Carl Sagan; "İnanmak İstemiyorum, Bilmek İstiyorum!" Dedi mi?
İddia
Carl Sagan, bilimin önemini vurgulamak ve dini inançlara karşı insanları uyarmak için şöyle demişti: "İnanmak değil, bilmek istiyorum."
Gerçek mi?
Söz Gerçekte Kime Ait?
Carl Sagan, hiçbir yazılı veya görsel eserinde "İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum." cümlelerini sarf etmemiştir. Söz, eşi ve kitaplarından bazılarının editörü olan Ann Druyan'a aittir. Ann Druyan da bu sözü büyük oranda Bertrand Russell'ın felsefi görüşlerine dayandırmaktadır.
Sözün Kökeni
Bu cümle, Carl Sagan'ın 1985 yılında İskoçya'da verdiği Gifford Dersleri sırasında anlattıklarının derlendiği "Bilimsel Deneyimin Çeşitleri: Tanrı Arayışına Yönelik Bireysel Bir Görüş" başlıklı kitapta geçmektedir. Kitap, Sagan öldükten sonra basılmıştır.
Ancak söz konusu cümle, Carl Sagan tarafından söylenmemiştir. Kitabın editörü ve Sagan'ın eşi olan Ann Druyan, kitaba bir Editör Önsözü yazmıştır. O kısımda Druyan, şöyle diyor:
Carl, hiçbir konuda, hatta iş kendi zalim kaderine geldiğinde de (çünkü üç ayrı kemik iliği transplantından sonra, 20 Aralık 1996'da zatürreye yenik düşmüştü), sadece inanmak istemezdi. O, bilmek istiyordu.
Söz, zaman içinde "İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum." şeklinde değiştirilmiş ve hatalı bir şekilde Carl Sagan'a atfedilmiştir. Yani söz, Sagan'a ait değildir, eşi ve editörü Ann Druyan'ın Carl Sagan'ın görüşünü özetlemek amacıyla kullandığı bir cümledir.
Bilgiler
Carl Sagan, bilginin önemine inanan biriydi; dolayısıyla bu tür bir aforizma ondan çok da uzak sayılmazdı. Örneğin yukarıdaki cümlenin geçtiği paragrafta Ann Druyan, Sagan'ı şöyle anlatıyor:
Bilimsel metodun en derin sorulara uygulanması gerektiğini söyleyen fikir, genellikle "bilimcilik" ile suçlanır. Bu suçlama, dini inançların bilimsel araştırmanın sınırları dışında olması gerektiğine inanan kişilerce yapıır. Onlara göre inançlar (test edilebilir kanıtlara dayanmayan kanaat), bilmenin yeterli bir yoludur. Carl, bu hissi anlayabiliyordu. Buna rağmen, Bertnard Russell'ın "arzu edilen, inanma isteği değil, ortaya çıkarma arzusudur; ki bu ikisi, birbirinin tamamen zıttıdır" görüşünde ısrar ediyordu.
Yani bu cümlenin geçtiği bağlam, bilimin felsefedeki bütün sorunları çözecek araç olarak görülmesiyle ilişkilendirilen "bilimcilik" (İng: "scientism") ile ilgilidir. Bu konunun detayları ayrı bir tartışma konusudur.
Ancak popüler kültürde bu söz, Carl Sagan'ın dine karşı bir tutumu varmış gibi bir algı yaratmakta kullanılmaktadır. Sagan'ın insanların inançlarıyla bir derdi olmadığı gibi, kendisi de tam olarak ateist bir dünya görüşüne sahip değildi. Daha ziyade agnostik veya de facto ateist olarak tanımlanabilecek bir inanca sahipti. Ölümünden 2 ay önce, 2 Ekim 1996'da, Robert Pope ile yaptığı röportajında şöyle diyor:
Ben bir ateist değilim. Bir ateist, Judeo-Hristiyan-İslamik Tanrı'nın var olmadığına yönelik ikna edici kanıtlara sahip bir kişidir. Ben, bu kadar bilge değilim; ancak böyle bir tanrıyı kanıtlamaya yeterli olacak kanıtlara sahip olmanın yakınından bile geçtiğimizi düşünmüyorum. Bu konuda karar vermek konusunda neden bu kadar acelecisiniz? Neden ikna edici kanıtlar ortaya çıkana kadar beklemiyorsunuz?
