AVRUPA NEDEN GELİŞTİ, MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI ?
Sorun “İslam” Mı, Yoksa “İnsanlar” Mı ?
Bu gün benim için yazması, araştırması ve anlatması zor bir konudan bahsedeceğim. Zor çünkü dini konular özellikle Türkiye’de hassas konulardır. O sebeple yazacağım ufacık bir eleştiri bile bazı kişileri hemen öfkelendirecektir. Lakin bazı konuların konuşulması, anlaşılması ve tartışılması gerekiyor. O sebeple daha yazıyı okumadan kafasındaki cevabı koşulsuz kabullenenler bi zahmet benim bu yazımı okumasınlar.
İslam ülkelerinin neredeyse hepsinin ortak bir sorunu var. Tek adamlık, halkın ihtiyaçlarını göz ardı etme, komşuları ile anlaşamama, kültürel sosyal ve ekonomik kargaşa bu sorunların bazılarıdır. Daha çok yakın bir zamanda bile Suudi Arabistan halkının isteklerini göz ardı ederek İsrail’e yardım etmeyi tercih etti. İran’ın, Filistin’e destek için yolladığı füzeler ve İHA’lar Suudi Arabistan tarafından imha edildi. Pakistan ve Afganistan arasında inanılmaz bir gerilim var ve birbirlerine zarar verecek terör gruplarını desteklemeye başladılar. Ve ben ne zaman çevremdeki insanlarla konuşsam hiç kimse bu az önce saydığım ülkelerin İslam anlayışını beğenmiyor, hatta ve hatta bunları Müslümandan saymayanlar dahi var :]
Bu günümüz Müslüman ülkelerinin geri kaldığının ve birbirleriyle uyum içinde olamadıklarının kesin bir göstergesidir. İşin garip yanı eskiden de çok farklı değildi. Ortaçağa kadar giden bu anlaşmazlıklar serüveni Avrupa’nın gerisine götürmüştür. Bir zamanlar tabi böyle değildi, İslamın Altın Çağı adı verilen dönemde Avrupa’dan daha iyi durumdaydı. Peki ne oldu da Müslüman alemi geri kaldı, sanayileşemedi, kriz içine girdi.
AVRUPA NASIL KALKINDI ?
Benim tarih bilgime dayanarak söylüyorum ki bu gün Avrupa’yı Avrupa yapan ve diğer ülkelerden daha fazla gelişmesinin, 3 büyük olay vardır:
1- Bankacılık ve Kapitalizm:
Bankacılık ilk olarak İtalya’da “Banca Monte dei Paschi di Siena” ismi ile 1472’de açılmıştı. İlk banka çok ilkel şekilde işliyordu ve faiz ve kredi borçları ile geçimini sağlıyordu. Şöyle ki mesela rasgele bir X kişisi kredi çekmek için bankaya başvuru yapardı. Banka bir “rehin eşya” bırakmasını isterdi. Krediyi vermesi karşılığında belli bir faiz oranı koyardı. Düşük ücretlerde düşün faiz, büyük paralarda büyük faiz konulurdu. X kişisi parayı ödeyememesi durumlarda ilk başta rehin ettiği değerli eşyaları banka el koyardı. Bu ilkel yöntem ile ilk kez tarihte bankacılık ve faiz yöntemleri ile ticaret yapılmaya başlandı.
Bu yöntem çok kıymetli idi. Çünkü hem dışarıdan gelen tüccarlar için para dönüşümü, döviz bozmak gibi işlemler artık kazıklanmadan, kolay ve yüklü miktarda para ile işlem yapılabilir olmuştu. Bu sebeple Dış ülkeden gelen tüccarlar daha fazla bankanın olduğu ülkeleri tercih eder olmuştu. Bir diğer önemi ise artık bankalar yatırım yapma ve büyük ticari işler için ortaklaşa iş yapabilir durumda olmuştu. İşyeri açma, ticari işlerde artık paraya erişim imkanı gelmişti Avrupa’ya.
İtalya'da Floransa, Venedik ve Cenova gibi şehirler, erken dönem bankacılık merkezleriydi. Medici ailesinin Floransa'daki bankası, bu dönemde en ünlü bankalardan biriydi. Bu bankalar, ticaretin finansmanı, döviz işlemleri ve kredi verme gibi çeşitli bankacılık hizmetleri sunuyordu. İtalya'daki bankaların başarıları, diğer Avrupa ülkelerinde de bankacılığın gelişimine ilham verdi. 1700’lü yıllarda bankası olmayan bir Avrupa ülkesi dahi yoktu. Bu sayede Avrupa’da kapitalizm, rekabet ve şirketleşme/holdingleşme başladı, Müslüman Doğu’da değil.
