Prometheus’un Gölgesinde: Bilim İlerler, İnsan Yanarken
Fizik Bir Bilim Değil, Yüktür

- Blog Yazısı
"Prometheus’un cezası bireyseldi. Bugünse, ceza kolektiftir. Çünkü artık ateşi tek bir kişi taşımıyor. Hepimiz o ateşe bakıyoruz. Ve belki de, hepimiz onunla yanıyoruz."
Fizik, sadece doğayı açıklamakla yetinmez; aslında insanın doğaya karşı koyma isteğinin bir yansımasıdır. Prometheus’un insanlığa sunduğu o ilk ateş hâlâ yanıyor. Fakat bu ateş artık sadece ısıtmıyor.
Yoruyor.
Yakıyor.
Parçalıyor.
İnsanlık, bilgiyi tutkuyla istedi. Ama bu bilginin ağırlığını ne kadar taşıyabileceğini hiç düşünmedi. Bugün fizik, yalnızca bilimsel bir uğraş değil; varoluşun kendisine yüklediğimiz bir anlam, bir yük haline geldi. Ve bu yük, yüzyıllardır Prometheus’un zincirlerinde asılı durmaya devam ediyor.
“Beni tanrılar cezalandırmadı. Beni siz cezalandırdınız.”
Bir zamanlar bir tanrı, ateşi çaldı ve insanlara sundu. O kıvılcım yalnızca soğuktan donmuş bedenleri değil, durağan bir evreni de ısıttı. Prometheus’un hediyesi sadece sıcaklık değildi; evrenin yasalarını kökten dönüştürebilecek bir bilgiydi. Bugün fizik dediğimiz şey, o kıvılcımın ardından binlerce yıldır yürüyen insanlığın öyküsüdür. Ve her yeni keşif, o ateşi biraz daha büyütmektir.
Fizik tarihi, bir anlamda, Prometheus’un yaktığı ateşin modern laboratuvarlara, parçacık hızlandırıcılara, teleskoplara ve algoritmalara dönüşen bir yangına evrilmesidir. Bu yazı, o yangının detaylı bir haritasıdır.
I. Termodinamiğin İsyanı: Evrenin Kalbinde Yanan Ateş
Fiziğin sahneye ilk büyük çıkışı, insanın doğayı yalnızca izlemekle yetinmediği, ona müdahale etmeye başladığı anda gerçekleşti: Termodinamik. Sanayi Devrimi’nin pratik ihtiyaçları bu alanın filizlenmesini sağladı. Ancak termodinamik, sadece buhar makinelerini geliştirmekle kalmadı; aynı zamanda fizikçilerin zaman, enerji ve düzen üzerine felsefi sorular sormasına da yol açtı.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Isı, yüzyıllar boyunca doğanın temel güçlerinden biri olarak kabul edildi, ama onu fiziksel yasalarla tanımlamak 19. yüzyıla kadar mümkün olmadı. Sadi Carnot’nun “ısı makineleri” üzerine düşünceleri, enerjinin bir yerden başka bir yere aktarılabileceğini anlamaya yönelik ilk büyük adımdı. Ardından gelen Clausius, enerjinin korunumu ilkesini ortaya koydu ve entropi kavramını tanımladı: Her kapalı sistem zamanla daha az düzenli hale gelir. Bu fikir yalnızca mühendislik için değil, evrenin yapısını anlamaya çalışan kozmoloji için de temel bir kavrayış sundu.
Termodinamik yasaları yalnızca makinelerle ilgili değildir. Onlar aynı zamanda evrenin yönünü belirler. Geriye döndürülemezlik ilkesi, zamanın doğasını sorgulamaya itmiştir insanı. Neden zaman ileri akar da geri akmaz? Entropi, zamanın okudur. Bu nedenle termodinamik, yalnızca fiziksel değil, varoluşsal bir yasalar sistemidir.
