İnanç Direnmesi ve Geri Tepme Etkisi: İnsanlar Yalan Olduğunu Kesin Olarak Bildikleri Şeyleri Neden Savunuyorlar?
Bazen gerçeğin çok açık olduğu durumlarda bile ailenizin veya arkadaşlarınızın sahte bilgileri savunduğunu görmüşsünüzdür. Burada sözünü ettiğimiz, gerçeğin bilinmediği durumlarda farklı tarafların birbiriyle kavgası değil; örneğin her iki tarafın da "gerçeği" bildiğini iddia ettiği türden felsefi tartışmalardan söz etmiyoruz. Gerçeğin net olarak bilindiği durumlarda, hatta kontrollü şartlarda üretilen yalanların sonradan açıklandığı durumlarda bile insanların başta inandıkları (veya inandırıldıkları) yalanı savunmaya devam etmesinden söz ediyoruz. Burada çok ciddi bir psikolojik önyargı yatıyor. Bu önyargıyı tanımak, sonu gelmeyecek tartışmalardan erkenden çıkmanızı sağlayabilir.
Sosyal psikolojide, gerçeklerin bilindiği durumlarda yalanı savunmayı sürdürmek inanç direnmesi (İng: "belief perseverance") veya kavramsal muhafazakarlık (İng: "conceptual conservatism") olarak tanımlanmaktadır.[1] Yani bu durumda, savunulan bir düşünceyi veya iddiayı açıkça çürüten kanıtlar olmasına rağmen kişi yanlış inancını sürdürmeyi seçmektedir.
Örneğin bir gazetecinin, bazı kaynaklara dayanarak bir politikacının rüşvet aldığını ilân ettiğini düşünelim; hatta bu politikacı, rüşvet almayacağını düşündüğünüz biri olsun. Bu, eskiden o politikacıya güvenen insanlarda, o politikacının rüşvet aldığı inancını doğuracaktır; yani herkes değilse de bir grup insan gazeteciye ve iddiasını dayandırdığı kaynaklara inanacaklardır (ve gerçekten de o politikacı rüşvet almış olabilir!). Ancak 2 gün sonra aynı gazetecinin bir diğer yayın yaparak, kaynaklarının kendisine yalan söylediğini, dolayısıyla haberin yalan olduğunu ilân ettiğini düşünelim. İlk başta habere inanan insanların hepsi değilse de bir bölümü, bu yeni veri ışığında eski fikirlerine dönmeyecektir, politikacının rüşvet aldığına inanmaya devam edecektir.[2] Haberi yalanlayan kaynak ile, haberi ilk yapan kaynak, birebir aynı kişi olmasına rağmen! Bu kişilere sorulduğunda, "Kesin işin içinde bir bit yeniği var." veya "Bu şüpheli bir durum, neden önce öyle açıkladı da sonra böyle açıkladı. Bir rüşvet olayı oldu demek ki." gibi izahlar geliştireceklerdir.
Elbette politika gibi kurumlarda bu tür dalaverelerin çok döndüğü iddiası ardına sığınılabilir. Belki de gerçekten işin içinde bir bit yeniği vardır; olmadığını söyleyemeyiz. "Ya politikacı o gazeteciye baskı yapıp da haberi geri çektirdiyse?" Ama bunun komplo teorisyenlerinin "Ama ya öyleyse?" tarzı argümanlarıyla ne kadar benzer olduğunu görüyor musunuz? Sırf bir kurum genel olarak "kirlenmeye açık" olarak görüldüğü için veya fikir değiştirme gibi "şaibeli" bir davranış sergilendiği için ispat yükü yön değiştirmemektedir: Ortada bir iddia varsa ("X kişisi rüşvet aldı."), bunu kanıtlamak iddia sahibinin sorumluluğudur; savunmadaki tarafın değil.
Politika örneği çok mu duygu ve önyargı yüklü? Pekala, çok daha kontrollü şekilde yapılmış birkaç örneğe bakalım.
