The Perks of Being a Wallflower: İntihar travması üzerine.
Garip Bir Film İncelemesi
- Blog Yazısı
ÖNEMLİ: Bu yazı kaynaklar ile beraber felsefik/bilimsel bir tema içermektedir. The Perks of Being a Wallflower filmi üzerinden intihar, travma, çocukluk istismarı, depresyon ve ruhsal çöküş gibi hassas temaları ele almaktadır. Bu konular bazı okuyucular için tetikleyici veya rahatsız edici olabilir. Lütfen okumaya başlamadan önce kendi duygusal güvenliğinizi ve psikolojik sınırlarınızı göz önünde bulundurun. İntihar veya kendine zarar verme düşünceleri, genellikle yalnız hissedildiğinde daha da ağırlaşır. Eğer siz ya da yakını olduğunuz biri benzer bir süreçten geçiyorsa, yalnız olmadığınızı ve yardım almanın mümkün olduğunu bilmenizi isteriz. Yalnız değilsiniz.
Giriş
Stephen Chbosky’nin hem yazıp hem yönettiği The Perks of Being a Wallflower (2012), gençliğin masumiyetini değil, kırılganlığını anlatır. Film, toplumun kenarında duran, sessiz gözlemci bir karakter olan Charlie’nin gözünden büyümenin acılarını, travmanın yankılarını ve intiharın bıraktığı görünmez izleri aktarır. Ancak bu film yalnızca bir “ergenlik dramı” değildir; aynı zamanda bir varoluş sorgusudur. İlginç bir film, çoğu kişi Charlie karakterinden kendini bulabilir. Özellikle duygusal, sosyal ilişkiler ve travmalar üzerinden.
Filmin başında Charlie’nin yakın arkadaşı Michael’ın intihar ettiğini öğreniyoruz. Bu olay, film boyunca görünmez ama sürekli bir gölge gibi varlığını sürdürüyor.
Michael’ın neden intihar ettiğine dair açık bir açıklama yok — ve bu “belirsizlik” çok önemli. Çünkü film, izleyiciyi şu etik sorunun içine çekiyor:
“Bir insanın yaşamına son verme kararının ardında ne kadar ‘özgür irade’ vardır? Yoksa travma, yalnızlık ve toplumun baskısı mı onu o noktaya iter?”
Bu sahne, Camus’nün “tek ciddi felsefi sorun” dediği intihar sorusunun bir yankısı gibi. Film bu soruyu doğrudan tartışmıyor ama Charlie’nin Michael’ın ardından yaşadığı sessizlik ve suçluluk, sanki bu sorunun duygusal formu.
Beni bu filme bağlayan arka plandaki intihar kavramıydı, bu yüzden ana karakter ile empati kurabildiğim bu "yakınlarının ölümü" teması üzerine yoğunlaşacağım.
1. Travma ve Belleğin Felsefesi
Travma, asla sadece geçmişte kalmış, bitmiş bir olay değildir; daha ziyade, geçmişin şimdiki zamanı istila eden, onun içine sızan ve onu zehirleyen bir hayalet gibi var olma biçimidir. Freud'un "bastırılmışın geri dönüşü" dediği o kaçınılmaz mekanizma, Charlie'nin tüm varoluşunda somutlaşır. Çocukluk cinsel istismarı gibi dayanılmaz acı, bilinçdışının karanlık mahzenlerine derinden gömülür, ancak bu gömülme asla nihai bir defin değildir. Bastırılan, bir suikastçı sabrıyla bekler ve kendini doğrudan bir anı olarak değil, Charlie'nin gündelik hayatını paramparça eden halüsinasyonlar, zihninde aniden açılan boşluklar, derin bir anlamsızlık hissi ve depresif epizodlar olarak gösterir. Bu, geçmişin dilini kaybetmiş bir şekilde, bedenin ve parçalanmış zihnin diliyle konuşmasıdır. Buradan bakıldığında film, Heideggerci anlamdaki "fırlatılmışlık" halini neredeyse bir arketip olarak temsil eder: Charlie, kendisinin olmayan, anlamlandırmakta aciz hissettiği bir dünyaya "atılmış" bir varlıktır. Ve onun bu fırlatılmışlık deneyimini daha da katlanılmaz kılan şey, travmasının onun zaman deneyimini temelinden kırmasıdır. Onun için geçmiş, kronolojik bir sıra izleyip gitmez; aksine, şimdinin tam kalbine musallat olur, onunla aynı anda var olur ve Charlie'yi geçmişle şimdi arasında sıkışmış, sürekli bir savaş halinde yaşayan bir hayalete dönüştürür.[1]
2. İntiharın Felsefi Boyutu
Yakını intihar ettiğinde otomatik olarak kendini suçlar insan, "belki mesaj atsaydım böyle olmazdı!" gibi düşünceler ile beynini çürütür. Bu doğaldır. Herkes yaşar.
