DÜNYA TARİHİNİN EN BAŞARILI ÜLKESİ
İNGİLTERENİN KISA TARİHİ
GİRİŞ
Bir ülkenin tarih anlamında başarılı olup olmadığını nasıl anlarız? Bu tabi ki tarih bilimi olarak ele aldığımızda geçersiz bir sorudur, tarihte başarılı-başarısız ülke diye bir şey yoktur. Lakin böyle bir şey düşünecek olsak nasıl cevap veririz? Benim cevabım 4 madde ile sıralanabilir: askeri üstünlük, ekonomik üretkenlik, uluslararası diploması ve kültürel etkidir. Şimdi hazır olun İngiltere kurulduğu andan itibaren bütün bu özelliklere sahip!
Dünya tarihine bu kadar etki bırakan ülke çok azdır. Şimdi de sıkı durun, dünyada kurulan 195 ülkeden İngiltere’nin fethedemediği sadece 22 ülke var! Yani zamanında işgal etmediği, iletişe geçmediği ya da askeri olarak çarpışmadığı neredeyse hiçbir yer yok. O kadar geniş yerlere uzanmış bir ülkeden bahsediyoruz. Bu yazımda olabildiğince İngiltere’nin tarihini kısaltarak anlatacağım.
Tabi ki de bu kısa yazıda koskoca 4000 yıllık tarihi detaylıca anlatmam mümkün değil. Burada en azından bilinmesi gereken, duyulması gereken önemli olayları anlatacağım. Detaylar için kalın kitaplarda dirsek çürütülmesi gerektiğini unutmayınız. Öyle hız kesmeden tarih bilimine geçelim.
ANTİK DÖNEMLER
Britanya adalarında ilk yaşayan kavimler Galler, Keltler ve Pikler olarak 3 gruba ayrılmıştı. Bu ilkel kavimler Stonehenge’in de mimarlarıydı. Demir ve tunç çağları buraya vurmuş, Avrupa’nın geri kalanından o kadar da geri kalmış insanlar değillerdi. Fransa ile arasında akıntılı deniz yüzünden fethedilmesi fazlasıyla zor bir ülkeydi. Bu kavimler kendi aralarında sürekli çatışma ve iç karışıklık halindeydiler. Bu küçük adada bile sürekli birbirleriyle savaşmış ve üstünlük arayışına girmişlerdi.
İlk ayak basan diğer Avrupa ülkelerinden ilki Roma olmuştu, hem de hiç de yabancı olmadığımız bir isimden. Jül Sezar tarafından ilk kez MÖ 55 yılında başarılı savaşlarla ilk kez ayak bassa da Hertfordshire'ın ötesine geçemedi ve bir eyalet kuramadı. İlk kalıcı yerleşim yerleri MS 43 yılında Claudius tarafından kuruldu. Romalıların işgali çok önemli idi çünkü Roma Antik dünyanın en gelişmiş kavimi idi. Mühendislik ve bilim konusunda onlar kadar başarılı bir ülke dahi yoktu. Briton-Roma kültürü sayesinde okuma yazma oranı arttı, her türlü faaliyet kayıt altına alınmaya başlandı, sanat ve mimari değişti ve dini olarak Roma paganlığı ve Hristiyanlık dinlerine geçişler yaşandı. Bu kalıcı yerleşme kuzeyde Piklerin direnişi ile kırıldı ve Roma kuzeye çıkamadı.
MS 370’li yıllardan itibaren Roma 1. Valentinian’ın emriyle küçülmeye gitti. Çünkü kuzeyli kısımlardan gelen Hun ve diğer Germen kavimlerin baskısına dayanamadı ve dış taraflarda kalmış ve yeterince Roma politikalarına ayak uyduramayan ve haberleşme konusunda yetersiz olan eyaletlerden çekilmeye başlamıştı. Bu çok korkunç bir haberdi ve MS 400’lü yıllarda İngiltere kendi başına kalmış ve Roma döneminden kalan güçlü aileler tarafından yönetilmeye başlanmıştı. Bu bölünmeler güç yarışına dönüşecek ve kanlı yılların yaşanmasına sebep olacaktı.