İnanç Direnmesine Yönelik Akademik Çalışmalar
İntihar Mektupları Deneyi
1975 yılında Journal of Personality and Social Psychology dergisinde yayınlanan bir araştırmada, 25 deneğe bir grup intihar mektubu verildi ve bu mektuplardan hangilerinin gerçek, hangilerinin sahte olduğunu belirlemeleri istendi.[3] Katılımcılar her bir mektubun sahte mi yoksa gerçek mi olduğunu düşündüklerini bildirdikçe, araştırmacılar da onlara "Doğru bildin." veya "Yanıldın." diyerek geri bildirimde bulundular.
Ancak araştırmacıların verdikleri geri bildirim, gerçek bir geri bildirim değildi. Her bir katılımcıya her bir mektup için verilmesi gereken geri bildirim, önceden belirlenmişti: Bir gruba ağırlıkla "doğru bildikleri" söylenecekti, diğer gruba ise ağırlıkla "yanlış bildikleri" söylenecekti. Yani bir kişi, mektubun sahteliğini doğru da teşhis etmiş olsa, yanlış da teşhis etmiş olsa, önceden hazırlanmış bir geri bildirimi duydu. Kişinin mektubu teşhis edebilme becerisinin araştırmayla hiçbir alakası yoktu.
Buna bağlı olarak, bazı katılımcılara üst üste "doğru bildikleri" söylendiğinde, bu katılımcılar kendilerinin "intihar mektuplarının sahteliğini teşhis edebilme" konusunda ortalamadan başarılı olduklarına inanmaya başladılar. Bir grup katılımcıya ise üst üste "yanlış bildikleri" söylendiğinde, bu katılımcılar kendilerinin "intihar mektuplarının sahteliğini teşhis edebilme" konusunda ortalamadan başarısız olduklarına inanmaya başladılar.
Araştırma sonunda uzmanlar, katılımcılara tek tek ve bütün detaylarıyla araştırmanın nasıl hazırlandığını, kendilerinden istenen görevin aldıkları geri bildirimle hiçbir alakası olmadığını, geri bildirimlerin önceden planlandığını, mektupları teşhis etme konusunda ortalamadan daha başarılı veya başarısız olup olmadıklarını bu çalışma ile bilemeyeceklerini anlattılar (buna debrifing denmektedir). Yani yalan, bir bütün ve tartışmasız olarak ortaya çıkarıldı ve gerçekler, katılımcılara tüm çıplaklığıyla anlatıldı.
Ne var ki kendilerinin ortalamadan daha başarılı olduğuna inanmış olanlar, bu yeni bilgi ışığında inançlarını değiştirmediler. Halen kendilerinin "intihar mektuplarının sahteliğini teşhis edebilme" konusunda ortalamadan başarılı olduklarına inanmaya devam ediyorlardı. Bir mektubun sahte mi yoksa gerçek mi olduğunu nasıl teşhis edebildiklerini anlatıp (sahte bir inanç etrafında karmaşık bir kurgu yaratıp), bu konuda neden gerçekten bir yetenekleri olduğunu düşündüklerini izah ediyor, deneyi tasarlamış akademisyenlere yanıldıklarını ispatlamaya çalışıyorlardı.