Benzer şekilde, Gifford Dersi'nin soru cevap kısmında bir katılımcının "Bir bilim insanı olarak, İncil'de anlatıldığı gibi suyun şaraba dönüştürüldüğü ihtimalini reddediyor musunuz?" sorusuna verdiği cevap, Sagan'ın dini inançlarla ilgili görüşlerini harika bir şekilde özetlemektedir:
Böyle bir ihtimali reddetmek mi? Kesinlikle hayır! Bu tür bir ihtimali asla reddetmem. Yapmayacağım tek şey şu olur: Birileri bu yönde kanıt getirene kadar bu konu üzerine bir dakikamı bile harcamam.
Yani Carl Sagan, neredeyse bütün bilim insanları gibi, deneysel yönteme inanan biriydi. Eğer bir iddiaya yönelik herhangi bir test edilebilir ve tekrar edilebilir kanıt yoksa, onu reddetmeye değil, umursamamaya meyilliydi. Ta ki bilimsel olarak anlamlı ve geçerli bir kanıt üretilene kadar...
Akademik camiada bu, kimi zaman esprili bir şekilde, şöyle söylenir: "Tanrı'ya güveniriz/inanırız. Geri kalan herkes veri sunmak zorunda." Eğer dini bir inancınız varsa, doğanın üzerinde ve ötesinde bir varlığın yapabilecekleri hakkında kanıta ihtiyaç duymuyor olabilirsiniz. Ancak bunun, o inancın somut ve evrensel bir şekilde tartışılmasını imkansızlaştırdığını kabullenmek zorundasınızdır.
Benzer şekilde, her ne kadar kendisi bir ateist olmadığını açıkça beyan etse de, Carl Sagan'ın tutumunun ateizm ile eşdeğer olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Bu da felsefi bir tartışma konusudur ("Kavramları nasıl ve neye göre isimlendiriyoruz?", "Farklı kavramlar arasındaki çizgiyi nereye, nasıl çekiyoruz?" gibi sorular felsefede yaygın olarak tartışılmaktadır). Bu konuda yalnız sayılmazdınız. Babası, Carl Sagan'ın en yakın arkadaşı olan ve Sagan'a "Sagan Amca" diye hitap eden gezegen bilimci David Grinspoon, Sagan'ın inançları hakkında şöyle diyor:
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Yetişkin yaşamında ateist olmaya çok yakındı. Ben bizzat onunla din, inançlar ve tanrı hakkında sohbetler yaptım ve evet, ateizme çok yakın olduğunu söyleyebilirim. Onun bulunduğu noktada ateizm ile ayrımı, sadece semantikten ibaret gibiydi. Teist olmadığı kesindi. Ancak şahsen onun hislerini anlayabiliyorum; çünkü ben de kendimi ateist olarak kategorize etmiyorum; ancak eğer ki benim neye inandığımı sorgulayacak olsaydınız, muhtemelen benim inançlarımı "ateist" sözcüğünü kullananların inandıkları veya inanmadıkları şeylerden ayırt edemezdiniz.
İnanç, Ne Zaman Bilgi Olur?
Bilgi ile inancı birbirinden ayırt etmek için bugüne kadar birçok formül ileri sürüldüyse de, en yaygın olarak kabul göreni, bilginin gerekçelendirilmiş doğru inanç olduğu şeklindeki tanımdır. Bu, yeni bir tanım değildir ve kökenleri Plato ve diyaloglarına kadar takip edilebilir; ancak aslen 17. ila 19. yüzyıllar arasında Avrupa'da yaşanan Aydınlanma Çağı sırasında popülerlik kazanmıştır. Günümüzdeki tek kabul gören bilgi tanımı bu olmasa da, halen yaygın bir şekilde bilginin tanımı olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Bu tanımdan da görülebileceği gibi, bilginin temelinde inanç yatar; ancak bilgiye ulaşmak için sadece inanmak yeterli değildir; gerekçelendirme ve bundan yola çıkarak inancın doğruluğunun teyit edilmesi de gerekir. Bu konuya epistemoloji makalemizde detaylıca bakış attığımız için burada tekrardan detaylarına girmeyeceğiz.
