Evrimsel Beslenme: Diyet ve Tercihlerin Evrimi, İnsan Beyninin Evrimini Nasıl Tetikledi?
Homo sapiens, "Taksonomik Olarak İnsan" yazımızda da detaylarıyla ele aldığımız üzere, 275 milyon yıl kadar önce sürüngenlerden evrimleşmiş memeliler içerisinde, 47 milyon yıl kadar önce evrimleşmeye başlamış Primatlar takımı içerisinde bulunan ve son 6-7 milyon yıldır insansılar kolundan evrimleşerek günümüze gelmeyi başaran tek insan türüdür. Yani bu uzun yolculukta, ilk memelilerden günümüze kadar pek çok özellik değişmiş, bunların birikimi sayesinde önce primatlar dediğimiz iri beyinli memeliler evrimleşmeyi başarmış, bunların arasından bir kol da günümüz modern insanına doğru gitmiştir. Bu yoldaki değişimlerden başlıcaları morfolojik, anatomik, fizyolojik ve davranışsal değişimlerdir. Morfolojik değişimler insanın günümüzdeki dış görünümünün değişimini, anatomik değişimler organlarının yapısını, fizyolojik değişimler hücre, doku ve organları arasındaki ilişkileri, davranışsal değişimleri ise sosyal yapı içerisindeki etkileşimleri değiştirmiştir. Bu değişimlerin toplamı, günümüzde sadece insanı değil, her türü kendi atalarından farklılaştıran özelliklerdir. Örneğin bugün yaşayan bir tür, kendi atasından bu özelliklerin toplamı (ve hatta daha fazlası) çerçevesinde farklılaşmıştır, o ata tür ise kendisinden önceki atalardan... Bu böyle ilk canlılara kadar, cansızlıktan canlılığın evrimine kadar takip edilebilir.
İnsanın ve atalarının beslenme eğilimleri ve besinlere olan yaklaşımı da evrimsel süreçte değişmiştir. 6 milyon yıl kadar önce şempanzelerle ayrı yönlere doğru evrimleşmeye başladığımızdan beri, Thomas Hobbes'un tanımıyla "pis, zalim ve kısa" hayatlar yaşayan canlılar haline geldik (Hobbes, evrimleştiğimiz tarihi bilememiş olsa da, bu değişim tanımını Darwin'den bile 200 sene kadar önce yapabilmiş bir İngiliz filozofudur). Zekamızın evrimi pek çok şeyi iyileştirirken, bu iyileşmelerle kıyaslanmayacak miktarda fazla olan pek çok şeyi de kötüleştirdi. Ortalama ömrümüz bilim ve teknolojinin ilerlemesi ve özellikle tıp alanında yaptığımız keşifler sayesinde bundan 50.000 sene öncesine göre 3 katına kadar çıkarken; iklim, belki de canlılık tarihinde siyanobakterilerin evrimleştiği milyarlarca yıl öncesinden beridir ilk defa, tek bir tür tarafından, bu kadar köklü bir biçimde değiştirilmektedir. Dünya'nın milyarlarca yıldır süregelen doğal dengesini denklemin kendi tarafımıza düşecek şekilde değiştmeye çalışmaktayız ve bu işleri daha da karmaşık hale getiriyor. Ancak tüm bu değişimlerden yine en çok etkilenen türlerden biri yine biziz.
İnsan Diyetinin Evrimsel Geçmişi
İnsana gidecek evrimsel dal, şempanzelere gidecek evrimsel daldan ayrılmaya başladığında (6 milyon yıl kadar önce), şempanzeler ile insanların ortak ataları halen meyveler ve bitkilerle besleniyordu. Pek çok çeşit meyve, ağaç kabukları ve gövdeleri, yapraklar, bitki kökleri ve benzeri bitki parçaları diyetleri içerisinde yer alıyordu. Her ne kadar günümüzden 15-12 milyon yıl öncesinden itibaren insansı maymunların (gibonlar, goriller, orangutanlar, şempanzeler, bonobolar ve insanlar) evrimleşmesiyle et tüketimi de yavaş yavaş başlamış olsa da, meyve ve yeşillik ağırlıklı beslenme hemen hepsinde ciddi biçimde baskın olarak kaldı. İnsan kolu olan Hominidler de çok uzun bir süre bu özelliği sürdürdü.
