Sevmek Üzerine: Erich Fromm
Kimyasal Sürecin Kimyasal Olmayan Yorumu: Duygusal Köleler

- Blog Yazısı
"Kendi içinde sevgi olmayan biri, kime yönelirse yönelsin onu tüketir."
Giriş: Sevgi Bir Duygu Değil, Bir Sanattır
Bu yazı kişisel gelişim yazısı değildir, hayatımızda olan ve sürekli olacak bir soyut olgunun incelenmesidir. Bu yazının temel kaynağı Erich Fromm'un 1956 yılında yazdığı "Sevme Sanatı" kitabıdır. Bunun yanında ek olarak tabii ki kaynaklar sunacağım, fazlası ile soyut bir konu fakat ilginizi çekerse verilen ek kaynaklar ile daha derin bir okuma yapabilirsiniz.
Sevgi "hissedilen" bir şey değil, yapılan bir eylemdir. Erich Fromm'un çığır açan eseri Sevme Sanatı'nda (1956) çırılçıplak ortaya serdiği gerçek budur: Modern insanın sevgiyi "bulunacak bir nesne" sanması koca bir yanılgıdır. Fromm'un bize haykırdığı tez nettir: Sevgi, duygu değil sanattır. Tıpkı keman çalmak ya da heykel yontmak gibi; öğrenilir, emek ister, disiplin gerektirir. Bu sanatın özünde ise şok edici bir iddia yatar: "Yalnızca bir kişiyi 'seviyorsan', aslında hiç kimseyi sevmiyorsundur." Çünkü gerçek sevgi, bir insana takılıp kalmak değil, dünyayla kurulan aktif, yaratıcı bir ilişki biçimidir. Bu yazı, Fromm'un fikirlerini, günümüzün "tüketim nesnesine dönüşmüş aşk" anlayışının karşısına dikerek masaya yatıracak.
1. Modern Toplumda Sevginin Krizi: Metalaşmış İlişkiler
"Tüketim kültüründe sevilmek, pazarlanabilir olmakla eşdeğer hale gelir."
Erich Fromm’un teşhisi acımasızdır: Kapitalist düzen, sevgiyi insani bir varoluş biçiminden çıkarıp piyasanın diline ve mantığına hapsederek metalaştırmıştır. Bu dönüşümün kalbinde, ilişkilerin bir "değişim değeri" üzerinden kurgulanması yatar. Bireyler, tıpkı bir mal alırken yaptıkları gibi, potansiyel partnerlerini "fayda-maliyet analizi" ile değerlendirirler: Fiziksel çekicilik, sosyal statü, maddi güvence, kariyer potansiyeli gibi ölçülebilir, pazarlanabilir özellikler, bir insanın "sevilmeye değer" olup olmadığının başlıca kriterleri haline gelmiştir. Sosyolog Eva Illouz'un (Consuming the Romantic Utopia, 1997) vurguladığı gibi, romantik karşılaşmalar bile (flört siteleri, hız randevuları) birer piyasa mekanizmasına dönüşmüş, insanlar kendilerini birer "ürün" olarak sunmak zorunda hissetmektedir.
Fromm’un "nesneye yönelik sevgi" kavramı burada devreye girer. Bu sahte sevgi biçiminde, odak karakter gelişimi, paylaşılan insani değerler veya karşılıklı büyüme değil, "sahip olunan nesnenin" (partnerin) nitelikleri ve bu nesnenin bireye sağladığı haz veya statüdür. İlişki, duygusal bir mülkiyet ilişkisine indirgenir ("Benim sevgilim/kocam/eşim" vurgusu). Bu sahiplenme dürtüsü, kıskançlık ve kontrol mekanizmalarıyla beslenir ve narsisist bir doyum aracı olarak yanlış bir şekilde "derin aşk" sanılır. Psikanalist Adam Phillips (Monogamy, 1996) bunu, "başkasının özgürlüğünü yok ederek kendi güvensizliğini telafi etme çabası" olarak tanımlar.
