Bilimde Doğrulanabilirlik ve Yanlışlanabilirlik: Bir İddianın Bilimsel Olmasının Kuralları
Bir şeyi bilim ile araştırmak, bilimsel araştırmaların sahasına sokmak için, o şeyin hangi kriterleri tatmin etmesi gerekir? Bilimsel bir argümanın/iddianın doğası nedir? İşte bu sorular, bilimsel yöntemin kapsamı ve sınırları ile ilgili araştırmaların temelini oluşturur. Genel olarak söyleyebiliriz ki bilimsel yöntemin kapsamını olgusal içeriği olan problemler, sınırını ise olgusal içerikten yoksun problemler oluşturur.
Bilimsel yöntemin kapsamı ve sınırıyla ilgili olarak, tarihsel olarak 2 yaklaşım geliştirilmiştir:
- Epistemolojik Yaklaşım: Bu yaklaşıma göre bilim, bize duyu verileriyle açık ("empirik" veya "ampirik") olan olgular hakkında, zihinsel (rasyonel) bazı işlemler aracılığıyla ve yine olgulara dönerek, denetlenebilir bilgiler sağlayan en güvenilir bilme etkinliğidir ve bu niteliğiyle de bazılarına göre sağlam bilgi edinmenin tek yoludur.
- Tarihsel-Kültürel Yaklaşım: Tarihsel-kültürel yaklaşıma göre ise bilim, Evren'i anlamaya yönelik tek insan etkinliği değildir. Bu yaklaşıma göre, örneğin sanatın da kendine özgü bir "Evren'i anlama etkinliği" olduğu söylenebilir. Üstelik insanlar, doğal etkenlerden farklı olan ve "tarihsel-kültürel etkenler" diyebileceğimiz etkenlerin rol oynadığı bir "toplumsal yaşam" içindedirler ve bizzat bu toplumsal yaşamın da bilinmeye gereksinimi vardır. Ama tarihsel-kültürel yaklaşıma göre, bilimi sadece doğal olgu ve etkenlere yönelik bir çaba olarak gördüğümüz müddetçe bu gereksinimi karşılayamayız.
Bu durumda bilimi ve bilimsel yöntemi ya doğal olgu ve etkenlerle sınırlayıp sadece "doğa bilimi" ve "doğabilimsel" yöntemden söz edeceğiz ya da tek bir bilimsel yöntem olmadığını, konularının (objelerinin) farklılığına göre farklı bilimlerden ve farklı bilimsel yöntemlerden söz etmemiz gerektiğini kabul edeceğiz. Bir diğer deyişle elimizdeki sorun, bilimde sadece 1 adet "bilimsel yöntem" mi olduğu, yoksa "bilimsel yöntemler" mi olduğudur.
Bu yaklaşımlarla ilgili olarak, bilimsel yöntemin kapsam ve sınırları konusunda geçen yüzyıldan beri sürdürülegelen tartışmalarda savunulan belli başlı görüşlere değinelim:
- Fizikalizm: Bu görüşe göre bilimsel yöntem, ancak ve ancak doğaya uygulanabilir. Bilimin konusu yalnız fiziksel dünyadır ve tarihsel-kültürel yöntemle ele alınmaya pek az elverişlidir.
- Bilimcilik (İng: "Scientism"): Bu görüşe göre bilimin ele ale alamayacağı hiçbir konu yoktur. İster doğal olsun, ister tarihsel-kültürel olsun, her konu bilim tarafından ele alınabilir.
- Tarihselcilik: Bu görüş, fizikalizmin ve bilimciliğin ayırt edilmesi gerektiğini, kültürel-tarihsel konuların fizikalist yaklaşımla incelenmemesi gerektiğini, fizikalist konuların da kültürel yaklaşımla incelenmemesi gerektiğini savunur. Çünkü tarihsel yaşamda bizim eylemlerimize yön veren şeyler, nitelik bakımından doğal olgulardan farklı olan ve değer, inanç, ilke, estetik beğeni türünden şeylerdir. Tarihselcilere göre bunlar; doğal değil, tinsel olgulardır.
Bu üç bilin anlayışının alternatifi olan dördüncü bir yaklaşım ise pozitivizm adı verilen bir perspektiftir. Günümüzde modern bilimin işleyişi içerisinde egemenliğini sürdürmekte olan bilim anlayışı, pozitivist bilimdir ve pozitivist bilimin sınırı ve kapsamı, epistemolojik yaklaşım içinde değerlendirilmektedir. Her ne kadar bu görüş, günümüzde ezici bir yaygınlığa sahip olsa da aslında pozitivizmin bazı önemli noktalarında henüz genel geçer bir uzlaşma sağlanmış değildir. Bunlara zamanla değineceğiz; ancak bilime yönelik yaklaşımlarda neredeyse tartışmasız bir şekilde hemfikir olunan bir uzlaşı noktası, ister doğal olgular olsun, ister tinsel olgular olsun, bilimsel yöntemin hepsinde doğrulanabilir hipotezler ortaya atılması gerekliliğidir.
Bilimsel yöntemin uygulama alanını belirlemede elimizde kesin kural ya da ölçüt yoktur. Genel olarak denebilir ki bir yöntemin etkin bir şekilde uygulanabildiği problem kümesi o yöntemin kapsamını, uygulanamadığı alan problem kümesi ise sınırını belirler. Bilimsel yöntemin kapsamını olgusal içeriği olan problemler, sınırını ise olgusal içerikten yoksun problemler oluşturur. Olgusal içeriği olmayan problem, gözlem veya deney yoluyla çözümü reddedilemeyen problemdir. Tüm metafizik problemler bu alana girer. Örneğin tanrıların var olup olmadığı, Evren'in yapısında gerçek nesnenin "ruh" mu yoksa "madde" mi olduğu, gözlenebilir olguların birer "görüntü"den ibaret olduğu, asıl gerçekliğin bu görüntüler gerisinde yattığı gibi sorunlar, metafiziksel nitelikte olup, bilimin inceleme konusu dışında kalırlar.
