Birbiriyle Çelişen Görüşleri İkna Edici Şekilde Savunan İki Taraf Arasında mı Kaldınız? Doğru Söyleyen Tarafı Nasıl Tespit Edeceksiniz?
Günümüzde artık her şeyi ikna edici şekilde söylemek çok kolay. Öyle ki söyledikleriniz aslında %100 hatalı olsa bile, bunu yeterince ikna edici (ve eğer sosyal medya gibi bir araç üzerindeyseniz, yeterince "yüksek prodüksiyonlu") şekilde söylerseniz, kendinize yeterince büyük bir kitle yaratmanız ve objektif olarak doğruyu söyleyenlerin karşısına dikilecek tamamen yanlış yönlendirilmiş bir güruh yaratmanız çok ama çok kolay. Bunu herkes yapabilir.
Peki, diyelim ki siz, bu iki taraf arasında kalmış bir kişisiniz. Ancak "en güzel konuşana" (kimi durumda, "en iyi demagoga") değil, objektif olarak doğrulanabilir şeyleri söyleyen tarafa inanmak (veya en azından o tarafı desteklemek) istiyorsunuz; fakat hangi taraf olduğunu bilemiyorsunuz. Bu tarafı nasıl tespit edersiniz? Bu makalede, bunun basamaklarını öğreneceğiz.
Temel Niyet: Neye Önem Veriyorsunuz?
Doğruyu söyleyen tarafı tespit etmeye başlamadan önce, kişinin öncelikle kendi önceliklerini ve niyetini doğru bir şekilde analiz etmesi çok önemlidir. Çünkü kendinizi kandırmanız çok kolaydır ve kimi zaman "gerçeğin peşinde" olduğunuzu sandığınızda bile aslında hâlihazırda zaten var olan inançlarınızın doğrulanmasını istiyor olabilirsiniz.
Bu nedenle, öncelikle kendinize sorarak başlayın: "Ben, tam olarak ne istiyorum?" Eğer buna cevabınız "Objektif gerçekleri öğrenmek ve gerekçelendirilmiş doğru bilgilere inanmak istiyorum." gibi bir şeyse, o zaman bu makaleyi okumaya devam etmek size fayda sağlayacaktır. Ama cevabınız, "Benim zaten belli bir konuda belli bir inancım var; sadece bunu doğrulayan birilerini arıyorum." gibi bir şeyse veya "Ola ki zaten var olan inançlarımla çelişen bir veriyle karşılacak olursam (ki sahip olduğunuz bu inançlar her zaman çok da güçlü olmak zorunda değildir) o bilgiyi kabul edemem." gibi bir şeyse, o zaman maalesef size kimse yardım edemeyecektir.
Çünkü ikinci tip düşünce, ister istemez kendisini doğrulayan kaynakları arayıp bulacak, kendisi gibi düşünen bir balona hapsolmayı tercih edecek ve onların dediğinin kesin doğrular olduğunda giderek daha ısrarcı olacaktır. İnsanların dayanaksız yanlış inançlar ile gerekçelendirilmiş doğru inançlar arasındaki tercihi yapması çok temel bir felsefi tercihtir ve kişinin kendi kendine oturup, derin bir içgörü ve tefekkür yoluyla bu tercihi yapması gerekir. Dolayısıyla hiçbir tekil makale size bunu sağlayamaz; ancak şu anda bundan bahsediyor olmamız ve sizin de bunu okuyor olmanız bile ilk kıvılcımı ateşleyebilecektir.
Şunu da söylemekte fayda var: Yalanlara inanmanın psikolojik tarafı oldukça anlaşılırdır. Gerçekler; kimi zaman anlaması zor, karmaşık, soğuk ve beklenmedik olabilmektedir ve bu, birçok kişide rahatsızlık, belirsizlik veya güvensizlik hissi yaratmaktadır. İnsan, tüm karmaşık sistemlerine rağmen, halen çok basit ve atasal/hayvansı bir psikolojik donanım ile yaşantısını sürdürmektedir ve bu çerçevede belirsizlikler ve güvensizlikler, evrene dair o anda sahip olunan mental algının bütüncüllüğünü korumak adına şiddetle reddedilecektir. Yani günümüzde sayısız yalanın geniş kitleler tarafından kabul görmesi tesadüf değil, bu basit psikolojik gerçeğin bir sonucudur. Fakat bu makaleyi okumayı seçen birinin, bu dürtülerine karşı gelmek isteyen biri olduğu varsayılmaktadır. Zira neye inanırsanız inanın; gerçek, gerçektir. Buradaki soru, inançlarımızı gerçeklerle örtüştürmek isteyip istemediğimize karar vermektir.
Bilgiye Erişme Yöntemine Karar Vermek...
İnsanlar, bugüne kadar bilgiye farklı şekillerde erişebileceklerine inanmışlardır. Kimileri, gerçek bilginin vahiy yoluyla, Tanrı gibi bir süpergüç tarafından insanlara aktarıldığına inanmaktadır. Bunun modern bir varyantı, antik uzaylı süper-medeniyetlerin Dünya'ya gelip insanlara kendi bildiklerini öğretmeleridir (bu da bir çeşit "vahiy" olarak görülebilir). Başkaları, sadece olay ve olgular üzerine derin bir şekilde kafa yorarak, içgörü yoluyla gerçeklere ulaşabileceklerine inanırlar. Kimi, yalnızca fiziksel olarak deneyimlerin bilgiye dönüşebileceğine, dolayısıyla deneyimin bilginin kaynağı olduğunu düşünmektedir. Diğerleriyse, akıl ve mantık süzgecinden geçmemiş şeylerin bilgi olamayacağında ısrarcıdır.
Biz burada epistemolojinin derinliklerine inmeyeceğiz; onu bu yazımızda zaten yapmıştık. Ancak eğer ki bu makaleden faydalanmak istiyorsanız, öncelikle gerçeğe ulaşmanın asırlardır test edilmiş, başarısı doğrulanmış, hatalarından arındırılarak rafine edilmiş (ve edilmeye devam edilen), formalize edilmiş, sistematik ve enstitüleştirilmiş bir yöntemi olan bilimsel yöntemin işlevselliğinde hemfikir olunması gerekmektedir. Bunu yapabilmek için de bilimsel yöntemin en basit reçetesini buraya taşıyacağız; ancak işin detaylarını öğrenmek isterseniz "Bilim Nedir?" yazı dizimizi mutlaka okumanızı tavsiye ederiz.
Bilimsel yöntem, en basitinden şu basamakları takip etmektedir:
- Problem Tespiti: Bu durumda problemimiz, bir konuda farklı tarafların bulunması ve bunların birbirine aykırı gözüken şeyleri ikna edici bir şekilde söylemesidir.
- Hipotez Geliştirme: Bu basamak konuya bağlı olarak değişiklik gösterebilir; ancak özünde taraflardan birinin doğru olduğu (veya ikisinin de kısmen doğru olduğu) veya ikisinin de hatalı olduğu gibi bir hipotez geliştirilebilir.