Sadece kısa bir özet yapmak gerekirse: Bir inancın "gerekçelendirilmesi", onun vahiy yoluyla bireylere buyurulmasından farklı olduğuna işaret etmektedir; çünkü bilginin salt inançtan ayrı bir olgu olduğu açıktır. Yani inancı bilgiye dönüştüren şey, gerçeği bilen bir dış kaynağın bize o gerçeği ulaştırması değil, inandığımız şeye inanmak için yeterli ve geçerli gerekçelerimiz olduğunu ortaya koyabilmemizdir. Bunu yaparken, inancımızın doğruluğunu da gösterebilirsek, inancımızı bilgiye dönüştürmüş oluruz.
Elbette bu gerekçelendirmenin ve doğruluğunu göstermenin tam olarak nasıl yapılması gerektiği de felsefede bolca tartışılmış bir konudur. Örneğin Gerekçelendirme Teorisi isimli son derece kapsamlı bir epistemolojik teori geliştirilmiş, bir şeye inanmamızı gerekçelendirebilecek şartların neler olduğunun tespit edilmesine yönelik bolca çaba sarf edilmiştir. Bu konuda kapsamlı bir okumayı buradan yapabilirsiniz.
Benzer şekilde, bilginin "gerekçelendirilmiş doğru inanç" tanımına karşı bazı eleştiriler de geliştirilmiştir (en meşhuru Gettier Problemi olmak üzere). Bu problemler tamamen çözülememiş olsa da, gerekçelendirilmiş doğru inanç yaklaşımı alternatiflerine göre genel olarak daha tutarlı ve sistemli bir teoriyi mümkün kıldığı için, gerekçelendirilmiş doğru inanç teorisi bilginin felsefi tanımında yaygın olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Bilimde İnanç: Cümlede Ne Denmek İsteniyor?
Bu sözü her kim söylemiş olursa olsun, "İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum." cümlesini buraya kadar anlattığımız "bilgi felsefesine giriş" düzeyindeki çerçeveden inceleyecek olursak, bu söz ile ifade edilmek istenenin "İnanç kötüdür, bilmek iyidir." demek olmadığı çok açık hale gelmektedir.
Teolojik tartışmalarda inanç ile bilgi karşı karşıya getiriliyormuş gibi bir çerçeve çizilse de, bu tartışmalarda daha ziyade dogmatizm ile skeptisizmin karşı karşıya gelmesidir. Dogmatizm, az sonra göreceğimiz gibi sorgulanamaz inançları öne sürerken, skeptisizm (şüphecilik) her türlü dogmanın sorgulanmasını savunmaktadır. Bu da, inanç ile bilgi arasında bir çatışma varmış gibi bir algıya sebep olmakta, burada analiz ettiğimiz söz gibi aforizmalar da bunun bir yansıması olarak kullanılmaktadır.
Dahası, yine az sonra göreceğimiz gibi inancın tek bir formu da bulunmuyor. Felsefede bariz bir şekilde inancın farklı seviyeleri ve tanımları yapılmışken, bunların hepsini tek bir kefede "inanç" olarak değerlendirmek, insanların dogmatik inançlarla sorgulamaya açık inançları birbirinden ayıramamasına neden olmaktadır. Bu nedenle inançtan söz ederken, o inancın bilgiyle ilişkisi tanımlanmadan ve ne tür bir inançtan söz ettiğimizi netleştirmeden argümanlar inşa edecek olursak, bu sözü yorumlarken olduğu gibi hatalara düşebilir ve bu sözde "İnanç kötüdür, bilmek iyidir." gibi bir argüman varmış gibi değerlendirebiliriz.
Örneğin her türlü inanç yapısal veya içsel olarak "kötü" veya "bilim-durdurucu" (İng: "science-stopper") olmak zorunda değildir. Örneğin bilimde hipotez geliştirme aşamasında bir şeyin, bir diğer şeyin nedeni olduğuna inanarak başlarız. Yeni bir gözlem yaptığımızda, bunun açıklamasının bir şey olduğuna inanırız. Hiçbir şeye inanmıyorsak da, o gözlemimizin makul ve rasyonel bir açıklamasını yapabileceğimize inanırız. Eğer bunlara ilk etapta inanmıyor olsaydık, bu yönde bir araştırma yapmamız gerekmezdi. Dolayısıyla bilimdeki adımlarımız da bir şeylerin doğru olduğuna inanmak ile başlar; ancak dogmatik düşünce sistemlerinde olanın aksine bilimde iş, orada bitmez.