2- Rönesans:
Rönesans, 14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar süren ve Orta Çağ’ın sonlarından başlayarak Avrupa'da sanatta, bilimde ve düşüncede büyük bir yenilik ve gelişim dönemidir. Bu dönemin en önemli özelliği din adamlarının yetkilerinin sınırlandırılması ve bilimsel düşünceleri ön plana atmasıdır. Rönesans’tan önce okullarda büyük oranda dini eğitim verilirdi ve günün sonunda okumuş kesim hiçbir şey üretemeyen bir sınıfı oluştururdu. 12. Yüzyılda kurulan Oxford Üniversitesi’nin bile ilk açıldığında hukuk ve tıp dışında sadece piskopos ve din adamı yetiştirmek üzere eğitim verdiğini, dini eğitimleri geçemeyenlerin de din dışı hiçbir konuda kendini geliştirmesine izin verilmediğini biliyor muydunuz ?
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Rönesans’ın bir diğer artısı ise kişisel özgürlükleri tanımasıdır. Eskiden din adamların her söylediği mutlak gerçeklik kabul edilirdi. Yani parası olan ya da rütbeli kişiler kendi çıkarları doğrultusunda din adamlarını kullanabilir ve dini bir tiranlık ile fukara halka istediği kararı uygulatabilirdi. Şöyle bir gerçek var ki, kişisel özgürlükleri ve maddi durumları iyi olan ülkeler her zaman yetenekli ve eğitimli insanları kendilerine çekerlerdi. Halkına en iyi davranan ülke her daim gelişmeye en açık olan ülkedir, değişmez kuraldır. Yani Rönesans sayesinde toplumsal huzur bile büyük oranda sağlanmıştır.
Dahası mimari ve sanat din ile bir bütün olmaktan çıkarak, insan hayatını artık doğrudan içinde olan bir uğraş haline gelmişti. Geçen günlerde sanatın insana ve topluma ne kattığı ile ilgili uzun uzun yazılar yazmıştım, eğer onlara da göz atmak isterseniz geçmiş blog yazılarımı okuyabilirsiniz. İşte görüldüğü gibi dini bir oluşumdan her türlü kurum uzaklaşınca Avrupa büyük bir şahlanmaya başladı.
3- Coğrafi Keşifler ve Sömürgecilik:
Coğrafi keşifler, 15. yüzyılın sonlarından itibaren, özellikle Portekizli ve İspanyol kaşifler tarafından başlatıldı. Amerika’nın keşfi ve Afrika’daki ve Amerika’daki insanların ilkel olduğunu öğrenmeleri ile Avrupalılar arasında sömürü yarışı başlamış oldu. Bu da Avrupa’nın zenginleşmesindeki en büyük etmen oldu. Çünkü bu keşiflerden önce Avrupa büyük oranda fakir bir kıta idi. Ticari anlamda Anadolu ve Doğu ticaret yollarına bakan, genelde dışarıdan hammadde satın alan ülkelerdi.
16. YY ile başlayan sömürgecilik Avrupa’yı artık ticaretin ve paranın merkezi haline getirmişti. Hiç el değmemiş topraklardaki kaynakların Avrupa’ya aktarılması Avrupa’yı 17. YY’dan sonra en zengin kıtaya dönüşmesine yol açtı. Bu kısmın insanlık ve etik kısmını es geçersek, zamanındaki bu uygulamalar sayesinde Avrupa zenginleşirken, ticaret yollarını kaybeden Doğu ülkeleri fakirleşti.
Günün sonunda Avrupa bilim, sanat ve eğitimde dünyada en iyi konuma gelmiş, ticareti kontrol eden, kişisel hak ve özgürlüklere sahip çıkan ve uygun rekabet ortamları yaratarak büyük projeler başlatabilen, gelişmiş şirketleri olan büyük bir güce dönüşmüştü.
Peki, bunları neden Müslümanlar yapamadı?
MÜSLÜMANLAR NEDEN KALKINAMADI?
Avrupa’da bunlar olurken Müslüman Doğu bunlara sadece seyirci kalmıştır. Bunun sebeplerinin bazıları dinden kaynaklanırken bazıları da dönemin mevcut siyasi koşulları ile ilşkiliridir. Sıralamak gerekirse:
1- Dinin Yapısı Kapitalizme Uygun Değildi:
Gene büyük bir linç edilme riskini göze alarak söylemem gerekiyor ki, İslam dini kapitalizme ve zenginleşmeye uygun değildir. Şöyle ki Şeriat kanunlarına göre faiz haramdır. Faiz olmadan da bankacılık ve buna benzer yapılar ortaya çıkamadı ve kapitalizm batıda ortaya çıktı. İslam ülkelerinde açılan ilk banka Bank-ı Dersaadet 1847 yılında İstanbul’da açıldı. Bu sırada Batı en az 300 yıllık bir banka tecrübesi vardı. Ayrıca İstanbul’daki bu küçük bankadaki bütçe Avrupalı rakipleriyle yarışamayacak kadar da küçüktü. Bunun birkaç sebebi var.