Filmin en çarpıcı ve ağırlığını hissettiren sahnelerinden biri, Charlie'nin intihar eden yakın arkadaşı Michael için hissettiği, bir türlü kurtulamadığı o karmaşık duygu yumağıdır; derin bir suçluluk, anlam verememe ve en önemlisi, kendi benliğine dair bir korku. İntihar burada asla sadece bireysel bir kaçış veya sonlanım değildir; aksine, bir taşın havuza düşmesi gibi, çevresinde dalga dalga yayılan, her temas ettiği insanın zihninde ve ruhunda yeni çatlaklar açan toplumsal ve etik bir yankıdır.[2] Albert Camus'nün Sisifos Söyleni'nde belirttiği o meşhur cümle, "Gerçekten ciddiye alınacak tek bir felsefi sorun vardır: intihar." Charlie'nin tüm dünyasını tanımlayan temel soruyu da verir aslında: "Eğer yaşamak temelde anlamsız ve acı doluysa, neden devam etmeliyim?" Onun depresyonu ve varoluşsal boşluğu, bu temel sorunun somut bir tezahüründen başka bir şey değildir. Ancak film, Camus'nün felsefesindeki o kritik dönemece, "başkaldırı" fikrine doğru ilerler. Camus'ye göre, yaşamın anlamsız ve saçma olduğu gerçeği karşısında intihar etmek, bu saçmalığa teslim olmaktır. Oysa asıl isyan, bu anlamsızlığın bilincine varıp ona rağmen yaşamaya devam etmek, hatta bu yaşamın içinden anlam ve tutku yaratmaktır. Charlie'nin sona doğru "Biz sonsuzuz" demesi, işte tam da bu başkaldırının ve onaylayışın naif ama güçlü bir ifadesidir. Bu, dini veya metafizik bir sonsuzluk değil, varoluşun o "an"ında, trajedinin ve acının tam ortasında, insan ilişkisinin ve sanatın yarattığı o kırılgan ama yenilmez duygunun sonsuzluğudur. İntihar fikriyle flört eden Charlie, nihayetinde yaşamın kendisine tutunmayı, bu saçma dünyada kendi anlamını inşa etmenin bir direniş biçimi olduğunu keşfeder.
3. Dostluk, Şefkat ve İyileşme
Film, Charlie'nin içine hapsolduğu travmatik labirentin yalnızca karanlık duvarlarını göstermekle kalmaz, aynı zamanda o labirentten çıkışı mümkün kılan ışığın, yani iyileşmenin somut ve inandırıcı yol haritasını da sunar. Bu haritanın pusulası, geleneksel bir terapiden ziyade, Sam ve Patrick'in Charlie'ye olan yaklaşımında somutlaşan, derinden felsefi bir etiktir. Bu etiğin temel taşları, nutuk çekmeden, koşul dayatmadan, sadece "orada olarak" gösterilen saf empati; Charlie'nin tuhaflıklarına, içe kapanıklığına ve parçalanmışlığına karşı sergilenen köklü bir yargısız kabullenme; ve nihayetinde, bir lütuf değil bir ihtiyaç olarak sunulan gerçek dostluktur. Onlar Charlie'ye bir "proje" ya da "kurtarılacak bir vaka" olarak yaklaşmaz; tam da Levinas'ın tarif ettiği gibi, onun "Öteki" olarak mutlak varlığını, yüzünü tanırlar. Levinas'ın felsefesinde "Öteki ile yüz yüze karşılaşmak" başlı başına etik bir olaydır, çünkü bu karşılaşma size "Öldürmeyeceksin!" emrini değil, "Benim için sorumlusun!" çağrısını fısıldar. Sam'in Charlie'yi partiye götürmesi, ona karışık kasetler yapması, Patrick'in onu koruması ve her şeyden önce onu "görünür" kılmaları, tam da bu etik sorumluluğun pratikteki tezahürleridir. Onların bu koşulsuz kabulü, Charlie'nin kendi varlığını bir yük, bir hata olarak görmekten çıkartıp, bir değer, bir hediye olarak yeniden anlamlandırmasının zeminini hazırlar. Tünelden geçerken ayakta durduğu o an, sadece fiziksel bir deneyim değil, bu yeni varoluş halinin mükemmel bir metaforudur: Dostlarının yanında, rüzgara karşı dimdik, özgür ve sonsuz hissettiği bir an. Charlie, tam da bu etik olayın, bu dostluk ve şefkat dokusunun içinden, yavaş yavaş, sancılı ama istikrarlı bir şekilde yeniden "insan olma"ya döner. İyileşme, acının yok olması değil, onunla baş edebilmek için artık yalnız olmadığını bilmektir.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 50₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
4.“Hak ettiğimizi düşündüğümüz sevgiyi kabul ederiz.”