ORTA ÇAĞ
Romalılar ayrıldığı gibi toprak anlaşmazlıkları ve bunla beraber çıkan savaşlarda binlerce insan öldü. Bunun sonucunda yeni kurulan küçük yerleşim yerleri yeni savaşçılar kiralamak için günümüz Danimarka bölgesinde bulunan Germen kabileleri ile paralı asker anlaşmaları yaptılar. Bu kavimler Angıllar, Jutlar ve Saksonlar idi. Bu kavimler ilk başta “parayı veren düdüğü çalar” mantığı ile savaşırken bir anda bu ülkenin çok kırılgan olduğu sonucuna vardırlar. Paralı asker olarak geldiği ülkede artık işgal etmek için örgütlenmeye başaldılar. Bunun sonucu İngiltere de Angola-Saksonlar Viking işgallerine kadar ülkeyi yönettiler.
Bu 100 yıllık kargaşa sonucunda 519 yılında Wessex krallığından hikayemize devam ediyoruz. Bilinen ilk kralı Cerdic ile devam ediyoruz. Spoiler vermek gerekirse Wessex gelecekte İngiltere adı ile tanınan adanın tek hükümdarı olacaktı. 519 yılında Wessex ile birlikte 7 adet Angola-Sakson krallığı daha kuruldu. Bu krallıklar kendi aralarında sürekli savaşan acımasız insanlardı. Her ülke farklı bir dine inanıyor idi. Bu sebeple adada ticaret, yardımlaşma ülkeler arası azdı ve birbirlerine acımasız davranırlardı.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
595 yılında adaya Papalık Augustine isimli bir rahip yoluyla orada Hristiyanlık nüfusunu arttırmıştır. İlk kez bir Angola-Sakson kralı olan Æthelberht Hristiyanlığı benimsedi ve ardından halk ve bütün Britanya adası bu dini kabullendi. Bu aslında çok iyi bir haberdi çünkü ada içerisinde sükûnet bir nebze de olsa sağlanmış oldu. Çünkü aynı dinden insanların kanını dökmek her zaman insanların çekindiği bir davranış olmuştur. Bu din değişikliği ile birlikte adada ticaret ve ülkeler arası iletişim arttı. Bu ticari ve diplomatik ilişkilerin artması “adada tek bir ülke ve tek bir İngiltere” fikrini ortaya çıkarttı. Bu sebeple ülkelerin genişlemeci ve toprak alışverişi arttı.
Burada bir ara verip Ortaçağ Avrupa’sında toprak yönetiminden bahsetmek gerekir. Ortaçağ Avrupa’sında ülkelerin içerisinde ortak bir krala bağlı küçük ülkeler vardı. Yani Osmanlı’da nasıl “vali atamak” var ise Avrupa’da vali yerine toprak parçalarına kendilerine bağlı küçük krallıklara izin veriliyordu. Bu küçük krallıklar “Dükler” tarafından yani soylu sınıflar tarafından yönetilirdi. Büyük bir toprak parçasını istediği gibi yönetebilen “Dükler” de aynı şekilde kendi topraklarında küçük ülkeler kurulmasına izin verip “Baronlar” tarafından yönetilen küçük devletler kurulurdu. Çünkü kral seçme çok karmaşık bir iş olduğu için kral olabilmek için soyluların desteğine ihtiyaç vardı. Soyluların yardımları sayesinde kral olan kişi ödül olarak soylulara toprak vaad eder ve toprak verip onu küçük topraklarda devlet kurmasına izin verirdi. Avrupa’da buna feodalite denirdi ve İngiltere de bu şekilde zamanında yönetildi.
Bu şekilde küçük küçük devletlere bölünen İngiltere 7. YY dolaylarında evlilik gibi ilişkiler, ittifak kurma savaş ve türlü türlü olaylar sonrasında tek krallıkta toplanmaya başladılar. En büyük 2 krallığın artı sözü geçer olmuştu: Wessex ve Marsilla krallıkları. Bu iki krallık büyümeye ve çevre ada ülkelerinden müttefik toplamaya çalışıyordu. Ta ki kuzeyli barbarların istila etmek için adaya geldikleri zamana kadar…
Viking istilaları
Yıl 793, yer Lindisfarne İngiltere’nin kuzeyi. Bir manastırda mutlu mutlu ibadetini yapan rahipler birden ejder kafası taşıyan bir gemiden kıyıya inan barbarlar tarafından yağmalanıyor. Dilleri bilinmeyen ve iletişim kurulamayan bu barbarlar manastırı ve kiliseleri yağmalıyor, kutsal emanetleri çalıyor ve sağ kalan rahipleri köle alarak kendi ülkelerine kaçırdılar. Tabi işin kötü yanı şu ki bu daha başlangıç… Vikingler güneye inmenin yolunu bulmuşlardı. Bundan sonraki 100 yıl boyunca uzun bir savaş çağı başlamıştı ve İngiltere’nin en büyük sorunu barbar kavimlerin göçleri olmuştu.
