DİNOZOR ANATOMİSİ HAKKINDA BİLİNENLER
Dinozorların İç Yapı Dedektifliği

- Blog Yazısı
Dinozorlar, muazzam hayvanlar. Doğanın hayal gücünü zorlayan en görkemli güzelliklerinden biriydi. Yaklaşık 165 milyon yıl boyunca gezegenin hâkimi olmuş, denizlerden göklere kadar her yaşam alanında izlerini bırakmışlardır. Bugün bildiğimiz memelilerden çok daha fazla tür çeşitliliği sergileyen dinozorlar, evrim tarihinin en zengin ve dikkat çekici kollarından birini oluştururlar. Kimi devasa boyunlara sahip, kimi ise tüylerle kaplı ve yırtıcı olan bu antik ulu canlılar, yeryüzünde var olmuş en etkileyici ve kudretli varlıklardan sayılır. Ancak tüm görkemlerine karşın, onları anlamak oldukça meşakkatlidir; zira mevcut fosil kayıtları eksik ve dağınıktır. Bu yazıda, dinozorların sıra dışı beden yapıları ve gizemli özellikleri aracılığıyla, geçmişin büyüleyici canlılarını olabildiğince tanımaya çalışacağız. Şahsen öğrendiğimde çok şaşırdığım bilgileri olabildiğinse size aktarmaya çalışacağım.
Penis
Dinozorlar , arkozorlardan evrimleşmiştir yani ilkel sürüngenlerden. Bu ülkel sürüngenler 3 adet farklı kola ayrılmıştı: crocodiller, teruzorlar ve dinozorlar. Teruzorlar tmamaen nesli tükenmiş kanatlı sürüngenlerdir, crocodiller ise günümüz timsahların dedeleri, dinozorlar ise günümüz kuşların atalarıdır. Dinozorların iki yakın akrabası olan kuşlar ve timsahların hiçbirinde penis yoktur, tek açıklıktan “Hemipenis” ile ürerler. Yani dinozorların penisleri yoktur. Aşağıda şu ana kadar bulunmuş tek penis fosili mevcuttur.

Sex yapma meselesi de günümüz sürüngenleri gibi birbirlerine olabildiğince yakınlaşarak ve savunmasız bir pozisyona gelerek , malum bölgeyi birbirlerine sürterek yapılıyordu. Hani o trex’in küçük kolları işte burada devreye giriyor. O kollar çiftleşme esnasında dişiyi sabitlemede çok kritikti. Peki stegosaurus gibi 4 ayaklı ve çok dikenli dinozorlar nasıl çiftleşiyordu ? aşağıdaki resim gibi 2 ihtimal var. ya sırt sırta çiftleşiyorlardı ya da yan yatırarak , başka pozisyon mümkün değil.

Hava Kesesi
Dinozorların solunum sistemleri, düşündüğümüzden çok daha gelişmiş ve kuşlarla şaşırtıcı benzerlikler taşıyordu. Özellikle birçok theropod ve sauropod dinozorda, tıpkı günümüz kuşlarında olduğu gibi hava keseleri bulunduğuna dair güçlü fosil kanıtları mevcuttur. Bu hava keseleri, solunum sistemine entegre şekilde çalışan, kemiklerin içine kadar uzanan ve genellikle omurga ya da kaburga gibi bölgelerde gözlemlenen pneumatik boşluklarla anlaşılır. Örneğin Aerosteon, Coelophysis ve Majungasaurus gibi theropodlarda, bu boşluklara bağlı kemik yapılarına rastlanmıştır. Hatta devasa vücut yapısına sahip sauropodlarda bile, boyun ve sırt omurlarında hava boşlukları tespit edilmiş; bu da karın bölgesine kadar uzanan bir hava kesesi sisteminin varlığına işaret etmektedir. Yani bu yapı, yalnızca solunumu kolaylaştırmakla kalmamış, aynı zamanda iskeletin hafifletilmesine de katkı sağlamıştır.