Bitkilerden elde edilen enerji, genellikle hayvanlardan elde edilene göre oldukça düşüktür ve kısıtlıdır. Tam olarak bu sebeple otçul veya baskın olarak ot yiyen hepçil türler, bitkilerden yeterli enerjiyi alabilmek için ortalamada çok daha fazla kütlede bitkisel ürün tüketirler. Kimi otçullar, vücut ağırlarının kat kat fazlasını tüketerek gerekli besin ve enerjiyi almak zorundadır. Bize doğru evrimleşecek olan atalarımız, çok uzun yıllar hep ormanlarda yaşadı, çünkü çevre onları hiç dışarıya çıkmaya zorlamadı. Ancak zaman ilerledikçe, besin kaynaklarının azalması ve daha önemlisi, muhtemelen çevresel ve iklimsel değişimlerden ötürü insan türleri (günümüz modern insanının ataları) günümüzde Kongo ve civarında bulunan ormanlardan öncelikle doğuya, sonrasında kuzey ve güneye doğru göç etmeye başladılar. Bu da, "İnsan Zekasının Evrimi: Neden Sadece İnsanın Beyni Bu Kadar Evrimleşmiştir?" başlıklı makalemizde ele aldığımız evrimsel değişimleri tetikleyen ilk adım oldu.
Evrimsel olarak beslenme tarihimizi incelediğimizde, günümüzden 2.5 milyon yıl kadar önce, insan türlerinden biri olan Homo habilis'in ve yakın atalarının ilk defa et ağırlıklı beslenmeye başlayan bir popülasyona doğru evrimleşmeye başladığını görüyoruz. Besin kıtlığı sırasında ot bulamayan bireylerden, özellikle orman dışında yaşayıp adapte olmaya çalıştıkları savana hayatında, çevrede bolca bulunabilen ete yönelenler açlık savaşını kazanmayı başardı. Bu aslında oldukça beklenen bir sonuçtur: zira ormanların sunduğunu savanadan beklemek hata olacaktır. Hele ki Afrika'nın birkaç yüz kilometre mesafede bile tamamen değişebilen iklim ve bitki örtüsü düşünüldüğünde, canlıların göçlerinin çok daha dramatik evrimsel değişimleri getirmesi kaçınılmazdır. Ormandaki bitki bolluğundan, savananın kıtlığına düşen türümüzün ataları, bu yeni çevrenin sunabildiği besinlere adapte olmaya başlamıştır. Savanalarda, otlara göre çok daha bol miktarda et bulunur. Bitkisel besin olaraksa küçük yemişler, ufak otlar ve kimi zaman kısa ağaçlar ve meyveleri bulunabilir.
Et ağırlıklı beslenmenin evriminde, ilk etaplarda ciddi hastalıkların yaşanmış olması ve dolayısıyla türümüzün atalarının popülasyonlarının kırılmış olması muhtemeldir. Çünkü çiğ ete alışkın olmayan türlerin bedeni, etlerle taşınan mikroplara da adaptif değildir. Ancak aç kalıp ölmek ile et yiyerek sağ kalma arasındaki denge, sonunda etten yana bozulmuştur ve et yemeyi daha fazla başarabilen, bu besinlerden faydalanabilmek konusunda daha uyumlu, daha güçlü savunma sistemlerine ve eti daha kolay kabul edebilen genlere (ve dolayısıyla bünyelere) sahip bireyler hayatta kalarak daha fazla üreyebilmişlerdir. Bunun mümkün olabilmesinin sebebi, bireylerin genetik ve çevresel etkiler altında varyasyonlara sahip olmasıdır: Atalarımızın kimi, alışık olmasa da et yemekten iğrenmezken, kimi bundan tiksinmiş ve uzak durmuş olabilir. Kiminin doğumundan berigelen beslenme tipinden ötürü midesinde yaşayan bakterilerin çeşidi ve sayısı, diğerlerinden farklı olabilir. Kiminin genetik çeşitliliğinden ötürü barındırabileceği bakterilerin veya vücudunun savunma sisteminin yapısı diğerlerinden farklıdır. Aynı tür içerisinde bile bireyler arasında bu şekilde milyonlarca varyasyon bulunmaktadır. Bu, seçilimin et yemeyi başarabilenlerden yöne bozulmasını sağlamıştır.
Bu konuda giderek artan veriler, aslında primatların zaten son 45 milyon yıla yakın bir süredir hepçil, yani hem et hem de ot yiyebilen bir bünyeye sahip olduklarını; ancak çoğu primat türünün özellikle bol olarak erişebildiği bitkisel ürünleri baskın olarak tüketebilecek bir biçimde adapte olduğunu göstermektedir. Bunun en güzel örnekleri, ciddi bir baskınlıkla ot tüketen yakın kuzenlerimizin (şempanzeler, goriller ve orangutanlar), yeri geldiğinde diğer primatları ve küçük kemirgenleri avlayarak yemeleridir. Bünyeleri bu durumda herhangi bir zarar görmemekte, sindirimde herhangi bir sorun yaşamamaktadır. Ancak bu canlıların yaşam alanlarında her zaman bitki temelli besinlere erişim çok daha kolay ve yaygın olduğundan (en azından şimdilik), bizim atalarımızın savanaya çıktıklarında karşılaştıkları ölümcül seçilim baskısını asla maruz kalmamış, dolayısıyla et temelli bir hepçil diyete asla ihtiyaç duymamışlardır.