Durum şu ki Vikingler dini gereği korkusuzca savaşır, yağmalama yapmayı kendilerine sünnet bilir, anlaşmaya yanaşmazlardı. 2-3 ülke toplanıp büyük bir ordu kurulup mağlubiyete uğradıkları zaman bile adadan kaçıp birkaç ay sonra bölük bölük bir başka birlik ile geri geliyorlardı. Yani vur-kaç yöntemi ile baş edilemez bir soruna dönüşmüştü bu durum. Ayrıca yağmalama yanında bir de yerleşim yerleri kurup tarım ve ülke kurma girişimleri bile başlamıştı. Bir anda tüm ülkeler bu sorunla boğuşur durumda olmuştu.
İşte şimdi bizim bilmemiz gereken 3 kral bu durumu ustaca kendi çıkarlarına kullanabilmiştir. İlk kral Ælfred the great bu Viking sorununun savaşla bitmeyeceğini anlamıştı. Aklına çok uygun bir fikir gelmişti, Vikingler yağmalama için geldiklerinde heybetli bir ordu ile karşılarına çıkar ve para teklif ederlerdi. Savaşmak yerine parayı genelde Vikingler almayı kabul ederdi ama bu kalıcı bir çözüm değildi. Hem bu para toplama işi fazla maliyetliydi hem de Vikingler yılın her dönemi karışıklık çıkarırlardı, hatta ve hatta parayı aldıkları halde yağmalama yapmaya devam ettikleri bile olurdu.
Ælfred çözüm olarak uzun münazaralar yaptı ve Vikinglere toprak vermeyi kabul etti. Çünkü Vikinglerin toprakları verimli değildi ve tarım arazilerini istiyorlardı. Ælfred toprağa yerleşmeleri ve tarım yapmalarına izin verecekti ve savaşmayı durduracaktı sonsuza kadar. Ayrıca savaş vakti Vikingler sağlam dövüşçülerdi, asker olarak İngiltere krallıkları adına asker göndereceklerdi. Savaşmayı devam etmek isteyen Vikingler oldu elbette ama İngilizler onlara anladıkları dilden konuşarak büyük oranda Viking baskınlarını bitirdi.
Konuşmamız gereken diğer kral ise Edward, Ælfred’in oğlu. En önemli başarısı kardeşinin Marcilya kralı ile olan evliliğidir. Bu evlilikle Marcilya krallığı ile sıkı ilişkiler kurdu Wessex krallığı. Marcilya kralının ölümüyle kardeşi kraliçe olarak Marcilya hükümdarı oldu, ardından onun ölümüyle tek varis olarak Wessex ve Marcilya krallıkları tek başına Edward’a kalmıştı. Ondan sonraki oğlu Æthelstan küçük krallıklarla birleşmesiyle “İngiltere” adında tek krallık olarak ülkeyi kurdu. Artık İngiltere tek kral ve tek krallık ile adanın iç çatışmaları temizlendi. 950’li yıllarda tam huzura sahipken 1000’li yılların başında Vikinglerden bir darbe daha geldi.
980 yılında başa gelen Æthelred Vikinglerin taşkınlıklarından bıkmış olacak ki, 1000’li yılların başında İngiltere’de yerleşen Vikinglerin öldürülmesini emretti. Bunun üzerine Danimarka Kralı Swain Forkbeard büyük bir ordu toplayarak 1003 yılında İngiltere’ye savaşmaya gitti. 10 yıl kadar sonra üstünlük sağlayıp İngiltere tahtını ele geçirdi. Lakin 5 hafta kadar sonra hastalıktan vefat etti. Tahta geçen oğlu Knut ise soyluların desteğini alamamış ve ihanete uğramıştı. Apar topar bir şekilde Danimarka’ya kaçan Knut burada kardeşi Norveç Kralından yardımla büyük bir ordu topladı. 1016 yılında karaya çıkan Knut yaptığı savaşlarla İngiltere’nin hükümdarı oldu. Ardından Norveç kralı kardeşi ölünce hem Norveç, hem Danimarka hem de İngiltere kralı oldu ve Avrupa’nın süper gücü oldu.
Knut İngiltere tahtını sağlam alabilmek için Normandiya düklerinin kız kardeşleri ile evlenmişti çünkü İngiltere’de zamanında uzun uzun savaşmışlardı ve olası bir çocukta varisin onların soyundan olacağı vaadi olası bir savaşı engelleyecekti. Bu sayede hem Normandiya’ya kaçan İngiliz soylularının tehditleri ortadan kalktı hem de Viking sorunlarını halletti. İlerleyen yıllarda Viking baskınları azalacaktı ve kalıcı popülasyon Hristiyanlaşmasıyla birlikte kültürel asimilasyon yaşanacaktı.