Doğrulanabilirlik
Bilimsellik ölçütü olgusal yoldan doğrulanabilirliktir (ya da doğrulamadır). Bu, daha teknik ismiyle "tahkik" (İng: "verification") olarak da bilinir. Çünkü bilimsel yöntem, ancak çözüm getirebileceği alanları kapsar. Doğrulanabilirlik ya da doğrulama, bir öneriyi bilimsel yapan ana koşuldur.
Olguları ve olgular arasındaki ilişkileri saptama, bu saptanan olgu ve olgusal ilişkileri açıklamaya elverişli teorik kavram ve hipotezleri bulma veya ortaya atma buluş bağlamına; bulunmuş hipotez veya teorilerden olgusal olarak test edilebilir sonuçlar çıkarma ve bu sonuçları yeni gözlem ya da deney verileri ile karşılaştırma işlemleri, "doğrulama" bağlamına girer. Çözüm, bir sorunu "sorun" olmaktan çıkaran yanıttır. Bir çözümü bilimsel sayabilmemiz için şu niteliklerde olmalıdır:
- Çözüm mantıksal olmalıdır. Mantıksal düşünme kurallarına aykırı olmamalıdır. Birini öbürlerinden çıkarabileceğimiz bir önermeler dizisi (hipotez veya teori) olarak bir mantıksal yapıya sahip olmalıdır.
- Çözüm doğal ilgilerle ilgili olmalıdır. Tarihsel-kültürel kavrayışta ise tinsel olgularla ilgili olmalıdır.
- İlk 2 koşulu yerine getiren hipotez veya teori, empirik araçlarla doğrulanması gerekir.
Doğrulama Nedir?
Bir hipotezi ne zaman "doğrulanmış" diye nitelendirebiliriz? Bir hipotez hangi durumda doğrulanmış sayılır? Bu sorulara cevap olarak yapılan önermeleri şöyle özetleyebiliriz:
1. Nahif Empirik Doğrulama İlkesi:
Bu ilkeye göre, ancak ve ancak deney ve gözlem ile doğruluğu kesin biçimde saptanmış sav doğrulanmış sayılır. Bir diğer deyişle, öne sürülen sav ile savı sınadığımız gözlem arasında uygunluk olduğunda, sav doğrulanmış sayılır.
Bilimsel savlar ve/veya hipotezler, mantıksal açıdan bakıldığında, öncülleri belli bir olgular kümesi ve hatta giderek evren hakkında tam bir kapsayıcılıkla konumlanan "tümel önerme"lerden türeyen birer dedüksiyonun elemanıdırlar. Empirik genellemeler de ("Su, 100 derecede kaynar." gibi) kuramsal genellemeler de ("Hareket eden bir cismin yer değiştirmesi, zamanla doğru orantıda artar." gibi) mantıksal bakımdan tümel önerme kalıbı içinde ifade edilir. Yasa adını da verdiğimiz bu genellemeleri ancak indüktif yol ile denetleyebilmekteyiz ama bizim deney yapma imkanımız ve olanağımız sınırlıdır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bu da şu demektir: "Su, 100 derecede kaynar." önermesi, tüm suları kaynatarak varılmış bir sonuç değildir; şimdiye kadarki deneyimlerimizi yeterli görüyoruz ve bunu bir mantıksal genelleme kalıbına sokuyoruz. Bu da bizi şu sonuca götürür: "Arı su, 100 derecede kaynar." tümel önermesi (veya "doğa yasası") ile bu önermenin işaret ettiği olgular arasında tam uygunluk yoktur. Bilim felsefecilerinin büyük çoğunluğu nahif empirik doğrulama ilkesini köhne sayar, günümüzde desteği yok denilebilir.
Yazının devamında bu ilke ile alakalı olan daha geniş noktalara döneceğiz; özellikle de Quine-Duhem tezi bölümünde ve Yanlışlamacılık bölümünde, bu ilke için "sorun" sayılabilecek detaylara döneceğiz.
2. Dogmatik Rasyonalist Doğrulama İlkesi
Bu görüşü savunanlara göre bir şeyi "doğrulanmış" saymak için gereken (olmazsa olmaz) olan tek koşul, mantıksal açıdan tutarlı olmasıdır. Dogmatik rasyonalist doğrulamacılara göre zihnimiz, tek başına bir dedüksiyon zincirini izleyerek olguları saptayabilir (bilebilir). Onlara göre bir bilimsel hipotez, sadece bir mantık sorunudur. Bu ilke de köhne sayılır, terk edilmiştir ve ilk zamanından beri pek destek bulamamıştır.
3. Doğruluk Oranları "İlkesi" ve Bayesçi Bilim
Günümüzde bilim felsefecileri arasında yaygın olan, geçerli sayılan ve tek ölçüt olarak görülen yol doğruluk oranları ilkesidir. Belki de doğrulamacılık için önerilen bu 3. önermeyi "ilke" değil de "vargı" diye adlandırmak daha doğrudur (bu nedenle "ilke" olarak, tırnak içinde belirtmekteyiz).
Oransal doğrulamacılara göre, her şeyden önce, Nahif Empirik Doğrulama İlkesi ve Dogmatik Rasyonel Doğrulama İlkesi aşırılığa kaçmıştır, o ilkelerin savunucularının tutumu felsefi değil daha çok ideolojiktir. Oransal doğrulamacılar nahif empirist doğrulamacıların aksine, tam biçimde bir savın doğrulanmasının imkânsızlığını kabul ederler ve dogmatik rasyonalist doğrulamacıların aksine, bir hipotezin sadece mantıksal bir sorun olduğunu ve salt mantığın bir hipoteze bilimsel nitelik kazandırmak için yeterli olduğunu reddederler, mantığın yetersiz olduğunu savunurlar. Salt bilincin de empirik sürecin de bir savı doğrulamak için yetersiz kaldığı için bu düşünürler, mutlak doğrulamadan değil doğruluk oranlarından söz ederler.