Sonrasında empirik yöntemlerle veri toplama, bu verileri kullanarak başlangıçtaki inancı gerekçelendirme (veya terk etme) ve bilim cemiyetini ikna edecek düzeyde ve kalitede kanıtın üretilmesi gibi aşamalardan geçer. Yeni bulgular, başlangıçtaki tüm inançlarımızı durmaksızın sınar, farklı bilim insanlarının değerlendirmeleri bize yeni bakış açıları sunar ve bunların hepsini bir araya getirerek, gerçekte olana en yakın açıklamayı üretmeye çalışırız. Tüm bu süreçler, bilim felsefesi tarihinde de kapsamlı bir şekilde çalışılmıştır: Örneğin bunları, Kuhn'un bilimsel paradigmaları, Popper'ın yanlışlanabilirlik ilkesi veya diğer bilim felsefesi teorileri çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Bunlarla ilgili detaylı bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Bu cümlenin sıklıkla geçtiği teoloji ve bilim tarihi tartışmaları bağlamı düşünülecek olursa, bu cümlenin aslen söylemek istediği şeyin, "Dogmatik bir şekilde inanmak istemiyorum, (örneğin bir gözlemimi açıklayabileceğime veya bir hipotezin doğru olduğuna yönelik sahip olduğum erken dönem) inançlarımı bilgiye dönüştürecek somut, test edilebilir, tekrar edilebilir kanıtlar istiyorum." demek olduğu çok açıktır - ki bilimde yapılan da budur; bilimi diğer bilgi türlerinden ayıran en önemli ayrım bu noktadadır.
Eğer bu sözü son derece düşük seviyeli bir semantik düzlemde ele alır da, burada söylenmek istenenin "inanç, bilgiye karşı" demeye çalışırsak, sözü Carl Sagan sarf etmemiş olmasına rağmen hem Carl Sagan'ın bilimsel ve felsefi derinliğine hakaret etmiş oluruz, hem de bu sözü felsefi olarak isabetli anlamda kullanan bilim insanlarının pozisyonlarına yönelik bir saman adam safsatası yaratmış oluruz. Bu tür bir tutum, Sagan tarafından da sitemle eleştirilmiştir. Bir gazete editörü Carl Sagan ve Stephen Jay Gould'a "dogmatik" demesi sonrasında yaptıkları bir sohbette, Sagan, Gould'a şöyle diyor:
İkimizden birinin "Evren'in genişlemesi Tanrı varsayımında bulunmadan da açıklanabilir." dediğini varsaysak bile, bu sözün nasıl olur da dogmatik olarak algılandığını anlayabiliyor musun? Ben genellikle "Tanrı hipotezinden" bahsederken, eğer onu destekleyen ikna edici kanıtlar gösterilebilirse hemen kabullenebileceğim bir hipotez olarak bahsederim. Ne yazık ki ikna edici kanıt olma düzeyine yaklaşabilen hiçbir bulgu yok. Bu tür bir yaklaşım, bana göre tamamen dogma-karşıtıdır.
Yani Sagan, Tanrı konusunu sıradan bir diğer hipotez olarak görüyordu. Ancak bu hipotez üzerinde kafa yormaya değecek kalite ve/veya miktarda kanıtın olmadığını düşünüyordu (bu tür kanıtlar üretilebildiği anda fikrini değiştirmekten yanaydı). Yaşamının son birkaç ayında Rahip Martin isimli bir rahipten aldığı bir davete şöyle yanıt vermişti:
- Dış Sitelerde Paylaş
Nazik davetiniz için teşekkür ederim. Ancak etkinliğinizin başlığı olarak belirlediğiniz "Tanrı'yı nasıl bulabilirim?" sorusu, henüz cevabı verilmemiş anahtar bir sorunun cevabını çoktan bulmuş olduğumuz varsayımına dayanmaktadır. Katılamayacağım için üzgünüm. En iyi dileklerimle...