Atalarımızın et yemeye başlamayla birlikte, insanın beyin kapasitesi de evrimsel açıdan oldukça hızlı bir şekilde büyümeye başlamıştır. Bunun sebebi, az miktar bir etten bile alınabilecek bol enerji ve proteinin beynin büyümesi için gerekli olan her şeyi sağlıyor olmasıdır. Çünkü Sinirbilim yazı dizimizden de görebileceğiniz gibi, beyin vücudumuzdaki en masraflı, en çok enerji harcayan organıdır (tüm enerjimizin %20'sini beyin tek başına tüketir; halbuki beyin, vücudumuzun sadece %2'sini oluşturur). Türümüzün evrim sürecinde, beynimizin enerji ihtiyacını karşılamak sadece ot temelli bir beslenmeyle başarılabilecek, en azından evrimsel süreçte ve uzun vadede sürdürülebilecek bir durum değildi. Elbette bireysel tüketim söz konusu olduğunda, üzerimizde eskisi gibi seçilim baskısı olmadığı için ot temelli bir beslenme ile hayatta kalınabilir. Ancak vahşi hayatta olduğumuz dönemde evrimsel olarak tek güçlü silahımız olan beynimizin enerjiye ihtiyacı vardı ve bunu edinmenin tek yolu et tüketmekti.
Bu sebeple, diğer hayvanların beyinleri (ve ot temelli beslenen atalarımızın beyinleri) insana göre çok daha küçük kalmış ve büyümesi yönünde bir seçilim baskısı olsa da, bu büyüme gerçekleşememiştir. Yukarıda, insanın zekasının evrimiyle ilgili verdiğimiz makalemizde, beynin bizde olduğu gibi büyüme yönünde evrimleşmesi için sağlanması gereken koşullardan bahsetmiştik; bu makaleyi okumanızı önemle tavsiye ederiz. Bunun haricinde ot temelli beslenme ne kadar sınırlanırsa (sadece yaprak yemek gibi), canlının enerji üretimi de o kadar kısıtlanır. Otçul diyetin doruk noktası olan tembel hayvanlar, sadece bitki yaprakları ile beslenirler. Ancak bu, onlara o kadar az bir enerji verir ki, diyetlerinin değişmesi yerine, fizyolojik faaliyetleri ve yaşam biçimleri değişmiş ve evrimleşmiştir. Tembel hayvanlar, ortalama olarak en fazla saniyede 6 santimetrelik bir hareket hızına erişebilirler. Bu, 1 metre uzağınızdaki bir masadaki bardağa, normalde 1 saniyeden daha kısa sürede erişebilecekken, 15-16 saniyede ulaşabilmeniz demektir. İşte bu yüzden isimleri "tembel" hayvandır. Ancak hızlanmak yerine, çok yükseklere tırmanabilme yetenekleri sayesinde, hayatta kalmayı başarmış ve hızlanmaya yönelik bir evrim geçirmemişlerdir. Bu, tabii ki apayrı bir konudur.
Burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta, otçulların hepsinin çok yavaş olmak zorunda olmadığıdır. Örneğin geyikler ve ceylanlar, çok seri bir şekilde hareket edebilirler, dünyanın en hızlı koşucusu olan çitaları bile kıvraklıkları sayesinde atlatabilirler. Dolayısıyla ne tür bir evrimsel geçmişe ve ne tür adaptasyonlara sahip olunduğu da, besinlerin metabolizmanıza etkisini belirlemektedir. Bu noktada, ortalamalar ve ortalamaların verdiği bilgiler değer kazanmaktadır: ortalama olarak otçulların hareket kabiliyetleri ve zekaları, etçillere göre daha düşüktür. Ancak spesifik olarak bazı otçullar, spesifik olarak bazı etçillerden daha hızlı hareket ediyor olabilir veya daha zeki olabilir. Bu tıpkı şuna benzer: ortalama olarak siyah insanlar, beyaz insanlara göre atletizmde daha başarılıdırlar. Ancak spesifik bazı beyaz atletler, spesifik bazı siyah atletlerden daha başarılı olabilir. Ortalamalarda ise durum tam tersidir. Dünya'nın en çevik koşucusunun (çitalar) etçil bir hayvan olması, Dünya'nın en zeki canlısının (insanlar) etçil ağırlıklı bir hepçil olması, Dünya'nın en zeki ve hızlı dinozorlarının (Troodon, Deinonychus, Compsognathus ve diğerleri) etçil olması tesadüf değildir. Fakat bu demek değil ki otla beslenen canlılar hareket edemez veya zeki değildir; ortalama konusunu hatırlayınız.