Doğruluk oranını savunanlar kuramsal genellemelerin (örneğin yerçekimi) empirik genellemelerden daha çok doğruluk oranına sahip olduğunu savunurlar. Yerçekimi yasasını (kuramsal genelleme) tüm Evren için doğrulayabilme olanağımız, arı suyun 100°C'de kaynadığını (empirik genelleme) doğrulayabilme olanağımıza göre çok daha sınırlıdır. Ama her iki halde de tam ve tüm diğer ihtimalleri dışlayan bir doğrulama söz konusu değildir. Öyleyse bir savı ya da hipotezi "bilimsel" yapan şey, o savın ya da hipotezin tam ve diğer ihtimalleri dışlayan biçimde doğrulanmış olması değil, "olabildiğince doğrulanabilir" olmasıdır, yani doğruluk oranının alternatiflere göre yüksek olmasıdır.
Burada en yaygın kullanılan yöntem, Bayesçi Çıkarım yöntemidir. Buna göre her hipotezin başlangıçta bir doğru olma ihtimali vardır; ancak bu ihtimal sabit değildir. Yeni bilgiler ve veri ışığında bu ihtimal sürekli olarak güncellenir. Bu yöntem, matematiksel olarak şu şekilde ifade edilebilir:
P(H∣E)=P(E∣H)P(H)P(E)\LARGE{P(H|E)=\frac{P(E|H)P(H)}{P(E)}}
Eğer elde iki hipotez varsa:
P(H1∣E)=P(E∣H1)P(H1)P(E∣H1)P(H1)+P(E∣H2)P(H2)\LARGE{P(H_1|E)=\frac{P(E|H_1)P(H_1)}{P(E|H_1)P(H_1)+P(E|H_2)P(H_2)}}
Burada (ve genel olarak):
- HH, veri veya kanıttan etkilenen ve onlar ışığında değişecek olan hipotezdir. Çoğunlukla bir gözlemi izah eden birden fazla hipotez vardır ve bu yaklaşımda amaç, en olası olanı tespit etmektir. H1H_1 birinci hipoteze, H2H_2 ikinci hipoteze karşılık gelmektedir.
- P(H)P(H), önsel olasılık olarak bilinir. Bu, henüz EE kanıtı toplanmadan HH hipotezinin doğruluk oranıdır. Genelde bir hipotezin doğruluğuna yönelik olarak kestirdiğimiz bir ihtimalden veya önceden yapılan deneylere bağlı olarak hipotezin sahip olduğu doğruluk değerinden ibarettir.
- EE, bir hipotez ile ilişkili olarak toplanan, daha önceden elde olmayan kanıt veya veridir.
- P(H∣E)P(H|E), koşullu olasılık veya ardıl olasılık olarak tanımlayabileceğimiz, EE kanıtın toplandıktan sonra HH hipotezinin doğru olmasına yönelik olasılık değeridir. Yani bu, bilmek istediğimiz asıl olasılıktır. Bu olasılık, HH hipotezine bağlı olan bir fonksiyondur.
- P(E∣H)P(E|H), eğer HH hipotezi doğruysa, EE kanıtını toplama ihtimalidir. Kimi zaman olabilirlik olarak da ifade edilir. Bu olasılık, toplanan kanıtların eldeki hipotezle tutarlılık oranını da yansıtır. Bu olasılık, EE kanıtına bağlı olan bir fonksiyondur.
- P(E)P(E), eldeki bütün hipotezler için eşit olan marjinal olabilirlik değeridir. Herhangi bir hipoteze bağlı bir değer olmadığı için, farklı hipotezlerin göreli doğruluk oranını hesaplamakta kullanılmaz.
Bir örnekle netleştirelim: Diyelim ki elimizde iki adet çanak var. Bu çanakların birinde 10 kırmızı top ve 30 mavi top var. İkincisinde ise 20 kırmızı ve 20 mavi top var. Siz, bu çanaklardan birini rastgele seçiyorsunuz ve seçtiğiniz çanağın içinden de rastgele bir top seçiyorsunuz. Herhangi bir çanağa veya çanak içindeki herhangi bir topa ayrıcalık tanımadığınızı varsayalım. Seçtiğiniz top, mavi renkte olsun. Bu topun birinci çanaktan gelmiş olma ihtimali nedir?
Elimizdeki mavi topu açıklayan 2 hipotez var: H1H_1, elimizdeki mavi topun birinci çanaktan geldiği hipotezidir. H2H_2 ise elimizdeki mavi topun ikinci çanaktan geldiği hipotezidir. Çanakların her ikisi de bizim için birebir aynıdır, dolayısıyla başlangıçta P(H1)=P(H2)P(H_1)=P(H_2) diyebiliriz. İki olasılık olduğu ve tüm olasılıkların toplamı %100'e ya da 1'e eşit olmak zorunda olduğu için, P(H1)=P(H2)=0.5P(H_1)=P(H_2)=0.5 de diyebiliriz.