Batıdaki ticaretler daha çok “şirket” üzerinden yönetilirken, Doğuda daha çok “vakıflar” ile yönetiliyordu. Şöyle ki, Osmanlı’da bir esnaf satacağı ürünün fiyatını belirleyemiyordu(spesifik bir ürün olmadığı takdirde). “Ahilik” sisteminin belirlediği fiyatlar üzerinden satış yapılabilirdi. Ayrıca ahilik sistemi esnafa eğitim de verirdi, yani neyi nasıl üreteceği ve hangi fiyata satılacağı ahiliğin belirlediği kurallar ile gerçekleşirdi. Bir de “vakıflar” vardır ki bunlarda sosyal harcama yaparlardı. Vakıflar ahilik ve esnafların bağışlarıyla hayatta kalırdı ve fakirlere yardım eden kurumlardı. Fakire yardım dışında cami, medrese ve sağlık ocağı gibi kuruluşları da düzenlerdi. Eğer ki dükkanı olan bir kişi ölürse taşınamaz mirası ya vakıfa giderdi ya da devlet el koyardı. Yani para bir bölgede toplanmazdı ama günün sonunda daha az fakirliğin olduğu ve eşitliğin olduğu bir toplum ortaya çıkartırdı.
Görüldüğü gibi Batıda şirketleşme ve bankaların aktif bir şekilde çalışması daha beklenen bir sonuç idi. Lakin Müslüman Doğu ise böyle bir sıçrayış ve sosyal yapı kurmayı beceremedi. Bu sebeple Batı daha pahalı projeler yapabildi paranın şirketlerde toplanması sonucunda ya da rekabet ortamının kurulması Batının daha gelişmiş teknolojilere erişmesi için teşvik verdi. Sanayi devriminin(1760) kapitalist ülkelerde ortaya çıkması da bir tesadüf değildir, ekonomik sistemin bir getirisidir.
2- İslam Bir Rönesans Yaşayamadı:
Buraya özellikle “yaşayamadı” yazıyorum, “yaşamadı” demiyorum. Çünkü ilk yıllarında Altın Çağ adı verilen bir dönem yaşadı. Bu dönemde İslam dünyası, 8. ve 13. yüzyıllar arasında "İslam'ın Altın Çağı" olarak adlandırılan bir dönem yaşadı. Bu dönemde bilim, felsefe, tıp, matematik, astronomi, ve sanat alanlarında büyük ilerlemeler kaydedildi. Genelde Yunan ve Roma İmparatorluğunun felsefi ve mühendislik gibi konuları aynen kopyalayarak en modern bilgiler ile teknolojiyi geliştirdiler.
Lakin sonradan oluşan Ruhban sınıfı bunlardan hoşnut kalmadı. Gazali gibi bazı imamların bilim adamlarına ve filozoflara kafir demesi ve onları tekfir etmesi ile dini baskının arttırdı. Tekfir etmek aforoz etmektir ve evet Müslümanlıkta da aforoz etmek vardır. İmamların din büyüklerinin sözünden çıkıldığı anda insanlar aforoz edilir ve toplumdan dışlanırdı. Önemli İslam alimlerinden bazıları: İbni Rüşd, Farabi ve İbn Sina tekfir edildi, kitapları yakıldı ve sürgüne gönderildi. Gazali’den sonra Müslüman camiada ruhban sınıfı oluştu. Her karar Şeyhülislam grubunun fetvalarına göre şekillenmeye başlandı. Yani bir ara gerçekten büyük bir Rönesans oluşacakken halk ruhban sınıfının yanında olmayı tercih etti. Daha da Müslüman tayfa belini doğrultamadı ve gerici düşünceler daha üste çıktı.
3- İslam Ülkeleri Sömürü Yarışına Girmedi:
Bu sorunun 2 adet cevabı var. İlki girmek istemedi. Çünkü İslam hukukunda fethettiğin yerdeki halka kendi teknolojisini ve adaletini götürme zorunluluğu vardır. Şeriatta sömürü büyük günahtır. Osmanlı gittiği yerlerde sömürü uygulamamıştır. Avrupalıların Afrika ve Asya’ya uyguladığı sömürü ile kıyaslanın Osmanlı melek kalır. Osmanlı’nın da büyük hataları ve zararları olmuştur, kimse olmamıştır diyemez. Balkanların geri kalmasının en büyük sebebi Osmanlı’nın politikalarıdır. Ama sömürü denilecek kadar büyük olaylar yaşanmamıştır. Yani Osmanlı imparatorluğu Balkanları sömürme gücü varken bunu insancıl görmeyerek uygulamamıştır. Vergi bağlamak, asker alımları gibi işler dışında serbest bırakmıştır.
