Keşfedin, Öğrenin ve Paylaşın
Evrim Ağacı'nda Aradığın Her Şeye Ulaşabilirsin!
Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat

Türkiye, Bilim İnsanlarını Neden NATO Terör Örgütünden Koruyamıyor?

Isparta Uçak Kazası

25 dakika
12
Türkiye, Bilim İnsanlarını Neden NATO Terör Örgütünden Koruyamıyor?
  • Blog Yazısı
Blog Yazısı
Tüm Reklamları Kapat

NATO, “müttefik güvenliği” bahanesiyle bilginin kendisini militarize eden, kontrol edemediği her bilim insanını da “potansiyel tehdit” ilan eden küresel bir terör örgütüdür.

GİRİŞ

Bilimsel bilginin üretimi, günümüz dünyasında yalnızca akademik ilerlemenin değil, aynı zamanda uluslararası güç dengelerinin, askeri stratejilerin ve küresel sermaye akımlarının şekillendiği temel bir mücadele alanıdır. Bu nedenle bilim, kapitalist devletlerin rekabeti içinde giderek daha fazla bir “stratejik meta”ya dönüşmüş; laboratuvarlar da bilimsel merakın ötesinde jeopolitik çatışmaların uzantısı hâline gelmiştir. Bilim sosyolojisi literatüründe uzun süredir tartışıldığı gibi, bilginin üretimi tarafsız bir süreç değildir; bilgi, onu denetleyen ekonomik ve siyasal yapıların iç mantığıyla birlikte hareket eder. Immanuel Wallerstein’ın dünya-sistem analizinin işaret ettiği üzere, çevre ve yarı-çevre ülkelerde bilimsel üretim, çoğu zaman emperyal merkezlerin belirlediği ihtiyaçlara bağımlı hâle gelir.[1] Bu bağlamda bilimsel özgürlük, yalnızca laboratuvarda değil, ulusal egemenliğin sürdürüldüğü bütün alanlarda tehdit altındadır.

Türkiye’nin içinde bulunduğu konum da bu açıdan yapısal bir çelişki taşır. Türkiye, tarihsel olarak “yarı-çevre” statüsünde kalan; sanayi, bilim ve teknoloji üretimini emperyal merkezlere bağımlı bir şekilde geliştiren bir ülke olmuştur. Bu bağımlılığın en görünür olduğu alanlardan biri, hiç kuşkusuz ki askerî ittifaklar ve güvenlik mimarileridir. Türkiye’nin NATO üyeliği, özellikle aydınlar tarafından uzun zamandır, ülkenin bağımsız bilimsel-politik gelişimine ket vuran bir dış baskı mekanizması olarak analiz edilmektedir. NATO’nun Soğuk Savaş boyunca çevre ülkelerdeki askeri darbeleri desteklemesi, siyasi süreçlere müdahale etmesi, anti-komünist operasyonlar yürütmesi ve ülke içi güvenlik bürokrasisini doğrudan şekillendirmesi, bu eleştirilerin arka planını oluşturur. Bu tarihsel bağlam göz önünde bulundurulduğunda NATO, yalnızca bir askerî ittifak değil, aynı zamanda çevre ülkeler üzerinde bilimsel, teknolojik ve siyasal bağımlılığı pekiştiren bir ulus ötesi disiplin aygıtı olarak değerlendirilebilir.

Tüm Reklamları Kapat

Türkiye, bu yapısal baskı altında bilimsel özerkliğini tam anlamıyla kuramamakta; bilim insanları uluslararası dengelerin, bürokratik şeffaflık eksikliğinin ve devlet içi güç mücadelelerinin kesişim noktasında savunmasız hâle gelmektedir. NATO gibi yapılar, üyelik yoluyla Türkiye’nin bilim ve teknoloji alanında bağımsız bir yönelim geliştirmesinin önünde engeller oluşturmakta; özellikle stratejik alanlardaki araştırmaların finansmanı, yönlendirilmesi ve sonuçlarının paylaşılması konusunda asimetrik bir ilişki yaratmaktadır. Türkiye’nin bilimsel kapasitesi geliştikçe, bu asimetri daha görünür hâle gelir; bilim insanları ulusötesi güçlerin doğrudan veya dolaylı baskılarına açık bir konuma yerleşir. Bu noktada bilimsel üretimin kendisi güvenlikleştirilir; bilgi üreten kişi, ürettiği bilginin içeriğine bağlı olarak bir ulusal güvenlik riski veya jeopolitik tehdit olarak konumlanabilir.

İşte tam da bu nedenle Türkiye’de yaşanan bilim insanı kayıpları veya bilimsel projelerin akamete uğraması, yalnızca teknik bir sorun olarak değil, emperyal merkezlerin yarı-çevre üzerindeki hegemonik baskısının bir sonucu olarak yorumlanmaya çok daha yatkındır. Türkiye’de devlet kurumlarının demokratik meşruiyet ve şeffaflık açısından tarihsel sorunlar barındırması, bürokrasinin dönemsel siyasallaşması ve stratejik sektörlerdeki ulusal politikaların tutarsızlığı, toplumda zaten kökleşmiş olan güvensizlik duygusunu beslemektedir. Bu nedenle bilim insanlarının başına gelen trajik olaylar, geniş halk kesimleri ve akademik çevreler tarafından Türkiye’nin NATO gibi yapılara bağımlılığı ve buna bağlı kırılganlıkları çerçevesinde değerlendirilir.