Prometheus’un çaldığı ilk ateş tam da burada ortaya çıkar: İnsan artık doğayı dönüştürebilen bir varlıktır. Ancak bu yeti, ona aynı zamanda doğanın sonunu da önceden görebilecek bir farkındalık kazandırır. Evreni dev bir makine gibi tasavvur ederken, o makinenin sonsuza kadar çalışamayacağını idrak etmek, insana bilgiyle birlikte bir kader bilinci de yükler: Her şey sonunda dağılacak.[1]
II. Newtoncu Kozmosun Kurulması ve Yıkılması
Isaac Newton, doğa yasalarını tanrısal bir geometriyle formüle ettiğinde, insanlık tarihinde ilk defa evrenin işleyişi rasyonel bir açıklamaya kavuştu. Newton’un Principia Mathematica’sı, evrenin tüm hareketlerini üç yasa ve evrensel çekim yasası ile açıklayabileceğimizi iddia ediyordu. Bu öylesine güçlü bir paradigma oldu ki, 19. yüzyıl boyunca fiziğe dair tüm çalışmalar, Newton’un çizdiği bu çerçevede yürüdü.
Bu dönem, fizikçilerin evreni bir saat gibi görmeye başladığı dönemdir. Her parçacığın konumu ve hızı bilinirse, geçmişi ve geleceği kesin olarak belirlemek mümkündür. Bu tür bir determinizm, bilginin Tanrı’nın yerine geçtiği fikrini doğurur. Artık her şey ölçülebilir, her şey tahmin edilebilir, her şey hesaplanabilirdi. Prometheus’un armağanı, bir evreni düzenli çalıştıran kusursuz saatler hâline gelmişti.
Ancak bu sistem, bazı deneylerle sarsılmaya başladı. Michelson-Morley deneyleri, ışığın eter içinde yayılması varsayımını çürüttü. Elektromanyetik alanların doğası Newtoncu mekaniğin sınırlarını zorluyordu. Bu çatlaklar, yeni bir devrimin habercisiydi: Görelilik teorisi.
III. Görelilik: Zamanın Bile Göreli Olduğu Bir Dünya
Albert Einstein’ın özel ve genel görelilik teorileri, Newtoncu kozmosu paramparça etti. Öncelikle zaman ve mekânın mutlak olduğu fikri yerle bir edildi. Işığın hızı sabitti, ama zaman ve mekân bu hız karşısında bükülebiliyordu. Zaman, artık tüm evren için ortak bir saat değildi; her gözlemciye göre değişebiliyordu.
Einstein’ın kütle-enerji eşdeğerliği formülü, kütlenin saf enerjiye dönüşebileceğini öne sürdü. Bu yalnızca teorik bir devrim değildi. Nükleer enerjinin ve dolayısıyla atom bombasının yolu da bu eşitlikten geçiyordu. Bilginin doğrudan maddeyi dönüştürebildiği bir evrende, artık fizik yalnızca anlamak için değil, müdahale etmek için de vardı.[3]
Görelilik, insanın evrendeki yerini de yeniden tanımladı. Uzay düz değildir. Kütle, uzayı büker. Işık bile bu eğrilikten etkilenir. Yani evrenin dokusu, bilgiyle bükülebilir hâle gelmiştir. Prometheus’un getirdiği ateş, bu noktada zamanın kendisini eritmeye başlamıştır. Artık yalnızca nesneler değil; onların içinden geçen zaman da insan bilgisine tabidir.
Bu bilgi, büyük sorumlulukları beraberinde getiriyordu. Einstein, teorilerinin Hiroşima ve Nagazaki’ye giden yolu açtığını görüp ömrü boyunca pişmanlık duydu. Prometheus gibi, verdiği ateşin nasıl kullanılacağını kendisi belirleyememişti. Bilgi, taşıyanın niyetiyle değil, kullananın iradesiyle hükme dönüşüyordu.