Mantıkta bu tür sorulara Yüklü Soru Safsatası adını vermekteyiz. Bu tür sorular, genellikle imana dayalı inanç kategorisindeki bir inancın gerekçelendirilmiş ve doğru olduğu varsayımına dayanır. Dolayısıyla altta yatan varsayım ispatlanmadan onu kapsayan soruya cevap aramak, altta yatan varsayımı kabul etmemiz anlamına gelecektir. Sagan, bu örnekte, altta yatan varsayımın doğruluğunu kabul etmemiz için yeterli ve geçerli miktarda gerekçe olmadığını söylemektedir.
Yani Carl Sagan, bir şeylere inanmak ile ilgili derdi olan biri değildi. Her bilim insanı gibi, o inançları gerekçelendirip, doğruluğunu göstermek isteyen biriydi. Bazı bilim insanları bilimdeki bu görüşünü kendi şahsi inançlarına uygulamaz ve bilimde bunu yapamayacak olsalar da, inanç dünyalarında kanıt olmadan da inançlarını gerçek varsayabilirler. Buna, "inanç sıçraması" (ya da İngilizce tabiriyle "leap of faith") diyoruz. Diğer bilim insanları ise bilimsel perspektifi kendi inanç dünyalarına da uygularlar ve kanıt olmayan inançlarını reddederler (veya daha doğru tabiriyle, görmezden gelirler).
Bu durumda, inancın farklı türleri olduğunu görürüz ve bunları birbirinden ayırt etmemiz gerekir.
İnancın Farklı Türleri
Bu konuda anlaşılması gereken ilk şey şudur: İnanmak, kelime anlamı ile olumsuz ve uzak durulması gereken bir sözcük değildir. Bunun bir uzantısı olarak, "Bilimde inançlara hiçbir şekilde yer yoktur." gibi argümanlar doğru değildir; en azından gerçek hayatta akademik bilimin işleyişini yansıtmaz (belki "idealist" ve gerçekte var olmayan bir bilim anlayışını tarif etmekte kullanılabilir).
Bilimde inançlar elbette vardır. Burada kastettiğimiz, bilim insanlarının inançlı olmasından ziyade (bu, halihazırda detaylıca işlediğimiz ayrı bir konudur), bilimin işleyişinde "inanç" olarak tarif edilebilecek olgulara yer olmasıdır. Ancak bilimde inançların yeri çok daha "giriş düzeyindedir"; sistemin bütünü veya bir olguya yönelik açıklamalar, o olguya yönelik inançlar üzerine inşa edilmez.
Örneğin bilimsel uğraşta Evren'e yönelik görüşümüz, hipotezlerimize olan inancımız tarafından şekillendirilmez, Evren ile ilgili olarak neyi, nasıl düşünmemiz gerektiğini, hipotezlerimizin erken evrelerinde yer alan inançlar belirlemez. Onlar, sadece birer başlangıç noktasıdır; ne zaman ki bilimin ve bilim insanlarının sınavlarından başarıyla geçerler, o zaman Evren algımızın bir parçası olmaya layık olurlar.
Zaten bu nedenle örneğin Newton'ın evren algısı, yerini Einstein'ın evren algısına bırakmıştır. Bilim insanları Newton evrenine "dogmatik bir inanç" besliyor olsalardı, bunun Einstein tarafından köklü bir şekilde değiştirilmesi imkansız olurdu. Eğer bilimdeki inançlar dogmatik olsaydı, Einstein anlam vermekte güçlük çektiği kuantum mekaniğine yönelik olumsuz fikirlerini; veri, gözlem ve deney yoluyla "gerekçelendirilmiş doğru inançlar", yani bilgi ışığında değiştirmezdi. Dolayısıyla inancın farklı türleri olduğu ve bu farklı inanç türlerinin bilgi ile olan ilişkisi açısından bariz farklar olduğu çok açıktır.
Tüm bunları, bilimin metodolojisinde de görmek mümkündür: Bilimdeki her inanç (örneğin bir hipotez), derhal çürütülmeye aday olan argümanlardan ibarettir; üzerine sistemler inşa edilecek temeller olarak görülmez. Hipotezler, teorilerin sadece alt parçalarıdır. Ne zaman ki bu hipotezler yanlışlanamayarak güç kazanır ve kendileri gibi güçlü hipotezleri bir araya getiren teorilerin bir parçası olur, ancak o noktadan sonra Evren'i (veya ufak bir kısmını) tanımlamakta kullandığımız araçlara dönüşürler. Bilim insanları, hipotezler (dolayısıyla gerçekliği henüz gerekçelendirilmemiş inançlar) çerçevesinde dünya algılarını şekillendirmezler (en azından bilimsel uğraş açısından bu böyledir; elbette bilim insanları da doğaüstü güçlere inanıyor olabilirler ancak bilimsel araştırmalarının aksine, bu dayanaksız inançlarının bilimde bir karşılığı bulunmamaktadır).