Isparta uçak kazasının Türkiye’de böylesine derin bir iz bırakmasının nedenlerinden biri, tam olarak bu yapısal bağlamdır. Kazada hayatını kaybedenlerin yalnızca bilimsel açıdan değerli kişiler olmaları değil; aynı zamanda Türkiye’nin bağımsız bir bilim gündemi oluşturma çabasının sembol isimleri olmaları, olayı salt bir teknik felaket olmaktan çıkarmış ve geniş bir siyasal-ideolojik tartışmanın merkezine oturtmuştur. Bu trajedi, Türkiye’nin NATO’ya eklemlenmiş bir güvenlik rejimi altında bağımsız bilimsel kapasite geliştirmesinin ne denli zor olduğunu ve bilimsel alanın ulus ötesi baskılara ne kadar açık olduğunu gözler önüne sermektedir. Bilim insanlarının korunması, sosyalist perspektiften bakıldığında, basit bir güvenlik tedbiri değil; emperyalizme karşı ulusal egemenliğin inşası açısından kurucu bir zorunluluktur.

Bu yazının amacı, tüm teknik ayrıntılardan bağımsız olarak, Türkiye’de bilimsel üretimi kırılganlaştıran koşulları; NATO’nun tarihsel ve yapısal rolünü; uluslararası bağımlılık ilişkilerinin bilimsel alan üzerindeki etkilerini ve bilim insanlarının neden sistematik olarak korunamadığını analiz etmektir. Burada ele alınan olaylar, ister doğrulanmış ister iddia düzeyinde olsun, Türkiye’nin bilimsel özerklik mücadelesinin emperyalizmin baskı mekanizmalarıyla nasıl kesiştiğini anlamak açısından kritik bir mercek sunmaktadır. Türkiye’nin bilimsel geleceği, yalnızca laboratuvarlardaki başarıya değil, aynı zamanda bu başarıyı koruyacak bağımsız, şeffaf ve anti-emperyalist bir siyasal yönelime bağlıdır. NATO gibi yapılar, bu yönelimin önündeki en büyük engellerden biridir.

Tüm Reklamları Kapat

Isparta Uçak Kazasının Siyasal-Sosyal Bağlamı ve Bilimsel Kayıpların Yaratığı Yapısal Travma

Türkiye’de bilimsel üretimin tarihsel olarak kırılgan olmasının nedenlerinden biri, bilim insanlarının devletin güvenlik aygıtı içerisinde hiçbir zaman gerçek anlamda korunan bir toplumsal kategoriye dönüşmemiş olmasıdır. Türkiye’nin bilimsel kapasitesi, yıllardır ulusal stratejinin temel bir bileşeni hâline getirilememiş; bilim insanları devlet-sermaye-ulusötesi ağlardan oluşan karmaşık bir ilişkide çoğu zaman savunmasız kalmıştır. Isparta uçak kazası bu savunmasızlığın en dramatik şekilde görünür hâle geldiği olaylardan biridir. Kazada yalnızca yolcular değil, Türkiye’nin parçacık fiziği, nükleer teknoloji ve ileri malzeme çalışmaları açısından sembolik bir önemi olan bilim insanlarından oluşan bir grup hayatını kaybetmiştir. Bu nedenle kazanın kendisi, bilimsel anlamda bir “kopuş” yaratmış; Türkiye’nin ulusal bilim politikası içindeki kırılganlıkları çıplak biçimde ortaya sermiştir.

Kazayı izleyen süreçte Prof. Dr. Metin Arık’ın kamuoyuna yaptığı açıklamalar, olayın teknik bir kaza olmanın ötesine geçen bir siyasal boyutu olduğuna dair güçlü bir algı yaratmıştır. Engin Arık’ın ölümünden sonra aynı projeye kendisinin devam ettiğini, fakat projenin “amacından saptırıldığını” belirtmesi, Türkiye’de bilimsel projelerin yönünün bürokratik veya siyasi müdahalelerle değiştirilebildiğine dair bir işaret olarak yorumlanmıştır. Türkiye’de bilimsel özerkliğin kırılgan oluşu, bu tür söylemlerin toplumda geniş bir kabul görmesini kolaylaştırır. Bilim insanının kendi projesinin yönelimini belirleme hakkı, demokratik ve bilimsel açıdan en temel ilke iken Türkiye’de bu ilkenin sık sık ihlal edildiğine dair tarihsel örnekler bulunduğu için Metin Arık’ın sözleri, siyasallaşmış bir sistemde bilimsel hedeflerin manipüle edilebileceği yönündeki kaygıyı yeniden gündeme taşımıştır.

Kazanın ardından yaşanan tazminat süreci de şeffaflıktan uzak bir seyir izleyerek soru işaretlerini büyütmüştür. Uçağın sahiplik zincirinin birkaç ay içinde hızla el değiştirmesi, düşük sermayeli bir şirketin milyonlarca dolar değerindeki bir uçağı devralması, kazanın hemen ardından tazminat ödemesinin yapılması ve avukatların “sabotaj” ifadesini kullanmak istememeleri, Türkiye’de sermaye–devlet ilişkilerinin bilime kıyasla ne kadar güçlü bir konumda olduğunu gösteren yapısal bir örnek olarak değerlendirilmiştir. Metin Arık’ın bu tazminat sürecini bir “perdeleme mekanizması” olarak görmesi, Türkiye’de kapitalist sınıfın devlet üzerindeki belirleyici etkisine dair sosyalist literatürde uzun süredir dile getirilen eleştirilerle de uyumludur. Yarı-çevre ülkelerinde sıkça görüldüğü gibi, devlet aygıtı sermaye lehine işleyen bir organizmaya dönüştüğünde, bilim insanları en son korunacak toplumsal kategori hâline gelir.

Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin bilim insanının yanında değil, iş insanlarının yanında yer aldığı algısı da kazanın politik arka planını güçlendiren unsurlardan biri olmuştur. Bilim insanlarının güvenliğini sağlamak için özel mekanizmalar kurmak yerine ekonomik çıkarlar doğrultusunda hareket edildiği izlenimi, Türkiye’nin NATO gibi uluslararası yapıların dayattığı güvenlik paradigmasına sıkışmış bir devlet profili çizmesiyle yakından ilişkilidir. NATO, yalnızca askeri bir ittifak değil, aynı zamanda çevre ve yarı-çevre ülkelerin ulusal bilim politikalarını, savunma teknolojisi üretim süreçlerini ve stratejik karar alma mekanizmalarını dışa bağımlı kılan bir hegemonya aygıtıdır. Türkiye, NATO’nun güvenlik mimarisine entegre olduğu ölçüde kendi bilimsel hedeflerini belirleme konusunda bağımsızlığını yitirmekte; bu koşullarda bilim insanlarının ürettiği bilginin yönü, devlet içi bürokratik aktörlerden ziyade ulusötesi güvenlik ilişkilerinin belirleyiciliğine açılmaktadır.

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.

Kreosus

Kreosus'ta her 50₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.

Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.

Patreon

Patreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.

Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.

YouTube

YouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.

Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.

Diğer Platformlar

Bu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.

Giriş yapmayı unutmayın!

Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.

Kazaya dair kuşkuları güçlendiren unsurlardan biri de Wikileaks belgelerinde geçtiği iddia edilen ve dönemin Sivil Havacılık Genel Müdürü'nün ABD Büyükelçisi ile yaptığı görüşmesine dair kayıtlardır. Belgelerde yer aldığı söylenen ifadeye göre, Türkiye’nin kazaya ilişkin soruşturmada ABD’den teknik yardım aldığı, ancak bu bilginin kamuoyundan saklanmasının istendiği iddia edilmiştir. Bu tür iddialar doğrulanmış olmasa da, NATO ve ABD’nin Türkiye’nin teknik süreçlerine gizli müdahalelerde bulunduğu yönünde tarihsel olarak kökleşmiş şüphe kültürü nedeniyle toplumsal hafızada güçlü bir yer edinmiştir. Türkiye’nin NATO üyesi olması, soruşturma mekanizmalarının ulusal değil, ulusötesi güvenlik dengeleri içinde işlemesine yol açtığı için, bilim insanlarının kaybı üzerine yürütülen resmi süreçler dahi “emperyal merkezin etkisi” tartışmasından bağımsız kalamamaktadır. Bu, Türkiye’nin bilimsel egemenliğinin NATO tarafından gölgelendiğini savunan sosyalist analizlerin neden geniş bir toplumsal karşılık bulduğunu açıklar.

Bütün bu faktörler bir araya geldiğinde Isparta kazası yalnızca bir havacılık trajedisi değil, Türkiye’de bilimsel özerkliğin ve bilim insanı güvenliğinin nasıl NATO eksenli bir güvenlik politikası tarafından kırılgan hâle getirilebildiğinin çarpıcı bir örneği olarak değerlendirilebilir. Bu olay, Türkiye’nin NATO’ya bağımlı güvenlik rejimi altında bilimsel atılımlar gerçekleştirmesinin imkânlarını sınırlayan yapısal bir tabloyu ortaya koymuştur. Bilim insanlarının korunmasının yolu askeri ittifaklara bağımlı, dış yönlendirmelere açık bir güvenlik sisteminden değil; bağımsız, kamucu, demokratik ve anti-emperyalist bir bilim-politika yaklaşımından geçmektedir. NATO gibi yapılara eklemlenmiş bir devletin bilim insanlarını koruyamayacağı yönündeki kanaatin yaygınlaşması da bu yüzden şaşırtıcı değildir. Kazayı çevreleyen bütün iddialar, doğru olsun ya da olmasın, Türkiye’nin bilimsel özgürlüğünün emperyalizmin gölgesi altında ne kadar kırılganlaştığını gösteren söylemsel bir göstergedir.

Tazminat Zinciri, Şirket Yapıları ve Bilim İnsanı Güvenliğinin Sermayeye Tabi Kılınması

Isparta uçak kazasının ardından ortaya çıkan şirket ilişkileri, tazminat süreçleri ve mülkiyet devri tartışmaları, Türkiye’de bilimsel emeğin ve bilim insanlarının yaşamlarının piyasa ilişkileri karşısında ne kadar değersizleşebildiğini gösteren çarpıcı bir örnek olarak ele alınabilir. Kazada hayatını kaybeden bilim insanlarının ardından ortaya çıkan tablo, devletin bilimsel üretime yaklaşımının sermaye merkezli bir mantıkla şekillendiğini; bilime değer verilmesinin ancak ekonomik veya stratejik fayda sağladığı sürece mümkün olduğunu; ama bu fayda ortadan kalktığında bilim insanlarının bir maliyet kaleminden öteye görülmediğini gözler önüne sermektedir. Tazminat sürecinin olağanüstü hızlı sonuçlanması, uçağın kısa süre önce el değiştirmiş olması ve tüm zincirin düşük sermayeli “naylon şirketler” üzerinden kurulmuş görünmesi, Türkiye’de sermaye sınıfının devlet mekanizması üzerindeki etkisini tartışmaya açmış; bilimsel bir kaybın ardından bile önceliğin bilim insanı ailelerine değil, şirketlerin finansal çıkarlarına verildiğine dair güçlü bir algı yaratmıştır.