Gözlemimiz, yani EE kanıtı, topun mavi olduğudur. İlk çanakta, 30'u mavi olmak üzere toplamda 40 top vardır. Bu durumda, mavi top gözlemimizin ilk çanağa ait olma ihtimalini, P(E∣H1)=30/40=0.75P(E|H_1)=30/40=0.75 olarak hesaplayabiliriz. Benzer şekilde, P(E∣H2)=20/40=0.5P(E|H_2)=20/40=0.5 olarak da mavi topun ikinci çanaktan gelme ihtimalini hesaplayabiliriz. İşte bunları Bayes formülümüze koyacak olursak:
P(H1∣E)=P(E∣H1)P(H1)P(E∣H1)P(H1)+P(E∣H2)P(H2)\LARGE{P(H_1|E)=\frac{P(E|H_1)P(H_1)}{P(E|H_1)P(H_1)+P(E|H_2)P(H_2)}}
=0.75×0.50.75×0.5+0.5×0.5\LARGE{=\frac{0.75\times0.5}{0.75\times0.5+0.5\times0.5}}
=0.6\LARGE{=0.6}
sonucunu elde ederiz. Topu gözlemeden önce, 1. hipotezin doğru olma ihtimali, yani P(H1)P(H_1) değeri 0.5 idi. Gözlemden sonra ise bu hipotezin doğruluk ihtimali 0.6'ya (%60'a) yükselmiş oldu. İşte bu şekilde gözlemler ışığında hipotezlerin doğruluk ihtimalini artıp azaltarak, gerçeğe olabildiğince yaklaşmamız mümkündür.
Bu bakımdan kimi zaman bilimsel yöntemin ta kendisi Bayesçi Çıkarım ile eş anlamlı olarak ifade edilebilir. Bunu, Bayesçi Bilim olarak tanımlamak mümkündür. Bir hipotezin doğruluğu, her zaman yeni gözlem ve deneylerden elde edilecek verilere bağlıdır ve bunlar ışığında o hipotezin doğruluk değeri durmaksızın değişir. Zaten bilim, bu şekilde ilerleyerek en doğru hipotezleri belirleme işinden ibarettir.
Bu görüş her ne kadar yaygın bir şekilde kabul görmüşse de eleştiriden muaf değildir. Örneğin Karl Popper ve David Miller gibi isimler, Bayesçi rasyonalizm olarak da bilinen bu yaklaşıma karşı çıkmışlardır ve Bayesçi yöntemle epistemolojik çıkarımlar yapmanın doğru olmadığını savunmuşlardır.[8] Onlara göre bu yaklaşım, diğer tüm doğrulamacı felsefeler gibi, varmak istediği sonucu öncül olarak kabul ederek kısır döngüler yaratmaktadır. Ancak bu iddiayı reddeden birçok bilim felsefecisi de mevcuttur.
Bilimde amaç, olgular hakkında hipotezler geliştirmek ise de bilimde olgusal olmayan hipotezlere de rastlamaktayız. Mesela astronomide varlığını kabul ettiğimiz bazı yıldızlar ve cisimler, teleskop (veya teknoloji gibi herhangi bir bilimsel araç) ile gözlenebilir değildir, varlığı bu tür kabul edilen olguların doğrulanma olanağı yoktur. Ama bu tür istisnalar yaratılmazsa, bilim işlevselliğini (ve önemini) büyük ölçüde kaybedeceği konusunda uzlaşılır.
Ama bu durum da karşımıza 2 sorun çıkarır:
- Bilimsel yöntemi olgulara dayalı hipotezler geliştirme ve bu hipotezleri yine olgulara dönerek doğrulama süreci olarak tanımladığımıza göre, bilimde olgulara dayanmayan hipotezlerin de bulunmuş olması bir çelişki doğurmaz mı?
- Bilimde tam ve diğer tüm olasılıkları dışlayan bir doğrulama mümkün değilse, bir savı indüktif empirik yoldan doğrulayamıyorsak, bir bilimsel savı bilimsel olmayan bir savdan nasıl ayıracağız? Farkı nasıl anlayacağız? Ya da soru şu: Doğrulama, bilimselliğin tek ölçütü müdür?
İşte doğrulanabilirliğe yöneltilen bu eleştirilerin getirdiği bu "çift yüzlü" soruna Karl Popper çözüm sunmaya çalıştı. Karl Popper'ın önerdiği çözüm, yanlışlanabilirlik idi.
Yanlışlanabilirlik
Popüler kültürde, Karl Popper’ın yanlışlaşabilirliğinin bir şeyi bilimsel yapan ölçüt olduğu düşüncesi yaygındır, bu düşünce bilim felsefesi camiasında destek gören bir düşünce değildir. Bunu anlamak için, öncelikle yanlışlanabilirlik ilkesinin ne söylediğine bakmamız gerekir.
Yanlışlamacılık ilkesini kabaca şöyle özetlemek mümkündür: Gözlemlediğimiz bir olguyu açıklamak için, bir hipotez geliştiririz. Geliştirilen hipotezden, tümdengelimsel olarak gözleme dayalı bir önerme yaparız. Bu gözlemsel önermenin doğruluğu deney ve/veya gözlemle test edilir. Eğer önerme yanlışsa, hipotez yanlışlanır. Diğer taraftan, eğer ilgili hipotez gözlem testini geçerse bile, bu teorinin doğru olduğu söylenemez, yapılması gereken başka da testler vardır. Bir önerme potansiyel olarak en azından 1 adet yanlışlayıcı, yani mantıksal olarak kendisiyle çelişen bir temel önerme içeriyorsa, o önerme yanlışlanabilir demektir.
Şöyle bir hayali durum varsayalım: Yaşadığımız bölgedeki veya en azından günlük yaşantımızda gördüğümüz kedilerin hepsi, bir sebeple siyah renkte olsun. Öyle ki, bir noktadan sonra artık etrafınızdaki tüm kedilerin siyah renkli olduğundan şüphe etmeye başladığınızı hayal edelim. Bu noktada soracağınız soru, şu olmalıdır: "Kediler, ne renktir?" Bu, ilk etapta çok kapsamlı bir soru olabilir. Bu nedenle daha kısıtlayıcı olması için, aynı soru şöyle de sorulabilir: "Etrafımızdaki kediler ne renktir?"