Kapitalizmin "alış-veriş" mantığı, sevginin özünü kemirir. Fromm’un işaret ettiği "Ben ne alıyorum?" sorusu, ilişkilerdeki her etkileşimin alt metni haline gelir. Sevgi, koşulsuz verme (özen, sorumluluk, saygı, bilgi) yerine, hesaplı bir değiş-tokuş ("Sen bana şunu verirsen, ben de sana bunu veririm") ve anlık tatmin beklentisine dönüşür. Bu durum, kapitalist toplumun genel yabancılaşma sürecinin (Marx, 1844 Elyazmaları)[2] bir parçasıdır: İnsan kendi emeğine, ürettiğine, topluma ve nihayetinde en yakınındakine bile yabancılaşır. İlişkiler, derin bağlar kuramayan, duygusal olarak izole bireyler yaratır. Sosyolog Zygmunt Bauman'ın (Liquid Love, 2003) deyimiyle, "akışkan modernite"de bağlar kırılgandır, bağlanma korkusu, "kullan-at" mantığıyla ilişkilere sirayet eder.
Sevginin sadece romantik/erotik alana sıkıştırılması da bu krizin kritik bir boyutudur. Fromm’a göre bu indirgeme, sevginin kardeşçe sevgi (philia), anne sevgisi (storge), kendini sevme (sağlıklı self-love) ve insanlık sevgisi (agape) gibi diğer temel ve birbirini besleyen biçimlerini görünmez kılar. Bu daralma, bireyi partnerine aşırı bağımlı hale getirir ve diğer insani bağların zayıflamasıyla derin bir varoluşsal yalnızlığa sürükler. Feminist teorisyen bell hooks (All About Love: New Visions, 2000)[1], bu durumu kapitalist-patriarkal düzenin duygusal emek sömürüsü ve özel alanın politikasızlaştırılması ile bağlantılandırır: Sevginin metalaşması, özellikle kadın emeğinin ve duygusallığının görünmez sömürüsünü perçinler.
Sonuç olarak, Fromm’un çizdiği tablo, sevginin kapitalist modernitede içine düştüğü varoluşsal krizi gözler önüne serer: Sevgi, piyasa değerleriyle zehirlenmiş, mülkiyetçi içgüdülerle çarpıtılmış ve derin insani bağ kurma potansiyelinden soyutlanmıştır. Bu metalaşmış ilişkiler dünyasında, Fromm’un özlemini duyduğu "üretici sevgi" – yani özgürlüğe, saygıya, sorumluluğa ve bilgiye dayalı, karşılıklı büyümeyi hedefleyen aktif sevgi – sistematik olarak boğulmaktadır. Bu kriz, sadece bireysel mutsuzlukların değil, toplumsal bağların çözülüşünün de temel dinamiklerinden biridir.
2. Sevgi Evrensel mi Olmalıdır? “Sadece Birini Sevenin Sevgisi Gerçek Değildir”
"Başkalarına duyarsız biri, sevdiğini sandığı kişiye de sevgi sunamaz."
Fromm'a göre bir insana duyulan yoğun odaklanma – eğer evrensel bir sevgi kapasitesiyle desteklenmiyorsa – gerçek sevgi değil, patolojik bir bağlanmadır. Bu durum üç tehlikeli biçim alır: bağımlılık (partneri varoluşsal boşluğu dolduran bir “can simidi” olarak görmek), narsisizm (sevgiliyi kendi yansımasını gördüğü bir ayna haline getirmek) ve sahiplenme (partneri duygusal mülk olarak kontrol etme dürtüsü). Fromm’a göre, bu yapay bağ, Kierkegaard’ın “Komşunu Sevmek” etiğinin tam zıddıdır. Gerçek sevgi, “bir”e değil, “çok”a yönelik bir yönelimdir. Birini sevmek, sevme kapasitesinin kanıtıysa, bu kapasite sınır tanımamalıdır. İşte tam da burada Fromm, Spinoza’nın Ethica’sından (1677) devraldığı “sevmek, insanın kendi eylemselliğini genişletmesidir” fikrini devreye sokar: Sevgi, benliği dar bir ilişki hücresine hapsetmez; insanlıkla, doğayla, varoluşla kurulan aktif bir diyalog açar.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bu evrenselleştirme, sevgiyi koşulsuz bir etik sorumluluk alanına taşır. Antik Yunan’daki agape (koşulsuz insan sevgisi) ve philia (kardeşçe dayanışma) kavramlarıyla buluşan Fromm, şunu savunur: Bir çocuğu şefkatle besleyen anne, bir sokak hayvanına su veren genç, depremzede için gönüllü olan emekli – hepsi aynı sevgi kasını çalıştırır. Sosyolog Arlie Hochschild’in (The Managed Heart, 1983) “duygusal emek” çalışmaları burada devreye girer: Toplumsal bağlar, marketlerde gülümseyen kasiyerden, hasta yakınına bakan hemşireye kadar görünmez sevgi eylemleriyle ayakta durur. Fromm’un “sadece birini seven” eleştirisi, bu kolektif duyarlılığı yitiren bireyi hedef alır. Örneğin, partnerine şiirler yazan ama göçmen komşusunu umursamayan biri, duygusal körlük içindedir. Psikolog Erich Neumann (Depth Psychology and a New Ethic, 1969) bunu “aydınlanmamış bencillik” olarak niteler: Kişi, sevgiyi özel mülküne dönüştürerek insanlığın ortak potansiyelini inkâr eder.