Bu sistem, kuşlardaki gibi tek yönlü hava akışını mümkün kılan bir düzende çalışıyordu. Normal memelilerdeki gibi hava sadece içeri girip dışarı çıkmıyor, bunun yerine hava keseleri sayesinde akciğerin içinden sürekli tek yönlü olarak geçiyordu. Bu sayede oksijen alımı maksimum seviyeye çıkarılıyor, metabolik verimlilik artıyor ve yüksek efor gerektiren aktiviteler desteklenebiliyordu. Özellikle aktif yırtıcı teropodlar için bu tür bir solunum sistemi hayatta kalma açısından büyük bir avantaj sağlıyordu. Aynı zamanda bu hava keseleri, sıcaklık değişimlerine karşı vücut ısısını dengeleyen bir tampon görevi de görüyordu.
Fosil kayıtları, bu yapıların yalnızca modern kuşlara özgü olmadığını, aslında evrimsel olarak çok daha eskiye dayandığını gösteriyor. Hatta bazı Triyas dönemi sauropodomorflarında bile erken hava kesesi izlerine rastlanmış olması, bu sistemin oldukça erken evrimleştiğini ortaya koyuyor. Sonuç olarak, dinozorların solunum sistemleri basit ve ilkel değil; aksine yüksek verimliliğe sahip, kompleks ve evrimsel açıdan oldukça ileri düzeydeydi. Kuşlardaki sistemin temel taşları dinozorlarda atılmış, bu da onların sadece güçlü değil, aynı zamanda son derece sofistike organizmalar olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Pubis Bone ve İskiyum Bone
Theropod ve sauropod dinozorlar, yani kertenkele kalçalı gruplar, günümüz kuşlarının ataları olarak pelvik mimarilerinde önemli yapısal benzerlikler taşır. Bu mimarinin iki temel bileşeni olan pubis ve iskiyum kemikleri, organizmaların hareket kabiliyeti, kas bağlantıları, iç organ düzeni ve solunum sistemi gibi pek çok sistemle doğrudan ilişkilidir. Theropodlarda pubis genellikle öne doğru yönelmiştir ve büyük arka bacak kaslarının tutunma noktasıdır. Bu öne dönük yapı kalça hareketine yardımcı olurken, bazı türlerde genişlemiş pubic sayesinde çömelme pozisyonunda ağırlık taşıma görevi de üstlenir, ağırlık tek bir kemiğe değil eşit şekilde her yere yayılır. Ayrıca, pubis karın içi organları destekler, özellikle otçul therizinosaur’larda bu kemiğin geniş formu sindirim organlarının yerleşimini kolaylaştırır. Solunumda ise gastralia (karın kaburgaları) ile çalışan eski tip “zırh solunumu” sistemine destek sağlar.

Sauropodlarda ise pubis, devasa arka bacak kaslarının orijini ve karnın ön kısmını destekleyen bir çerçeve görevi görür. Theropodların aksine daha yukarıda ve sırta daha yakındır. Büyük gövdeli bu hayvanlarda iç organların ve omurganın taşınmasında kritik rol oynayan pubis, stabiliteyi artırır. Kuşlarda ise pubis yapısı arkaya dönük hale gelmiş ve ischium ile beraber yumurtlama kanalının genişlemesine olanak tanımıştır. Uçuşa uyumlu olarak incelmiş ve ilium ile kaynaşmış hale gelen kuş pubisi, vücut ağırlığını azaltır ve aerodinamik yapıya katkı sağlar.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Öte yandan, iskiyum kemiği pelvisin arka bölümünde yer alır ve hem theropod hem de sauropodlarda Mm. ischiotrochantericus gibi kasların tutunma yeri olarak görev yapar. Bu kaslar kalça ve kuyruk hareket ve taşıma işlevlerini yerine getirir. Theropodlarda çömelme ve oturma pozisyonlarında iskiyum, kalça eklemlerine ağırlık aktarımında yardımcı olurken; sauropodlarda iskiyum arkaya doğru uzanarak geniş abdominal bölgeyi destekleyen bir yapı oluşturur. Yürürken kuyruk sallama ve otururken arka kaslar için alan oluşturur. Ekstra bir bilgi ankylosaurus ve stegosaurus gibi kuyruğunu sallayarak saldıran dinozorlarda iskiyum kemiği daha kalın ve dayanıklı olur.
Göz Kemiği
Dinozorların göz yapısında yer alan skleral halka, aslında sadece bir kemik parçası değil, tam anlamıyla evrimsel bir mühendislik harikası. Bu halka, göz küresine destek vererek iç basınç değişimlerine karşı adeta bir koruma kalkanı gibi çalışıyor. Özellikle hızlı uçan pterosaurlar ya da erken dönem kuşlarda, havada karşılaşılan ani basınç değişimlerine karşı gözün formunu koruyabilmesi, bu yapının sağlamlığı sayesinde mümkün oluyordu. Gözün içine gelebilecek toz, küçük taş parçaları veya bitki kalıntıları gibi zararlı maddelere karşı da ciddi bir savunma hattı kuruyor bu halka; çünkü halkayı oluşturan kemik plakalar, gözün dış kısmını adeta zırh gibi sarıyor.