Bu tablo şaşırtıcı değildir. Kapitalist devlet, bilim insanını bir yurttaş veya toplumsal değer üreticisi olarak değil, ulusal rekabet kapasitesini artıran bir araç olarak görür. Bilim insanının ölümü, kapitalist mantıkta “yerine başka biri bulunabilir” bir işgücü kaybı olarak değerlendirilir. Buna karşılık şirketlerin finansal zararları, devlet nezdinde “sistemin istikrarı” açısından kritik kabul edilir; tazminat süreçleri bu nedenle olağanüstü hızla çözülür. Türkiye’de kazanın hemen ardından yapılan tazminat ödemeleri ve şirket zincirindeki muğlaklıklar, bu mantığın açık göstergesidir. Bilim insanı kayıpları sermayeye dokunmadığı sürece siyasal bir aciliyet taşımaz; fakat sermayenin zarar ihtimali devlet mekanizmasını hızla harekete geçirir. Bu asimetri, Türkiye’nin yarı-çevre ekonomisi olarak kapitalist dünya sistemine eklemlenme biçiminin bir sonucudur.

Uçağın kazadan yalnızca bir ay önce düşük sermayeli bir şirkete devredilmesi, ardından bu şirketin tazminatı alarak fiilen kazançlı çıkması, Türkiye’de ekonomik ilişkilerin şeffaflık ilkesinden ziyade güç ilişkileri üzerinden yürüdüğünün tipik bir göstergesidir. Bu tür şirket yapılarının ortaya çıkabilmesinin nedeni, devletin sermaye sınıfı ile kurduğu tarihsel bağımlılık ilişkisidir. Türkiye gibi yarı-çevre ülkelerinde devlet, kendi sermayesini yaratmaya ve onu küresel rekabete hazırlamaya çalışırken aynı zamanda bu sermaye gruplarına bağımlı hâle gelir. Bu bağımlılık, bilimsel projelere yönelik kaynak tahsisinde olduğu gibi, bilim insanlarının güvenliğinin sağlanmasında da belirleyici olur. Bilim insanının yaşamı, şirket çıkarlarının karşısında ikincil bir yerde konumlanır. Bu nedenle Metin Arık’ın devletin kendisinin yanında değil, iş insanlarının yanında durduğuna dair gözlemi, Türkiye’de uzun süredir süregelen sınıfsal eğilimlerle tamamen uyumludur.

Tazminat zincirinin yarattığı soru işaretleri dışında, kazayı izleyen süreçte bürokratik davranış biçimleri de benzer bir sınıfsal karakter taşımıştır. Mustafa Dönmez’in iddiasına göre dosyayı kapatan savcının hızla kariyerinin ilerlemesi, devlet içi ilişkilerin liyakatten çok sadakat ve uyum esasına göre şekillendiğini düşündürmüştür. Bu durum, yalnızca adalet mekanizmasının zayıflığına değil, aynı zamanda Türkiye’nin NATO gibi uluslararası yapılara bağımlı güvenlik rejimlerinin yarattığı politik atmosfere işaret eder. NATO’nun çevre ve yarı-çevre ülkelerdeki yapısal etkisi, yalnızca askeri alanla sınırlı değildir; güvenlik söylemi tüm devlet aygıtını kuşattığı için hukuk, bürokrasi ve teknoloji politikası da bu söylemin bir uzantısı hâline gelir. NATO’nun Türkiye’deki varlığı, bilimsel projelerin yönünün belirlenmesinde veya bilim insanlarının hangi alanlarda çalışabileceği konusundaki üstü kapalı sınırların oluşmasında dolaylı bir etki yaratır. Bu nedenle sosyalist analizler, NATO’nun yarı-çevre ülkelerde bilimsel kapasiteyi geliştirmeye değil, kontrol etmeye yönelik bir işlev üstlendiğini savunur.

Tüm Reklamları Kapat

Isparta kazasını çevreleyen tazminat ilişkileri ile NATO’nun Türkiye üzerindeki yapısal etkisi arasındaki bağ tam da burada ortaya çıkar: NATO, bilimsel alanı güvenlik paradigması içinde yeniden tanımlarken, kapitalist devlet sermayeyi korumayı birincil görev kabul eder. Bu durumda bilim insanları, hem ulus ötesi güvenlik çıkarlarının hem de ulusal sermaye gruplarının arasında sıkışan, hiçbir mekanizma tarafından tam olarak korunmayan bir toplumsal kategoriye dönüşür. Kazanın ardından bilim insanlarının değil şirketlerin korunması, devletin NATO’ya bağımlı bir güvenlik sistemine entegre olmuş bir yarı-çevre ülkesi olarak bilimsel özerkliği savunacak güç ve iradeye sahip olmadığını gösterir. Bu tablo, Türkiye’nin NATO içinde yer aldığı sürece bilimsel egemenliğini kuramayacağı yönündeki fikri yalnızca ideolojik bir eleştiri olmaktan çıkarıp, somut olaylarla doğrulanan yapısal bir gerçeklik hâline getirir.

Sonuç olarak, tazminat zinciri ve şirket ilişkileri, Türkiye’de bilim insanlarının neden korunamadığını açıklayan yüzeysel bir ayrıntı değil, kapitalist devlet yapısının ve NATO eksenli güvenlik rejiminin bilime ilişkin öncelik sıralamasını gösteren önemli bir göstergedir. Isparta kazasının ardındaki ekonomik ve bürokratik süreçler, Türkiye’nin bilimsel geleceğinin sermaye çıkarlarına ve ulus ötesi askeri ittifaklara bağımlı olduğu sürece güvende olmayacağını göstermektedir. Bu nedenle kazanın yarattığı toplumsal travma yalnızca bir bilim insanı kaybı değil, bilimsel egemenliğin emperyal bağlamda nasıl çözüldüğünü gösteren tarihsel bir kırılmadır.