IV. Kuantum Mekaniği: Gerçekliğin Kendisi Parçalanıyor

Eğer görelilik kuramı uzay-zamanın dokusunu eğip büküyorsa, kuantum mekaniği gerçekliğin kendisini parçalarına ayırıyordu. 20. yüzyılın başında doğan bu teori, maddenin en küçük yapıtaşlarına dair tüm bildiklerimizi altüst etti. Max Planck, enerjinin sürekli değil, kesikli paketler halinde yayıldığını fark ettiğinde, klasik fiziğin süreklilik ilkesi büyük bir darbe almıştı.
Niels Bohr’un atom modeli, elektronların ancak belirli enerji düzeylerinde var olabileceğini gösterdi. Ancak asıl devrim, Heisenberg’in belirsizlik ilkesiydi: Bir parçacığın konumunu ve momentumunu aynı anda kesin olarak bilmek imkânsızdı. Üstelik gözlem yapıldığında, ölçülen sistem değişiyordu. Gerçeklik artık sabit bir dış dünya değildi; gözlemle şekillenen bir olasılıklar evreniydi.
İşte burada fizik, felsefeye en çok yaklaştığı noktaya geldi. “Gerçek nedir?” sorusu, artık sadece düşünsel bir tartışma değil, bilimsel bir problem haline gelmişti. “Ölçülmeyen bir şey gerçekten var mıdır?” diye sorarken, Schrödinger’in kedisi bu ikilemin hem ironik hem de trajik simgesi oldu. Prometheus’un ateşi burada başka bir şekle büründü: Bilgi artık açıklamakla yetinmiyordu; gerçekliği inşa etmeye başlamıştı. Gözlem, bir tür yaratım haline gelmişti.[4]
Fakat kuantum mekaniği yalnızca teorik bir çerçeve değildi; aynı zamanda yeni bir teknolojik çağın temeliydi. Lazerlerden MR cihazlarına, yarı iletkenlerden bilgisayarlara kadar pek çok modern teknolojinin arkasında bu teori vardı. Ancak beraberinde yeni sorular da getirdi. Prometheus’un hediyesi artık yalnızca aydınlatmıyordu; onun ışığında karanlık da büyüyordu.
V. Kozmoloji: Başlangıcı ve Sonu Bilmek
Fizik, mikro dünyanın derinliklerine indikten sonra yeniden gözünü makroya, evrenin büyüklüğüne çevirdi. Ama bu kez yeni bir araçla: Kozmoloji. 20. yüzyılın ortalarından itibaren, evrenin yapısı, tarihi ve kaderi üzerine bilimsel teoriler gelişti. Georges Lemaître’in Büyük Patlama hipotezi, Edwin Hubble’ın galaksilerin birbirinden uzaklaştığını gösteren gözlemleriyle doğrulandı. Artık evrenin bir başlangıcı olduğu kesindi.[5]
Kozmik mikrodalga arka plan ışıması, bu doğumun yankısı gibi hâlâ uzayda dolaşıyor. Bilim insanları artık evrenin yaşı, büyüklüğü ve bileşimi gibi temel bilgileri sayılarla ifade edebiliyor. Prometheus’un çaldığı o kıvılcım, şimdi evrenin doğduğu ana kadar ışık tutabilecek kadar güçlü.
Fakat bu büyük bilgi, insanın evrendeki yerini bambaşka bir bakış açısıyla görmesine neden oldu. Dünya artık evrenin merkezi değildi. Güneş, milyarlarca benzerinden sadece biriydi. Ve bizim galaksimiz bile kozmik ölçekte neredeyse görünmezdi. Kozmoloji, insana evrenin sırlarını sunmadı; onun ne kadar küçük ve yalnız olduğunu hatırlattı. Bilgi arttıkça yalnızlık da büyüdü.
Ve ardından şu kaçınılmaz soru geldi: Peki evrenin sonu ne olacak? Her şey yavaş yavaş donarak mı bitecek? Yoksa bir noktada her şey parçalanacak mı? Belki de evren tekrar doğacak… Bilgi, bizi başlangıca kadar götürebildi ama sonu hâlâ karanlık. İşte burada Prometheus’un ateşi bir cevaptan çok, bir soruya dönüşüyor: Bilgi bizi gerçekten kurtarabilir mi, yoksa yalnızca kaderimizi daha net görmemizi mi sağlar?
