Cehalete Başvurma Mantık Hatası (Argumentatum Ad Ignorantiam) ve İspat Yükü (Burden of Proof)
Cehalete Başvurma Safsatası, bir iddianın aksi ispatlanamadığı için o iddia doğru olduğunun savunulmasıdır. Şunu her zaman hatırlayın: İddia sahibi, her zaman iddiasını ispatlama sorumluluğuna sahiptir. Hiç kimse, ispatı ortaya konmaksızın ileri sürülen bir argümanın yanlış olduğunu savunmak için, argümanın aksini ispatlamak mebcuriyetinde değildir.
Carl Sagan’ın meşhur “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.” sözünü duymuşsunuzdur. Ancak “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.” argümanı, çoğu zaman eksik kullanılır, anlaşılır, anlatılır ve aktarılır. Carl Sagan, Tanrının Kapısını Çalan Bilim kitabının 256. sayfasında şöyle der:[1]
Kanıt yokluğu, yokluk kanıtı değildir. Ne de varlık kanıtıdır.
Bir şeye dair kanıtlarımızın olmayışı, onları tamamen reddetmemiz için yeterli değildir; evet. Ancak kanıt noksanlığı bir şeyi reddetmek için “yeterli” olmasa da, “geçerli” bir sebeptir. Dahası, sözün aslı, genellikle kullanılandan fazlasıdır. Argüman, aslen şöyle olmalıdır veya anlaşılmalıdır: “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir; ancak varlığın kanıtı hiç değildir!”
Yani eğer ki bir şeylerin varlığına dair kanıt bulamıyorsanız, evet, onların var olmadığını iddia etmek için kanıt yetersizliğinden fazlasına ihtiyacınız olabilir (kimi durumda). Ancak bu size, onların var olduğunu iddia etme yetkisini kesinlikle ama kesinlikle vermez. İnsanların düştüğü hata budur. Kanıt yokluğunu, varlığın kanıtı olarak lanse etmeye meyillidirler. Bir iddiaya (argümana, “şey”e) dair yeterince bilgimiz olmayışının, o iddiayı (argümanı, “şey”i) gerçekte olduğundan daha geçerli kıldığı yanılgısına düşerler. Buna felsefede Argumentum ad ignorantiam, ya da Cehalet Safsatası, Cehalete Başvurma veya Cehalet Argümanı adı verilir. Bu, bilimle ilgili halkın genelinin anlamakta güçlük çektiği konularla ilgili geliştirdikleri uydurma kavramların birçoğunun arkasında yatan, sıkıntılı konulardan birisidir.
Ayrıca Christopher Hitchens’ın “İspatlanmadan ileri sürülen bir argüman, ispatsız olarak çürütülebilir.” sözü de bu safsatayı kolayca tespit etmenizi sağlayabilir. Örneğin elimizde Dünya dışı yaşama dair en ufak bir kanıtın olmaması iki şekilde yorumlanmalıdır:
- Elimizde hiçbir kanıt olmadığına göre, o kanıtlara erişene kadar Dünya dışı yaşamın var olduğunu iddia etmemeliyiz. Bunun, bilimin “boş hipotez”inden kaynaklandığını hatırlayınız.
- Elimizde kanıt olmayışı, Dünya dışı yaşamın olmadığı anlamına gelmemektedir. Elbette olabilir; hatta astrobiyolojik araştırmaların gösterdiği üzere, olması çok muhtemeldir. Ancak “muhtemel”ler kanıt olarak ileri sürülemez. Olsa olsa, kanıt bulmak adına itici birer güç olarak görülmelidirler.
Bir şeyin bize olası gelmesi; o şeyin gerçek olduğu anlamına gelmemektedir. Bilimde her şey veri, kanıt, bulgu üzerine kuruludur. İşte buradan, İspat Yükü kavramına ulaşırız. İspat Yükü mantık hatasının temel formu şu şekildedir:
- X İddiası, A Kişisi tarafından ileri sürüldü.
- A Kişisi, X İddiası ile ilgili hiçbir kanıt üretemedi.
- A Kişisi, X iddiasının tersini ispatlama yükünü B Kişisi'ne yükledi.
- B Kişisi, X İddiası'nın yanlış olduğunu ispatlamaya çalışır.
Ancak genellikle bu mantık hatası bir "şey"in varlığının iddiası üzerine olan tartışmalarda karşımıza çıkar ve çoğu zaman da fark edilmemesi, tartışmaların gereksiz uzamasına sebep olur. Örneğin Tanrı, Kocaayak, Tuz Gölü Canavarı, Loch Ness Canavarı, Çupakabra, psişik güçler, astral seyahat, UFOlar, astroloji, vb. bu mantık hatasının çok sık görüldüğü tartışma başlıklarıdır ve mantık hatası görülürse, aslında ortada tartışılacak hiçbir konu olmadığı fark edilebilir ve enerji/zaman tasarrufunda bulunulabilir.