Magna Carta Libertatum
1215 yılında dünyada eşi benzeri görülmemiş bir olay yaşandı. İlk kez kral ile halk arasında anlaşma imzalandı ve kralın yetkileri sınırlandırıldı. Peki bu duruma neden gelindi? Hikayemiz 1199 yılında Jhon başa geçti ve dürüst olmak gerekirse rezil bir yöneticiydi. Eski eşi onun hakkında ileri geri konuştuğu için en acımasız şekilde katletti, sebepsiz yere yeğenlerini katletti ve diğer soylulara karşı saygısızlarda bulunmak gibi sebeplerle halk tarafından sevilmez bir adamdı. Ayrıca kumar ve lüks düşkünlüğü sebebiyle halkın vergilerini sürekli arttırır ve ülkede ekonomik krize sebep olurdu.
16 yıllık hükümeti boyunca Jhon sayısız olayla insanları bezdirince ülkedeki Baronlar ayaklandı. 1215 yılında kral ile baronlar arasında bir anlaşma imzalanmak için görüşmeler yapıldı. Kral bunu erteleyip ilerleyen tarihlerde görüşmek istemeyince ise baronların birkaç şehri kuşatıp bir orduyla kapıya dayanmasıyla kral yetkilerinin kısıtlanmasına göz yummak zorunda kaldı.
Bu bildiri Amerika Bağımsızlık bildirgesi, İnsan hakları evrensel beyannamesi gibi her türlü büyük yasanın temelini oluşturur. Bu yasaya göre insanlar kralın keyfi sebeplerine göre suçlanamaz, cezalandırılamaz. Sadece mahkeme ile suçlu bulunabilir ve cezası belirli bir yasa tarafından verilebilir. İşte bu anlaşmadan sonra ise İngiltere Yasası ortaya çıktı. Artık devlet kurumları hatta ve hatta kral bile bir prosedüre uygun hareket etmesi zorunlu oldu. Kültürel anlamda bu kadar özgürlükçü adımların atılması elbette iler ki yıllarda bilinçli insanlar yetiştirecekti.
100 Yıl Savaşları
Tam 100 yıl sonra 1350 yılında Normandiya Dükü II. Henry İngiltere’ye savaş ilan etti ve İngiltere’nin kralı oldu. Yani tarihte ilk kez, İngiltere toprakları Fransa topraklarına kadar geldi. 100 yıl savaşlarının başlangıcı kabul edilen bu olay ile birlikte 1450 yılında kadar Fransa zaferine kadar süregelen bir savaş dizisi ile sonuçlandı. Bu savaş sadece Fransa ve İngiltere arasında olmadı. Bütün Avrupa’ya yayıldı. İngiltere destekli Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ve Portekiz ile Fransa destekli İskoçya ve İspanya araya girmesiyle birlikte neredeyse Batı Avrupa’nın bütün yerlerinde çatışmalar devam etti.
Olayı kısaca özetlemek gerekirse II. Henry Normandiya ile birlikte bütün Fransa’yı istemekte idi. Ardından diğer ülkelerdeki dostluklarını kullanarak çevre ülkelerden askeri ve ticari yardımlar talep ettiler. Fransa Britanya adasının kuzeyindeki İskoçları kışkırttı ve zamanında yardım ettiği İspanyadan deniz savaşlarında yardım talep etti. İngiltere de Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ile Fransa üzerinde yürüdü. Lakin bu 116 yıl uzadı savaş. Çünkü zamanın “hıyarcık vebası” ile savaşacak askerin kalamdığı durumlar oldu. Ayrıca sürekli seferberlik ve asker alımları ülkelerin ekonomisini mahvetti.
Savaşı bitiren olay ise bir o kadar tuhaf idi. Jeanne d'Arc isimli küçük bir kız tanrı tarafından seçildiğini iddia ederek Fransa ordusuna yön verdi. Manevi değerlerini yükselttikten sonra Fransa ordusu zafer üzerine zafer aldı. Çok geçmeden Jeanne d'Arc İngilizlerin eline geçti ve cadı olduğu iddia edilerek canlı canlı yakıldı. Bu olaydan sonra Fransa hükümeti değişti ve yeni kral büyük bir ordu toplayarak İngilizleri ülkeden attı. Tabi 100 yıl savaşlarının masrafı çok büyüktü. Çünkü ekonomik sıkıntılar İngiltere’de ayaklanmalara sebep oldu. Bu olaydan sonra “Güllerin Savaşı” başladı.