İşte bu soruya, geçici bir cevap vermek gerekirse, yaptığımız çok ilkin gözlemlerden ve genel bilgilerimizden yola çıkarak şu cevabı verebiliriz: "Etrafımızdaki kediler siyahtır."
Bu, bir gözleme işaret eder; ancak bütün kedileri tek tek kontrol etmeden bunu kesin bir dille ilan etmek mümkün değildir. Bu nedenle, etrafımızdaki kedilerin bir nedenle siyah olması gerektiğini düşündüğümüzü varsayalım. Bu sayede, bir gereksinim ileri sürerek, bir hipotez geliştirebiliriz. Bu hipotez, şöyle olabilir: "Etrafımızdaki kediler, siyah olmalıdır." Bu, yanlışlanabilir ve test edilebilir bir hipotezdir.
Bir bakalım: Test etmek için, etraftaki kedilerden örnekler toplanabilir veya doğal ortamlarında gözlenebilirler. Bunun için basitçe etrafta dolaşmak ve kedileri aramak yeterlidir. Bunu yapan biri, birçok renkte kedi görebilir. Belki de, bizim onu tespit etmemizden tamamen bağımsız olarak, yani hakikaten etrafımızdaki bütün kediler bir sebeple siyah olabilir; örneğin etrafımızdaki kedi popülasyonunun tamamı, aynı siyah anne-babadan doğmuştur ve bunların hiçbiri genetik olarak farklı renge sahip olamamaktadır. Bu, bir olasılıktır ve etrafımızdaki kediler gerçekten siyah renkteyse, bu tür bir genetik iddiada bulunarak, bu rengin altında yatan nedene yönelik ikincil bir hipotez geliştirmiş olmaktayız.
Şimdi bu ikincil hipotezi bir kenara bırakalım ve aslen merak ettiğimiz hipoteze odaklanalım: "Etrafımızdaki kediler, siyah olmak zorunda mıdır?" Burada önemli olan, birkaç siyah kedi bulduktan sonra hemen bu sonucu "nihai" olarak ilan etmek yerine, bu argümanı test etmek ve hipotezi yanlışlamaya çalışmaktır.
Bunun çok basit bir nedeni vardır: Etrafınızdaki sadece siyah renkli kedileri bulup, onları gösterip, "Bakın, bu kedi siyah. Bu kedi de siyah. Bu kedi de siyah..." şeklinde bir süre saymanın, yani argümanı doğrulama üzerinden ilerlemenin, bilimsel sürece pek bir faydası yoktur. Evet, her seferinde bir diğer kediye bakıp, onun da siyah olduğunu görmek sizin hipotezinizi bir müddet güçlendirir; sonuçta zayıf bir tahminde bulunmadığınızı, dayanaklı bir argüman ileri sürdüğünüzü ve çevrenizdeki olayların bu argümanınızı görünüşte destekliyor olduğunu fark etmenizi sağlar. Ama isterseniz 1000 tane siyah kedi bulun, etrafınızdaki tüm kedilerin siyah olduğunu iddia etmek için bu yeterli olmayacaktır. Öte yandan eğer 1 tanecik bile beyaz kedi bulabilirseniz, hipoteziniz direkt olarak yanlışlanmış olur ve yeni bir hipotez geliştirebilirsiniz (örneğin "Etraftaki kediler, genetik havuzları nedeniyle genellikle siyah olmalıdır.").
Burada şu, iyi anlaşılmalıdır: Kedilerin hepsinin tek tek beyaz olduğunu doğrulamak, bilimsel argümanı gerçek kılmaz, evet. Ancak en azından kedilerin beyazlığının ilk önce doğrulanması gerekmektedir. Yani etrafımızdaki kedilere yönelik olarak yapacağımız bir inceleme, kedilerden birinin beyazlığının doğrulanması ile başlar. Eğer kedilerin beyaz veya siyah olduğu doğrulanabilir bir iddia olmasaydı, bilimsel olarak üzerinde çalışmamız mümkün olmazdı. Ancak kedilerin rengini tespit edebileceğimizi doğruladıktan sonra, yani artık o noktadan sonra diğer kedileri incelememizdeki amaç, argümanımızdaki "kedilerin beyazlığı" iddiasını doğrulamak yerine, yanlışlamaktır. İşte bu yöntem sayesinde, gerçeğe bir adım daha yaklaşmış olursunuz. Unutmayın! Bilim, gerçeğe ulaşmayı hedefler!
Karl Popper ve Yanlışlamacılık
Yanlışlanabilirlik, büyük filozof Karl Popper ile bilinir. The Logic of Scientific Discovery (Bilimsel Keşiflerin Mantığı) adlı kitabının Sınır Belirleme Sorunu adlı bölümündede Karl Popper, bilimsellikte sınır belirleme yöntemi olarak yanlışlanabilirliği önerir. Bu yazısında Popper, "Benim görüşümce endüksiyon diye bir şey yoktur." diye söze başlar ve "deney ile doğrulanan ifadelerden teorilere çıkarım yapmak, mantıken kabul edilemezdir." diye devam eder.
Bunu, yukarıdaki örneğimizin Popper versiyonu ile ilgili pratik bir örnekle anlatmaya devam edelim: "Tüm kuğular beyazdır." ifadesi, tümevarım sorununda meşhurdur. Popper'ın sınır belirleme kriteri olan yanlışlanabilirlik çerçevesinde düşünürsek, bu ifade, yukarıda anlattığımız nedenlerle, renklerin tespit edilebileceği doğrulaması haricinde, asla doğrulanabilir değildir. Oysa tek 1 adet siyah kuğuya rastlamak, bu öneriyi yanlışlayabilecektir. Biz, hiçbir zaman siyah bir kuğuya rastlamasaydık bile "Tüm kuğular beyazdır." ifadesini hiçbir zaman [deneyim ile] doğrulanamazdı.