Ayrıca bu yapı sadece koruma amaçlı değil; görme kabiliyetine doğrudan katkı sağlıyor. Gözün farklı mesafelere net şekilde odaklanabilmesi için gerekli olan iris kasları ve ekstra odaklama kasları, bu halkaya tutunuyor. Böylece dinozorlar çevresini daha iyi algılayabiliyor, uzak ya da yakın her şeye net şekilde odaklanabiliyordu. Aynı yapı, balıklarda su basıncına, kuşlarda ise hava direncine karşı aynı koruyucu ve destekleyici işlevi görüyor. Yani skleral halka sadece dinozorların değil, birçok hayvan grubunun doğayla baş etme yollarından biri olmuş.
Spinasourus Anatomisi
Spinosaurus aegyptiacus, Geç Kretase’de Kuzey Afrika’da (Kem Kem yatakları) yaşayan, boyu 12–15 m, ağırlığı 7–20 ton arasında tahmin edilen dev bir teropod. Uzun kuyruğu, kütle merkezi öne yerleşik vücudu ve sırtında 1,7 m’ye varan omurga yelkeniyle benzersizdi. Uzun, dar çene yapısı ve konik, dişli dişleriyle büyük ölçüde balık avlayan bir ekolojik niş işgal ettiği öne sürüldü. İlk fosil verileri 1915’te Mısır’dan, daha eksiksiz örnekler ise 2008’den sonra Fas’tan çıkarıldı.

Spinosaurus’un yaşam tarzı üzerine iki ana görüş var: Tam sucul bir avcı mı yoksa yarı sucul bir bekçi-avcı mı? 2020’de bulunan geniş, yelpaze biçimli kuyruğun, timsahlar ve yılanbalığı benzeri yüzme hareketleriyle sudaki avları kovalamaya uygun olduğu savunuldu. Buna karşın Sereno ve arkadaşları, ayrıntılı 3B iskelet ve kütle modellemesiyle Spinosaurus’un derin suda dengesiz, yüzeyde yavaş bir yüzücü olduğunu, tam sualtı daldırmaları ve hızlı manevraları başaramayacağını gösterdi.
Dev yelken ve uzamış, ince kuyruk omurga dikensi yapıları, su direncini önemli ölçüde artırır. Kuyruk, yılanbalıkları veya balinalardaki gibi yumuşak bir yüzgeç oluşturmak yerine nispeten rijittir ve arka bacaklar sudayken “fren” etkisi yapacak biçimde sarkar. Hesaplamalara göre yüzdüğünde kuyruğun ürettiği itki, ağırlığını taşıyamayacak kadar yetersiz kalır; kuşkusuz ani dönüş ve daldırma manevraları da mümkün değildir.
Buna rağmen Spinosaurus’un kemik yapısı, tam tersine suda batma ve suyun kenarından avlanma davranışlarıyla uyumlu olacak denli yoğun (pachyostotik) bulunmuştur. Fabbri ve ekibi, 380’den fazla soyu tükenmiş ve yaşayan amniot kemiği yoğunluklarını karşılaştırarak Spinosaurus ve yakın akrabası Baryonyx’in, modern penguen ve morslarınkine benzer yüksek kemik yoğunluğuna sahip olduğunu saptadı. Bu durum, yüzeyde kalmak yerine suya dalıp avlanma gereksinimini karşılamak üzere evrimleştiğini gösterir.
Sonuçta Spinosaurus’un tam deniz canlısı olmadığı, daha çok balıkçıl kuşlar (ördekgiller, sığ sularda böcek ve balık avlayan balıkçıllar) gibi yarı sucul bir yaşam tarzı benimsemiş olması muhtemeldir. Suyun kenarında ya da sığ sularda “dip yürüyüşü” yapıp güçlü kuyruğuyla küçük balıkları yakalayarak ambush-avcılığı gerçekleştirirken, karada hareket kabiliyetini de tamamen kaybetmemiştir. Yani Spinosaurus, ne tam bir timsah gibi suda süratli avlanmış ne de yalnızca kurak arazide devasa bir kara avcısı olarak kalmıştır.
"Subnarial Boşluk"
Subnarial gap, yani maksilla ile pre-maksilla kemikleri arasındaki boşluk, dinozor kafatası yapısında oldukça dikkat çeken bir detay. Bu aralık, çene kapandığında alt çenedeki ön dişlerin düzgün bir şekilde yerleşmesini sağlıyor ve genel çene kapanış mekanizmasına esneklik katıyor. İlk bakışta sadece Spinosaurus ya da Baryonyx gibi balık avlayan teropodlarda var gibi görünse de aslında bu yapı çok daha geniş bir evrimsel yayılım sergiliyor. Dilophosaurus’tan bazı dromaeosaurlara, sauropodomorflardan ornithischianlara kadar pek çok farklı grupta da bu boşluk mevcut. Bu da yapının evrimsel olarak tek bir amaçla değil, farklı hatlarda bağımsız olarak geliştiğini gösteriyor.