Güllerin savaşı 100 yıl savaşı sonrasında ülkedeki ekonomik sıkıntılar krallık hevesi kuran bazı düklerin gazına gelerek büyük bir kaosa sürükledi. İngiltere’de kraliyet ailesinin amblemi olan gül resminden bu isim verilmiştir. İç savaş sonrası üzerinde uzun uzun duracağımız Tudors Hanedanlığı yani 8. Henry’nin babası başa geçti.
Anglika Klisesi
8. Henry’nin babası yönetimi ele geçirip birliği sağladığı ve zamansız bir şekilde ölünce tahta 8. Henry geçmiştir. Henry döneminde 2 önemli olay gerçekleşti. İlki İrlanda fethedildi. Bunun önemi büyük çünkü ada birliğini sağlaması gerekiyordu. Britanya Adalarında mutlak bir düzen sağlanmadığı için İngiltere ne zaman bir savaşa girse İskoç ya da İrlanda gibi diğer ada ülkeleri ile savaşmaya mecbur kalabiliyordu. Bu sebeple İlk önce İrlanda üzerinde seferler düzenleyip İrlanda’nın hakimi oldu.
8. Henry’nin bir diğer önemli gelişmesi ise bütün bir ülkenin dinini değiştirmek oldu. Şöyle ki 8. Henry’nin ilk eşi Katrin’den çocukları 1. Mary dışında kimse yetişkinliği göremeden ölmüştü. Kral varis istiyordu ama yaşı geçtiği için Katrin’den yapamıyordu. O dönemin kralları boşanma için Papalıktan fetva almak zorundaydı. Ama o dönemin Papası boşanma olursa İngiltere ve Fransa’nın ilişkilerinin zayıflayacağını biliyordu. Katrin Fransa kralının kızı idi. Papalığın bu evliliği fes etmesi demek Fransa ve İngiltere’nin arasının açılması papanın kendisini destekleyecek olan Fransa’nın güç kaybetmesi demekti.
Ama bizim 8. Henry boşanma konusunda kararlıydı ve Vatikan’ın politikalarından da rahatsızdı. Bu durumda Katolik kilisesinden çıkıp kendine %100 bağlı bir kilise olan “Anglikan Kilisesi” olarak değiştirdi. Bu durumun 3 önemli özelliği var: 1- Papalığa gidecek olan para ve kutsal emanetler artık vergi cinsinden krallıkta kalacaktı ve bu ekonomik anlamda bir iyileşme sağladı. 2- dini anlamda herhangi bir dış otoriteye bağlı kalmayacaktı. Sonradan Avrupa’da çıkacak olan 30 yıl savaşlarına İngiltere katılmayarak gücünü koruyacaktı. 3- İngiltere’nin halkının ve kanunların krala olan bağlılığı arttı. Kral bu kiliseden aldığı güç ile karısından ayrıldı.
8. Henry’nin bu görüşüne tepki gösteren, isyan çıkartanlar olsa da azınlıkta olduğu için engel olunamadı. 8. Henry’nin boşanması sonrası 6 kere daha evlilik yaptı ve hiç erkek varis arkasında bırakamadı. 8. Henry ölümünden sonra 1. (Kanlı) Marry, Protestanlara karşı sergilediği kanlı bir şekilde baskılaması sonrası bu lakabı almıştır. 1. Marry’in ölmesi sonucu İngiltere’yi yücelten kadın olan Elizabeth başa geçti ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sömürge ülkesini kurdu.
Elizabeth ve Sömürgecilik
Erkek bir varis olmadığı için başa geçen Elizabeth döneminde din savaşları devam etti. Protestan, Katolik ya da kraliçeye bağlı olmak üzere bir dini kargaşa vardı. Elizabeth ilk önce dini birliği sağlamlaştırdı. İskoçya bölgesindeki Fransa egemenliğini bitirdi, anlaşmalarla Fransa’nın iç işlerine karışmasını engelledi. Henüz değil lakin yakın bir tarihte daha karlı olduğu için İskoçlar Birleşik Krallıkla birleşmek isteyeceklerdi.