- Boş Hipotez İnşası: Bilimsel metodun kendi içinde bile kendimizi kandırmaktan korkarız. Dolayısıyla bir önceki basamakta geliştirdiğimiz hipotezimize inanıp, sonra onu doğrulamaya çalışmak yerine; hipotezimizin mantıksal olarak tersini doğru kabul edip, sonra onu çürütmeye çalışırız. Mesela taraflardan birinin doğru olduğunu düşünüyorsak, onun yanlış olduğunu (veya inanmadığımız tarafın doğru olduğunu) varsayar, sonra bu inancımızı çürütecek kanıtlar ararız. Bu "hipotezin tersi"ne "boş hipotez" denmektedir.
- Kanıt/Veri Toplama/Değerlendirme: Bu basamakta, boş hipotezimizi çürütebilecek kanıtları arar, onların hipotezimiz ile ilişkisini tespit etmeye çalışırız. Eğer kanıtlar boş hipotezimizi çürütürse, o zaman baştaki hipotezimiz doğru demektir. Eğer kanıtlar boş hipotezimizi çürütemezse, o zaman ana hipotezimiz yanlış demektir ve 2. basamağa dönüp, hipotezi gözden geçirmemiz gerekir. Bu kısım, birazdan daha detaylı işlenecektir.
Bu basamakların herhangi birine itirazınız var mı? Varsa, muhtemelen bu noktadan sonra size yardım etmemiz çok mümkün olmayacaktır. Ancak yoksa, devam edebiliriz.
Devam etmeden önce vurgulamakta fayda görüyoruz: Bilimsel yöntem, diğer yazılarımızda da tüm detaylarıyla işlediğimiz gibi, buradaki 4 basamaktan çok daha kapsamlı ve karmaşıktır; ancak bilimsel metodun bu kadarcık kısmını kullanmak bile, birazdan göreceğiniz üzere bizi gerçeğe ulaştırmayı başaracaktır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Kaynak Sorgulama: Kanıt Nasıl Toplanır?
Şimdi işin zorlaşmaya başladığı noktaya geliyoruz; çünkü bu noktaya kadar zahmet yoktu. Ancak buradan sonra, birazcık emek ve zahmet işin içine giriyor ve birçok insanın hemen havlu attığı ve en güzel konuşan, en yüksek prodüksiyonlu, yerleşik inançlarıyla en uyumlu şeyler söyleyenlere sarılmayı seçmesi de genellikle tam da bu noktada yaşanıyor.
Kanıt toplamanın ilk adımı, bilimin yukarıda izah ettiğimiz metodunun oraya yazmadığımız sonraki basamaklarını anlamaktan geçiyor: Bilim insanları, o basamakları takip ettikten sonra bulgularını sistematik bir şekilde, akademik makale dediğimiz bir formatta diğer bilim insanlarına ilân ederler. Tabii ki iş, makale yayınlamakta bitmez - ki burayı anlamak çok önemlidir: Bir makalenin yayınlanma süreci her ne kadar sancılı ve didik didik olsa da (örneğin akademik makaleler, o makaleyi çürütmek isteyen 3-5 diğer akademisyen tarafından incelenir ve tüm iddiaları ellerinden geldiğince paramparça edilir), bir makalenin sırf yayınlanmış olması, daha sosyolojik bir fenomen olan "bilimsel konsensusa", yani o alanın uzmanı olan akademisyenler grubunun o anda taşıdığı görüş birliğine etki edip etmediğini zaman belirleyecektir. Burada "zaman" da edilgen değildir; aktiftir. Yani geçen zaman içerisinde makale, durup dururken güç kazanıp da bilimsel konsensusu değiştirmez. Daha ziyade, yayınlanan makalenin etkilerinin bilim insanları arasında tartışılması, o makaleye dayanarak yeni incelemeler/deneyler/araştırmalar yapılması, belki o makaledeki iddiaların kısmen çürütülmesi, bunların bilimsel konferanslarda tartışılması ve değerlendirilmesi gerekir. Tüm bunlar yapıldıkça, ortalama 10 yıl gibi bir süre içinde bir makalenin akademideki değeri az çok ortaya çıkacaktır.
Tüm bunları anlatmamızın nedeni şudur: Kimi zaman taraflar, kendilerini destekliyormuş gibi gözüken makaleler bularak veya listeleyerek, kendi görüşlerinin ne kadar doğru olduğunu göstermeye çalışabilirler. Objektif olarak doğru tarafı belirlemek isteyen sizin yapmanız gereken, maalesef ki sadece taraflardan birinin sunduğu makaleleri tek tek incelemek değil, aynı zamanda diğer tarafın sunduğu kaynakları da incelemek ve bununla da yetinmeyerek, sahaya bu tarafların bakış açısının ötesinde bakarak, akademik konsensusu oluşturan anahtar makaleleri tespit etmek ve böylece hangi tarafın kaynaklarının gerçek olanı en iyi şekilde tespit ettiğini anlamaktır. Bu, son derece zor bir iştir ve kimi zaman haftalar veya aylarca okuma yapmayı gerektirebilir. Akademik makaleler de zor bir dile sahip olan, teknik metinler olduğu için, birçok kişinin bu noktada yılması anlaşılırdır.
Burada verebileceğimiz bir tavsiye, bilim insanlarının birbirlerine yönelik yazdıkları metinleri anlamakta zorlanıyorsanız, o sahayı anlatan üniversite ders kitaplarını edinmeniz olacaktır. Bu kitapların dili öğrenciye yönelik olduğu için (ama yine de sahada bir saygınlığa sahip olabilmek ve tabii ki doğru olan şeyleri öğrencilere anlatabilmek adına çok sağlam bir akademik kaynakçaya dayanacağı için) bu metinleri anlamak görece daha kolay olacaktır. Ama öyle veya böyle, tarafların iddialarının dayandığı bilimsel makale ve kaynakları incelemeniz elzemdir.
Burada yapılabilecek basit bir test, tarafların kaynak verip vermediğine bakmak bile olabilir; zira çoğu durumda objektif gerçekleri savunan kişiler akademik literatürü bilen taraf olacakları için kaynak vermekte zorlanmazlar. Öte yandan kafasına eseni bilimselmiş gibi sunmaya çalışan kişilerin akademik derinliği bulunmayacağından, bunların kaynak vermek gibi bir derdi de olmayacaktır. Elbette sırf kaynak vermek (veya kaynakları listelemek) tarafları güvenilir yapmaz; az önce de bahsettiğimiz gibi, birçok kişi sırf kendilerini destekliyormuş gibi gözüken makaleleri cımbızlayarak bir anlatı yaratmakta ve bu süreçte bilimsel konsensusu görmezden gelmektedir. Hatta kimi zaman insanlar, içini açıp bakmadıkları kaynakları bile sırf "kaynak listelemiş olmak" adına içeriklerine ekleyebilmektedirler. Dolayısıyla kaynak vermek tek başına yeterli değildir; kaynağı kontrol edecek olan, taraflardan hangisinin gerçeği söylediğini tespit etmeye çalışan kişinin sorumluluğudur. Her ne kadar bu, oldukça ağır bir sorumluluk olsa da...