Soruşturma Süreci, Devletin Konumlanışı ve Bilimsel Hakikatin NATO Gölgesinde Bastırılması

Isparta uçak kazasının ardından yürütülen soruşturma süreci, Türkiye’de devletin bilim insanlarına yaklaşımının ve uluslararası ittifaklara bağımlılığının ne düzeyde belirleyici olduğunu gösteren kritik bir alan hâline gelmiştir. Kazanın ardından kamuoyuna yansıyan bilgiler, yalnızca teknik bir incelemeden ibaret olmayan; aksine siyasi güç ilişkilerinin, bürokratik hiyerarşilerin ve ulusötesi güvenlik ağlarının etkin olduğu bir soruşturma atmosferini işaret etmektedir. Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve bürokratik şeffaflık konusundaki tarihsel sorunlar düşünüldüğünde, bu olayda yaşananlar sosyalist analiz bakımından şaşırtıcı değildir: Bilim insanlarının ölümü karşısında devletin aldığı pozisyon, sermaye çıkarlarının, bürokratik sadakat ilişkilerinin ve NATO’nun gölgesinin çok daha güçlü olduğunu göstermektedir.

Tüm Reklamları Kapat

Soruşturmayı yürüten savcının dosyayı kapatmasının ardından hızla kariyer basamaklarını tırmandığına dair iddialar, devlet içi atamaların liyakat ilkesine değil, siyasal uyum ve güvenlik bürokrasisinin beklentilerine göre şekillendiğini düşündürmektedir. Bu tip örnekler, Türkiye gibi yarı-çevre ülkelerde devlet aygıtının iktidar-bloklarının çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini, sınıf temelli bir yaklaşım içinde sermayeyi koruyan bir refleksle konumlandığını ortaya koyar. Bilim insanları ise bu yapının içinde herhangi bir politik değer taşımayan, karar alma mekanizmalarında karşılığı olmayan, dolayısıyla kolayca göz ardı edilebilir bir toplumsal kategoriye indirgenir. Soruşturma sürecinin bilim insanı kayıpları etrafında derinleştirilmemesi, bilimin bu devlet yapısı içinde “koruma altına alınması gereken stratejik bir değer” olarak görülmediğini açıkça göstermektedir.

Süreçte en çarpıcı iddialardan biri, Wikileaks belgelerinde yer aldığı söylenen ve dönemin Sivil Havacılık Genel Müdürü’nün ABD Büyükelçisi ile yaptığı görüşmeye ilişkin ifadelerdir. Buna göre Türkiye, kazaya ilişkin soruşturmada ABD’den teknik yardım almış; ancak bu yardımın kamuoyundan gizlenmesi talep edilmiştir. Belgenin doğrulanıp doğrulanmaması bu bağlamda tali bir meseledir; asıl önemli olan Türkiye’de toplumun ve akademinin önemli bir kesiminin bu tür iddiaları inandırıcı bulmasıdır. Bu durum, devletin dış politikadaki yapısal bağımlılığının içeride güvenlik ve adalet süreçlerini nasıl etkilediğini gösteren önemli bir göstergedir. NATO üyeliğinin Türkiye’yi hem askeri hem de teknik alanlarda ABD’ye bağımlı hâle getirmiş olması, ulusal güvenlik meselelerinin ulus ötesi diplomatik dengelerle iç içe geçmesine yol açmış; bu da bilim insanlarının ölümü gibi kritik bir olayı bile şeffaf biçimde soruşturmayı zorlaştırmıştır.

Sosyalist bir perspektiften bakıldığında, bu soruşturmanın seyri NATO’nun yarı-çevre ülkeler üzerindeki hegemonik etkisinin somut bir yansımasıdır. NATO, yalnızca askeri strateji alanında değil, aynı zamanda bilgi akışı, teknik kapasite, uzmanlık mekanizmaları ve güvenlik bürokrasisi üzerinden üyeleri üzerinde dolaylı bir denetim kurar. Türkiye gibi bağımlı ülkelerde bu denetim daha görünürdür çünkü devlet kapasitesi zayıftır; teknik uzmanlık eksiktir; ülke içindeki bürokratik kadrolar uluslararası kuruluşlara bağımlı olmayı zorunlu bir “işbirliği” olarak görür. Böyle bir yapıda bilimsel soruşturmaların bağımsız yürütülmesi neredeyse imkânsızdır. Bilim insanlarının ölümü, NATO’nun belirlediği geniş güvenlik paradigmasının içinde kaybolur; ulusal hakikat arayışı uluslararası dengelere çarparak geri döner.

Türkiye’nin NATO’daki konumu, ülkenin kendi bilimsel kapasitesini bağımsız biçimde inşa etmesini zorlaştıran yapısal bir ilişki biçimi yaratmıştır. NATO eksenli güvenlik devleti, bilimsel meseleleri bile güvenlik çerçevesinde ele alır; ancak bu güvenlik ulusun değil, emperyal merkezin güvenliğidir. Bu nedenle bilim insanlarının ölümü gibi kritik olaylarda bile soruşturma devlet adına değil, devletin bağlı olduğu uluslararası güç ilişkileri adına şekillenir. Bilimin çıkarları, sermaye sınıfının çıkarlarının ve ulusötesi askeri ilişkilerin gerisinde konumlanır. Bu nedenle Türkiye’nin bilim insanlarını koruyamaması, salt bir yönetim zaafı değil; NATO’ya bağımlı bir yarı-çevre ülke olmanın yapısal sonucudur.