Bu, absürt bir sonuçtur; çünkü rastgele seçilmiş deneklerin intihar mektuplarının gerçekliğini veya sahteliğini teşhis etme konusunda özel bir becerisi olmasının kişisel bir önemi olmamalıdır. Yani bir katılımcının, bir akademisyeni, mektup teşhisi konusunda gerçekten yeteneği olduğuna inandırma çabası sergilemesi ilginçtir. Gülüp geçmek, "Vay be beni kandırdınız." demek, hatalı olduğunu söylemek, olası seçenekler arasındadır. Ancak edinilen yeni bir inanç, özellikle de duygusal olarak yüklüyse ("Ben daha iyiyim.", "Ben daha güvendeyim.", "Ben hep korunacağım." gibi bir duyguyu tetikliyorsa), gerçeğin ortaya çıkarılmasından sonra bile var olmaya devam etmekte, gerçeklere direnmektedir. İşte bu yüzden buna inanç direnmesi adı verilmektedir.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Katılımcıların, bilim insanlarının bir deney için bu tür bir oyun yaptıklarına inanmamaları için hiçbir gerekçe yoktur ve olamaz da. Bu deneyin gerçekten önceden planlandığı, fon başvuruları, laboratuvar notları, toplantı kayıtları, diğer uzmanların görgü tanıklığı, vb. güvenilir kaynaklarla ispatlanabilir. Deneyde kime ortalamadan daha iyi olduğunun söyleneceğinin rastgele belirlendiği tartışmaya yer bırakmayan bir biçimde gösterilebilir. Elbette bilim insanlarının kötücül amaçlarla bu tür bir yalan inşa ettikleri, spesifik bir katılımcının gerçekten intihar mektuplarını teşhis etmekte diğerlerinden başarılı olmasına rağmen, onun aslında o kadar da başarılı olmadığını söyleyerek o katılımcıya zorbalık yapmaya çalıştıkları bir evren hayal edilebilir. Ancak o evren, muhtemelen bu Evren olmayacaktır. Kaldı ki bir kişinin gerçekten mektup teşhisinde başarılı olup olmadığı, inanç direnmesi araştırmasıyla ilişkili olmayan, katılımcıların deneycilere bağımsız olarak güvendiği bir düzenekle gösterilebilir. Yani istenirse, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın bu deneyin inanç direnmesini araştırdığı ve katılımcıların mektup teşhisinde özel bir yeteneği olmadığı gösterilebilir.
Sorun da budur: İnanç direnmesi, kanıttan bağımsızdır. Ne kadar kanıt gösterilirse gösterilsin, kanıtlar ne kadar açık ve net olursa olsun, bir şeye bir kez inanmış birinin kanıt ışığında fikir değiştirmesi kimi zaman mümkün olamamaktadır. Yani bu kişiler, gerçeği bilmek yerine kendini kandırmayı seçmektedir.
İşte bu nedenle inanç direnmesi, bir çeşit onaylama önyargısı olarak da bilinmektedir. Kişiler, inanmak istedikleri (veya inandıkları) şeyi baştan belirlemişlerdir. Sonrasında yaptıkları, halihazırda inandıkları şeyi ispatlayacak kanıtlar bulmaya (yoksa da üretmeye) çalışmak, inançlarını çürüten verileri ise görmezden gelmektir (yani veri cımbızlamaktır).
21 Aralık Kehanetinin Müritleri
Bunu, sahtebilimin her alanında görmek mümkündür: 21 Aralık'ta Dünya'nın sona ereceği yalanlarını mutlaka duymuşsunuzdur. Eğer duyduysanız, bu yalanın hemen her yıl hortlatıldığını ve istisnasız olarak her seferinde hatalı çıktığını da bilirsiniz (diye ümit ediyoruz). Bilmiyor olabileceğiniz bir şey, bu yalanın hortlatılmasının çok eski bir tarihi olduğu gerçeğidir: Örneğin sosyal psikolog olan Leon Festinger, Henry Riecken ve Stanley Schachter, 1956 yılında yayınladıkları Kehanet Yanıldığında (When Prophecy Fails) isimli kitaplarında, Seekers adı verilen UFO dinine inanan bir grubu yakından izleyip, gördüklerini aktarmışlardır.[4] Bu grup, 21 Aralık 1954 yılında kıyametin kopacağına ve Dünya'nın sona ereceğine inanan bir külttür.
Yıllar yılı o güne hazırlık yapıp, birçok ritüel geliştirip, çok sayıda kişiyi ailelerinden ve işlerinden kopararak kültlerine dahil ettikten sonra, 20 Aralık 1954 gecesi, gece yarısına kadar gerilimli bir şekilde beklemişlerdir; ancak kıyamet kopmamıştır. Bu açık başarısızlık ve kanıt karşısında grubun bir kısmı, "inançları sayesinde Tanrı'yı yıkımdan vazgeçirdiklerine" kanaat getirmişlerdir ve inançlarını sürdürmeyi seçmişlerdir. Çok belirgin ve keskin bir sonucun öngörülmesi sonucunda, eğer bu öngörü doğru çıkmazsa, hipotezin (inancın) terk edilmesi rasyonel olan tercihtir. Ancak inanç direnmesi, buna izin vermemektedir.