Üstelik ette, yeşil bitkilere kıyasla çok daha yoğun olarak bulunan hayvansal proteinler ve daha da önemlisi vitaminler, beynimizin biyokimyasal yapısı, büyümesi, gelişmesi ve başlıca fonksiyonları için çok önemlidir. Otçul ağırlıklı diyetlerinde bunları alamayan atalarımız, et temelli beslenmeyle birlikte bunları alabilmeye başlamıştır. Elbette et yemek, beynimizin evrimleşebilmesi için tek sebep değildir, yoksa et yiyen tüm hayvanlarda beynin irileşmesini beklerdik. Bunu, az önce değindiğimiz makalemizde detaylarıyla ele aldık. Ayrıca atalarımız, günümüzdeki kadar zeki olmadığı için, zirai tekniklerden ve ürünlerden de yoksundu. Yani bu paragraflarda tartıştığımız, vejetaryenlik iyi midir, kötü müdür gibi bir konu değildir. Burada ortaya koyduğumuz, insanın et ağırlıklı diyete sahip olan bir hepçil (hem et, hem ot yiyen) olması ve beyninin evriminin en önemli unsurlarından birinin bu olmasıdır. Çünkü bu gerçek, bazı modern tartışmalarda göz ardı edilmeye veya saptırılmaya çalışılmaktadır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Ette bol miktarda protein, vitamin, mineral ve yağ asitleri bulunur. Bu sayede insanların sadece zeka gelişimi tetiklenmemiş, boyları da hızla uzamaya başlamıştır. Günümüzden 5-6 milyon yıl önce yaşayan insan türleri 1 metre civarındayken, Homo habilis'ten birkaç yüz bin yıl sonra evrimleşen Homo ergaster'in çocuk yaştaki boyu 1.8 metrenin üzerine çıkabilmiştir. Günümüzde ise bilindiği gibi ergenlik sonunda ulaşılan boy 1.8 metre civarındadır. Yani Homo ergaster kadar hızlı büyüseydik, 10-12 yaşındaki bir insan çocuğu yaklaşık 1.8 metre boyunda olurdu. Zaten temel olarak bu sebeple büyümekte olan bir çocuğun gelişimi için hayvansal proteinler ve et büyük önem arz etmektedir. Zira gelişim biçimimiz de evrimimiz ile paralel olarak belirlenmiştir; dolayısıyla etin bu evrimde önemi büyüktür.
Et yiyor olmasına rağmen zekası evrimleşmeyen diğer hayvanlardan bir diğer farkımız da, zekamızın evrimleşmesinin tetiklenmesiyle birlikte algısal becerilerimizin gelişmesi, bu sebeple de alet kullanabilmeye başlamamızdır - ki buna da yukarıda bahsettiğimiz yazımızda değinmiştik. Diğer hayvanlar, yakalayacakları et için çok uzun çabalar harcayıp, günü kurtarmayı hedeflerken insan türleri güçlü sosyal bağlar kurarak ve alet kullanarak az enerji ile çok et avlayabilmiştir. Bu sayede fazladan enerjiyi başka yönlere harcamayı başarabilmiştir. Bir çita 21 saat uyuyup 3 saat avlanırken, insan türleri 3 saat avlanıp 21 saat diğer işlere odaklanmışlardır. Bu "işler" içerisinde yer alan sosyal ilişkiler sayesinde sosyal yapıları çok daha gelişmiş ve yerleşik yaşama geçmeye başlamışlar, adım adım daha gelişmiş bir yapıya evrimleşmeye başlamışlardır.
Tabii unutmamak gerekir ki et merkezli yemek biçimine geçişimiz, şekere ve şekerli besinlere olan tutkunluğumuzu da yok etmemiştir. Sonuçta beynin yapısal evrimi için gereken şey proteindir; ama beynimiz günlük yaşamda şeker ile çalışır. Bu sebeple insan, meyve ve sebzeleri tüketmeye devam etmiş; bitkilerin sadece bol yeşil gövdelerini (özellikle yapraklarını ve gövdelerini) yemeyi bırakmıştır. Bu yeşil gövdelerde bol miktarda selüloz bulunur ve apandiks organı, tüm atalarımızda ve kuzenlerimizde selülozu sindirmek üzere özelleşmiş hücreleri barındırıyordu ve onlarda hala da barındırır. Ancak yeşil gövdeleri bırakmamızla birlikte apandiks organı da evrimsel açıdan gereksizleşti ve atalarımızda körelmeye başladı. Türümüzde de bu körelme devam etmektedir. 2,5 milyon yıldır süren bu körelme süreci sonucunda apandiksimiz, neredeyse işlevsiz bir hale gelmiştir; gittikçe de küçülmektedir. Bu konuyla ilgili olarak "Selüloz Sindirimi ve Apandiks İlişkisi" başlıklı makalemizi okuyabilirsiniz. Apandiksin körelmiş ve köreliyor olması, ot temelli hepçil diyetten, et temelli hepçil diyete geçtiğimizin en yalın ve net göstergelerinden birisidir. Otçul veya ot temelli hepçil olan canlıların, bitkilerin ana şeker kaynaklarından biri olan selülozu sindirebilmek için apandikse ihtiyaçları vardır. İnsanın ise artık böyle bir ihtiyacı bulunmamaktadır.