Dahası, hipotez geliştirme aşamasında edindiğimiz inançlar, "kör inanç" veya "dogma" olarak nitelendirebileceğimiz inançlar değildir; daha önceden gerekçelendirilmiş ve yanlışlığı gösterilememiş, daha iyisi ortaya konamamış bilgilerden doğan eğitimli tahminlerdir. Buna "tahmin" veya "inanç" demek çok fark etmez; nihayetinde henüz gerekçelendirilmemiş bir inanç olduğundan bahsedebiliriz.
İşte bu nedenle bilimde her inancın gerekçelendirilmesi gerekir. Bu gerekçelendirmeler, her koşulda o inançların doğruluğunu garanti etmese de, bilimin pragmatik bir uğraş olmasından ve çürütülebilir doğasından ötürü, yanlış gerekçelendirmeler zaten süreç içerisinde açığa çıkar ve elenir. Bu sayede kademeli bir biçimde daha doğru, daha işlevsel, daha gerçek olana ulaşılır.
İnanç ve İman
Tüm bu noktaları anladıysak, felsefede farklı inanç türlerini inancı kategorize etmekte kullanılan iki önemli başlığa değinebiliriz.
İmana Dayalı İnanç (Belief-In)
Dilimizde bu konuda çok fazla ayrım olmasa da, bu konuların felsefi temelini oluşturan İngilizcedeki tartışmalarda buna yönelik oldukça net ve güçlü ayrımlar vardır. Örneğin iman tarzı inanç (İngilizcede "belief-in" ya da "faith" olarak ifade edilen sözcük), dini düşünceden kaynaklı inançlara verilen bir isimdir. Örneğin Tanrı'nın varlığına veya sıfatlarına yönelik inançlarımız veya kendi benliğimize yönelik inançlarımız "iman" olarak değerlendirilebilir.
Yani bir şeyin "iman" olarak adlandırılabilecek türden bir inanç olması için illâ teolojik bir konudan söz ediyor olmamıza gerek yoktur; kimi zaman zihinsel konularda da bu tür inançlara rastlayabiliriz. Teolojik konulardaki "belief-in" türü inançlara "iman", zihinsel ve metafiziksel konulardaki "belief-in" türü inançlara "var oluşsal iddia" denebilir.
Bu kategoride bazı diğer inanç türlerinden de söz edebiliriz: Örneğin çeşitli enstitü ve kurumlara yönelik inançlarımız, bu kategoridendir: "Devlete inanıyorum." dediğinizde veya bir firma "Bekleme sürelerine inanmıyoruz." dediğinde söz edilen, "belief-in" türü bir inançtır. Görülebileceği gibi bunların tamamına "iman" demek dilbilimsel açıdan doğru olmayacaktır; fakat bu konudaki tartışmalar çoğunlukla teolojik bir perspektiften yapıldığı için, "belief-in" türü inançların en yaygın olarak bahsedileni iman olmaktadır.
Doğru Olduğuna İnanç (Belief-That)
Yukarıda tanımladığımız iman-türü inançlar, doğru olduğuna inanç veya doğruluğuna inanç (İngilizcede "belief that") tarzı inançlardan tamamen farklı bir doğaya sahiptir. Örneğin insanların ekonomik faaliyetlerini rasyonel kararlarla aldığına yönelik inançlarımız veya zihinsel problemlerden ötürü gerçekte var olmayan insanlar, sesler, kokular deneyimleme sırasında edindiğimiz inançlarımız, doğru olduğuna inanç kategorisine giren inançlardır.