İtfaiyeciler ve Riskten Kaçınma
Bir diğer örnekte, katılımcılara iki itfaiyecinin riskten kaçınma testinin sonuçları verildi ve sonrasında bu itfaiyecilerin çalışma performansını değerlendirmeleri istendi.[5] İtfaiyecilerin riskten kaçınma testi, uydurma veriler içeriyordu: Katılımcılardan bir kısmına, risk almayı tercih eden itfaiyecilerin daha iyi bir iş çıkardığı söylendi, diğerlerine ise riskten kaçınmayı tercih edenlerin daha başarılı olduğu söylendi. Bu veri, gerçekten toplanmış olsaydı bile, sadece riskten kaçınma tercihine bağlı olarak itfaiyecilerin başarısı hakkında genel geçer bir yargıya varmak mümkün olmazdı; ancak zaten veri uydurulmuştu.
Ne var ki verinin sahte olması, katılımcılar için önemsizdi. Bir kez veriyi ikna edici bulmaları yeterliydi. Artık bir grup riskten kaçınmanın, diğer grupsa risk almanın itfaiyeci başarısını belirlediğinden eminlerdi. Araştırmacılar, verinin uydurma olduğunu ilan ettiklerinde (debrifing yapıldığında), katılımcıların, itfaiyecilerin risk davranışı ile iş performansı arasındaki ilişkiye olan inancı zayıfladı; ama tamamen kırılmadı. Katılımcıların %50'si, halen inançlarında ısrar ediyordu. Sonradan yapılan görüşmelerde, inançlarında ısrarcı olan katılımcıların debrifingde verilen bütün bilgileri anladığı ve bunları ciddiye aldığı da anlaşıldı. Yani ortada bir kafa karışıklığı ya da belirsizlik yoktu; verilerin araştırma için uydurulduğunu biliyor ve anlıyorlardı. Dahası, debrifingde verilen bilgilere güveniyorlardı da - yani araştırmacıları "sahtekarlık" veya "yalancılık" ile suçlamıyorlardı. Sadece bu deney sırasında geliştirdikleri inancın, verilerin sahte olmasından bağımsız olduğuna inanıyorlardı.
Ama değil! İnançlarımız, veriler ile şekillenmeli; veriler inançlarımız ile şekillenmemeli. Yoksa Evren'i olduğu gibi değil, olmasını istediğimiz gibi yorumlarız. Fakat bu Dünya'daki insan sayısı kadar, hatta ondan daha fazla sayıda Evren yorumu geliştirilebilir (veya Evren içindeki spesifik herhangi bir konuya yönelik sayısız anlatı ve yorum geliştirilebilir). Ne var ki bunların büyük bir kısmı, aynı anda doğru olamaz; yani birbirlerini dışlayan inançlardır/izahlardır/hipotezlerdir. Fakat biz, inatla kendi inancımızın doğruluğunda ayak dirersek, gerçeği öğrenmemiz mümkün olmaz. İşte bilim veya genel olarak rasyonel düşünce, gerçek olan ile olmayanı, inandıklarımız ve objektif gerçekler ışığında ayıklamayı hedefleyen felsefi yaklaşımlardır.
Hesap Makinasına İman
Bir diğer çalışmada araştırmacılar, matematiği iyi olan gençlere 7 adet aritmetik matematik sorusu verdiler. Yapmaları gereken tek şey, iki sayının çarpımını, mesela 252×1.2252\times{1.2} çarpımını tahmin etmekti (cevap, 302.4'tür).