Et temelli diyetin evrimleşmesinin bir diğer en önemli göstergesi de çenelerimizin küçülmesidir. Bunun tek sebebi et temelli diyete geçmemiz değil, aynı zamanda beyinlerimizin büyümesidir. Fakat beynimizin büyümesi de et temelli diyetle doğrudan ilişkili olduğu için, çenelerimizin küçülmesiyle de ilgilidir. Selülozun sindirilebilmesi için tek gereken apandiks değildir. Çünkü apandiks içerisinde selülozu sindirebilen kimyasalları üreten bakteriler, sadece kimyasal sindirime yarayabilir. Ancak bir besinin sindirilmesinin ilk adımı, mekanik parçalamadır. Bunu da dişlerimiz yapar. Otların parçalanabilmesi ve selülozun kısmen yıkılabilmesi için, çok geniş ve büyük ezici dişlere ihtiyaç duyulur. Bunu yapan, çenemizin arka kısmında bulunan dişlerimizdir. Evrimsel süreçte, ot temelli diyetten uzaklaştıkça, bu dişlerin tamamına ihtiyacımız da kalmamıştır. Ayrıca çene basıncımızın da eskisi kadar yüksek olmasına gerek olmaması, çenemizin küçülmesiyle sonuçlanmıştır. Bunun en belirgin göstergesi de (fosiller haricinde) 20 yaş dişlerimizin bu kadar sorunlu olmasıdır. Aslında 20 yaş dişlerimiz, otların sindirimi için çok önemli parçalardı; ancak son 2.5 milyon yıldır bu dişlere ihtiyacımız nesiller içerisinde azalmış, çenemizin de küçülmesiyle bu dişlere ağzımız içerisinde yer bile kalmamıştır. Bu sebeple bu körelmiş diş yapıları, günümüzde bu kadar sıkıntılı bir şekilde çıkmakta, sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak da "20 Yaş Dişleri, Körelmiş Organlar ve Evrim" başlıklı makalemizi okuyabilirsiniz.
Tabii ne olursa olsun, atalarımız bu besinlere ulaşmak için çok ciddi çabalar sarf etmektelerdi. Bir bizonun peşinden mızraklar ve gürzlerle koşmak, onu yere indirip öldürmek, kilometrelerce geri, kampa taşımak kolay bir iş olmasa gerek. Benzer şekilde her gün ağaçlara tırmanıp, binbir kıvraklıkla meyve-sebze toplamak kolay değildir. Bu ikisinin kombinasyonu sebebiyle atalarımızın dayanıklılığı, kardiyovasküler sağlıkları, kas-yağ dengeleri, günümüz maraton koşucuları ile neredeyse aynı düzeydeydi. Günümüzde halen vahşi türler gibi avlanan insan kabilelerinde, "modern" dünyanın yağ kütlesi normalden oldukça yüksek (veya fiziksel aktivitesi yok denecek kadar az) insanlarına göre çok yüksek fiziksel yetiler bulunmaktadır. Günümüz insan kabilelerinden bazıları, tam 8 saat boyunca bir geyiğin peşinden koşup avlanabilirler.
Modern İnsanın Yerleşik Yaşama Geçmesi, Tarımın Başlangıcı ve Obezite
Yukarıda saydığımız tüm ata ve kuzen türlerden sonra, günümüzden 384.000 - 200.000 yıl kadar önce artık iyice büyük bir beyin hacmi, algı kapasitesi ve sosyal ilişki gücüyle Homo sapiens evrimleşti. Homo sapiens de yaklaşık 190.000 sene atalarının izinden gitti, avlandı ve topladı; avcı-toplayıcı bir yaşam sürdü. 10.000 yıl kadar önce ise zekasının daha da gelişmesi ve olaylar arasında neden-sonuç ilişkilerini çok daha başarılı bir şekilde kurabilmesi sayesinde, öncelikle yerleşik yaşama geçti, sonrasında ise tarım yapmaya başladı. Bu, insan sağlığı için yapabileceğimiz en büyük hatalardan biri oldu. Tarım sayesinde düzenli olarak besin üretilmeye başlandı ve göçler, avlanmalar, toplamalar sebebiyle olan açlığa bağlı ölümler neredeyse tamamen yok oldu. Ancak insanların kabileler halinde büyümeleri ve tarımsal mini-kentler kurmalarıyla birlikte bakterilere ve virüslere yol açılmış oldu ve ciddi salgın hastalıklar yaşandı. Yerleşik dönemde halen var olan avcı-toplayıcı ekiplerin bu tarımsal topluluklar arasındaki seyehatleri sebebiyle ilk salgın hastalıklar başlamış oldu.