Tüm Reklamları Kapat

Agora Bilim Pazarı
Gorgosaurus 3 Boyutlu Tablo

Gorgo sözcüğü Antik Yunanca korkunç anlamına gelirken; Sauros sözcüğü kertenkele anlamındadır.

Bu etkileyici canlılar Geç Kretase döneminde(75-71 milyon yıl önce) dünya’da yaşadılar ve fosil kalıntıları 1913 yılında Berry Creek’in 6 km güneyinde Alberta’da bulundu.Düzinelerce keskin, tırtıklı dişlerle donanmış ve toplam uzunluğu ortalama 2,5 metre olan bu Teropod cinsi dinozor,yırtıcı ve çevik bir avcıydı.

Yetişkin bir Gorgosaurus fosilinin iskeleti baz alınıp kil kullanılarak tasarlanan heykel çalışmasıdır.

%100 El Yapımıdır. Gorgosaurus iskeletenin ölçüleri baz alınarak tasarlanmıştır.Polyester, resin ve plastik kullanılmadan üretilmiştir.

Malzeme: Kil, Siyah Ahşap Çerçeve

Ürün Boyutları: 40cm x 3cm x 30cm

Not:Kişiye özel üretim yapıldığı için siparişiniz sonrasında heykel en geç 10 iş günü içerisinde kargoya verilecektir.

Ürün Boyutları: 30cm x 40cm

Devamını Göster
₺8,000.00
Gorgosaurus 3 Boyutlu Tablo

Devletin bu süreçte takındığı tutum, bilimsel hakikat arayışının sistematik biçimde bastırıldığını ve bu bastırmanın kapitalist devlet yapısı ile uluslararası askeri ittifakların ortak mantığından beslendiğini gösterir. Isparta kazasının akıbeti, Türkiye’nin emperyalizme bağımlı güvenlik rejimi altında bilimsel egemenlik kuramayacağını; bilim insanlarının ancak anti-emperyalist ve bağımsız bir politik yönelim içinde korunabileceğini ortaya koyan tarihsel bir örnektir.

Türkiye’nin Bilimsel Güvenlik Açığını Derinleştiren Yapısal Faktörler ve NATO’nun İdeolojik Baskı Rejimi

Türkiye’nin bilim insanlarını koruyamamasının ardında yatan en temel neden, devletin bilimsel alanı bağımsız bir stratejik değer olarak değil, NATO merkezli güvenlik paradigmasının alt bir fonksiyonu olarak görmesidir. Bu bakış açısı, yalnızca savunma politikalarını değil; üniversiteleri, araştırma kurumlarını, bilimsel fonlama mekanizmalarını ve soruşturma süreçlerini belirleyen geniş bir ideolojik çerçeve yaratır. Türkiye’nin bilimsel güvenlik açığının temelinde de bu ideolojik çerçeve yer alır. Bilimsel özerklik, demokratik derinlik ve kamusal şeffaflık, NATO’nun dayattığı güvenlik rejimi altında giderek erozyona uğrar; bilim insanları hem politik hem bürokratik hem de ulus ötesi baskıların kesiştiği bir kırılganlık alanına itilmiştir.

Türkiye’de kurumsal kırılganlığın kökeni neoliberal dönüşüm süreçlerinde aranmalıdır. 1980 sonrası dönemde devletin bilim politikası, kamusal yararı önceleyen bir perspektiften uzaklaşarak, piyasaya uyumlu, dışa bağımlı ve özel sektör çıkarlarını merkeze alan bir yapıya evrilmiştir. Bu yapı, bilim insanlarının üretim koşullarını doğrudan etkilemiş, üniversiteleri şirket ortaklıklarının uzantılarına dönüştürmüş, bilimsel araştırmayı ekonomik rant, dış fon ve stratejik işbirliği ağlarının bir bileşeni hâline getirmiştir. Bu dönüşüm, bilimsel bilgi üretimini de sermaye ve güvenlik aygıtlarının çıkarlarına tabi kılmıştır. Böyle bir düzende, bilim insanının korunması devlete içkin bir sorumluluk olmaktan çıkar; bilimin korunması, ancak dış ittifakların, özel sektörün ve güvenlik kurumlarının çıkarlarına uyduğu sürece mümkün olur. Isparta kazası gibi olaylarda ortaya çıkan kayıtsızlık, aslında bu yapısal dönüşümün somut bir sonucudur.

Türkiye’nin kendi bürokratik kapasitesinin zayıflığı, NATO’nun hegemonik etkisini daha da pekiştiren bir faktördür. Yarı-çevre ülkelerinde bilimsel üretim, sık sık siyasi iktidarların, güvenlik bürokrasisinin ve sermaye gruplarının müdahalesine açık hâle gelir. Akademik özgürlüğün kurumsal temelleri zayıf olduğunda bilim insanları, ürettikleri bilginin politik sonuçları nedeniyle hedef hâline gelebilir. Bu tür ortamlar, NATO’nun güvenlikleştirme söylemini daha etkili kılar. NATO, kendisini “müttefik ülkeleri koruyan” bir örgüt olarak sunarken, pratikte bilimsel ve teknik alanlarda üye ülkelerin bağımsız hareket etme kapasitesini kısıtlayan bir çerçeve oluşturur. Bu çerçeve Türkiye gibi bağımlı ülkelerde soruşturma süreçlerini bile şekillendirir; kritik olayların siyasal sonuçları, ulus ötesi ittifak ilişkilerinin hassasiyetine göre belirlenir.