Son olarak, şunu da anlamak hayati öneme sahiptir: Her kaynak eşit yaratılmamıştır! Bunun sebeplerinden bir diğeri, her makalenin eşit şartlarda yayınlanmıyor olmasıdır. Örneğin birçok ülkede "yağmacı dergi" veya "predatör dergi" olarak bilinen dergiler, bilim insanlarının makalelerini yayınlama ihtiyaçlarını tatmin etmek adına çok düşük standartlar (hatta kimi zaman sadece para ödeme karşılığında bile) makale yayınlayabilmektedirler. Keza saygın dergilerde yayınlanan her makale de eşit kalite ve değerde değildir; zira her derginin belli bir makale yayınlama kotası bulunmaktadır ve kimi zaman bunu doldurmak adına daha düşük kaliteli makaleleri yayınlayabilmektedirler. Son olarak, elbette bilim insanları da insandır ve hata yapabilirler; kimi zaman bariz bir şekilde hatalı bir makale de yayınlanabilir ama diğer sahaların aksine, bilimin kendi kendini düzeltme mekanizması dolayısıyla sonradan hatası tespit edilen makaleler yayından kaldırılabilirler (ancak bir makale özellikle de düşük etkili bir makale ise yıllarca, hatta sonsuza dek yayında kalabilir).
Böyle bir durumda hangi kaynağın daha güvenilir, hangisinin daha güvenilmez olduğunu tespit etmek güç olabilir. Ancak bunun için de "Bir Yazarın, Yazının ve/veya Kaynağın Bilimsel Değerini Anlamak Amacıyla Uygulanacak Test" başlıklı yazımızı okursanız, bu tespiti yapabilmek için tam olarak sormanız gereken soruları öğrenebilir ve kaynaklarınızı bir değer sırasına koyabilirsiniz.
Demagoji Perdesini Aralama: Argüman Nasıl Analiz Edilir?
Sözler, etkilidir. Kimileri sözlerin hiçbir gücü olmadığına inansa da bu doğru değildir. Doğru şekilde, sırada ve biçimde söylenen sözler, kişilerin fikirlerini değiştirebilir ve dünya görüşlerini alt üst edebilir. Bunun bir örneği, Suudi Arabistanlı bir mühendis olan Mohammed Qahtani tarafından yapılan şu konuşmada güzel bir şekilde sunulmaktadır:
[Resmi bir konuşmanın başında sigara yakmaya çalışınca, izleyiciler gülmeye başlar. Qahtani, şaşkın bir şekilde sorar:] Ne var? Ha, siz sigara öldürür sanıyorsunuz. Size bir şey anlatmama izin verin. Diyabet nedeniyle ölen insan sayısının sigara nedeniyle ölenlerden 3 kat fazla olduğunu biliyor muydunuz? Ama konuşmamın başında bir çikolata yiyecek olsam kimsenin gıkı çıkmazdı. Akciğer kanserinin ana nedeninin aslında sigara değil de DNA'nız olduğunu biliyor muydunuz? Yıllar yılı sigara içebilirsiniz ve size hiçbir şey olmayabilir. Sigaraya karşı verilen bu savaşın tek nedeni, tütün bitkisi ziraatına engel olmaktır.
Qahtani, bunları son derece ikna edici, akıcı ve kendinden emin şekilde söylemektedir. Ama söylediği her şey yanlıştır. Qahtani, bunu şöyle ilan etmektedir:
Sayın konuklar ve yönetici, size bu argümanları sunsam da, bunların hepsini şimdi uydurdum. Ve bunları arkadaş çevreme söyledim, 5 tanesi bana inandı, 2 tanesiyse sigara içmeye başladı. Doğru şekilde söylenen ve ifade edilen sözcükler, insanların fikrini değiştirebilir. İnsanların inançlarını değiştirebilir.
Bu, sadece bir örnektir. Aşı karşıtlığı, iklim krizi karşıtlığı, evrim karşıtlığı, deprem komploları, siyasi komplolar ve daha nice konuda birçokları bu şekilde yalanları özgüveni yüksek şekilde söyledikleri için (ve konu hakkında yeterli kanıt ve konuyu bilmeyen kişilere sundukları için) geniş kitleleri ikna edebilmektedirler.
Bu hataya düşmemek için, mantık felsefesinde argümanları basit basamaklara bölmeyi ve her bir basamağı bağımsız olarak incelemeyi tercih ederiz. Yukarıdaki şaşaalı anlatımı parçalayalım:
- Daha az sayıda ölüme yol açan kötü davranışları sergilemek daha makuldür/rasyoneldir.
- Diyabet, sigaradan 3 kat fazla ölüme yol açmaktadır.
- Dolayısıyla sigara içmek makuldür/rasyoneldir.
Görebileceğiniz gibi, şahsın kendinden eminliği ve akıllıca dizilenmiş kelimeleri bir kenara koyulduğunda, geriye kalan mantık örüntüsü son derece yalındır. Yukarıdaki argüman, çoğu basit argüman gibi iki öncül ve bir sonuçtan oluşmaktadır. İlk öncül ("Daha az sayıda ölüme yol açan kötü davranışları sergilemek daha makuldür/rasyoneldir."), tartışmaya açıktır ve argümanı çürütmek için yanlışlamamıza gerek bile yoktur. Bir diğer deyişle, bu öncülde hemfikir olabilirsiniz ama yine de sonuca inanıyorsanız haksız olurdunuz. Çünkü diyabet ile ilgili istatistikler, halka açık şekilde, bağımsız çok sayıda kurum tarafından yayınlanmaktadır. Örneğin ABD Hastalık Önlem Merkezi'nin istatistikleri şu şekildedir:[1]
- Her yıl ABD'De diyabet nedeniyle 103,294 kişi ölmektedir.
- Bu, her 100.000 kişiden 31.1'inin ölmesi demektir.
- Diyabet, ABD'deki en ölümcül 8. nedendir.
Benzer şekilde, Amerikan Diyabet Derneği'nin istatistiklerine bakılabilir:[2]
Diyabetin altta yatan ölüm nedeni olarak listelendiği 103.294 ölüm belgesine göre, 2021 yılında diyabet Amerika Birleşik Devletleri'nde önde gelen sekizinci ölüm nedeni olmuştur. 2021 yılında toplam 399.401 ölüm belgesinde diyabet ölüm nedeni olarak belirtilmiştir.
Görülebileceği üzere birbirinden bağımsız olan kaynaklar, birbiriyle örtüşüyor gibi gözükmektedir. Ancak bu, sadece ABD'den gelen verilerdir (bu, sık karşılaşacağınız bir durumdur; çünkü ABD, tüm problemlerine rağmen, veri toplama ve yayınlama şeffaflığı konusunda dünyadaki lider ülke konumundadır). Türkiye'ye baktığımızda da benzer istatistiklere ulaşabiliyoruz: Örneğin Türkiye'de, 2021 yılında diyabet hastalığından 83,221 kişi ölmüştür. Dünya genelindeki verilere bakmak için Dünya Sağlık Örgütü'nden faydalanılabilir:[3]
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ), 14 Kasım Diyabet Günü nedeniyle yaptığı açıklamaya göre 2000 ve 2016 yılları arasında diyabet kaynaklı erken ölümler yüzde 5 arttı. 2019'da diyabet nedeniyle 1,5 milyon kişi hayatını kaybetti.
Uluslararası Diyabet Federasyonu'na göreyse dünyada 537 milyon diyabet hastası bulunuyor (Türkiye'deki sayı 9 milyon). Federasyon, ölü sayısını şöyle açıklıyor:
Hastalık, 2021 yılında 6 milyondan fazla kişinin ölümüne neden oldu.