Özellikle balıkla beslenen teropodlar için bu boşluğun ekstra bir avantaj sağladığı açık. Kaygan balıkların ağızdan kaçmasını önlemek için adeta bir “kanca” işlevi görüyor olabilir. Küçük ve hareketli avların ağız içinde sabitlenmesini kolaylaştırdığı düşünülüyor. Ancak bu özelliği sadece balıkçılıkla açıklamak yeterli olmaz. Çünkü aynı yapı, çok farklı beslenme şekillerine sahip dinozor gruplarında da görülüyor. Bu da subnarial gap’in sadece “av tutmak” değil, aynı zamanda çene ekleminin hareketliliğini artırmak, diş dizilimini düzenlemek ve genel kafatası yapısını optimize etmek gibi çoklu işlevlere hizmet ettiğini düşündürüyor.

Bir de dip not, bazı dinozorlarda da avladığı besin maddelerine göre başkalaşmış ve değişmiş çene yapıları görmekteyiz. masiakasaurus fosili aşağıda görüldüğü gibi çenesi dışarı çıkmış şekildedir. Bu dinozor yengeç ve türlerini avlamak için evrimleşmiştir ve yamuk çenesi mükemmel yengeç kabuğu kırıcısıdır.

Antorbital Pencere
Antorbital fenestra dediğimiz açıklık, göz çukuru ile burun deliği arasında yer alan ve ilk kez Triyas Dönemi'nden itibaren archosauriformlarda ortaya çıkan ilginç bir kafatası özelliği. Özellikle dinozorlarda —hele de etçil theropodlarda— bu açıklık kafatasındaki en büyük pencere olarak dikkat çeker. Fakat bu sadece bir delik değil; aslında burun boşluğuyla bağlantılı geniş bir paranasal sinüsü içinde barındırır. Bu yapı sayesinde kafatası hem hafifler hem de hava kesecikleriyle boşluklandırılarak pneumatize olur. Böylece o devasa kafalar, hayvana ekstra ağırlık bindirmeden taşınabilir hâle gelir. Ayrıca sinüslerin varlığı sayesinde beyin, ani sıcaklık değişimlerinden korunur ve solunum daha verimli hâle gelir. Hatta vücut ısısını dengeleme işinde bile bu sinüslerin rolü var.

İşin ilginç tarafı, günümüzde yaşayan timsah türlerinde bu antorbital pencere dıştan tamamen kapanmış durumda. Ama bu, içeride hiçbir şey kalmadığı anlamına gelmiyor. Timsahların içinde hâlâ antorbital sinüs bulunuyor. Dış kısmın kemiklerle kapatılması, av sırasında ortaya çıkan büyük mekanik baskılara karşı daha sağlam bir kafatası yapısı oluşturmak için. Bu sayede timsahlar çok güçlü bir ısırma kuvvetine (bite force) dayanabiliyor. Yani dışarıdan baksanız sinüs yok gibi görünüyor ama içeride hâlâ görev başında: basıncı dengeliyor, ısı düzenlemesine yardım ediyor.
Küçük Kollar
Carnotaurus gibi abelisaur dinozorlarında ön kollar o kadar küçülmüştür ki neredeyse işlevsiz hale gelmiş gibidir. Bu minik kolların artık bir işe yaramaktan çok, belki de sadece görsel ya da sosyal sinyaller vermek için evrimsel süreçte kalmış olabileceği düşünülüyor. Yani bir nevi dinozorun bedeninde "unutulmuş" ama hâlâ varlığını sürdüren bir hatıra gibi.