Tabii tarımın avlanmadan kat kat kolay olması, beslenme stilimizin yine değişmesi demekti. Artık et yerine tarım ürünlerini bolca tüketmeye başladık ve bu sebeple pek çok aminoasit, vitamin ve mineralden uzak kalmaya başladık. Ölümlerin azalmasıyla birlikte yaşam ortalamaları arttı; ancak eski boy ortalaması göreceli olarak azalmaya başladı. İskelet sistemimizde de yerleşik hayata geçilip avlanmanın azalmasıyla sorunlar baş göstermeye başladı. Kalsiyum eksiklikleri, kemik, eklem ve diş hastalıkları boy göstermeye başladı. Tükettilen etler, vahşi hayvanlar yerine besi hayvanlarından elde edilmeye başlandı. Besi hayvanlarının eti protein açısından vahşi hayvanlarınki kadar zengin değildir ve yüksek oranda yağ içerir. Besi hayvanlarından üretilen süt de, hayvanların beslenme tipinden ötürü kaymak yağı içermeye başladı ki kaymak yağı damar tıkanıklıklarının baş sorumlularından biridir. Fakat henüz obezite sorunları doğmamıştı çünkü halen insanlar günümüzdekinden çok daha aktiftiler.
Obeziteyle ilgili olarak şu yazımızı okuyabilirsiniz.
Değişen Diyet Tercihleri
Özellikle endüstriyel hayvancılığın etik ve hayvan hakları konusundaki sorunları, özellikle de son dönemde vejetaryen ve vegan diyetlerin bir miktar yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu diyetleri tercih eden bireyler, et tüketiminden olabildiğince (veya tamamen) uzak durmaktadırlar. Bu diyetlerin analizini buradaki ve buradaki yazımızda yapmış, bazı potansiyel sorunlarından burada, burada ve burada bahsetmiştik. Ayrıca bu diyetlerin savunusu sırasında bilimsel gerçeklerin çarpıtıldığı bazı vakaları burada ve burada ele almıştık. Bu alandaki tüm yazılarımızı buradan görebilirsiniz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 40
- 23
- 14
- 11
- 8
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- M. P. Richards. (2002). A Brief Review Of The Archaeological Evidence For Palaeolithic And Neolithic Subsistence. Nature, sf: 1270-1278. | Arşiv Bağlantısı
- E. Psouni, et al. (2012). Impact Of Carnivory On Human Development And Evolution Revealed By A New Unifying Model Of Weaning In Mammals. PLOS One. | Arşiv Bağlantısı
- H. Henneberg, et al. (1998). Human Adaptations To Meat Eating. Human Evolution, sf: 229-234. | Arşiv Bağlantısı
- N. Mann. (2000). Dietary Lean Red Meat And Human Evolution. European Journal of Nutrition, sf: 71-79. | Arşiv Bağlantısı
- K. Milton. (2003). The Critical Role Played By Animal Source Foods In Human (Homo) Evolution. American Society for Nutritional Sciences, sf: 3886S-3892S. | Arşiv Bağlantısı
- J. E. Kerstetter. (2003). Low Protein Intake: The Impact On Calcium And Bone Homeostasis In Humans. The Journal of Nutrition, sf: 855S-861S. | Arşiv Bağlantısı
- K. Milton. (1999). Nutritional Characteristics Of Wild Primate Foods: Do The Diets Of Our Closest Living Relatives Have Lessons For Us?. Nutrition, sf: 488-498. | Arşiv Bağlantısı
- J. M. Wong. (2006). Colonic Health: Fermentation And Short Chain Fatty Acids. Journal of Clinical Gastroenterology, sf: 235-243. | Arşiv Bağlantısı
- S. Macfarlane, et al. (2006). Review Article: Prebiotics In The Gastrointestinal Tract. Alimentary Pharmacology & Therapeutics, sf: 701-714. | Arşiv Bağlantısı
- P. J. H. Jones, et al. (1996). Dietary Cholesterol Feeding Suppresses Human Cholesterol Synthesis Measured By Deuterium Incorporation And Urinary Mevalonic Acid Levels. Arteriosclerosis, Thrombosis, and Vascular Biology, sf: 1222-1228. | Arşiv Bağlantısı
- R. P. Mensink, et al. (1992). Effect Of Dietary Fatty Acids On Serum Lipids And Lipoproteins. A Meta-Analysis Of 27 Trials. Arteriosclerosis, Thrombosis, and Vascular Biology, sf: 911-919. | Arşiv Bağlantısı
- A. C. St-Pierre, et al. (2004). Low-Density Lipoprotein Subfractions And The Long-Term Risk Of Ischemic Heart Disease In Men. Arteriosclerosis, Thrombosis, and Vascular Biology, sf: 553-559. | Arşiv Bağlantısı
- A. Keys, et al. (1965). Serum Cholesterol Response To Changes In The Diet: Ii. The Effect Of Cholesterol In The Diet. Metabolism, sf: 759-765. | Arşiv Bağlantısı
- C. N. Blesso, et al. (213). Whole Egg Consumption Improves Lipoprotein Profiles And Insulin Sensitivity To A Greater Extent Than Yolk-Free Egg Substitute In Individuals With Metabolic Syndrome. Metabolism, sf: 400-410. | Arşiv Bağlantısı