VI. Modern Fizik: Tanrıya Meydan Okumak mı, Onu Taklit Etmek mi?
Bugün fizik, artık klasik soruların çok ötesinde yol alıyor. Simülasyon teorileri, çoklu evren modelleri, holografik evren tasarımları, süpersicim kuramları… Artık fizik yalnızca doğayı anlamaya çalışmıyor; doğanın altında yatan bilginin yapısını da çözmeye uğraşıyor. Evren bir algoritma olabilir mi? Bilinç, yalnızca fiziksel bir sistemin ürünü mü? Ya evrenin kendisi sadece bir simülasyon ise?
Bu sorular, fizikçiyi önce bir rahibe, ardından bir filozofa ve sonunda bir tür yaratıcıya dönüştürüyor. Bir yanda CERN'de parçacıklar çarpıştırılıyor, diğer yanda kuantum bilgisayarlarla zamanın bükülmesi deneniyor. Prometheus’un meşalesi, artık tanrısal oyunların aracı haline geliyor.
Ve tüm bu gelişmelerin eşiğinde, fiziğin yeni sınırları sadece bilimsel değil, etik sorularla da şekilleniyor. Artık bilgi yalnızca “bilmek” değil. Onu taşıyan kişiyi değiştiriyor, güçlendiriyor ama aynı zamanda yozlaştırabiliyor da. Prometheus’un cezası bir zamanlar sadece ona aitti. Ama bugün? Ceza kolektif olabilir. Çünkü artık ateşi tek bir kişi taşımıyor.
Hepimiz o ateşe bakıyoruz.
Ve belki de... hepimiz onunla birlikte yanıyoruz.
Sonuç: Ateşin Sorumluluğu
Prometheus’un çaldığı ateş, insanlığın ellerinde bir meşaleye dönüştü: Evrenin sırlarını aydınlatan, ama aynı zamanda gölgeleri de derinleştiren bir iktidar simgesi. Fizik, başlangıçta bir merak kıvılcımıydı; şimdiyse kontrol edilemeyen bir yangın. Her keşifle büyüyen bu ateş, bize evrenin işleyişini öğrettiği kadar, bilginin yükünü de hatırlatıyor:
Isıtırken yakabilir, aydınlatırken kör edebilir, özgürleştirirken zincire vurabilir.
Tanrıların gazabından kaçan Prometheus, insanlığın kendi yarattığı kaderle yüzleştiği bir çağda bize sesleniyor: "Ateşi taşımak, onunla yanmayı göze almaktır." Bilimin sınırları genişledikçe, bu yükün ağırlığı da artıyor. Çünkü artık ateşi tek bir kişi taşımıyor; hepimiz o ateşe bakıyoruz. Ve belki de hepimiz onunla yanıyoruz.
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ S. Hawking. A Brief History Of Time. ISBN: 9783644008618. Yayınevi: Bantam.
- B. P. Abbott. (2016). Observation Of Gravitational Waves From A Binary Black Hole Merger.. Physics Review Journals. doi: 10.1103/PhysRevLett.116.061102. | Arşiv Bağlantısı
- ^ Neil Ashby, et al. (2003). Relativity In The Global Positioning System. Springer Nature Link. doi: 10.12942/lrr-2003-1. | Arşiv Bağlantısı
- ^ F. Arute. (2019). Quantum Supremacy Using A Programmable Superconducting Processor.. Nature. doi: 10.1038/s41586-019-1666-5. | Arşiv Bağlantısı
- ^ Planck Collaboration. (2021). Planck 2018 Results: Cosmological Parameters.. Cornell University. doi: 10.arXiv:1807.06209. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 27/06/2025 13:10:05 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/20905
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.