Sonrasındaysa bu kişilere birer hesap makinası verildi. Ancak hesap makinası, her seferinde giderek daha da hatalı cevap verecek şekilde değiştirilmiş, "bozuk" bir makinaydı. Gençler, yukarıdaki çarpımı girdiğinde, makina 302.4 yerine, mesela 452.4 cevabını veriyordu. Dolayısıyla gençlerin önceden yaptığı tahminlerden farklı (ve oldukça uzak) yanıtlar veriyordu. Gençler, buna bağlı olarak matematiksel işlem güçleriyle ilgili bir inanç oluşturmaya başladılar ("Belki de bu işte pek iyi değilim." gibi).
Kişilere makinanın bozuk olduğu söylenmesine rağmen, katılımcıların yarısı, hesap makinasının neden doğru olabileceğine, kendi becerilerinin neden daha zayıf olabileceğine yönelik açıklamalar geliştirmeye çalışmayı sürdürdüler. Bu, kendilerini küçük görüyor olmalarına rağmen devam eden bir direnişti. Kanıta veya kanıt aramaya ihtiyaç duymaksızın inanmaya "iman" dendiği için, bu kişilerin hesap makinasına iman ettikleri bile söylenebilir. Üstelik bu türden bir imanın gelişmesi için illâ öğrenci gibi daha düşük bilgi seviyesinde olmaya da gerek yoktur. Bir diğer çalışmaya bakalım.
Kürenin Hacim Formülüne İman
Doğa bilimleri alanında doktora sahibi olup 2 büyük üniversitede araştırmacı veya profesör olarak mesleğini icra eden 19 katılımcı üzerinde yapılan bu deneyde, katılımcılarla yaklaşık 4 saat boyunca bazı bilimsel malzemeler üzerine okuma ve incelemeler yapıldı.[6] Dağıtılan el kitapçığının bir noktasında, kürenin hacmini hesaplamaya yönelik olarak verilen bir formül, bir kürenin hacmini gerçekte olandan %50 daha fazla hesaplayacak şekilde yanlış yazılmıştı.
Bu bilgilerin üzerinden geçen doktoralı katılımcılara, gerçek bir küre, bir miktar su ve derecelendirilmiş bir ölçek verildi. Öncelikle formülü kullanarak kürenin hacmini hesaplamaları istendi. Sonrasındaysa, suyu kürenin içine döküp, bu suyu derecelendirilmiş kaba aktarıp, gerçek hacmi deneysel olarak hesaplamaları istendi. Doğal olarak, formül hatalı olduğu için, formülle hesaplayarak elde ettikleri sonuç, deneysel yöntemden %50 fazlaydı.
Katılımcılardan 1 tanesi hariç hepsi, deneysel yöntem sonucu elde ettikleri hacim miktarından ziyade, uydurma formülün verdiği hacim miktarını savunmaya çalıştı! Bu durum, gerçeğe yönelik ideolojik açıdan oldukça nötral olması gereken durumlarda bile, bir yalana bir kez kandığımızda, en azından bir süreliğine gerçekler karşısında yalanları savunmaya devam edebileceğimizi göstermektedir. Bu, insanın bilişsel gelişimi önünde büyük bir engeldir ve bu bilişsel kopukluğu (İng: "cognitive dissonance") anlamak, bu yüzden çok önemlidir.
Geri Tepme Etkisi: İnanç Direnmesi Neden Tehlikelidir?
İnanç direnmesi, kimi zaman devam eden tesir olgusu olarak da bilinir; çünkü hatalı bilgi, düzeltildikten sonra bile inançlarımızı etkilemeye devam eder.[7] Bunun pratikte birçok çıkarımı vardır: Örneğin komplo teorileri veya sahtebilim türleri, insanları yalanlarına kandırmak için fazla bir çaba sarf etmek zorunda değillerdir. Daha önceden bir inanç konusunda nötral olan kişilere, alternatif bir dünya (bir yalan) veya bir sahtebilim iddiasından söz etmek yeterli olacaktır. Yeterince çok kişiye söz edilmesi halinde, mutlaka bu yalana inanacak yeterli kitle oluşacaktır. Bu noktada, komplo teorisyenleri ve sahtebilimciler, adeta dokunulmazdır. Çünkü yalanları ortaya dökülse bile inananları (en azından bir kısmı, kimi zaman çoğu) onlara inanmaya devam edecektir. Dolayısıyla bu kişilerin kendi pozisyonlarını savunma ihtiyacı bile yoktur. İnsanın bilişsel yetersizliği, ihtiyaç duydukları kadar mürit toplamalarını mümkün kılacaktır.
