515. Yayınevi: Dover Publications.
- ^ a b D. Garber, et al. (2003). The Cambridge History Of Seventeenth-Century Philosophy. ISBN: 9780521537216. Yayınevi: Cambridge University Press.
- ^ J. Coyne. Seeing And Believing. (4 Şubat 2009). Alındığı Tarih: 5 Nisan 2021. Alındığı Yer: The New Republic | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. J. Carvalho. (2006). Overview Of The Structure Of A Scientific Worldview. Zygon®, sf: 113-124. doi: 10.1111/j.1467-9744.2006.00729.x. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Psillos, et al. (2010). The Routledge Companion To Philosophy Of Science. ISBN: 9780415546133. Yayınevi: Routledge.
- ^ M. Mahner. (2012). The Role Of Metaphysical Naturalism In Science. Science & Education, sf: 1437-1459. doi: 10.1007/s11191-011-9421-9. | Arşiv Bağlantısı
- ^ N. Matzke. On The Origins Of Methodological Naturalism. (20 Mart 2006). Alındığı Tarih: 29 Mayıs 2021. Alındığı Yer: Panda's Thumb | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. Lerner. Proposed West Virginia Science Standards: Evaluated By Lawrence Lerner, Attacked By Intelligent Design Creationists. (1 Nisan 2003). Alındığı Tarih: 30 Mart 2021. Alındığı Yer: National Center for Science Education | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. Maurer. (2004). Darwin, Thomists, And Secondary Causality. The Review of Metaphysics, sf: 491-514. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. T. Pennock. (2019). An Instinct For Truth: Curiosity And The Moral Character Of Science. ISBN: 9780262042581. Yayınevi: MIT Press.
- ^ S. M. Eames. (2014). Pragmatic Naturalism: An Introduction. ISBN: 9780809382736. Yayınevi: Southern Illinois University Press.
- ^ a b N. Muhtaroğlu. (2016). What Is Wrong With Concurrentism?. Kaygi, sf: 129. doi: 10.20981/kuufefd.28590. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b M. Boudry, et al. (2010). How Not To Attack Intelligent Design Creationism: Philosophical Misconceptions About Methodological Naturalism. Foundations of Science, sf: 227-244. doi: 10.1007/s10699-010-9178-7. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. R. Shook, et al. (2009). The Future Of Naturalism. ISBN: 9781591027317. Yayınevi: Humanity Books.
- ^ K. J. Clark. (2016). The Blackwell Companion To Naturalism. ISBN: 9781118657607. Yayınevi: Wiley-Blackwell.
- ^ E. Sober, et al. (2009). Biyoloji Felsefesi. ISBN: 9789755336275. Yayınevi: İmge Yayınevi.
- ^ S. Carroll. (2016). The Big Picture: On The Origins Of Life, Meaning, And The Universe Itself. ISBN: 9780525954828. Yayınevi: Dutton.
- ^ R. Williams. (2007). Unintelligent Design: Why God Isn't As Smart As She Thinks She Is. ISBN: 9781741149234. Yayınevi: Allen Unwin.
- ^ Y. I. Fishman. (2009). Can Science Test Supernatural Worldviews?. Science & Education, sf: 813-837. doi: 10.1007/s11191-007-9108-4. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b M. Ruse. (2013). Methodological Naturalism Under Attack. South African Journal of Philosophy, sf: 44-60. doi: 10.4314/sajpem.v24i1.31413. | Arşiv Bağlantısı
- ^ P. Harrison. (2020). Naturalism And The Success Of Science. Religious Studies, sf: 274-291. doi: 10.1017/S0034412518000574. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. T. Pennock. (2000). Tower Of Babel: The Evidence Against The New Creationism. ISBN: 9780262661652. Yayınevi: Bradford Book.
- ^ H. Halvorson. (2016). Why Methodological Naturalism?. John Wiley & Sons, Ltd, sf: 136-149. doi: 10.1002/9781118657775.ch10. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Papineau. Naturalism. (22 Şubat 2007). Alındığı Tarih: 30 Mart 2021. Alındığı Yer: Stanford Encyclopedia of Philosophy | Arşiv Bağlantısı
- ^ T. Smith. (2017). Methodological Naturalism And Its Misconceptions. International Journal for Philosophy of Religion, sf: 321-336. doi: 10.1007/s11153-017-9616-3. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Chenu. (1997). Nature, Man, And Society In The Twelfth Century: Essays On New Theological Perspectives In The Latin West. ISBN: 9780802071750. Yayınevi: University of Toronto Press.
- ^ Aristotle, et al. (1975). On The Soul/Parva Naturalia/On Breath. ISBN: 9780674993181. Yayınevi: Loeb Classical Library 288.
- ^ a b P. J. van der Eijk. (1990). The 'Theology' Of The Hippocratic Threatise On The Sacred Disease. Apeiron, sf: 87-120. doi: 10.1515/APEIRON.1990.23.2.87. | Arşiv Bağlantısı
- ^ Hippocrates. (1959). Hippocrates Of Cos (Vol. 2). Yayınevi: Harvard University Press.