Sigara tüketimini de benzer şekilde inceleyebiliriz. Örneğin Our World in Data, sigara nedeniyle her yıl 8 milyon kişinin öldüğünü bildirmektedir.[4] Dünya Sağlık Örgütü de bu veriyi doğrulamaktadır.[5] Amerikan Hastalık Önlem Merkezi'nin verileri, ABD'de her yıl 480.000 kişinin sigara nedeniyle öldüğünü söylemektedir.[6]
Görülebileceği gibi, diyabet sigaradan 3 kat fazla kişiyi öldürmemektedir. Bırakın 3 kat fazla kişiyi, sigara halen diyabetten daha çok kişiyi öldürmeye devam etmektedir. Dolayısıyla yukarıdaki argümanın 2. öncülü hatalıdır ve bu, sonucun da hatalı olması anlamına gelmektedir. Tabii ki 2. öncül doğru olsaydı bile 1. öncülün hatalı olduğu iddia edilebilir ve sonuç yine çürütülebilirdi. Ancak 2. öncül kantitatif (nicel) olduğu için, gördüğünüz gibi çürütmesi çok daha kolay oldu ve sonucu da nihai olarak çürütebildik. Eğer işimiz kalitatif (nitel) olan 1. öncülü çürütmeye kalsaydı, bunda daha çok zorlanacaktık - ki sosyal medyadaki tartışmaların önemli bir bölümü de bu tip nitel öncülleri çürütmenin zorluğuna dayanmaktadır.
Tabii burada, hangi kaynağın güvenilir, hangilerinin güvenilmez olduğu konusu tekrar karşımıza çıkmaktadır: Amerika'nın verilerine güvenebilir miyiz? Türkiye'nin verilerine? "Our World in Data" diye bir şeyden bahsettik, ona nasıl güveneceğiz? Dünya Sağlık Örgütü Çin tarafından ele geçirilmedi mi? CDC COVID-19 salgınında herkese yalan söylemedi mi?
İtalik ile yazdıklarımız, sıradan bir şüpheciliğin ötesine geçip komplonun sınırlarına girmek demektir (ve yüklü bir şekilde sorulan bu sorular, yanlıştır). Ancak burada sorulması gereken şudur: Diyelim ki CDC veya Dünya Sağlık Örgütü veya TÜİK'e güvenmiyorsunuz. Siz neye güveniyorsunuz? Yani sizin kaynağınız veya istatistiğiniz nedir? Bunu şöyle de sorabilirsiniz: Bu kurumlara karşı çıkanlara inanmak istiyorsanız, o kişilerin kaynakları nelerdir ve neden onlara güveniyorsunuz?
Çoğu durumda insanlar, etraflarında olan bitenlere bakarak büyük istatistiklere varmayı makul görürler. Örneğin "Sosyal medyada bir dolu ölüm haberi duyuyorum, demek ki ölüm haberleri arttı!" veya "Herkes hasta, demek ki hastalıklar arttı." gibi. Halbuki bu, verimli bir istatistik kaynağı değildir; zira sosyal medyada belli tip içeriklerin öne çıkarılması ve anekdotal analizde doğrulama önyargısı gibi bir dizi problem bulunmaktadır. Örneğin Türkiye'de birçok kişi "soğukta kalmanın nezle yapacağı" gibi bir inanca sahiptir; halbuki soğukta kalmanın hastalık yapmayacağı bilimsel olarak kesin bir gerçektir. Dolayısıyla "eskilerin bilgeliği" veya "bana öyle geliyor"a inanmak, vakaların çoğunda hataya düşmenize neden olacaktır.
Kurumlara yönelik önyargının sonunun olmadığını anlamak ve bunun kurumları tamamen silip atmak yerine, en fazla onları başka (ve eşit derecede güvenilir/saygın) kaynaklarla doğrulama ihtiyacını doğurduğunu fark etmek büyük öneme sahiptir. Eğer CDC, WHO, Amerikan X Derneği, TÜİK, Türkiye Y Federasyonu gibi spesifik meslek örgütleri ve/veya devlet kurumlarına tamamen inanmamak, makul bir yaklaşım değildir; zira bu kurumların birçoğu çok ciddi denetimlerden geçen, kasten yanıltma halinde yıkıcı cezalar alabilecek olan, var oluşlarını yaptıkları işi dürüst bir şekilde yapmaya borçlu olan kurumlardır. Bu kurumların güvenilirliklerini yitirmeleri, var oluşlarını anlamsız kılacaktır. Elbette kurumlar hata yapabilirler ve yapmışlardır da - ancak bu, onlardan gelen her verinin hatalı olduğu anlamına gelmez. Eğer öyle olsaydı, modern çalışmalar tamamen dururdu ve birbiriyle tutarlı sonuçlar üretmek imkansız olurdu; ama vaziyet bu değil, çünkü bu kaynakların ürettikleri veriler, sahadan toplanan tekil verilerle kusursuza yakın bir şekilde örtüşmeye ve dolayısıyla gidişatımıza/bilimimize doğru bir şekilde yön vermeye devam ediyor.
Özetle bu kurumlardan gelen verilerin ezici çoğunluğu doğru olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla spesifik bir nedenle onlara güveniniz sarsıldıysa bile, eğer ki dürüst ve bilimsel bir analiz yapıyorsanız, bunlardan gelen verilere güvenmeye devam etmek zorundasınız. Ama sadece güvenmekle kalmak zorunda değilsiniz: Bağımsız diğer kaynaklarca bu verileri doğrulayabilir; hatta bilimsel metodu takip ederek (eğer mümkünse) kendi verilerinizi toplayabilirsiniz. Bunun her basamağında, bilimsel metodu ve az önce bahsettiğimiz güvenilirlik sorgusunu yapmaya devam etmeniz önemlidir; aksi takdirde sadece kendinizi desteklediği için belirli veri ve sonuçları cımbızlama hatasına düşebilirsiniz.
Her Makale Eşit Değildir!
Aslında buna yukarıdaki maddelerde biraz değinmiştik; fakat ayrıca ve daha detaylı bir şekilde üzerinden geçmekte fayda görüyoruz. Çünkü teknik olarak, eğer ki tamamen bilim karşıtı bir görüşü savunmuyorsanız ve hele ki gündemdeki bir konu hakkında henüz yeterince akademik makale yayınlanmadıysa (ve siz de veri cımbızlayarak kendinizi ve diğer insanları aldatmak konusunda yeterince istekliyseniz), hemen hemen her görüşü destekleyen akademik makaleler bulmak mümkündür. Eğer savunduğunuz görüş fazlasıyla absürtse, belki sizi direkt olarak destekleyen bir makale bulamayabilirsiniz; ama çoğu durumda bulacağınız 1-2 makale, sanki sizin absürt (ve objektif şekilde hatalı olan) görüşünüzü destekliyormuş gibi gözükebilir veya en azından, özellikle de düzgün şekilde cımbızlanırsa, insanlar üzerinde sizin absürt görüşünüzün bir geçerliliği olmasına ihtimal veriyormuş gibi bir intiba bırakabilir.