- M. L. Fernandez. (2006). Dietary Cholesterol Provided By Eggs And Plasma Lipoproteins In Healthy Populations. Current Opinion in Clinical Nutrition & Metabolic Care, sf: 8-12. | Arşiv Bağlantısı
- P. Schnohr, et al. (1994). Egg Consumption And High-Density-Lipoprotein Cholesterol. Journal of Internal Medicine, sf: 249-251. | Arşiv Bağlantısı
- DELTA Investigators. (1999). Hdl-Subpopulation Patterns In Response To Reductions In Dietary Total And Saturated Fat Intakes In Healthy Subjects. The American Journal of Clinical Nutrition, sf: 992-1000. | Arşiv Bağlantısı
- D. M. Dreon, et al. (1998). Change In Dietary Saturated Fat Intake Is Correlated With Change In Mass Of Large Low-Density-Lipoprotein Particles In Men. The American Journal of Clinical Nutrition, sf: 828-836. | Arşiv Bağlantısı
- P. W. Siri-Tarino, et al. (2010). Meta-Analysis Of Prospective Cohort Studies Evaluating The Association Of Saturated Fat With Cardiovascular Disease. The American Journal of Clinical Nutrition, sf: 535-546. | Arşiv Bağlantısı
- L. Cordain, et al. (2000). Plant-Animal Subsistence Ratios And Macronutrient Energy Estimations In Worldwide Hunter-Gatherer Diets. The American Journal of Clinical Nutrition, sf: 682-692. | Arşiv Bağlantısı
- R. G. Munger, et al. (1999). Prospective Study Of Dietary Protein Intake And Risk Of Hip Fracture In Postmenopausal Women. The American Journal of Clinical Nutrition, sf: 147-152. | Arşiv Bağlantısı
- D. S. Weigle, et al. (2005). A High-Protein Diet Induces Sustained Reductions In Appetite, Ad Libitum Caloric Intake, And Body Weight Despite Compensatory Changes In Diurnal Plasma Leptin And Ghrelin Concentrations. The American Journal of Clinical Nutrition, sf: 41-48. | Arşiv Bağlantısı
- D. Paddon-Jones, et al. (2008). Protein, Weight Management, And Satiety. The American Journal of Clinical Nutrition, sf: 1558S-1561S. | Arşiv Bağlantısı
- E. C. Westman, et al. (2007). Low-Carbohydrate Nutrition And Metabolism. The American Journal of Clinical Nutrition, sf: 276-284. | Arşiv Bağlantısı
- G. Mutungi, et al. (2010). Eggs Distinctly Modulate Plasma Carotenoid And Lipoprotein Subclasses In Adult Men Following A Carbohydrate-Restricted Diet. The Journal of Nutritional Biochemistry, sf: 261-267. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Rong, et al. (2013). Egg Consumption And Risk Of Coronary Heart Disease And Stroke: Dose-Response Meta-Analysis Of Prospective Cohort Studies. The British Medical Journal. | Arşiv Bağlantısı
- C. E. Ramsden, et al. (2013). Use Of Dietary Linoleic Acid For Secondary Prevention Of Coronary Heart Disease And Death: Evaluation Of Recovered Data From The Sydney Diet Heart Study And Updated Meta-Analysis. The British Medical Journal. | Arşiv Bağlantısı
- M. W. Gillman, et al. (1997). Inverse Association Of Dietary Fat With Development Of Ischemic Stroke In Men. The Journal of the American Medical Association, sf: 2145-2150. | Arşiv Bağlantısı
- L. W. Clarence. (1929). The Effects On Human Beings Of A Twelve Months' Exclusive Meat Diet Based On Intensive Clinical And Laboratory Studies On Two Arctic Explorers Living Under Average Conditions In A New York Climate. The Journal of the American Medical Association, sf: 20-22. | Arşiv Bağlantısı
- M. Domínguez-Rodrigo, et al. (2012). Earliest Porotic Hyperostosis On A 1.5-Million-Year-Old Hominin, Olduvai Gorge, Tanzania. PLOS One. | Arşiv Bağlantısı
- R. Micha. (2010). Red And Processed Meat Consumption And Risk Of Incident Coronary Heart Disease, Stroke, And Diabetes: A Systematic Review And Meta-Analysis. Circulation, sf: 2271–2283. | Arşiv Bağlantısı
- S. Rohrmann, et al. (2013). Meat Consumption And Mortality--Results From The European Prospective Investigation Into Cancer And Nutrition. BMC Medicine. | Arşiv Bağlantısı
- R. L. Santarelli, et al. (2008). Processed Meat And Colorectal Cancer: A Review Of Epidemiologic And Experimental Evidence. Nutrition and Cancer, sf: 131-144. | Arşiv Bağlantısı
- D. D. Alexander, et al. (2011). Red Meat And Colorectal Cancer: A Critical Summary Of Prospective Epidemiologic Studies. Obesity Reviews, sf: 472-493. | Arşiv Bağlantısı
- D. D. Alexander, et al. (2011). Meta-Analysis Of Prospective Studies Of Red Meat Consumption And Colorectal Cancer. European Journal of Cancer Prevention, sf: 293-307. | Arşiv Bağlantısı