T. rex’te ise durum biraz daha farklı. Evet, onların da kolları oldukça kısa ama tamamen işe yaramaz değiller. Fosil üzerinde yapılan kas izleri, omuz ve pazu bölgelerindeki kas yapısının oldukça güçlü olduğunu gösteriyor. Hatta öyle ki, yetişkin bir T. rex’in koluyla 100 kilograma kadar bir ağırlığı kaldırabileceği düşünülüyor — tam anlamıyla tek kolluk bir güç gösterisi. Ayrıca, bu kollarda görülen stres kırıkları ve tendon hasarları da, zaman zaman yüksek basınca maruz kaldıklarını gösteriyor. Bu da bize kolların, özellikle bir avı kısa süreliğine tutmak ya da dişiyi çiftleşme sırasında sabitlemek gibi görevlerde kullanılmış olabileceğini düşündürüyor.
Stegesourusun Kanlı Dikenleri
Stegosaurus’un sırtında yer alan o meşhur plakalar—çoğu kişinin "diken" sandığı yapılar—aslında oldukça karmaşık ve ilginç bir iç yapıya sahipti. Bu plakaların hem iç hem dış yüzeyinde yoğun bir damar ağı bulunuyordu. Yapılan X-ışını taramaları ve detaylı kesit analizleri, bu plakaların içinden geçen tüp şeklindeki damarların büyük ihtimalle gerçek kan damarları (arter ya da ven) olduğunu gösteriyor. Yani bu yapılar sadece koruma ya da dekor değil; vücut ısısının düzenlenmesine yardımcı olan birer termal panel gibi çalışıyor olabilirlerdi. Güneşle ısınmak ya da serinlemek için bu plakalar devreye giriyor, tıpkı bir canlı radyatör gibi!

Ama iş sadece bununla da sınırlı değil. Plakaların dışı keratinle kaplıydı ve renk pigmentleri de içeriyordu. Damarlar sayesinde plakaların içine pompalanan kan, rengin daha da belirginleşmesini sağlayarak geçici bir renk değişimi oluşturabilirdi. Aynı modern memelilerdeki boynuz damarlarında ya da kuşların renkli bölgelerinde olduğu gibi... Yani Stegosaurus, çiftleşme dönemlerinde bu plakaları kanla doldurup, rengini belki de kıpkırmızıya dönüştürerek dişilere "buradayım, hazırım" mesajı veriyor olabilir. Tabii elimizde bu renklendirme olayının birebir kanıtı yok, ama fosil verilerine bakıldığında bu ihtimal oldukça güçlü bir teori olarak masada.
Dinozor Sesleri
Dinozorların nasıl ses çıkardığını kesin olarak bilemiyoruz çünkü yumuşak dokular—özellikle ses telleri, gırtlak kasları veya ses kutusu gibi yapılar—fosilleşmediği için günümüze ulaşmıyor. Bu yüzden internette ya da filmlerde duyduğumuz dinozor sesleri tamamen hayal ürünüdür, gerçek değil, sadece temsili efektlerdir. Paleontologlar, dinozorların ses üretim sistemini anlamaya çalışırken, onların yaşayan en yakın akrabaları olan kuşlar ve timsahları temel alarak bir tür “evrimsel kıyaslama yöntemi” kullanıyorlar.
Örneğin timsahlar gibi kapalı ağızla çıkan, boğazdan gelen düşük frekanslı gırtlaksı sesler, dinozorlar için de olası kabul ediliyor. Bu sesler genellikle trakea ya da yemek borusuna bağlı hava keselerinin şişirilmesiyle oluşuyor ve ağızdan değil, boğaz ile iç rezonans boşlukları üzerinden yayılıyor. Günümüzde sadece kuşlarda bulunan ve ötümde büyük rol oynayan syrinx adlı karmaşık ses organının erken evrimsel bir örneği Vegavis iaai adlı kuş fosilinde bulunmuş olsa da, bu yapı non-avian dinozorlarda henüz keşfedilmiş değil. Bu da onların, timsahlarda olduğu gibi daha basit bir ses üretim organı olan larynx’e (gırtlak) sahip olduklarını düşündürüyor. Dinozorlarda bu larynx, memelilerdeki gibi ses telleriyle değil; daha çok trakea ve ciğer keselerine bağlı yapılarla çalışıyor olabilir.
Ayrıca bazı türlerin kafatası yapıları ses üretimi konusunda daha fazla ipucu veriyor. Mesela Parasaurolophus, kafatasında yer alan uzun ve içi boş kret sayesinde trompet benzeri, derin ve yankılı sesler çıkarabiliyor olabilir. Corythosaurus, Lambeosaurus ve Hypacrosaurus gibi diğer lambeosaurin dinozorlar ise, kafa içindeki rezonans yollarının türlere özel şekilleri sayesinde her birinin farklı tonda ve yapıdaki çağrılar ürettiği düşünülüyor.
Kısacası, Hollywood’un kükreyen T. rex sesleri ne kadar havalı olsa da, dinozorlar büyük ihtimalle daha derin, uğultuya yakın ve kapalı ağızdan gelen boğuk seslerle iletişim kuruyorlardı. Ayrıca YouTube’de dinozor sesi diye duyduklarınız balıkçıl kuşların sesini yavaşlatılmış ve boğuklaştırılmış halleridir. Dinozor seslerini bilmiyoruz, kükreyemediğinden de eminiz.
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 11/07/2025 09:04:15 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21022
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.