Günümüzün bireyci ve parçalanmış toplumunda, Fromm’un bu fikri neden bu kadar rahatsız edici? Cevap: Tüketim kültürü bizi “özel ilişki” fetişizmine mahkûm etmiştir. Sosyolog Zygmunt Bauman (Liquid Love, 2003) bunu “duygusal apartheid” diye adlandırır: İnsanlar, sevgiyi romantik partner ve aileyle sınırlayıp, geri kalan dünyaya duygusal duvarlar örer. Oysa Fromm’a göre gerçek sevginin testi, yabancıya davranıştır. Felsefeci Martha Nussbaum (Political Emotions, 2013) bu fikri siyasete taşır: Toplumsal adalet, yurttaşların birbirine “yabancı sevgisi” (stranger-love) beslemesini gerektirir. Bu bağlamda, Black Lives Matter aktivistinin polis şiddetine karşı duruşu, iklim grevine katılan lise öğrencisi – hepsi Fromm’un “evrensel sevgi kapasitesi”nin somutlaşmış halleridir. Tersine, Tinder’da “sevgili arayan” ama evsiz bir insanın gözünün içine bakamayan biri, duygusal körlüğün krizini yaşıyor demektir.
Bu tezin en sert eleştirisi, insanın duygusal enerjisinin sınırlı olduğu argümanıdır. Ancak Fromm bunu reddeder: Sevgi “stok” değil, “akış”tır. Tıpkı bir müzisyenin pratik yaptıkça daha iyi çalması gibi, sevgi de kullanıldıkça güçlenen bir kastır. Antik Stoacıların (Seneca, De Beneficiis) “insanlık sevgisi” (humanitas) kavramı da buradan beslenir: Evrensel sevgi, kişiyi tüketmez; varoluşsal anlamla doldurur. Sonuçta Fromm bize çarpıcı bir ahlaki soru bırakır: Birini “seviyorsan” ama dünya yanıyorsa, kayıtsız kalıyorsan, bu sevgi gerçekten var mıdır?
3. Sevginin Nesneye Değil, Yetenek ve Karaktere Dayanması
"Sevgi, nesneyle değil, sevme yetisiyle ilgilidir."
Fromm’un bu tezi, sevgiyi “dışarıda aranacak bir ödül” olmaktan çıkarıp “içeride inşa edilecek bir insani ustalığa” dönüştürür. Modern kültürün “ruh eşi bulma” takıntısı, ona göre kökten yanlıştır: Gerçek sevginin dinamosu, sevilenin nitelikleri değil, sevenin karakter derinliği ve sevme becerisidir. Fromm bunu net bir metaforla açıklar: Meyve veren ağaç (olgun karakter), her toprakta filizlenir; köksüz ağaç ise en verimli toprakta bile kurur.
Bu felsefi duruş, Spinoza’nın “conatus” (yaşamı sürdürme çabası) kavramıyla doğrudan bağlantılıdır: Sevgi, insanın kendi varlığını genişletme eylemidir (Ethica, III. Önerme). Pasif bir duygu değil, benliği aşan aktif bir güçtür. Budist öğretideki “karuna” (koşulsuz merhamet) pratiği de bu anlayışla örtüşür: Şefkat, içsel bir disiplinle gelişir (Thich Nhat Hanh, Sevginin Pratiği, 1997). Psikolojik düzlemde ise Carl Rogers’ın “tam işlevli insan” teorisi (On Becoming a Person, 1961) Fromm’u destekler: Sevme kapasitesi, kendini kabul, özgüven ve esneklikle doğru orantılıdır.