Bir diğer cevap ise Osmanlı Sömürgeciliğe girmek istemiştir ama başarılı olamamıştır. Şöyle ki, Osmanlı daha çok kara bağlantılarına önem veren bir ülke idi. Deniz yollarının kıymetini hiç anlamamıştır. Bu sebeple adam akıllı denizci de çıkaramamıştır. Sömürgecilik başladığında Osmanlı diğer Avrupa devletleri ile denizde savaşacak kadar güçlü bir donanması yoktu. Bir de coğrafi sebepler vardır. Osmanlı’nın okyanusa ulaşmadan koskoca bir Akdeniz’i geçmesi gerekiyordu, Avrupa ise Cebelitarık ile hiç uğraşmadan direkt denize açılabiliyordu. Yani coğrafi olarak Osmanlı, Avrupalılardan daha fazla kaynak harcaması gerekiyordu ki denizaşırı topraklara ulaşsın. Bu tarz sebepler birleşince Osmanlı coğrafi keşiflerle ilgilenmemeyi tercih etmiş, iç karışıklar ile ilgilenmiştir bu dönemlerde.
Sorun İslam’da Mı, Yoksa İnsanlarda Mı ?
Şimdi İslam tarihi ve daha pek çok etken var İslam coğrafyasının gelişmesi ve gelişememesi için. Net bir doğrudan şu suçludur bu haklıdır demek yanlış olur. her olaya dönemin ve kişilerin daha iyi nasıl olurdu ya da nasıl akıl edebilirdi gibi değerlendirmeyi tercih ediyorum. Bu konu için her iki tarafın en iyi argümanını sunacağım.
Sorun İslam’dadır diyenlerin en iyi argümanı: İslam’ın devlet yönetimine çok karışmasıdır. Yani Hristiyanlık ile kıyaslamak gerekirse, Hristiyanlık küçük bir Yahudi tarikatı ile dünya tarihe giriş yapmıştır. Roma’nın Hristiyanlığı Büyük Konstantin’in 313 yılında kabulü ile Roma’nın dini olmuştur. Yani Hristiyanlık insanlar arası ilişkilere daha çok önem vermiştir. Öte yandan Müslümanlık ortaya çıktığı gibi devlet yönetimine geçmiştir ve devlet yönetiminde kesin çizgiler çekmiştir. Bu sebeple bu kesin çizgilerin aşılamaması sebebiyle daha geri kalmış devlet modelini benimsemesine sebep olmuş olabilir.
Sorun İnsanlardadır diyenlerin de çok güçlü argümanları olduğuna inanıyorum. Onların en büyük argümanı dindeki ruhban sınıfının oluşması ve dini otorite uğruna devlet çıkarlarının geri plana atılması örneği verilebilir. Çünkü ruhban sınıfı Kuran’da yazmayan ve sosyal anlamda belirlenmesi gereken kuralları koyan kişilerdi. Fıkıh kuralları Ruhban sınıfına bırakılmasını uygun görmeyenlere şunu kabul etmek zorundalar: Kuran ve Fıkı külliyatı tek başına devlet yönetimine uygun olmadığını ve ekstra yeniliklere ihtiyaç duyulduğudur.
Siyasal İslam nereye giderse gitsin, Afganistan’dan Pakistan’a kadar her yerde Kuran ve dini kitaplarla devlet kurmaya çalışıp tek başına bu kitaplar ile devlet kuramayıp diğer ülkelerin kanunlarıyla hareket etmek zorunda kalan ülkelerdir. Buradan şu sonuç çıkıyor: İslam’ın kanunlarıyla devlet yönetilmeye çalışılınca sürekli sorun çıkıyor, diğer devletlerin kanun ve sistemlerini kopyalamak zorunda kalıyor ve çıkmaza giriyor. Yani ruhban sınıfı oluşacak, İslam kurallarıyla devlet yönetmek günün sonunda çuvallamaya gidiyor.
SONUÇ:
Evet görüldüğü gibi hala daha net bir şekilde sonuca varabilmiş değilim. Lakin araştırmalarım sonrası şunu gördüm : laikliğin sağlanmadığı ülkelerin burnunun beladan kurtulmadığıdır. Türkiye’nin çok fazla sorunu var iç ve dış, ama eğer ki laikliği sağlayamamış olsaydık en az 10 kat daha fazla sorunumuz olacağını hatırlatırım. Bu söylediklerimin hepsi sadece İslam için değil, Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm vb. her din için de geçerlidir. Yani tek bir inanışa özgü olarak okunmamalıdır. Amacım İslam’a saldırmak değildir, ben insan doğasına aykırı olan sisteme saldırıyorum sadece. O yolun da seküler olmayan bir yerden gittiğini de hiç sanmıyorum.
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 14:58:40 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/18521
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.