COVID-19 salgını gibi belirsizlik ve kafa karışıklığı olan durumlarda da inanç direnmesinin tehdidi etkisini hissettirmektedir. Örneğin aşılar konusunda eskiden kararsız olmayan kişiler, sadece aşılarla çözebilecek bir salgının gidişatı boyunca aşı karşıtlığına maruz kaldıkları için, halk arasında aşı kararsızlığı baş gösterebilir ve bu, salgınları uzatarak daha fazla hastalık, ölüm ve yıkıma neden olabilir.[8] İşin bir diğer kötü tarafı, sahtebilim ve komplo teorileriyle mücadelenin işleri daha da kötü yapabilecek olmasıdır. İnsanlar, sahtebilim ve komplo teorileriyle ile ilgili iddiaların nasıl çürütüldüğüne tanıklık ettiklerinde bile, bu çürütmeleri hatırlamaktan ziyade, sahte iddiaları hatırlamaya meyillidirler. Bu, sahtebilim iddialarının daha duygu yüklü, sahtebilim çürütmelerinin ise daha mantık yüklü olmasından olabilir. Bir diğer ihtimal, belli bir inanca saplantılı bir şekilde bağlanmış kişilerin, o inançların çürütülmesi çabasını inançlarına bir "saldırı" olarak görmesi ve halihazırda sürdürdükleri komplonun bir parçası olarak yorumlamaları olabilir.[9]
Geri Tepme Etkisi ve Türleri
Bir yalanın ortaya çıkarılmasının, yalana olan inancı güçlendirmesine Geri Tepme Etkisi (İng: "Backfire Effect") adı verilmektedir. Bugüne kadar 3 çeşit geri tepme türü tanımlanmıştır:
- Aşinalık Nedeniyle Geri Tepme: Sahte bir iddiayı çürütmeye çalışırken, o sahte iddiayı tekrar etmek durumunda kalınabilir. İddianın tekrar edilmesi, kişilerde bir aşinalık etkisine sebep olabilir. Bu aşinalık sonucunda kişiler, çürütmeden ziyade, çürütmenin konu edindiği sahte bilgiyi hatırlayabilir ve ona inanabilirler.
- Aşırı Savunma Nedeniyle Geri Tepme: Kimi zaman güçlü gerçeklere karşı ileri sürülen zayıf sahtekarlıklar, gerçeğin savunucularının abartılı miktarda kanıt ileri sürerek o zayıf iddiayı ezip geçme çabasına dönüşebilir. Ne var ki sahte bir iddiaya karşı aşırı fazla sayıda gerçek ileri sürmek, kişilerin zihninde sahte iddianın gerçek olabileceği izlenimini doğurabilmektedir ("Bu kadar büyük bir direnç varsa, belki de bir şeyleri gizlemeye çalışıyorlar?" gibi). Sahtebilimde bolca başvurulan yüklü soru safsatası da bundan ileri gelmektedir: Sahtekarlar, bolca yüklü soru sorarak kişileri gereğinden fazla bilgi vermeye zorlarlar ve bu, izleyiciler üzerinde bir şeylerin gizleniyor olabileceği izlenimini doğurur.
- Dünya Görüşü Nedeniyle Geri Tepme: Birçok kişinin çok iyi oturmuş bir dünya görüşü vardır ve bu görüşün tehdit altında olduğunu hissettikleri anda, gerçeklere kulaklarını tıkayıp, kendi görüşlerini yüceltecek sahte iddialara sarılmayı seçebilirler. En sık görülen geri tepme etkisi budur; öyle ki, bu türden geri tepme, genel olarak "geri tepme" kavramıyla eş anlamlı olarak da kullanılabilir.