- ^ Aristotle. (1957). The Physics.
- ^ G. A. Lindbeck. (1948). A Note On Aristotle's Discussion Of God And The World. The Review of Metaphysics, sf: 99-106. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. S. Lang. (1989). Aristotelian Physics: Teleological Procedure In Aristotle, Thomas, And Buridan. Review of Metaphysics. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. Speer. (2016). The Discovery Of Nature: The Contribution Of The Chartrians To Twelfth-Century Attempts To Found A Scientia Naturalis. Traditio, sf: 135-151. doi: 10.1017/S036215290001196X. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. C. Dales. (2008). A Twelfth-Century Concept Of The Natural Order. Viator, sf: 179-192. doi: 10.1484/J.VIATOR.2.301545. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. R. Hall, et al. (1971). The Scientific Revolution, 1500-1800: The Formation Of The Modern Scientific Attitude. ISBN: 9780807050934. Yayınevi: Beacon Press (MA).
- ^ E. Grant. (2010). The Nature Of Natural Philosophy In The Late Middle Ages. ISBN: 9780813217383. Yayınevi: Catholic University of America Press.
- ^ T. Aquinas. Thomas Aquinas: Quaestiones Disputatae De Veritate: English. Alındığı Tarih: 5 Nisan 2021. Alındığı Yer: St. Isidore | Arşiv Bağlantısı
- ^ I. Newton, et al. (1950). Theological Manuscripts. Yayınevi: Liverpool University Press.
- ^ G. Galilei. (2018). Opere Di Galileo Galilei Nobile Fiorentino, Vol. 11 (Classic Reprint). ISBN: 9780365881186. Yayınevi: Forgotten Books.
- ^ S. J. Gould. (2002). Rocks Of Ages: Science And Religion In The Fullness Of Life. ISBN: 9780345450401. Yayınevi: Ballantine Books.
- ^ J. M. M. H. Thijssen, et al. (2000). The Metaphysics And Natural Philosophy Of John Buridan. ISBN: 9789004115149. Yayınevi: Brill Academic Publishers.
- ^ a b S. C. Boucher. (2020). Methodological Naturalism In The Sciences. International Journal for Philosophy of Religion, sf: 57-80. doi: 10.1007/s11153-019-09728-9. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. Darwin. (1864). On The Origin Of Species By Means Of Natural Selection; Or, The Preservation Of Favoured Races In The Struggle For Life.
- ^ G. J. ROMANES. (1883). Natural Selection And Natural Theology. Nature, sf: 362-364. doi: 10.1038/027362a0. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Drummond. (1895). The Lowell Lectures On The Ascent Of Man. Yayınevi: J. Pott & co..
- ^ R. Larmer. (2002). Is There Anything Wrong With "God Of The Gaps" Reasoning? On Jstor. International Journal for Philosophy of Religion, sf: 129-142. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. H. Roberts. (1988). Darwinism And The Divine In America: Protestant Intellectuals And Organic Evolution, 1895–1900. ISBN: 9780299115906. Yayınevi: University of Wisconsin Press.
- ^ A. Sedgwick. (2009). A Discourse On The Studies Of The University Of Cambridge. Cambridge University Press. doi: 10.1017/CBO9780511693298. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. Gray. (1883). Natural Selection And Natural Theology. Nature, sf: 78-78. doi: 10.1038/028078b0. | Arşiv Bağlantısı
- ^ W. Whewell. (2007). The Philosophy Of The Inductive Sciences: Founded Upon Their History (1847). ISBN: 9780548645284. Yayınevi: Kessinger Publishing.
- ^ W. A. Dembski, et al. (2004). Debating Design. ISBN: 9781139459617. Yayınevi: Cambridge University Press.
- ^ W. J. Wainwright. (2007). The Oxford Handbook Of Philosophy Of Religion. ISBN: 9780195331356. Yayınevi: Oxford University Press, USA.
- ^ S. D. Schafersman. Naturalism Is Today An Essential Part Of Science. (30 Ekim 2002). Alındığı Tarih: 30 Mart 2021. Alındığı Yer: Stephen Jay Gould | Arşiv Bağlantısı
- ^ K. Popper. (2002). The Logic Of Scientific Discovery. ISBN: 9780415278447. Yayınevi: Routledge.
- ^ B. Forrest. (2000). Methodological Naturalism And Philosophical Naturalism: Clarifying The Connection. Philo, sf: 7-29. doi: 10.5840/philo20003213. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. M. V. D. Meer. (1996). Facets Of Faith And Science. Yayınevi: Lanham, MD: University Press of America.
- R. C. Bishop. (2013). God And Methodological Naturalism In The Scientific Revolution And Beyond. Perspectives on Science and Christian Faith, sf: 10. | Arşiv Bağlantısı
- ^ K. A. Rogers. (2001). What’s Wrong With Occasionalism?. American Catholic Philosophical Quarterly, sf: 345-369. doi: 10.5840/acpq200175334. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 18/12/2024 17:00:58 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10530
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.