Dolayısıyla bilimin en önemli kurallarından birini anlamak elzemdir: Bilimsel arenada, tüm makaleler eşit ağırlık, kalite, önem ve değere sahip değildir! Dolayısıyla karşıt görüşleri savunan bilimsel makalelerin değerini ve güvenilirliğini ayırt etmek, bilimsel bir tartışmanın veya bulgunun daha geniş bağlamını anlamak için çok önemlidir. Bunu doğru bir şekilde yapabilme yeteneği, özellikle de bilim iletişimcileri, araştırmacılar ve bilimsel okuryazarlığı olan bir halk inşa etmek için hayati öneme sahiptir.
Bunun nasıl yapılabileceğinden bahsetmeden önce, bu tür bir savunmanın, bir tartışmanın her iki tarafı tarafından da kullanılabileceğine dikkat çekmek önemlidir: Yani biri objektif olarak doğru bir şeyi, diğeri objektif olarak hatalı bir şeyi savunan iki taraf da birbirlerinin kaynaklarının yeterince kaliteli olmadığını iddia ederek işin içinden çıkmaya çalışabilir. Ne var ki bu, en nihayetinde demagojiden ibaret olacaktır: Özgür iradeye sahip, özgür düşünceli ve samimiyetle gerçeğe ulaşmak isteyen biri, tarafların kullandıkları kaynakların gerçekten bilimsel konsensusu yansıtıp yansıtmadığını, eğer ortada henüz bir konsensus yoksa da hangi tarafın araştırmasının daha kaliteli olduğunu anlamak için emek ve çaba sarf etmesi gerekecektir. Şimdi biraz bu emeğin ne yönde olması gerektiğine bakalım.
Bilimsel makaleleri değerlendirmek, göreceli ağırlıklarını ve güvenilirliklerini belirlemek için çeşitli temel faktörleri göz önünde bulunduran, incelikli bir yaklaşım gerektirecektir. Her şeyden önce, basit bir test olarak, makalenin yayınlandığı akademik derginin ne olduğuna, ne tip yayınlar yaptığına ve bilimsel arenada herhangi bir saygınlığı olup olmadığına bakmak etkili bir eleme yöntemi olacaktır. Genellikle hakemli olan yüksek etkili dergiler, titiz yayın standartlarına sahiptir ve kaliteleriyle bilim camiasında tanınırlar; zira o kadar yüksek etki değerine sahip olabilmelerinin nedeni, kaliteli akademisyenlerin kaliteli yayınlarını o dergilerde yayınlamak için birbirleriyle yarışa giriyor olmasıdır. Bir diğer deyişle, yüksek kaliteli dergiler, yüksek kaliteli araştırmaları çekme eğilimindedirler. Elbette bir derginin etki faktörü kalitenin tek göstergesi değildir; örneğin yukarıda da sözünü ettiğimiz yağmacı dergiler, yazarlarının kasten birbirine atıf yapması yoluyla etki değerlerini sunî bir şekilde şişirebilirler. Dolayısıyla bir derginin bilimsel arenadaki geçmişini ve bugününü bir bütün olarak değerlendirmk çok önemlidir.
İkincisi, kaynak olarak gösterilen derginin yazarlara özel ilan ettiği detayları okumak önemlidir. Bu sayede, derginin hakem değerlendirmesinde ne tür kriterleri kullandığını ve kendisine gönderilen makalelerin yüzde kaçını kabul ettiğini öğrenmek ve buradan yayın konusundaki zihniyetini anlamak mümkün olabilir. Unutmamak gerekir ki bir makale yayınlanmadan önce o araştırmanın eleştirel bir değerlendirmesini sağlayan hakem değerlendirmesi, bilimsel dürüstlüğün temel taşıdır. Titiz bir hakem değerlendirmesinden geçen makaleler genellikle daha güvenilirdir. Hakem değerlendirme süreci dergiler arasında farklılık göstebildiği için ve bazı dergiler diğerlerine göre daha kapsamlı değerlendirmeler yaptığı için, derginin hakem değerlendirmesi standartlarının araştırılması, yayınlarının güvenilirliğine ışık tutabilir.
Bir kaynağın kalitesini anlamak konusunda yapılacak bir diğer şey, yazarların uzmanlığı ve itibarına bakmaktır. Çünkü yazarların uzmanlığı ve itibarı, bir bilimsel makalenin güvenilirliğini etkileyebilir. Alanlarında güçlü bir geçmişe ve saygın kurumlarla bağlantılara sahip araştırmacıların yüksek kaliteli ve güvenilir araştırmalar üretme olasılığı daha yüksektir. Yazarların önceki yayınlarını ve alana katkılarını da dikkate almakta fayda vardır. Ayrıca araştırmacıların sosyal medya hesaplarını da inceleyerek, genel olarak hangi türden fikirleri savunma yönünde bir eğilimleri olduğunu, bunları nasıl gerekçelendirdikleri ve araştırma etiği konusunda ne tür bir tutuma sahip olduklarını anlamaya çalışabilirsiniz.
Yapabileceğiniz belki de en önemli (ama bir o kadar da zor olan) şey, araştırmanın metodolojisini didik didik incelemektir. Çünkü bir makalenin bilimsel titizliği, büyük ölçüde metodolojisine bağlıdır. Sağlam bir metodolojiye, net veri toplama ve analiz prosedürlerine sahip iyi tasarlanmış bir çalışmanın güvenilir sonuçlar üretme olasılığı daha yüksektir. Eleştirel değerlendirme, örneklem büyüklüğü, kontroller, değişkenler ve kullanılan istatistiksel analizlerin dikkate alınmasını içermelidir. Çalışmanın bulgularının tekrarlanabilirliği, güvenilirliğinin önemli bir özelliğidir. Ancak bunu yapabilmek için akademiye belli bir aşinalık ve ne tür metodolojilerin ne tür hataları olduğuna dair bir arka plan bilgisine sahip olmak önemlidir. Bu, deneyimle gelen, yıllar gerektiren bir yetenek olabilmektedir.
Ayrıca bir makalenin ne kadar eski veya yeni olduğu da önemlidir. Bilim, sürekli gelişen bir alandır ve daha yeni çalışmalar güncellenmiş içgörüler sağlayabilir veya daha önceki bulgularla çelişebilir. Yayın tarihi, özellikle hızla ilerleyen alanlarda, araştırmanın uygunluğunu ve uygulanabilirliğini etkileyebilir. Ancak her yeni makale, daha doğru makale demek değildir! Tam tersine, çoğu durumda yeni bir makalenin bulgularının başka araştırmacılarca doğrulanması ve çalışmanın akademik literatürde yerleşik bir konuma erişebilmesi için zaman (çoğu durumda 8-10 yıl gibi bir süre) gerekebilmektedir. Bir diğer deyişle, eski temel çalışmalar genellikle devam eden araştırmaların temelini oluşturduğundan, daha eski tarihli çalışmalar da tamamen göz ardı edilmemelidir.