Sevgi eyleminin dört kurucu unsuru, bu yetkinliğin temelidir:
Bilgi: Sevilenin gerçek benliğini – zaafları, korkuları, travmalarıyla – yargısız anlama çabası.
Özen: Partnerin büyümesi için aktif emek verme; tıpkı bir bahçıvanın gülü beslemesi gibi.
Sorumluluk: Sevginin, ötekinin ihtiyaçlarına yanıt verme taahhüdü olması. İlişkide yapılan her seçimde sonucunun sorumluluğunu karşıya atmaması (ilkel bir görev değil!).
Saygı: Ötekinin özgürlüğüne ve farklılığına müdahalesiz alan açmak; Simone de Beauvoir’ın “Başkaları” (Pyrrhus ve Cineas, 1944) vurgusu burada yankılanır.
Kapitalist kültürün “sevilme takıntısı” bu denklemi bozar: İnsanlar, değerli hissetmek için sevilmeyi araçsallaştırır. Oysa Fromm’a göre sevilen değil, seven kişi dönüşür. Bell hooks (All About Love, 2000) bu fikri somutlaştırır: “Sevgi, adaletsizliğe direnmektir” – partnerinize saygı duymak, onun cinsiyetçi toplumdaki mücadelesini tanımaktan geçer.
Günümüzün performans odaklı ilişki modellerinde (Tinder algoritmaları, “flörtleşme stratejileri”) bu derinlik kaybolur. İnsanlar, “satın alınabilir nitelikler” (mizah, kariyer, fizik) peşinde koşarken, Martin Buber’in “Ben-Sen” ilişkisinin (Ich und Du, 1923) yerini “Ben-Eşya” ilişkisi alır. Sonuç: Yalnızlaşmış bedenler, duygusal takas borsasında hisse senedi gibi alınıp satılırken, Fromm’un hayal ettiği “üretici sevgi” – karşılıklı kök salarak göğe uzanan iki ağaç gibi – sistematik olarak yok sayılır.

Bu paradigma, insana çarpıcı bir soru bırakır: Partnerinize “Seni seviyorum” derken, aslında “Seni tüketiyorum” mu diyorsunuz?
4. Sevgi ve Özgürlük: Sevgi Bağlar mı, Kurtarır mı?
"İnsan, sevginin farklı biçimlerini bir bütünlük içinde yaşadığında tamlaşır."
Fromm’un bu tezi, modern ilişkilerin en toksik yanılgısını yıkar: "Sevgi = Özgürlük kaybı" dogması. Kapitalist toplum bireyi, aşkı duygusal esaret olarak içselleştirir; oysa Fromm’a göre gerçek sevgi, insanın nihai özgürleşme eylemidir. Bu paradoksun çözümü, sevginin "sahip olma" (having) değil "var olma" (being) temelli olmasında yatar. "Sahip olma" modunda partner bir duygusal mülke dönüşür: Kıskançlık, kontrol ve değiştirme arzusu ilişkiyi zehirler. Sartre’ın "Cehennem başkalarıdır" (Huis Clos, 1944) sözü bu trajediyi özetler – öteki, benliği tehdit eden nesnedir. "Var olma" modunda ise Martin Buber’in "Ben-Sen" (Ich und Du, 1923) diyaloğu gerçekleşir: Partner kendinde bir amaçtır, özgürlüğüne saygı duyularak karşılıklı büyüme beslenir.
Sevginin özgürlüğü nasıl doğurduğu dört katmanda açıklanır: Birincisi, sevgi kişiyi geçmiş travmalardan özgürleştirir – John Bowlby’nin (Bağlanma ve Kaybetme, 1969) "güvenli bağlanma" kavramındaki gibi güven duygusu, bireye keşif özgürlüğü alanı açar. İkincisi, partnerin yargısız kabulü, D.W. Winnicott’un (Oyun ve Gerçeklik, 1971) vurguladığı "otantik benliğin ortaya çıkışını mümkün kılar. Üçüncüsü, karşılıklı sevgi bireyi toplumsal angaryalardan kurtarır – Simone de Beauvoir’ın (İkinci Cins, 1949) "başkasıyla özgürleşmek" fikri burada somutlaşır. Dördüncüsü, sevgi benlik hapishanesini aşarak Victor Frankl’ın (İnsanın Anlam Arayışı, 1946) işaret ettiği varoluşsal bütünleşmeyi sağlar.