Bunu daha detaylı anlamak için tümevarım problemine bakmanız yararlı olacaktır. Karl Popper'ın bu itirazına verilen cevap genelde şöyledir: Kesinlikle doğrulanamadıkları nedeniyle teorik genellemeleri bilim dışı saymak abestir; çünkü teorik bilimlerin dokusunu, bu tür genellemeler oluşturmaktadır. O halde yapılacak şey, bu tür genellemeleri bilim dışında bırakmayacak, fakat gerçek bilimle sözdebilimi/sahtebilimi (örneğin metafiziksel bir spekülasyonu) ayıran sınırı çizmeye elverişli ölçütü koymaktır. Popper için bilimsel olan bir önerme veya teorinin ayırıcı niteliği, gözlem veya deney sonuçları ile test edilebilir olması, başka bir deyişle yanlışlanabilir olmasıdır. Popper'e göre: "Bir önerme yanlışlanabilir değilse, bilimsel de değildir."
Yanlışlanabilirliği Doğru Anlamak...
Ne var ki Popper'e yönelik birçok eleştiri geliştirilmiştir. Örneğin Popper'in iddia ettiğinin aksine, kesinkes yanlışlanabilirlik mümkün değildir; çünkü genel bir yasadan, hiçbir şey tek başına çıkmaz. "Bütün kuğular beyazdır." önermesinden, beyaz kuğuların var olduğu sonucu çıkmaz; çünkü bu önermeden, daha ilk etapta, kuğuların mevcut olduğu sonucu çıkmaz.
Sözdebilime ilişkin hiçbir önermeyi olgusal yoldan reddetmeye olanak yoktur; çünkü bu önermeler yanlışlanmaya elverişli bir biçimde ifade edilmez. Dolayısıyla denilebilir ki, yanlışlanabilirlik bir şeyi bilimsel olmaktan men edebilecek kriterdir, bir şeyi bilimsel yapabilecek kriter değildir. 1963 yılında yayımlanan Tahminler ve Çürütmeler adlı kitabının "Bilim Felsefesi: Kişisel Bir Bildiri" adlı makalesinde Popper, kendisi de şöyle der:
Bu kişisel bildiride bugüne dek hiç yapmadığım bir şeyi yapacağım: Size bilim felsefesindeki çalışma ve gelişmelerimi özetlemek istiyorum. Bu çalışma, 1919 güzünde şu sorunlarla başlamıştı: "Bir teori nasıl olmalı ki, bilimsel sayılsın?" Başka bir deyişle, "Bir teorinin bilimsel nitelik veya statüsünü belirleyici bir ölçüt var mıdır?" O sırada beni uğraştıran şey ne "Bir teori ne zaman doğrudur?", ne de "Bir teori ne zaman kabul edilebilir?" soruları idi. Benim problemim başkaydı: Bilimle sözdebilimi ayırt etmek istiyordum. Bilimin çok kez yanıldığını, sözdebilimin ise bazen doğruyu tutturabildiğini gözden kaçırmaksızın, bu ayrımı ortaya çıkarmak istiyordum.
İşte bilim felsefecileri arasında genel olarak yanlışlanabilirliğin kabul gördüğü yer tam da budur: Yanlışlanabilirlik ilkesi, bilim ile sahtebilimi ayırt etmekte bir araç veya yöntem olarak kullanılabilir. Ancak bir şeyin bilimselliğini, sadece yanlışlanabilirliğine bakarak tespit edemeyiz.
Olasılık ve Bilimsellik
Dahası, yanlışlanabilirliğin geçerli olmadığı ama gene de bilimsel sayılan hususlar vardır. Onlardan birisi de olasılık hesaplamalarıdır.
"6 yüzlü bir zarı attığımızda, 4 gelme olasılığı kaçtır?" sorusuna hepimiz 1/6 diye cevap veririz. Peki bir zarı 6 kez attığımızda, hiç 4 gelmezse, Olasılık Teorisi'ni yanlış mı sayacağız? Yanlış sayılmasını talep edecek miyiz?
Yanlışlamacılık savunurları, bu soruya "6 kez daha atsan, belki 12 atışta 2 kez 4 gelecek ve olasılık doğru olacak." diyebilir. Peki, 12 atışta sadece 1 kez 4 gelse veya gene hiç 4 gelmese olasılığı yanlış mı sayacağız?
"12 atıştan sonra da 30 kez at 5 tane 4 gelecek." denilebilir. Ancak bunu test ettiğimizde, yine gelmezse, bu defa olasılığı yanlış mı sayacağız? Göründüğü gibi olasılık hesaplamaları, yanlışlanabilir değildir; ancak bilimseldir.
Duhem-Quine Tezi
Yanlışlamacılığın bir diğer sorunu da Duhem-Quine Tezidir. Duhem-Quine tezi, bilimsel ilerlemede hiçbir önermenin kendi başına izole halde doğrulanamayacağı ya da yanlışlanamayacağını öne sürer. Bir şeyi doğrulamak ya da yanlışlamak istediğimizde, her zaman yardımcı önermeler ve varsayımlara ihtiyaç vardır. Bu da yanlışlamacılık için şu sorunu doğurmaktadır: Bir şeyi asla yanlışlayamayabiliriz.