Elizabeth adada sükûnet sağlandıktan sonra gözünü dış ülkelere dikti. Başta Hollanda Fransa ve İspanya olmak üzere bir dizi savaşlar yaptı. İspanya’nın Karayip adalarındaki donanmalarını batırdı, Fransa’daki Croan ve Rouen gibi limanlarını işgal etti, İspanyol – İngiltere Savaşlarında Hollandalılara da ağır imzalar imzalattı. Yani tam manasında büyük sömürge toprakları yaratamamış olsa da bütün düşmanlarının elini kolunu bağlamıştır. Yerine gelecek olan İskoç Kralı James büyük rakiplerine üstünlük kurmuş, gelişmiş deniz kuvveti olan bir İngiltere’yi eline almıştı.
1600’lü yıllarda kurulan Doğu Hindistan Şirketi, Hindistan ve güçsüz Afrika ülkelerini sömürmek, tekelleşmek ve ticari üstünlüğünü ele geçirmek için limanlara borç vermeye ve küçük ülkelerdeki baskısını oluşturmaya başladı. İlerde bu borçlardan dolayı rüşvet ile kandırılan yetkili isimler toprak satmaya, liman kiralamaya ve ekonomik krizlerle büyük kitleleri kendilerine tabiri caiz ise köle yaparak sömürgeciliğin fitilini ateşledi.
İlk önce İspanyollardan aldıkları Karayip adalarında kalıcı yerleşim yerleri oluşturdular. Ardından Amerika ve Kanada gibi Kuzey Amerika kıtasında yerleştiler. Sonra Afrika, Hindistan, Avusturalya, Güney Amerika derken neredeyse Dünya’nın bütün kıtalarında kalıcı yerleşkeleri oluşturulmuş oldu. Büyük bir sömürge krallığı oluşturduğunu görünce İskoçya ile İngiltere birleşme kararı aldı(1707). İngiltere gittiği her yerde büyük üstünlük sağlamasına rağmen ilk tokatlarını genç bir yerleşkesinden yiyeceklerdi.
Amerika’nın Bağımsızlığı
1756 yılında büyük sömürgeci devletler yeni yerleri sömürmekte ve de komşu oldukları sömürge topraklarda da komşu duruma geldiler. Kanada’da Fransa ve Amerika topraklarında İspanyollar ile karşı karşıya denk geldiler. Tabi haliyle büyük bir savaş kaçınılmaz oldu. 7 yıl savaşları da tam bu zaman aralığında meydana geldi. Bu büyük savaş sonrası kazanan taraf İngiltere oldu, böylece İngiltere’nin denizaşırı topraklarda tartışmasız bir şekilde hakim olduğunu ispatladı, özellikle Hindistan ve Amerika’da mutlak bir hakimiyeti pekişti. Zaten ilerleyen yıllarda Fransa’nın Afrika’daki topraklarına çökecek ve Kanada’daki Fransa hakimiyeti de sonlanacaktır.
Tabi İngilizlerin hiç beklemediği bir olay oldu: savaşın masrafını Amerikalılardan çıkartamadı. Savaş fazla masraflı olunca Amerika’daki vergileri arttırdılar. Günün sonunda Amerika’yı korumak için savaşmışlardı. Ama bu durum Amerika’da olumsuz sonuçlandı. İngilizler baskı uyguladıkça İngiliz ürünlerini boykot başlattılar. Ama bu sert bir şekilde İngilizler tarafından bastırıldı. Amerikalıların İngiltere’de meclis üyelerinin olmaması onların haklarını arayamamalarına ve günün sonunda temsil edilememelerine sebebiyet verdi. Haliyle Amerika’da huzursuzluk yerini isyana bıraktı. Bu isyanları bastırmak için 1770 yılında Boston’da İngiliz askerleri ile üst düzey devlet yetkilileri geldi. Askerler dışarıda beklerken Amerikalılar askerleri önce sözlü taciz etti sonra onlara taş fırlatması ile İngiliz askerleri silahlarını ateşlediler. Boston katliamı bardağı taşıran son damla oldu. Amerika özgür olmalıydı.
George Washington tarafından ayaklanma silahlı çatışmalara dönüştü. Ayrıca Fransa başta olmak üzere kolonilerin İngilizlere karşı ayaklanması için kışkırtıldı, vaadler verildi. Savaş başladığında Avrupa’nın İngilizlerle anlaşamayan kesimi kolonilere silah ve paralı asker sağladı. Savaş küresel bir savaşa dönüşmüştü. İngiltere’nin dış borçları ve bozuk ekonomisi uzak diyarlara asker sevkiyatını kaldıramadı ve elindekilerle yetinmeyi tercih edip savaştan 8 yıl sonra 1783 yılında ateşkes imzaladı ve Amerika’nın bağımsızlığını tanıdı.