Benzer şekilde, bilimde hipotez geliştirme evresinde, bir şeyin bir diğer şeyin açıklaması olduğuna yönelik inançlarımız da bu ikinci kategoriye aittir. Bilim insanları, bilimle ilgili bir konuda bir şeye "inandıklarını" söylediklerinde, o şeyin "doğru olduğunu aktif olarak kabul ettiklerini" ima ederler; ancak bu tür inançlar, kanıt ışığında kolaylıkla değiştirilebilirdir ve dogmatik değildir. Örneğin "bir ilacın, COVID-19 hastalığını bir diğer ilaca göre daha başarılı bir şekilde tedavi edebildiğine inanmak", bu konudaki akademik verileri inceledikten sonra bu sonuca varmak anlamına gelmektedir. Bilim insanlarının bu inançlarına karşı duygusal bir bağları yoktur ve bilim cemiyeti, veri ışığında bu inançlarını hızlı bir şekilde değiştirebilir.
Bu tür inançları, test edilemez inançlarla (iman ile) kıyasladığımızda çok bariz bazı diğer farklılıklar da keşfederiz: Bunlardan en önemlisi, bilimde bir bilgiyi gerekçelendirmeyi başardıktan sonra, ilk başta ona duyduğumuz inanç önemini yitirdiği gerçeğidir. O bilginin "gerekçelendirilmiş doğru inanç" olmasından ötürü özünde "inanç" olmaya devam ettiği doğrudur; ancak artık dayanağımız o ilk his, ilk inanç, ilk güdü veya eğitimli tahmin değil; bilimsel araştırmalardan gelen veriler, rasyonel eleştiri çerçevesinde vardığımız sonuçlar ve bilimsel analizden doğan gerçeklerdir. İnanca dayalı diğer sistemlerde ise, inancı test edilebilir, tekrar edilebilir ve somut gerçeklere (yani evrensel referanslara) göre temellendirme çabası olmadığı için, bu en baştaki doğrulanmamış inanç, bilginin ana kaynağı olarak kalmaya devam eder.
Bunlardan en önemli bir diğeri, bu inançların bireyden ek beklentileri yoktur, dolayısıyla üzerine karmaşık inanç sistemleri inşa etmek mümkün değildir. Yani bilimdeki inançlardan yeni bulgular doğdukça, söz konusu öncül inançlar da her basamakta aktif olarak sınanır ve yanlışlanır (veya yanlışlanmaması sonucu güçlenir). Bu sayede, bilimi inşa eden süreç içinde inanca ayrılan dar kısımlar, sıklıkla yeni verilerle sınanır ve yanlışlardan/hatalardan ayıklanır. Bu, iman-tipi inançlarda görmediğimiz bir durumdur.
Sagan, Neye İnanmamız Gerektiği Hakkında Ne Düşünüyordu?
İlginç bir şekilde, kitabın "Seçilmiş Soru Cevaplar" başlıklı son bölümünün 5. alt bölümünde, Gifford Dersi sonrasında katılımcıların sorduğu bir diğer soruya yer verilmektedir. Soru, şöyledir:
Dersin sonunda Bertrand Russell'a atıfta bulundunuz. Russell'ın, doğru olduğuna inanmak için kanıt olmayan önermelere inanmamamız gerektiğini söylediğinden bahsettiniz. Ama bu da bu tür bir önermedir. Russell'ın bu önermesine inanmanızın gerekçesi veya kanıtı nedir?
Sagan, bu soruyu şöyle yanıtlar:
Evet. Bu, bizi sonsuz döngüye sokan, çok güzel bir sorudur. Ancak Russell'ın bu önermesini sadece bizim değerlendirmemize sunduğunu söylediğini de hatırlatmak isterim. Matematikçi doğasıyla Russell, tam da sizin sunduğunuz tarzdaki mantıksal paradoksların yazarıydı. Eğer bu ifadenin iç bir mantık ile, yani kendi kendine yeten kapalı bir sistem olarak gerekçelendirilmesini istiyorsanız, bunu elbette yapmak mümkün değildir, çünkü sonsuz bir döngüye girmek zorunda kalırız. Ama söylediğim gibi şüpheci sorgulamaya dayalı bu yaklaşım dikkatimizi hak etmektedir çünkü bu, tarihsel olarak çok başarılı sonuçlar vermiştir.