Yanlışlandığı öne sürülen her teoride, suçu "yardımcı teorilere" atarak, ana teorinin yanlışlanmadığını savunmak mümkündür. En basit hipotezi sınamak bile "yardımcı sayıltıları" (hipotezin sınandığı koşullar hakkındaki ek önermeleri) gerektirir. Örneğin, "Bütün kuğular beyazdır." önermesini sınamak için, bizim "Bu kuş, bir kuğudur" diyerek bir saptama yapmamız gerekir; bunu yapmak da bizim kuğular hakkında onların renklerinin ne olduğuna dair yaptığımız genellemenin yanı sıra, diğer genellemelerin de doğru olduğunu varsaymamızı gerektirir.
Gri bir kuğu ile karşılaştığımızın iddia edildiği durumu hayal edin. "Tüm kuğular beyazdır." savını, Quine-Duhem tezi çerçevesinde savunmaya girişelim şimdi: Karşımızda duran gri kuş, gri bir kuğu değil de gri bir kaz ise ne olacak peki? Hiçbir tekil yanlışlayıcı sınama, buradaki hatanın sınanan hipotezde mi yoksa yanlışlayıcı kanıtı açığa çıkarmak için gerek duyduğumuz yardımcı sayıltılarda mı yattığını bize bildirmez.
Görünürde basit olan ama gene de yanlışlanamayacak önermeler de vardır. "Dünya'da deprem olacak." önermesini ele alalım. Milyonlarca milyarlarca yıl gezegenimizde deprem olmasa bile, bu ifadenin mantıken yanlışlanması imkansız olan bir önermedir. Dolayısıyla bilgi içeriği yoktur. B
İşte bu ve benzeri sorunlarla karşılaşan yanlışlanabilirlik ilkesi, bilim felsefesinde bilimselliğin kapsamını belirlemekte pek destek görmemiştir.
Bilim ve Sözdebilim
Sözdebilime ilişkin hiçbir önermeyi olgusal yoldan reddetmeye olanak yoktur; çünkü bu önermeler yanlışlanmaya elverişli bir biçimde ifade edilmez. Oysa "empirik bir bilim sistemi için, olgusal testlerle yanlışlama olanağı" vazgeçilmez bir gerektir. Örneğin, "Evren'de her şeyin büyüklüğü her gün iki katına çıkmaktadır." önermesi bilimsel değildir, çünkü bu tür önermeyi yanlışlama olanağı yoktur. Aynı şekilde, "Şimdi hava güneşlidir ya da güneşli değildir." gibi olgusal içerikten yoksun önermeleri de yanlışlama olanağı olmadığı için (çünkü hava ister güneşli ister kapalı olsun, önerme doğru kalmaktadır) bilimsel sayamayız, Oysa, "Şimdi hava güneşlidir." önermesi yanlışlanabilirdir.
Bu tür olgusal içerikli önermeler, ister örnekte olduğu gibi doğrudan test edilebilen basit önermeler olsun, ister ancak dolaylı yoldan test edilebilen teorik nitelikte genellemeler olsun, bunları bilimsel saymak gerekir. Yanlışlanabilirlikteki gibi, doğrulanabilirliğin de uygulanamadığı durumlar vardır. Henry Margenau gibi bilim felsefecileri, Popper'ın yanlışlanabilirliğinin yine de olgulara dayanılarak yapılan ters yönlü bir doğrulama olduğunu öne sürer. Bu tür düşünürlerin bunu öne sürme gerekçesi şöyledir: Popper'ın öne sürdüğü ölçüt (yanlışlama) daha büyük soruna yol açmakta. Örneğin, Filozof George Berkeleyışığı "Işık, tanrının zihnimize koyduğu idedir" diye açıklardı. Bu hipotez "şimdi hava güneşlidir." önermesi gibi yanlışlanabilirlik kriterini karşılayan bir hipotezdir - peki, Karl Popper "ışık, tanrının zihnimize yerleştirdiği idedir" hipotezini bilimsel sayacakmıydı yanlışlanabilirliğe uygun diyerek? Bilimselliği ölçüt olarak alırsak bu hipotezi bilimsel saymamız gerekirdi oysa bu hipotezi yanlışlayabilecek tek bir kanıt bile bulma olanağımız yoktur ve dolayısıyla bu hipotez yanlışlanamayacak bir hipotezdir. Bu hipotezi bilimsel saymayız çünkü bu hipotez olgulara dayanmamaktadır. Bu yüzden Popper’in yanlışlanabilirlik ilkesini, yine de olgulara dayanılarak yapılan ters yönlü bir doğrulama ilkesi olarak yorumlamak olanaklıdır.
Karl Popper'in doğrulamacılığa yönelttiği eleştirilerden önde geleni, doğrulanabilirlik ölçütünün bilimde yer tutan genellemelerin bir çoğunun ispatlanmasının imkansız olduğu için bilim dışı saymamızı gerektirecek kadar dar kapsamlı olmasıdır. Ama bu eleştiri aynı zamanda Karl Popper’ın önerdiği yanlışlanabilirlik ilkesi için de geçerlidir. Örneğin, "Beyaz cüce yıldızlardan hiç değilse bir tane ikili sistem vardır." gibi varlıksal bir önermeyi, gözlem sonuçlarımızdan hiçbiri destekleyici olmasa bile, yanlış sayamayız; çünkü yaptığımız gözlemler hiçbir zaman tüketici olmayacak olası gözlemlerin ancak bir parçasını oluşturacaklardır. Olgusal yoldan doğrulanabilirliğin bilimsel yöntemin kapsam ve alanını belirleyen ölçüt olarak gösterdiysek de gene de tekrar edelim ki bu ölçüt üzerine de fikir birliği yoktur bilim felsefecileri arasında.
Bir önermenin doğru olup olmadığını saptamanın hiçbir yolu yoksa o önerme anlamsızdır.