Sonuç
Görebileceğiniz gibi inanç direnmesi ve geri tepme etkisi, bir arada ele alındığında, insanın gerçeğe ulaşması önündeki en büyük zihinsel engellerden biri olarak görülebilir. Neyse ki bu etkinin farkında olmak, bu etkiye direnmek yolunda atılabilecek en önemli adımdır ve siz, bu yazıyı okuyarak, bu adımı atmış oldunuz.
Ne var ki herkesi bu konuda bilinçlendirmek oldukça zor bir iştir. Buna bağlı olarak, nesilsel atalet adını verebileceğimiz ilginç bir durum oluşur: Bir nesil, kendi yarattığı gerçeğe hapsolur ve diğer nesillerin (örneğin genç neslin) araştırma ve deneyimleri sonucu ortaya çıkan gerçeklere ayak direr. Bu nesillerin fikrini değiştirmek çok zor olabilmektedir; çünkü aşina oldukları, bir dünya görüşü inşa ettikleri ve yoğun kanıtlarla savunulan gerçeklere karşı, kendi önyargı ve inançlarını savunmaya devam etmeye meyillidirler. Bu durum, insanlığın ilerleyişini büyük oranda kısıtlamakta ve yavaşlatmaktadır.
Sanıyoruz bu durumu en iyi karşılayan söz, büyük fizikçi Max Planck'tan gelmektedir:[10]
Yeni bir bilimsel gerçek, karşıtlarını ikna edip onların ışığı görmesini sağlamakla bir zafer kazanmaz. Daha ziyade, bu karşıtlar nihayetinde ölürler ve yeni nesiller, gerçeklere alışık olarak büyür.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 27
- 15
- 11
- 8
- 6
- 4
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ M. Nissani. (2005). A Cognitive Reinterpretation Of Stanley Milgram's Observations On Obedience To Authority.. American Psychological Association, sf: 1384-1385. doi: 10.1037/0003-066x.45.12.1384. | Arşiv Bağlantısı
- ^ Z. Kunda. (1999). Social Cognition. ISBN: 9780262611435. Yayınevi: MIT Press (MA).
- ^ L. Ross, et al. (2006). Perseverance In Self-Perception And Social Perception: Biased Attributional Processes In The Debriefing Paradigm.. American Psychological Association, sf: 880-892. doi: 10.1037/0022-3514.32.5.880. | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. Festinger, et al. (1964). When Prophecy Fails: A Social And Psychological Study Of A Modern Group That Predicted The Destruction Of The World. ISBN: 9780061311321. Yayınevi: Torchbooks/Harper & Row (NY).
- ^ C. A. Anderson, et al. (2006). Perseverance Of Social Theories: The Role Of Explanation In The Persistence Of Discredited Information.. American Psychological Association, sf: 1037-1049. doi: 10.1037/h0077720. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. . Nissani, et al. (2009). Experimental Studies Of Belief Dependence Of Observations And Of Resistance To Conceptual Change. Cognition and Instruction, sf: 97-111. doi: 10.1207/s1532690xci0902_1. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. M. Johnson, et al. (2005). Sources Of The Continued Influence Effect: When Misinformation In Memory Affects Later Inferences.. American Psychological Association, sf: 1420-1436. doi: 10.1037/0278-7393.20.6.1420. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. Romm. Vaccine Myth-Busting Can Backfire. (12 Aralık 2014). Alındığı Tarih: 10 Haziran 2021. Alındığı Yer: The Atlantic | Arşiv Bağlantısı
- ^ B. Nyhan, et al. (2015). Does Correcting Myths About The Flu Vaccine Work? An Experimental Evaluation Of The Effects Of Corrective Information. Vaccine, sf: 459-464. doi: 10.1016/j.vaccine.2014.11.017. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Eysenck. (2017). Rebel With A Cause. ISBN: 9781351494588. Yayınevi: Routledge.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/12/2024 16:16:12 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10567
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.