Türkiye’deki bilimsel güvenlik açığının bir diğer boyutu, devlet–sermaye ilişkisinin yapısal niteliğidir. Kazada görüldüğü gibi, devletin refleksi bilim insanlarını değil, ekonomik çıkarları korumaya yönelmiştir. Bu sadece tekil bir olayın ürünü değil; neoliberal devlet modelinin doğrudan bir sonucudur. Bilim insanlarının korunması, bu modelde maliyetli ve getirisi düşük bir kamusal eylem olarak değerlendirilir. Buna karşılık özel şirketlerin zarar görmesi, devlet tarafından sistemin “istikrarı” açısından kritik sayılır. Bu sınıfsal öncelik, soruşturma süreçlerine de yansır: Bilimsel hakikat arayışı, sermaye ilişkilerini tehdit ettiği noktada bastırılır; devletin söylemi soruşturmayı derinleştirmekten ziyade yatıştırmaya yönelir.

Bütün bu faktörler, Türkiye’nin NATO’ya bağımlığında somutlaşan emperyal bağlamdan ayrı düşünülemez. NATO, askeri görünümü altında aslında bilgi akışını, teknolojik yönelimleri ve stratejik projelerin sınırlarını belirleyen bir ideolojik aygıt işlevi görür. Bilimsel üretimin bağımsızlığı, NATO’nun güvenlik anlayışıyla yapısal olarak çelişir. NATO, üye ülkelerin stratejik alanlarda kendine rakip olmasını istemez; bu nedenle bilimsel kalkınma belirli sınırların dışına taşındığında “güvenlik riski” olarak kodlanır. Türkiye’nin kritik bilim insanlarını koruyamaması da bu bağlamda anlaşılmalıdır: Bilim insanları, NATO tarafından çizilmiş sınırların aşılmasında potansiyel “tehdit üreticisi” olarak görülür; devlet ise bu algıyı çoğu zaman içselleştirmiştir.

Sonuç olarak Türkiye’de bilimsel güvenlik açığı, bireysel ihmal veya basit bürokratik hatalardan değil; NATO’nun bilgi üzerindeki hegemonik rolü, devletin sermayeye bağımlılığı, akademik kurumların özerklik kaybı ve bilimsel emeğin sistem içinde değersizleştirilmesi gibi yapısal faktörlerden kaynaklanmaktadır. Isparta kazasının ardından yaşananlar, Türkiye’nin bilimsel egemenliğini kaybetmiş bir yarı-çevre ülkesi olarak ulusötesi güç ilişkilerinin belirlediği bir konumda olduğunu göstermiş; bilim insanlarının neden korunamadığına dair sorunun yanıtını bu yapısal çerçevede açığa çıkarmıştır. NATO’nun gölgesi altında bilim üretilemeyeceği yönündeki sosyalist eleştirinin doğruluğu, bu olayla birlikte yalnızca ideolojik değil, somut ve tarihsel bir gerçeklik hâline gelmiştir.

Bilim İnsanları Üzerindeki Psikolojik Baskı, Otosansür ve NATO’nun Yarattığı Yapısal Korku Rejimi

Türkiye’de bilim insanlarının karşı karşıya kaldığı en derin ve görünmez sorunlardan biri, fiziksel güvenlik kadar belirleyici olan psikolojik baskı ortamıdır. Isparta kazası gibi olayların ardından soruşturma süreçlerinin karanlıkta kalması, devlet kurumlarının tutarsız davranması ve ulusötesi güçlerle kurulan ilişkilerin kapalı kapılar ardında yürütülmesi, bilim insanı üzerinde süreğen bir belirsizlik duygusu yaratır. Bu belirsizlik, yalnızca bireysel bir kaygı değil; sistematik bir baskı rejiminin, yani NATO eksenli güvenlik paradigmasının ürettiği yapısal bir sonuçtur. Bilim insanı bu atmosferde neyin “bilimsel risk”, neyin “siyasal risk”, neyin “güvenlik tehdidi” olarak görüldüğünü kestiremez hâle gelir. Bilimsel üretimin kendisi bile bir tür siyasi mayın tarlasına dönüşür.

Türkiye’de akademik özgürlüğün zaten kırılgan oluşu, bu baskıyı daha da yoğunlaştırmaktadır. Üniversitelerin özerklikten uzaklaşması, rektör atamalarının siyasal sadakat üzerinden belirlenmesi, disiplin süreçlerinin politik çıkarlarla uyumlu şekilde yürütülmesi ve bilimsel projelere yönelik fon mekanizmalarının devletin önceliklerine göre yönlendirilmesi, bilim insanlarının çalışma alanlarını daraltmaktadır. Bu daralma, açık bir yasaklama ya da resmi baskıdan çok daha etkili bir kontrol mekanizması yaratır: otosansür. Bilim insanı kendi kendini sansürlediğinde, devlete ya da NATO’ya bağlı mekanizmaların açık baskı uygulamasına gerek kalmaz; sistem kendi mantığını bilim insanının zihnine yerleştirir. Bu durum, Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramında tanımladığı gibi, iktidarın zor kullanmadan zihinleri şekillendirdiği bir ideolojik alan yaratır.