Alex Rosenberg, Bilim Felsefesi: Çağdaş Bir Giriş adlı kitabında, Karl Popper'in önerisi hakkında şöyle demektedir:
Yirminci yüzyılın önemli filozoflarından biri olan Karl Popper, indüksiyon problemini bir şekilde çözüme kavuşturduğunu düşünüyordu. Ona göre bir kuram için kanıt toplama problemi, bilimin ne olduğuna ve nasıl ilerlediğine dair büyük bir yanlış anlaşılmayı temsil ediyordu. İroniktir, Popper'in kuramı sınamayla ilgili probleme olan yaklaşımı, problemi çözmekte başarısız olmakla kalmamış, bilimin resmî epistemolojisi olarak empirisizme öylesine amansız bir karşı çıkışa yol açmıştır ki, sonuçta bilimin deneyleme yoluyla denetlendiğini düpedüz yadsıyan ve hatta bilimin nesnelliğini bütünüyle tartışmaya açan bir akım doğmuştur.
Karl Popper’ın bilimselliğin sınır belirleyicisi olarak yanlışlanabilirliği önermesinin bilim felsefecileri arasında her açıdan da bir başarısızlık olarak görüldüğünü söylemek de mümkündür. 1963 yılındaki kitabında dediği gibi, belki de Popper, bilimsellik sınırını belirlemek değil, bilimle sahtebilimi ayırt etme peşindeydi.
Bilim felsefecisi Alfred Jules Ayer'in Dil, Doğruluk ve Mantık adlı kitabında bilimsellik ölçütü hakkındaki şu demecini yer vermeye değer bulmaktayız:
Bir varsayım kesinlikle doğrulanamadığı ölçüde, kesinlikle çürütülemez de. Çünkü, belli gözlemlerin olguya çıkışını belli bir varsayımın yanlışlığının kanıtı olarak aldığımız zaman belli koşulların varoluşunu önvarsayarız. Belli bir durumda, bu önvarsayımın yanlışlığı son derece olabilirlikten uzak olsa bile, mantıksal olarak olanaksız degildir.
Alfred Ayer, bu kitabında mutlak doğrulanabilirliğin imkansızlığını kabul eder. Bunun imkansızlığından ötürü de Ayer, "pratik olarak doğrulanabilirlik" ve "ilke olarak doğrulanabilirlik" diye ayrım yapar. Burada hem doğrulanabllirlik hem de yanşışlanabilirlik kategorilerinin olgusal değil mantıksal bir nitelik taşıdığına dikkat edilmelidir.
Sonuç
Tüm bu örneklerden görülebileceği gibi, bilimsel yöntemin niteliği ve kapsamı hakkında genel bir uzlaşım sağlanmış olsa bile (tabii bunun detayları halen çalışılmaktadır), bilimsel yöntemin tüm alanlar değil, ancak, uygulandığında çözüm getirebildiği alanlar için geçerli olabileceğini söylemek gerekir. Başka bir deyişle, bilimsel yöntemin çözüm getiremediği alanlar da elbette vardır. Örneğin bilim, ancak mantıktan yararlanarak iş görebilir ve bu yüzden bizzat mantığı inceleyemez. Oysa mantık da matematik de kendi içlerinde sorunları olan formel disiplinlerdir.
Bu bakımdan ele alacak olursak, tek bir bilimsel yöntemden söz etmek mümkün değildir. Bilimin yapmak istediği şey ve genel hedefi açıktır; ancak o hedefe ulaşmak konusunda farklı yöntemler geliştirmek mümkün olabilir. Bu yöntemler her zaman evrensel olmasalar bile, bilimin daha önceden izah ettiğimiz temel ilkelerini sağladıkları sürece, konu edindikleri olguları tarafsız (veya tarafsıza yakın) bir şekilde çalışmak için bir yöntem sağlayacaklardır. Bilimin bu esnekliği, bugüne kadar karşılaştığımız hemen her zorlu soruna çok yönlü bir yaklaşım geliştirmemizi mümkün kılmıştır.
Yetersiz de olsa buraya kadar belirtilenler, bilimde ve bilimsel yöntemde pek çok sorun bulunduğunu göstermektedir. Öyle ki, giderek, bilimsel yöntemle elde edilen bilginin niteliği, bu bilgiye ulaşmak için başvurulan yöntemin, yani bilimsel yöntemin değeri konularında düşünme gereği ortaya çıkmaktadır. İşte bilim felsefesinin ana amaçlarından birisi, bilimsel bilginin nitelik ve değerini irdelemektir. Bu açıdan bakıldığında bilim felsefesi, büyük ölçüde bilgi kuramının (epistemolojinin) önemli bir bölümünü oluşturmakta ve bilimsel bilginin nitelik ve değerine yönelmenin yolu, bilgi kuramından geçmektedir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 4
- 4
- 3
- 3
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- A. Rosenberg, et al. (2015). Bilim Felsefesi: Çağdaş Bir Giriş. ISBN: 9786054878284. Yayınevi: Dipnot Yayınevi.
- D. Özlem. (2013). Felsefe Ve Doğa Bilimleri. ISBN: 9786055904593. Yayınevi: Notos.
- D. Özlem. (2010). Bilim Felsefesi. ISBN: 9786055904272. Yayınevi: Notos Kitap.
- C. Yıldırım. (2021). Bilim Felsefesi. ISBN: 9789751402943. Yayınevi: Remzi Kitabevi.
- Ö. Demir. (2007). Bilim Felsefesi. ISBN: 9789757726623. Yayınevi: Vadi Yayınları.
- C. Howson, et al. (2006). Scientific Reasoning: The Bayesian Approach. ISBN: 9780812695786. Yayınevi: Open Court.
- E. T. Jaynes, et al. (2021). Probability Theory: The Logic Of Science.
- ^ D. W. Miller. (1994). Critical Rationalism. Yayınevi: Open Court Publishing Company.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 18/12/2024 17:01:16 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10445
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.