Bugünkü dersimde vermeye çalıştığım bazı fiziksel ve astronomik örnekler de dahil olmak üzere birçok bulgu, bilimin geleneksel bilgeliği kabullenmesi ile değil, dini ve hatta laik okullarda öğretilen kör inançları kabullenmesi ile değil (ki buna Aristo'nun fizik ve astronomi ile ilgili öğretileri de dahildir), "Bunun için gerçekten kanıt var mı?" diye sorması sayesinde mümkün olmuştur. Bu, bilimin metodudur. Ve bilim, attığı her adımda, bazı acı verici yoklamalardan geçmiş ve kendisinden hoşlanmayanların güçlü duygularını tetiklemiştir. Ben, bu tepkileri çok iyi anlıyorum. Ama eğer ki gerçek arayışımızda bu tür bir arayış içinde değilsek, çok kötü durumdayız demektir.
Tüm Reklamları Kapat
Yani hakkında hiçbir objektif gerçeğe sahip olmadığımız Evren'i anlama çabamızda belirli temeller inşa etmek zorundayız. Bu temellerin kendilerini ispatlamak mümkün olmadığı için (çünkü onları ispatlayabiliyor olsaydık, Evren'in en temel sırlarını çözmüşüz demektir), bunları en az sayıda varsayıma dayanan ve en çok sayıda çözümü/cevabı üretebilen şekillerde seçmemiz gerekir. Sonrasında bu metot ile yola devam ederken, metodumuzun hatalarını ve eksiklerini tespit eder, geliştirir ve düzeltmeler yaparız. Ancak bizi bilinmezlikten bilinirliğe doğru götüren, yani pragmatik bir fayda sağlayan aracın, bizi hiçbir yere götüremeyen araçlara göre daha isabetli yöntemler olduğunu söyleriz. Bunu ispatlamak mümkün değildir; fakat aksi yöntemler hem sonuç üretemezken hem de işlevsel oldukları gösterilemezken, bilimin yöntemi her zaman yeğlenecektir.
Sagan ile ilişkilendirilen bu söz de bu şekilde anlaşılmalıdır. Yoksa, izah ettiğimiz gibi, "inanmak" sözcüğü negatif bir anlama sahip değildir. Bilmek, inanmak ile başlar; ancak inanmak ile bitmez. İnandığımız şeyi gerekçelendirmeli ve doğruluğunu gösterebilmeliyiz. Bu da (en azından bilimde) rasyonel düşünce, irdeleme, deney ve kanıt ile olur. Bu konuda boş hipotez ve ispat yükü kavramları çok önemli destekleyicilerdir ve bilimdeki rollerinin çok iyi anlaşılması önemlidir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 33
- 14
- 13
- 5
- 4
- 3
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- J. J. Ichikawa, et al. The Analysis Of Knowledge. (1 Ocak 2017). Alındığı Tarih: 5 Temmuz 2020. Alındığı Yer: Stanford Encyclopedia of Philosophy | Arşiv Bağlantısı
- R. Nozick. (1981). Philosophical Explanations. ISBN: 9780674664791. Yayınevi: Harvard University Press.
- P. Boghossian. (2007). Fear Of Knowledge. ISBN: 9780199230419. Yayınevi: Oxford University Press.
- H. H. Price. (2008). Belief ‘In’ And Belief ‘That’. Religious Studies, sf: 5-27. | Arşiv Bağlantısı
- J. J. Machintosh. (2008). Belief-In Revisited: A Reply To Williams. Religious Studies, sf: 487-503. | Arşiv Bağlantısı
- T. Honderich. (2005). The Oxford Companion To Philosophy. ISBN: 978-0-19-926479-7. Yayınevi: Oxford University Press.
- W. Hodges. Tarski’s Truth Definitions. (20 Ağustos 2018). Alındığı Tarih: 5 Temmuz 2020. Alındığı Yer: Stanford Encyclopedia of Philosophy | Arşiv Bağlantısı
- G. Fine. (2003). Plato On Knowledge And Forms: Selected Essays. ISBN: 978-0199245581. Yayınevi: Clarendon Press.
- C. Sagan. (2006). The Varieties Of Scientific Experience : A Personal View Of The Search For God. ISBN: 9781594201073. Yayınevi: Penguin Publishing Group.
- J. Achenbach. Carl Sagan Denied Being An Atheist. So What Did He Believe?. (10 Temmuz 2014). Alındığı Tarih: 6 Temmuz 2020. Alındığı Yer: Washington Post | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 06/12/2024 10:46:47 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/8960
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.