Örneklerle izah edelim. En meşhur örneği, filozof Betrand A.W. Russell’ın “çaydanlık argümanı”ndan gelmektedir. Şöyle yazar:
Eğer Dünya ve Mars arasında eliptik bir yörüngede Güneş’in etrafında dönen Çin seramiğinden bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün aksini kanıtlayamazdı...
Russell’ın göstermek istediği; böyle bir çaydanlığın var olduğunu ispatlama yükünün kendisinde olduğudur. Zira bilimin boş hipotezi, bir argümana yönelik kanıt bulunana kadar o argümanı yok saymamız gerektiğini söylemektedir. Ne yazık ki bu safsatayı tespit etmek her zaman kolay değildir; hele ki bir tartışmanın/münazaranın sıcağında...
Halbuki bu safsatayı anlamak çok önemlidir; çünkü hukuk sisteminin en önemli ilkelerinden biri de, İspat Yükü’nü iyi tespit ederek Cehalete Başvurma Safsatası yüzünden masumları cezalandırmamaktır. Bunu, "Kişi, suçu kanıtlanana kadar masumdur." ilkesi olarak biliyor olabilirsiniz. Hukukta onis probandi ilkesi olarak bilinen bu ilke, davacının tarafının suçla itham edilen kişinin suçunu ispatlamakla yükümlü olmasını zorunlu kılar. Eğer ki suça yönelik kanıt yoksa, suç iddiası geçerlilik kazanamaz. Kimi zaman bu ilke nedeniyle suçunu gizlemeyi başaran kişiler adaletten kurtulabiliyor olsa da, masumların hayatlarının haksız yere yanmasının önüne geçilebilmesinin ve devlet kurumlarının hukuku baskı aracı olarak kullanmasının engellenmesinin en etkili yollarından birisi olması bakımından çok önemlidir. Bir başka örnek üzerinden inceleyelim:
- Babür: "Bence şehirlerarası kara yolları yapım ihalelerine yatırım yapmalıyız."
- Gözde: "Bence bu çok kötü bir fikir, hele ekonominin durumu düşünülünce."
- Babür: "Nasıl yani?! Kara yolları ihalelerine yatırımın kötü bir fikir olduğunu ispatlar mısın bana?"
Bu örnekte Babür, iddiada bulunan taraf olarak neden kara yollarına yatırım yapmaları gerektiğini ispatlarıyla açıklamak zorunda olan, yani İspat Yükü'ne sahip olan taraftır. Ancak bunun yerine, Gözde ona karşı çıktığında, Gözde'den izah bekleyecek şekilde tartışmayı yönlendirmeye çalışmaktadır. Halbuki kendisi, sebeplerini ortaya koymamıştır. İşte bu sebeple mantık hatasına düşmektedir. Bir başka örnek:
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
- Tarık: "Bazı insanların psişik güçlere sahip olduğunu düşünüyorum."
- Kubilay: "Bunu nasıl ispatlayacaksın?"
- Tarık: "Çok kolay, şimdiye kadar kimse insanların psişik güçlere sahip olmadığını ispatlayamadı. Demek ki var."
Bu, en sık görülen örneklerden birisidir. İzah ettiğimiz gibi, bir iddianın aksi yönde kanıtın olmayışı, o iddiayı geçerli kılan bir durum değildir.
Bu safsatanın en sık görüldüğü alanlardan birisi, Tanrı’nın varlığına yönelik tartışmalardır. Teizm-ateizm tartışmalarının en sıkıntılı taraflarından birisidir. Tanrı’nın var olduğuna dair bilimsel olarak geçerli hiçbir kanıt bulunmadığı için, teistler bilimsel değeri olmayan kaynakları “kanıt” olarak sunmakta ve ateistleri “kanıt olmadığı için Tanrı’yı reddetmenin saçma olmasıyla” itham etmektedirler. Hatta bilimi de bu “suç” ile itham ettikleri sıklıkla görülür. Bunu, ateistlerin harika argümanlar ürettiğini iddia etmek için yazmıyoruz; asla! Ancak birçok tartışma, “Tanrı’nın var olmadığına da kanıt yok, dolayısıyla Tanrı var.” noktasına geldiği için, bu safsatanın anlaşılmasının daha sağlıklı münazara ortamları sağlayabileceğini düşünüyoruz. Bu konuda kapsamlı bir örneğe, bu bölümün sonunda geleceğiz.
Evrim Ağacı çerçevesinde din-bilim tartışmalarına girmekten uzak durmamızın en temel nedeni de budur. Daha önceden izah ettiğimiz gibi, bilim, Tanrı’yı reddetmeye çalışmamaktadır. Tek yaptığı, yaratıcı bir süper gücün varlığına dair bilimsel, somut, test edilebilir hiçbir veri bulunmadığı için, böyle bir gücün var olmadığını varsaymaktadır. Ki bu, sağlıklı bir varsayımdır. Tıpkı Dünya-dışı canlı (uzaylı) örneğinde olduğu gibi, bu varsayım sizi araştırmaya ve güvenli, bilimsel, tekrar edilebilir, test edilebilir kanıtlar bulmaya itmelidir. Ancak ve ancak o zaman bilimsel geçerliliği olan bir argüman inşa edilebilir. Ancak bugüne kadar bunu yapabilen biri olmadığı için, boş hipotezi değiştirmek için de herhangi bir gerekçe bulunmuyor. Dolayısıyla Tanrı’nın varlığı konusunda bilimin herhangi bir argümanı da bulunmuyor.