Bilim etiğinde epey tartışmalı olan detaylardan biri de bir araştırmayı kimi fonladığıdır. Bu konudaki eleştirilere birazdan ayrıca bakış atacağız; ancak en azından bazı durumlarda finansman kaynağı ve herhangi bir çıkar çatışmasının, bir araştırmanın tarafsızlığını etkileyebileceğini kabul etmek önemlidir. Belirli sonuçlardan fayda sağlayabilecek kuruluşlar tarafından finanse edilen çalışmalar önyargılara neden olabilir. Finansman kaynakları ve çıkar çatışmaları konusunda şeffaflık, araştırmanın tarafsızlığını değerlendirmek için esastır. Ancak fon kaynağının araştırma sonucunu direkt olarak belirlemediği de anlaşılmalıdır. Çünkü uzmanlar, bir makaleyi yayınlayarak kendi akademik saygınlıklarıyla o araştırmanın altına imza atmaktadırlar. Sırf bir yerden alınan fon nedeniyle belli bir sonuç çıkaran araştırmacılar, bağımsız araştırmacılarla doğrulanamazlarsa, akademik saygınlıklarını kalıcı olarak yitirebilirler. Bu da bilim insanlarının sırf fon için göze alamayacağı bir risk olabilmektedir.
Ama tüm bu saydıklarımız bir yana, belki de yapmanız gereken en önemli şey şudur: Her çalışma, akademik literatürün genel bağlamı çerçevesinde ele alınmalıdır. Tek bir çalışma nadiren tek başına kesin kanıt sağlar. Bulguları, mevcut araştırmaların daha geniş bağlamı içinde değerlendirilmelidir. Alandaki fikir birliğini destekleyen veya buna meydan okuyan çalışmalar bilimsel diyaloğa ve anlayışa katkıda bulunur. Bir makalenin önemi kısmen mevcut bilgiye nasıl uyduğu veya onu nasıl değiştirdiği ile belirlenir.
Şimdi bu "fikir birliği" ("konsensus") konusuna biraz daha yakından bakalım.
Bilimsel Konsensusa Güvenmek...
Bilim camiası, birbirinin altını oymak isteyen aktörlerce donatılmış bir mayın tarlasıdır. Kimi zaman hepsinin adının "bilim insanı" olmasından ötürü ve çoğunun objektif gerçekleri savunmasından ötürü hepsinin aynı şeyi düşündüğü zannedilebilir; ancak tıpkı "politikacılar" veya "felsefeciler" gibi mesleklerde olduğu gibi bilim insanları da birbiriyle çoğu durumda hemfikir değillerdir. Bu, mantıklıdır da: Eğer her zaman diğer bilim insanlarıyla hemfikir olsaydınız, yeni bir keşif yapmanız mümkün olmazdı! Tam tersine, bilim insanları kendilerinden önce gelen veya çağdaşları olan bilim insanlarının fikirlerine meydan okuyarak bilimi ilerletmektedirler. Einstein'ı "Einstein" yapan, Newton'a meydan okumasıdır.
Ama "meydan okuma" gibi laflar halk arasında çok "cengaverce" algılandığı için netleştirmekte fayda görüyoruz: Bilimde meydan okuma; en güzel konuşanın, en çok demagoji yapanın, en kaliteli videoyu çekenin kazandığı bir şey değildir. Bilimde meydan okuma, yerleşik görüşleri tersine çevirebilecek kadar güçlü kanıtlar ve deneyler üretebilme ve veriyle ikna edebilme başarısının bir göstergesidir. Einstein, hitabeti güçlü olduğu için veya çok yakışıklı olduğu için fiziğin "rock starı" konumuna dönüşmemiştir. Muhteşem gözlem gücü, bu gözlemleri çürütülemez gibi gözükecek kadar sarsılmaz teorilere dönüştürebilme başarısı, bu teorilerini sapasağlam bir matematiğe dayandırma becerisi, dönemin fizikçilerinin yüzlerce yıldır taşa yazılmış gibi gözüken Newton fiziğini alaşağı etmesiyle sonuçlanmıştır. Bu, felsefi bir kazanım değil; verinin, gözlemin, matematiğin, bilimin kazanımıdır. (Burada, Newton'un fiziğinin tamamen hatalı veya işlevsiz olmadığını vurgulamak ve anlamak da önemlidir.)
İşte bu meydan okumalara rağmen bilimde belli bir konsensusun (görüş birliğinin) oluşabildiğini anlamak önemlidir. Bu konsensus, sahadaki çalışmaların bir bütün olarak değerlendirilmesi ve uzun tartışmalardan geçmesi sonucunda oluşan bir görüş birliğidir. Kimi zaman otoriteye meydan okumanın asilliğine kapılsak da, çoğu durumda söz konusu konsensustan herhangi bir çıkarı olmayan saha uzmanlarının belli bir yöntem veya bilgide hemfikir olması insanlık adına önemli bir veri noktasıdır. Şu, unutulmamalıdır: Bilim insanları bir şeyin doğru olduğuna inanıyor diye o şey doğru deBğildir; o şeyin doğru olduğuna yönelik bilimsel standartlar çerçevesinde yeterince güçlü kanıt olduğu için bilim insanları o şeyin doğru olduğuna inanmaktadır. Bir diğer deyişle, bilimsel konsensus, bilimsel veri yığınının bir vekilidir (İng: "proxy") ve birine bakarak diğerini çıkarsamak çok yanlış olmayacaktır (ve tarihsel olarak da olmamıştır).
Konsensusla ilgili kritik nokta şudur: YouTube veya Twitter gibi sosyal medya mecralarında popüler olan kişi veya organizasyonlar, bu mecraları kullanarak bilimsel meselelerde görüş birliği yaratabileceklerine veya halkı belli bir şeye ikna edebileceklerine inanmaktadırlar. Bunlardan ikincisi doğru olabilecek olsa da, ilki imkansızdır. Bilimsel bilgi, akademide (ve az önce kısmen de olsa tanımladığımız akademik çalışmalarla) üretilebilir; başka bir yolu yoktur. Sosyal medyada yayılan yalanlar veya inançlar, bilimsel bilgi değildir. En iyi ihtimalle, dedikodudan ibaret görülmelidir.
Bunu anlamak önemlidir, çünkü akademik bir altyapısı olmayan bir kaynak (ve hatta akademik altyapısı olsa da, genel halka hitaben içerikler üreten bir kaynak), bu sosyal mecraları kullanarak bilimsel veri üretemez veya uyduramaz. Sosyal mecralarda güvenilir olmanın tek yolu, bilimsel konsensus neyse onu aktarmaktır. Eğer sosyal medyada bir kaynak, hele ki bilimsel meselelerden konuşurken akademik konsensusu yansıtmıyorsa, neredeyse garantili bir şekilde yalan ve/veya yanlış söylüyor demektir ve ciddiye alınmamalıdır.
Küreselciler, Fonlananlar ve Uyanmışlar!
Günümüzde bilim karşıtlarının ve alternatif gerçeklere inanan "uyanmış kitlenin" silah olarak kullandığı terimler arasında "küreselciler" ve "fonlananlar" gibi tabirler yer almaktadır. Bu kişiler, bilimsel konsensus veya ana akım bilgileri aktaran kaynakların, sırf "ana akım" olarak görülen, yani ortalamada çoğu insanın tüketeceği veya kabul edeceği anlatımları yaptıkları için "yanlış olduklarını" iddia etmektedirler.