- T. Goldberg. (2005). Advanced Glycoxidation End Products In Commonly Consumed Foods. Journal of the American Dietetic Association, sf: 1287-1291. | Arşiv Bağlantısı
- J. E. Kerstetter, et al. (2011). Dietary Protein And Skeletal Health: A Review Of Recent Human Research. Current Opinion in Lipidology, sf: 16-20. | Arşiv Bağlantısı
- J. P. Bonjour, et al. (2005). Dietary Protein: An Essential Nutrient For Bone Health. The Journal of the American College of Nutrition, sf: 526S-536S. | Arşiv Bağlantısı
- C. S. Johnston, et al. (2002). Postprandial Thermogenesis Is Increased 100% On A High-Protein, Low-Fat Diet Versus A High-Carbohydrate, Low-Fat Diet In Healthy, Young Women. The Journal of the American College of Nutrition, sf: 55-61. | Arşiv Bağlantısı
- T. L. Halton, et al. (2004). The Effects Of High Protein Diets On Thermogenesis, Satiety And Weight Loss: A Critical Review. The Journal of the American College of Nutrition, sf: 373-385. | Arşiv Bağlantısı
- R. Rizzoli, et al. (2009). Dietary Protein And Bone Health. Journal of Bone and Mineral Research, sf: 527-531. | Arşiv Bağlantısı
- E. N. Ponnampalam, et al. (2006). Effect Of Feeding Systems On Omega-3 Fatty Acids, Conjugated Linoleic Acid And Trans Fatty Acids In Australian Beef Cuts: Potential Impact On Human Health. Asia Pacific Journal of Clinical Nutrition, sf: 21-29. | Arşiv Bağlantısı
- D. G. Burke, et al. (2003). Effect Of Creatine And Weight Training On Muscle Creatine And Performance In Vegetarians. Medicine & Science in Sports & Exercise, sf: 1946-1955. | Arşiv Bağlantısı
- M. A. Veldhorst, et al. (2010). Presence Or Absence Of Carbohydrates And The Proportion Of Fat In A High-Protein Diet Affect Appetite Suppression But Not Energy Expenditure In Normal-Weight Human Subjects Fed In Energy Balance. British Journal of Nutrition, sf: 1395-1405. | Arşiv Bağlantısı
- T. Jönsson, et al. (2009). Beneficial Effects Of A Paleolithic Diet On Cardiovascular Risk Factors In Type 2 Diabetes: A Randomized Cross-Over Pilot Study. Cardiovascular Diabetology. | Arşiv Bağlantısı
- E. Learning. Diet. (17 Temmuz 2018). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: Enchanted Learning | Arşiv Bağlantısı
- CDC. Adult Obesity Facts. (13 Ağustos 2018). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: CDC | Arşiv Bağlantısı
- C. Joyce. Food For Thought: Meat-Based Diet Made Us Smarter. (2 Ağustos 2010). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: NPR | Arşiv Bağlantısı
- L. University. Meat Eating Behind Evolutionary Success Of Humankind, Global Population Spread, Study Suggests. (20 Nisan 2012). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: Science Daily | Arşiv Bağlantısı
- C. Wanjek. Meat, Cooked Foods Needed For Early Human Brain. (19 Kasım 2012). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: LiveScience | Arşiv Bağlantısı
- P. McBroom. Meat-Eating Was Essential For Human Evolution, Says Uc Berkeley Anthropologist Specializing In Diet. (14 Haziran 1999). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: University of California at Berkeley | Arşiv Bağlantısı
- K. Multon. Hypothesis To Explain The Role Of Meat-Eating In Human Evolution. (17 Temmuz 1999). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: Evolutionary Anthropology | Arşiv Bağlantısı
- C. Ireland. Eating Meat Led To Smaller Stomachs, Bigger Brains. (3 Nisan 2008). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: The Harvard Gazette | Arşiv Bağlantısı
- BeyondVeg. Intelligence, Evolution Of The Human Brain, And Diet. (17 Temmuz 2019). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: BeyondVeg | Arşiv Bağlantısı
- G. O. Canny, et al. (2008). Bacteria In The Intestine, Helpful Residents Or Enemies From Within?. Infection and Immunity. | Arşiv Bağlantısı
- Cancer. Chemicals In Meat Cooked At High Temperatures And Cancer Risk. (17 Temmuz 2019). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: Cancer | Arşiv Bağlantısı
- K. Gunnars. 8 Ridiculous Myths About Eating Meat. (27 Şubat 2014). Alındığı Tarih: 17 Temmuz 2019. Alındığı Yer: Business Insider | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 11:43:00 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/7205
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.