İspat Yükü, böyle bir yaratıcının var olduğunu iddia eden taraftadır. Ne zaman ki bilimsel kaliteye sahip bir kanıt üretilebilir; ancak o noktadan sonra bilimsel argümanlar çerçevesinde bir tartışma yürütülebilir. Aksi takdirde şahsi inançlar ve kişisel varsayımların ötesinde bir tartışma ortamı yaratmak mümkün olmayacaktır.
Elbette ki din felsefesi veya ilahiyat alanlarında bu konuda kapsamlı tartışmalar ve argümanlar bulunmaktadır; bunlar görmezden gelinemez. Ne var ki bu argümanların “bilim” çerçevesinde değerlendirilmiyor oluşu, bilimin bu konuda söyleyecek bir şeyi olmadığından değil, bilimin argüman üretebileceği düzeyde veri ve kanıtın bulunmuyor olmasındandır. Siz de, bu konuda tartışmalara girerken, bu temel noktayı hatırlayacak ve karşı tarafa hatırlatacak olursanız, çok daha sağlıklı tartışmalar sürdürebilirsiniz.
Anlamadığınız Şeyden Korkmayın!
İnsan, tıpkı diğer memeli hayvanlar gibi inanılmaz bir merak güdüsüyle dolup taşmaktadır. Merakın tek "tedavisi" cevap üretmek, gerçeğe ulaşmaktır. Türümüz, ne zaman ki gerçeğe ulaşamaz veya gerçeklere ulaşmakta zorlanır; işte o zaman içi içini kemirmeye başlar. Çünkü en cahil insanın bile bilmeye ihtiyacı vardır, bilme açlığı vardır. Bu "bilmek", yarını görüp göremeyeceği olsa bile! Bu durumda kalan insanın karşısına iki yol çıkar: Merakını tetikleyen unsura yönelik aklına yatan yanıtlar uydurmak veya bilmediği şeyi ötekileştirmek. Ötekileştirme, kaçınılmaz olarak korkuyu beraberinde getirir; zira bilmediğiniz ve sizin kontrolünüz/bilginiz dışında varlığını sürdüren bir şeylerin var olma ihtimali iç kemiricidir. Bu nedenle Dünya-dışı yaşam insanlık için ürkütücü bir olasılıktır. Biz insanlar, bilmek isteriz!
Bilmediğimiz şeyden korkmak, kolay olandır. Aslında korku, başa çıkması hiç de kolay bir his değildir; ancak korkuya yenik düşüp pes etmek oldukça "kolay" bir seçenektir. Örneğin günümüz politik düzleminde terör örgütlerinin denediği şey tam olarak budur: toplumları korkuya (ve korkuyla) boyun eğdirmek... Bu tip girişimlerle en başarılı şekilde mücadele edebilenler, o bilinmeyenin üzerine korkusuzca (ancak gerçeğin, mantığın, bilimin ışığını yanından ayırmaksızın) yürüyenlerdir.
Bilinmeyene yönelik korkular yenilmeye başladıkça, karşımıza yeni bir faz (safha) çıkar: anlama safhası... Örneğin Dünya-dışı yaşamın var olduğunu bilmek yeterli değildir. Onun ne olduğunu anlamak da önemlidir. Albert Einstein'a atfedilen sözün de söylediği gibi: "Her aptal bir şeyleri bilebilir; önemli olan anlamaktır." Yine, Dünya-dışı yaşam örneğine bakacak olursak, ola ki bir gün bu tip bir yaşam ile karşılaşırsak, sadece varlığından haberdar olmak istemeyiz, onun nasıl, neden, ne şekillerde var olduğunu bilmek, anlamak isteriz.
Görülebileceği gibi insan merakı sonsuz bir döngüdür. Ancak bu merakın peşinden korkusuzca gidebilenler bizleri Ay'a götürmekte, Mars'a götürmeyi hedeflemekte, akıllı telefonlarla devasa bir bilgi ağı olan internete bağlanabilmemizi sağlamakta yollarda kendi başına giden arabalarla seyahat edebilmemizi mümkün kılmakta en ölümcül hastalıkları bile alt etmeyi başarabilmektedir.
Bilemediğiniz noktada doğan karanlıktan asla korkmamanız dileklerimizle...
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 54
- 21
- 13
- 9
- 4
- 4
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ C. Sagan, et al. (2007). Tanrı'nın Kapısını Çalan Bilim. ISBN: 9789752109131. Yayınevi: Altın Kitaplar.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 11:44:42 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/226
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.