Bariz bir şekilde bir "inanç sistemi"nden ibaret olan bu kült ile ilgili sorun şudur: Temel argümanları, yeryüzündeki en dayanaksız argüman tipine dayanmaktadır. Bu kişilerin iddiası, "Bu anlatı ana akım ise (veya onunla ilişkilendirilebilirse) yanlış olmalıdır." şeklindedir. Bu, bir argüman değil, bir paranoyadır. Bir diğer deyişle, aslında bir fikir beyan ediyormuş gibi gözüken bu kitlenin bir fikri bulunmamaktadır. Sadece ortada olanı itmek üzerine bir marka/kitle inşa etmişlerdir ve bunu sürdürmenin tek yolu, ana akım olarak yaftaladıkları bilgi akışlarını reddetmektir.
Örneğin, "küreselciler" lafından kasıt nedir tam olarak bilmek zor; ancak genellikle bu terim, globalizmle birlikte uluslararası ölçekte işleyen firma ve kurumlarla ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla bir kaynağın "küreselcilik"le suçlanması (veya bunlar tarafından "fonlanma" ile suçlanması), bu global oluşumların "kitlelere dayatmak istedikleri mesajları" iletmek için bir borazan görevi gördüğü imasını taşımaktadır. Halbuki global bir şirket veya organizasyonun bir şeyi savunması, o şeyin gerçek ya da yanlış olduğu anlamına gelmez. Bilimsel yöntem ile bir şey gerçek veya yanlış olarak tespit edilebilir ve sonrasında küresel kurumlar da tekil bireyler gibi o gerçekleri kabul veya reddederler. Örneğin Greenpeace küresel ısınmayı savunuyor diye küresel ısınma gerçek değildir; keza Shell küresel ısınmayı savunmuyor diye küresel ısınma yanlış değildir. Küresel ısınma, bilimsel konsensusa da sahip olan bilimsel bir gerçektir; Greenpeace ve Shell gibi kurumlar da buna göre bir tavır alırlar.
Bir kurumun söylediklerinden yola çıkarak onların belli bir ajanda çerçevesinde fonlandığını iddia edemezsiniz. Bir kaynağın herhangi bir organizasyon tarafından desteklendiğini düşünüyorsanız, bunu objektif olarak ispatlamakla mükellefsiniz. Kaldı ki bunu ispatlayabilseniz bile, bir kurumun bir kaynaktan fon alması, o kaynağın inançlarını tekrar etmek zorunda olduğu anlamına gelmemektedir. Her şeyden önce, o "küresel kurum"dan fon almayı seçme nedenleri zaten onlarla en başından aynı görüşleri paylaşıyor olmaları olabilir. Ters fikirlere sahip olsalar bile, çoğu fon kaynağı kaynakların içeriklerine hiçbir müdahalede bulunmaksızın, sırf reklam veya halkla ilişki kurma amacıyla da yayıncılara, kaynaklara veya içerik üreticilerine fon sağlayabilir. Dolayısıyla verilen fon ile yayınlanan içerikler arasında organik bir bağ kurmaksızın, sadece fonun varlığından ötürü iddianın yanlışlığını savunmak mümkün değildir. Bu basit gerçeği görmek her zaman kolay olmayabildiği için, özellikle de sosyal medyada "küreselci" veya "fonlanan" gibi kelimeler iç grup ve dış grup ayrımını pekiştirmek için etkili bir silah olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Daha önemlisi, inatçı bir şekilde bu karşıt düşünceleri savunan kişi ve gruplar, bu tavırlarından hiçbir çıkar elde etmiyor değildir. Özellikle de "alternatif gerçeklerin" hayal gücüne hitap etme başarısından ötürü tıpkı sahtebilim gibi gerçeklere ve bilime nazaran çok daha kolay yayılabiliyor olması, sosyal medyanın denetimsiz doğası ile birleşerek, bu kişilerin anti-gerçek görüşlerini çok daha uzaklara yayabilmelerini ve bundan (tabiri yerindeyse) "ekmek yiyebilmelerini" sağlamaktadır. Örneğin Twitter ve YouTube gibi mecralar, izlenme veya tıklama başına bu kişilere para ödemekte, gerçeğe karşı olan çeşitli vakıf ve dernekler bu anti-gerçek mecralara yüklü miktarda paralar ödeyerek bilimsel gerçeklerle savaşlarında yeni cepheler açmaktadırlar. Yani eğer ki "çıkar elde etmek" herhangi bir "yalancılık göstergesi" olsaydı, ana akıma karşıt fikirler söyleyenlerin de yalancı olduğunu görmemiz gerekirdi.
Ter, Kan ve Gözyaşı: Herkes Bilim Yapabilir, Ama "Herkes" Bilim Yapamaz!
Herkesin bilime katkıda bulunabileceği düşüncesi ilham vericidir ve önemli ölçüde de doğrudur. Bilim farklı bakış açıları, sorular ve metodolojilerle gelişir ve toplumun geniş bir yelpazesinden gelen katkılardan yararlanır. Ancak insanlar bu nosyonu, oturdukları yerden bilim yapabilme ile karıştırabilmektedirler: Bilim, herkese açık bir uğraş olsa da başıboş bir uğraş değildir.
Bilim, belli standartlara sahiptir ve o standartları yakalayabilmek için, bireylerin çok ciddi bir emek ve çaba harcaması gerekmektedir. Dolayısıyla teorik olarak herkes bilime katkı sağlayabilse de insanların çoğunun enerjisi, vakti ve maddi durumu bilimle ilgilenmeye ve bilimsel sonuçları değerlendirmeye yetecek düzeyde değildir.
Bilime önemli bir katkıda bulunmanın yolu, titiz bir çalışma ihtiyacı, uzmanlık bilgisi edinme ve genellikle araştırma yapmak için önemli mali kaynaklar da dahil olmak üzere gerçek zorluklarla doludur. Bu gerçeği anlamak, bilimsel çalışmanın doğasını ve bilimsel araştırmayı destekleyen altyapıyı incelikli bir şekilde değerlendirmeyi gerektirir.
Bilimsel araştırma, temelde ampirik kanıtlara ve sistematik sorgulamaya dayanan titiz bir süreçtir. Herhangi bir bilimsel disiplinde yetkinliğe ulaşmak, genellikle üst düzey akademik diplomalarla sonuçlanan, yıllarca süren, özenli bir çalışma gerektirir. Bu eğitim, yalnızca bilgi aktarma yoluyla olmaz; aynı zamanda bireyleri araştırma yapmak için gerekli olan eleştirel düşünme, deneysel tasarım ve analitik beceriler konusunda eğitmeyi de hedefler. Bu yolculuk sadece neyin bilindiğini değil, aynı zamanda bunu nasıl bildiğimizi ve yeni kavrayışlara yol açabilecek soruları nasıl soracağımızı öğrenmeyi de içerir.
Bilimsel araştırma yapmak ucuz bir iş değildir; dolayısıyla kaliteli bilim için genellikle önemli miktarda mali yatırım gerekir. Ekipman satın almak, personel istihdam etmek, tesisleri güvence altına almak ve bulguları yaymak da dahil olmak üzere bir dizi ihtiyaç için finansman şarttır. Bilimin bazı alanları diğerlerine göre daha az mali harcama gerektirse de, araştırma maliyeti bilime giriş önünde önemli bir engel olabilmektedir. Bu gerçek, bilimsel araştırmaları desteklemek ve daha geniş bir katılımcı kitlesi için erişilebilir kılmak amacıyla hükümetler, özel vakıflar ve endüstri tarafından sağlanan fonların önemini vurgulamaktadır.