Napolyon Savaşları ve Devrimler
Amerikan Bağımsızlık savaşlarından sonra Fransa başına beceriksiz yöneticiler geçti. Bu yöneticiler “ekmek yoksa pasta yesinler” diyen Marie Antoine’dir. Kendisine “Borç Kraliçesi” lakabı takılmıştır. Fransa ekonomisini mahvettiği yetmediği gibi, sürekli Amerikalılara yardımlarda bulunup, halka değil Amerikalılara para harcıyorlardı. Çünkü İngiltere karşısında en büyük koz Amerika idi. Fransa’nın bu kötü durumu Fransız İhtilalini ortaya çıkarttı. Çeşitli fikirler ve işçi devrimleri bütün dünyayı sardı.
İngiltere Fransız İhtilalinden en az etkilenen ülkelerden biridir. İngiltere işçi devrimleri başladığı gibi buna önlemler aldı, işçilerin maaş ve durumlarını düzeltti. Zaten sömürgeleri sayesinde Avrupa’nın geri kalanından daha zengin olduğundan küçük hasarlarla atlattı. Lakin Fransa yerinde durmadı, bir dizi iç karışıklık sonra Napolyon isimli lider, Fransa’da darbe yaptı ve başa geçti. Napolyon agresif bir liderdi ve çevre ülkeler için tehdit idi.
Fransız ihtilali ile Kutsal Roma İmparatorluğu ekonomik olarak çıkmaza girince Fransa savaş ilan etti ve kısa sürede işgal etti. Ardından İtalya ve İspanya gibi ülkelerin üzerine yürüdü. Napolyon o kadar fazla savaş kazandı ki İngiltere için büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. Napolyon savaşları ile 7 kez koalisyon oluşturup Fransa’ya karşı birleştiler. Fransa ile Ruslar arasındaki savaşta Rusların kış vakti Fransızları bertaraf etmesi sonucu Paris’e kadar ilerledi. Napolyon yenilmiş ve sürgüne yollanmıştı.
Ardından sürgün edildiği adadan kaçan Napolyon tekrar 1815'te Paris’e gelmiş ve imzaladığı anlaşmalara uymayarak büyük bir ordu toparladı. İngilizlerin hızlıca araya girmesi ile Prusya ve Hollanda orduları toparlandı ve aynı yıl Napolyon’u son kez mağlubiyet etti. İlk kez Rusların durdurduğunu, İngilizler ikinci ve kesin bir şekilde yenerek Napolyon dönemini bitirdi. Ardından Fransa bir daha belini doğrultamadı.
Dünya savaşları
Napolyon Savaşlarından sonra İngiltere’de mükemmel bir şey keşfedildi: buharlı makine! Bu sayede 1800’lerin başında büyük bir sanayi devrimi yapıldı. Birden üretim 2-3 kat arttı. Üretim artınca bütün Avrupa ülkeleri sömürge için yarışır hale geldi. Fransa ve Almanya başta olmak üzere Asya ve Afrika’da büyük sömürgeler oluşturuldu. Artık İngiltere hiç olmadığı kadar güçlü olmuştu. Gücünü şöyle özetliyim: dünyanın herhangi bir yerinde savaş çıktığı anda İngiltere kimi desteklerse o kazanıyordu. İngilizlerin bilmediği ya da dahil olmadığı bir savaş yoktu artık ve sadece işine gelen kişiler kazanıyordu. Ekonomisi o kadar fazla dominanttı ki her markette İngiliz ürünleri satılıyor ve tüm dünyadaki üretimin yarısı İngiltere sömürgelerinde üretiliyordu. O kadar dominant bir ülkeden bahsediyoruz.
Lakin bu uzun sürmedi. Almanya ve bazı Germen kökenli ülkeler birliklerini tamamladı. Birlikleri tamamlanan ve siyasi olarak büyük kitlelere ulaşan Almanlar sömürge yarışına girmişti ve savaş teknolojisi olarak İngilizlerle yarışır seviyedeydiler. Bu kadar fazla sömürgeleşme yarışı 1. Dünya Savaşını başlattı. 1914’de Fransa’ya Almanya savaş başlatması sonucu savaş başlamış oldu. Savaş başladığında Manş Denizi boğazları İngiltere kapattı ve Almanya’nın deniz ticaretini kesti. Afrika ve Çin’deki topraklarını ele geçirdi. Fransa’ya destek verse de Almanlara karşı başarılı olamadı. Almanlara karşı ekonomik harcamalarını arttıran İngiltere Almanları Fransa’da durdurma konusunda yetersiz kaldı. 20YY İngiltere’nin hammadde ve silah ticareti ile Amerikalıları zenginleştirdi ve Amerika’nın gerisinde kaldı. Nitekim savaşı Amerika ile İtilaf kuvvetleri kazandı.