Filmde öğretmen Bill’in Charlie’ye söylediği bu cümle, hikâyedeki en sade ama en yıkıcı gerçektir. Çünkü insanın sevgiyi nasıl yaşadığı, çoğu zaman kendini nasıl gördüğüyle doğrudan bağlantılıdır. Travma yaşamış bir zihin için sevgi, çoğu kez güvenli bir alan değil, yeniden incinmenin olasılığıdır. Bu yüzden kişi, sevgiye “kendini koruma refleksiyle” yaklaşır — ne kadarına layık olduğuna inanıyorsa, o kadarını kabul eder.
Charlie’nin hikâyesinde bu cümle, sadece romantik ilişkilerle değil, tüm varoluşuyla ilgilidir. Sevgiye olan mesafesi, aslında kendine olan mesafesidir. Çocuklukta yaşadığı travma, onda bir tür kalıcı öz-değer eksikliği bırakmıştır. Sevgi geldiğinde bile, onu kabul edemez; çünkü bilinçaltı hep aynı cümleyi fısıldar: “Bunu hak etmiyorum.” Bu, yalnızca Charlie’nin değil, travmadan geçmiş her insanın ortak yarasıdır.
Psikolojide bunun karşılığı bağlanma travmasıdır. Çocuk, sevginin güvenli bir biçimini deneyimlemeden büyüdüyse, yetişkinlikte sevgiyi tehdit olarak algılar. “Hak ettiğimiz sevgiyi kabul ederiz” cümlesi, bu durumu neredeyse poetik bir kesinlikle ifade eder. Kimi zaman, bizi seven biriyle karşılaştığımızda bile, kendimizi onun sevgisinden geri çekeriz; çünkü o sevgiye uygun olmadığımızı sanırız. Yani, başkası bize inanırken bile biz kendimizi inkâr ederiz.
Felsefi açıdan bakıldığında bu durum, etik bir sorun haline gelir. Kendini değersiz görmek yalnızca bir duygusal bozukluk değil, insanın kendi varlığına karşı işlediği bir haksızlıktır. Kant, insanın kendine saygı duymasını ahlaki bir zorunluluk olarak görür; çünkü insan yalnızca başkalarına değil, kendi varlığına da saygı borçludur. Erich Fromm ise sevgiyi bir sanat olarak tanımlar ve “kendini sevmenin” bencillik değil, sevme yeteneğinin ön koşulu olduğunu söyler. Charlie, bu iki düşünürün kesiştiği noktada durur: kendine değer vermeyi öğrenmeden başkasını sevmek mümkün değildir, başkalarını sevmeden de karşındakini sevmek mümkün değildir.
Filmin sonunda Charlie, Sam’in sözleriyle yüzleşir: “Charlie, senin sevdiğin kadar sevilmeye de hakkın var.” Bu an, karakterin içsel dönüşümüdür; intihar düşüncesinin yerini yaşamı kabullenme alır. Çünkü insan, sonunda şunu fark eder: hak ettiğini düşündüğü sevgiyi değil, gerçekten hak ettiği sevgiyi kabul etmeye başladığında, kendini de affetmeye başlar.
Camus’nün “Sisifos Söyleni”ndeki gibi, yaşamak bazen sadece taşı yeniden yukarı itmek gibidir — anlamsız, yorgun, tekrar eden bir çaba. Ama insan o taşın ağırlığını kabullendiğinde, yani kendi varlığını onayladığında, o eylem anlam kazanır. Charlie’nin “Biz sonsuzuz.” dediği final sahnesi, tam da bu fark edişin a[2]nıdır. Sevgi, dışarıdan gelen bir ödül değil, varoluşun içinden gelen bir “evet”tir.
Ve belki de Bill’in sözündeki en trajik gerçek şu:
"İnsan, hak ettiğini düşündüğü sevgiyi kabul eder —
ama bir gün, kendine daha fazlasını hak gördüğünde, o an gerçekten yaşamaya başlar."
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 14/11/2025 11:48:22 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21623
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.