Bu, bilime katkı yapmanın imkansız olduğu anlamına gelmez. Herkes, bilime çok çeşitli biçimlerde katkı sağlayabilir. Örneğin son dönemde özellikle yükselişe geçen yurttaş bilimi projeleri, resmi bilimsel eğitimi olmayan bireylerin profesyonel bilim insanlarının rehberliğinde veri toplama ve analizine katılmasına olanak tanır. Bu projeler ekoloji, astronomi ve çevre bilimi gibi alanlara anlamlı katkılar sağlayabilir. Ayrıca bu süreçte kaliteli araştırmaları ideolojik iddialardan ayırmanın yöntemlerini öğrenmek de mümkündür.
Bilim ve Öğrenme, Devam Eden Bir Süreçtir!
Tüm bunları anlatırken aklımızda bulundurmamız gereken en önemli noktaya geldik: Öğrenme, biten bir süreç değildir. Bilim, sürekli olarak kendini yenilediği ve her yenilemeyle birlikte gerçeğe bir adım daha yaklaştığı için (ve tam da bu mekanizması sayesinde/nedeniyle en güvenilir bilgi türü olduğu için), bu bilimsel gerçekleri anlayan ve kabul eden tarafta olmak istiyorsak, biz de bilimle birlikte kendimizi güncellemek zorundayız. Dolayısıyla her zaman öğrenmeye açık olmalıyız.
Bu da bir diğer yaygın hatayı doğurmaktadır: Açık fikirli olmanın, her fikre değer ve önem vermek olduğunu düşünen bir kitle doğmaktadır. Özellikle de sahtebilimden ve mistisizmden gücünü alan bu kitle, hayal edilebilecek veya kurgulanabilecek bütün gerçeklerin doğruluk payı olduğu gibi hatalı bir inanca sahiptir. Çoğu durumda bu inancın sebebi, hâlihazırda sahip olunan mistik veya doğaüstü inançların bilimsel de olabileceğine bir kapı aralama ihtiyacıdır. Bu düşüncelere, "Bilim asla %100 gerçeğe ulaşamaz." tarzı kalıplaşmış ve bilimi yanlış tanıtan mottolar da eklendiğinde, bilimsel gerçeklerin diğer inançlar ile benzer bir klasmanda olduğu gibi bir algı doğmaktadır.
Tam tersine, bilim pek âlâ mutlak gerçekleri keşfetmemizi sağlayabilir: Örneğin Dünya'nın küresel olduğu gerçeği, kesin ve nihai olarak bilinmektedir. Bundan sonra yapılabilecek hiçbir gözlem, bu gerçeği değiştiremez. Keza suyun 1 atmosfer basınçta kaynadığı veya Evren'de galaksi denen yıldız kümelerinin bulunduğu gerçeklerini çürütmek sadece zor değildir; düpedüz imkânsızdır. Bu gerçekler, bilimden önce bilinen gerçekler değildi ve bilim, bu gerçekleri nihai, tartışmaya açık olmayan, kesin bir biçimde ispatlamayı başarmıştır.
Dolayısıyla "öğrenmeye açık olmak" demek, her bilginin göreli, her bilginin geçici/uçucu olduğu anlamına gelmemektedir. Bazı şeyleri bilmekteyiz; ama bilmediğimiz çok daha fazla şey olduğunun da bilincindeyiz; dolayısıyla bu bilmediğimizi bildiğimiz şeyler hakkında yeni şeyler öğrenmeye devam etmek zorundayız.
Sonuç
Özetle, bilimin evreni anlamak konusunda bize sunduğu araçlar, aynı zamanda gündelik yaşantımızda gerçeğe ulaşmak için kullanabileceğimiz araçlarla aynıdır. Çünkü bilim, gökten zembille inmiş bir bilgi formu değildir; tam tersine, var olan bütün bilgi sistemleri içinden süzülerek gelmiş, maksatı sadece ve sadece en doğru (veya mümkünse, "gerçek") olana ulaşmak olan bir düşünce sistemidir. Eğer amacınız gündelik tartışmalarda da gerçeğe ulaşmak ise, o zaman pek tabii ki bilimin yöntemini kullanarak bunu alternatiflerinden çok daha başarılı bir şekilde yapabilirsiniz.
Bu çerçevede, şunu görmek basittir: Herhangi bir tartışmada gerçeğe ulaşabilenler, bilimsel yöntemi kullananlar ve erişebildikleri bütün bilimsel veri ve bilgileri bir bütün olarak kullanabilenler (dolayısıyla verileri kendi istekleri çerçevesinde cımbızlamayanlar) olacaktır. Öte yandan güvenilmez olan taraf, kuşkusuz ki yeterli bir bilgiye, donanıma veya daha önemlisi kanıta sahip olmaksızın bilimsel konsensusa aykırı düşen iddialarda bulunan, bu iddialarını sağlam ve objektif bir şekilde temellendiremeyen, dolayısıyla güzel söze veya anekdotal anlatılara veya kaliteli kamera kurgularına veya demagojiye başvurmak zorunda kalan taraf olacaktır. Bunları etkili bir şekilde ayıklamayı öğrenmek, daha çok sayıda doğru şeye ve daha az sayıda yanlış şeye inanmanızı sağlayacak, böylece daha gerçek bir dünya görüşüne erişmenizi sağlayacaktır.
Ne yazık ki bu, kolay veya hızlı bir uğraş değildir; çok ciddi bir emek, çok dikkatli bir düşünce, çok dürüst bir okuma, çok kaliteli bir araştırma yeteneği gerektirmektedir. Ama her bir Evrim Ağacı okurunun, hele ki bu makaleyi buraya kadar okuyabilecek kadar erdemli okuyucuların bunu yapabilecek kapasite ve kalitede olduğuna en ufak kuşkumuz yoktur. Umuyoruz bu makale, bu yolculukta size bir nebze olsun yardımcı olabilecektir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 10
- 3
- 2
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ CDC. Diabetes. (29 Aralık 2023). Alındığı Tarih: 4 Şubat 2024. Alındığı Yer: CDC | Arşiv Bağlantısı
- ^ American Diabetes Association. Statistics About Diabetes | Ada. Alındığı Tarih: 4 Şubat 2024. Alındığı Yer: American Diabetes Association | Arşiv Bağlantısı
- ^ TRT Haber. 2019'Da Diyabet Nedeniyle 1,5 Milyon Kişi Hayatını Kaybetti. (14 Kasım 2021). Alındığı Tarih: 4 Şubat 2024. Alındığı Yer: TRT Haber | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Ritchie, et al. (2023). Smoking. Our World in Data. | Arşiv Bağlantısı
- ^ WHO. Tobacco. Alındığı Tarih: 4 Şubat 2024. Alındığı Yer: WHO | Arşiv Bağlantısı
- ^ CDC. Current Cigarette Smoking Among Adults In The United States. (11 Ekim 2023). Alındığı Tarih: 4 Şubat 2024. Alındığı Yer: Centers for Disease Control and Prevention | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 17/11/2024 12:53:57 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/16728
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.