1. Dünya savaşı sonrası İngiltere’de büyük bir anti-militarist görüşler güç kazandı. Bunun sonucu ülkelerden bir bir çekilmeye başladı. Birçok yerde sömürgelerin devam etmesi İngiltere’nin de işine gelmiyordu. Ardından İrlanda bağımsızlık kazandı, Birleşmiş Milletler kuruldu. Yeni yeni anayasal haklar tanındı vatandaşlara, kadınlara seçme ve seçilme hakları, çocuk işçi yasası gibi. Yani 2 dünya savaşı arasında böyle bir savaşın daha yaşanmaması için uğraşmışsa da başarılı olamadı. 1929 yılında Büyük Buhran ortaya çıktı. Her kötü olayda Almanya ve kaybeden ülkelere borç bırakılması sonucu Hitler’i Alman halkı seçti ve silahsızlanma ve barış çabaları boşa çıkmış oldu. 26 yıl sonra 2. Dünya Savaş’ı çıktı.
Hitlerin dengesiz hareketlerine, savaş bildirimi yapmadan her yere saldırması sonucu İngiltere savaş ilan etti. Chamberlain’in başarısız “orta yol” ve “savaştan yıldırma” poltikaları başarısız olunca Churchill başa geldi. Almanların Fransayı işgal etmesiyle yönünü İngiltere’ye çeviriyor. İngilizlerin başarılı Nazilerin hava ve deniz donanmalarını batırıyor. Churchill’in en önemli talimatları ise gizli servis ile Nazilerin içerisine ajan sokup Almanların planlarını önceden haberdar olması ve içten içe sabote etmesidir. Ayrıca ülkeleri birlik oluşturma konusunda da çok başarılıydı. Amerika’yı savaşa girmeye teşvik etmiştir. İlk başta Amerika savaşa girmeye o kadar istekli değildi. Böyle bir lider doğru yerde doğru zamanda başa gelmesiyle 1945’de Nazileri ve İtalyanları durdurmuştur.
Modern İngiltere
2. dünya savaşı sonrası Soğuk Savaş’ta Amerika kanadında yer aldı. Artık Sovyetlere karşı düşman olarak varlığını sürdürdü. Dünyadaki sömürgelerini daha fazla elinde tutacak gücü kalmadığı için teker teker hepsine bağımsızlık verdi. Çünkü savaşlar sonrası Amerika bütün dünyadaki paranın neredeyse yarısını kontrol ediyordu. Bu sebeple İngiltere dünyanın her yerine ilgilenecek ve ticareti sürdüremediği için sömürgelerine özgürlük vermiştir. Artık modern sömürge ile yeraltı ve işçilerini sömürmeye devam etmiştir.
20 yüzyılda İngiltere yurtdışı faaliyet gösteren şirketlerini ve diplomatik gücünü kullanarak kazancını maksimize etmeye çalışmıştır. 1949 yılında NATO’ya katılarak savaş anlamında doğu bloğu ülkelerinin olası tehditlerine karşı Batı Avrupa’yı korumuştur. İsrail-Filistin savaşlarında Süveyş kanalının kontrolünü ele geçirebilmek ve karını arttırabilmek için İsrail’e destek vermiştir(1956). Yine uzak diyarlardaki toprağı olan Falkland Adalarını korumak için Arjantin ile savaşmıştır.
Sonuç:
Günümüz İngilteresi 66 milyon nüfusu ile dünyanın en güçlü 8. Ülkesidir. Kişisel refah (HDI) 15. Ülkesi iken, ekonomik büyüklük(GDP) olarak dünyanın büyük 6. Ekonomisine sahiptir. Antik dönemler dahil İngiltere dünyanın her zaman süper gücü olmuş muazzam bir tarihe sahiptir. Yazımın son kısımlarında maalesef işim çıktığından dolayı hızlı ve özensiz yazdım ve çok da beni tatmin etmeyen bir yazı oldu. Lakin değinmem gereken çoğu şeye değindiğimi ve kısa da olsa İngiltere’nin tarihi hakkında bir fikir sahibi oldurduğumu düşünüyorum. Bir sonraki yazılarım için tetikte kalınız.
- 3
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 14:35:59 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/17883
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.