NATO, Türkiye’deki bu ideolojik alanın biçimlenmesinde belirleyici bir aktördür. NATO, bilimsel alanı doğrudan kontrol etmese bile, güvenlik rejiminin çerçevesini belirleyerek neyin “sorun”, neyin “tehdit”, neyin “potansiyel risk” olarak kodlandığını belirler. Bilimsel çalışmalar, özellikle enerji, savunma teknolojileri, malzeme bilimi, nükleer fizik, iletişim altyapısı ve dijital güvenlik gibi alanlarda, NATO’nun belirlediği sınırlar içinde tutulmak zorundadır. NATO, çevre ve yarı-çevre ülkelerde bilimsel projelerin hangi hızda, hangi kapsamda ve hangi iş birlikleriyle yürütülebileceğine dair görünmez bir çerçeve koyar. Bu çerçevenin dışına çıkan bilimsel girişimler, çoğu zaman “ulusal güvenlik” etiketiyle engellenir ya da yavaşlatılır. Avrupa ve Amerikan askeri araştırma ağlarıyla rekabet edebilecek bağımsız projeler, çoğu zaman fon, lojistik ve kurumsal destek bulamaz.

Tüm Reklamları Kapat

Bu nedenle Türkiye’de bilim insanları yalnızca devletin politik baskılarından değil, aynı zamanda NATO’nun şekillendirdiği ulusötesi güç ilişkilerinin yarattığı bir belirsizlikten korkar hâle gelir. Bilimsel ilerleme artık sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda jeopolitik bir risk alanıdır. Bilim insanının zihninde şu sorular yer eder: “Bu araştırmayı sürdürürsem uluslararası baskı gelir mi? Bu projede ısrar edersem soruşturma açılır mı? Yurt dışı iş birliği yanlış anlaşılır mı? Ürettiğim bilgi kimi rahatsız eder?” İşte bu soruların her biri, bilimsel merakı siyasal korkuya dönüştüren bir zihinsel kuşatma yaratır.

Isparta kazasının ardından oluşan atmosfer, bu kuşatmanın en çarpıcı örneklerinden biridir. Bilim insanları, Engin Arık ve ekibinin kaybının sıradan bir kaza mı yoksa politik bir müdahale mi olduğu konusunda belirsizlik içinde bırakılmıştır. Belirsizlik, baskının en etkili biçimidir çünkü öznesini edilgenleşmeye zorlar. Devletin kazaya ilişkin tutarsız tutumu, soruşturmanın aniden kapatılması, şirket ilişkilerindeki şeffaflık eksikliği ve Wikileaks iddialarının ortaya çıkması, bilim insanlarının sistem içindeki güvencesizliğini derinleştirmiştir. Bu güvencesizlik, metaforik değil, gerçek anlamda politik bir korkudur: “Devlet beni değil, sermayeyi ve uluslararası ilişki ağlarını korur; benim güvenliğim ikincildir.” Bu farkındalık, bilim insanının üretim alanından kendi kendini çekmesine, potansiyel risk taşıyan projelere girmemesine ve en nihayetinde bilimsel ilerlemenin yavaşlamasına neden olur.

Bu psikolojik baskı rejimi, yalnızca bireylerin kaygısı olarak değil, toplumsal bir gerçeklik olarak ele alınmalıdır. NATO’nun güvenlik paradigması Türkiye’de yalnızca askeri alanı değil, zihinsel alanı da kolonize etmiştir. Ülke içindeki bilimsel atmosfer, ulusötesi tedarik zincirlerine, dış politik baskılara ve NATO’nun bilgi rejiminin çizdiği sınırlara göre kurulmaktadır. Bu nedenle bilim insanlarının maruz kaldığı korku bireysel bir duygu değil, sistematik bir hegemonyanın sonucudur. Devlet ise bu hegemonyayı sorgulamak yerine, bilim insanını açıkça yalnız bırakarak NATO’nun dayattığı korku düzenini içselleştirmiştir.

Sonuç olarak Türkiye’de bilim insanlarının yaşadığı psikolojik baskı, yalnızca otoriterleşen bir devletin ürünü değil; aynı zamanda NATO’nun bilgi, güvenlik ve siyaset alanlarını kuşatan hegemonik yapısının doğrudan sonucudur. Bu yapıda bilim insanı, ne devlet tarafından korunur ne de uluslararası kurumlar tarafından desteklenir. Tam tersine, iki güç alanının arasında sıkışmış bir “risk üreticisi” olarak görülür. Türkiye’nin bilimsel geleceğinin güvende olabilmesi için yalnızca kurumsal reformlar değil; NATO’nun yarattığı bu korku rejiminden epistemik kopuş da gereklidir.

Okundu Olarak İşaretle
1
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Raporla
Mantık Hatası Bildir
Yukarı Zıpla
Bu Blog Yazısı Sana Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 1
  • Tebrikler! 1
  • Bilim Budur! 1
  • Merak Uyandırıcı! 1
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Umut Verici! 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Kaynaklar ve İleri Okuma
  • ^ Şevket Avcıoğlu. (2011). Immanuel Wallerstein’in Dünya Sistemi, Jeopolitik Ve Jeokültür Kurami. Dergi Park. doi: 10.3934934:4. | Arşiv Bağlantısı
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 17/11/2025 23:38:54 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21818

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?
Gündem
Bağlantı
Ekle
Soru Sor
Stiller
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Size Özel
Makaleler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Geçmiş ve Notlar
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
İşaretle
Göz Attım
Site Ayarları

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.

[Site ayalarına git...]
Bu Yazıdaki Hareketleri
Daha Fazla göster
Tüm Okuma Geçmişin
Daha Fazla göster
0/10000
Kaydet
Keşfet
Ara
Yakında
Sohbet
Agora

Bize Ulaşın

ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close