Modern ilişkilerde özgürlük kavramı çarpıtılır: Tinder’daki sınırsız seçenek, açık ilişkiler, duygusal taahhütsüzlük... Zygmunt Bauman’ın (Liquid Love, 2003) "kaçış özgürlüğü" dediği bu illüzyon, aslında bağlanma fobisinin patolojik tezahürüdür. Eva Illouz (Why Love Hurts, 2012) uyarır: "Özgürlük maskesi takanlar, yalnızlık kuyusunda debelenir." Fromm’un devrimci formülü ise şudur: "Sevgi, başkasının özgürlüğüne duyulan coşkulu onaydır." Bu, Kierkegaard’ın "bağlılığın özgür seçimle doğması" felsefesiyle buluşur. İki çelişki çözülür: Özgürlük ve bağlılık uzlaşır – zira gerçek bağlılık zorunluluk değil bilinçli tercihtir; birey ve birliktelik çatışmaz – sevgi benliği eritmez çoğaltır, tıpkı iki nehrin birleşerek okyanusu doğurması gibi. Asıl soru şu:
Partneriniz sizi terk etme özgürlüğüne sahipse ve siz buna içten bir saygı duyabiliyorsanız, Fromm’un sevgisini yaşıyorsunuz demektir. Değilse, duygusal bir köleden farksızsınız.
5. Sevginin Öğrenilmesi: Disiplin, Sabır ve Odaklanma
"Sahip olmak, sevgiyi öldürür; var olmak ise onu besler."
Erich Fromm’a göre sevgi, kendiliğinden filizlenen bir duygu değil; disiplin, sabır ve odaklanma gerektiren aktif bir sanattır. Bu sanatın icrası, tıpkı bir çömlekçinin kile şekil vermesi gibi sürekli pratik ve içsel dönüşüm talep eder. Fromm’un vurguladığı üç temel ilke, bu pratiğin sacayağını oluşturur:
Disiplin, sevgiyi ritüelsiz bir tesadüf olmaktan çıkarıp günlük varoluşa yerleştirir. Bu, kişinin kendi iç dünyasında düzen kurmasıdır: Duygusal dalgalanmalara teslim olmamak, sevgiyi süreklilik içinde beslemek. Örneğin, partnerinize her gün "Nasılsın?" diye sormak mekanik bir alışkanlık değil, ilişkinin dokusunu ören bilinçli bir seçimdir. Shunryu Suzuki’nin (Zen Zihni, Başlangıç Zihni, 1970) "Her anı yeni baştan yaşa" prensibi bu disiplini destekler: Sevgi, otomatik pilota bağlanamaz.
Sabır, modern tüketim kültürünün "anında tatmin" beklentisini reddeder. Fromm’a göre sevgi, uzun vadeli bir diyalogdur; tıpkı bir meşe palamudunun ormana dönüşmesi gibi zaman ister. Sabır, kriz anlarında "Şimdi değilse ne zaman?" paniğine kapılmamak, çatışmaları bir büyüme fırsatına dönüştürmektir. Psikolog Esther Perel (Kontrolden Çıkma Cesareti, 2021) bunu şöyle somutlaştırır: "Aşk, iki insanın birbirini tamamlaması değil, birbirinin yarım kalmış cümlelerine tahammül etmesidir."
Odaklanma, dijital çağın en zorlu sınavıdır. Fromm’un "dikkat ekonomisi" dediği bu ilke, sevgiyi nitelikli zamanla beslemeyi gerektirir. Felsefeci Byung-Chul Han’ın (Dikkatin Yok Oluşu, 2015) uyardığı gibi: "Çoklu uyarana maruz kalan beyin, derin duygusal bağ kuramaz." Odaklanma, sevgiyi bir "varlık eylemi" haline getirir.
Bu üç ilke, sevgiyi "ruh eşi" arayışından kökten koparır. Fromm’a göre asıl mesele, kendi içinde bir atölye kurmaktır. Kendini tanımak (Sokratik "kendini bil"), bu atölyenin temelidir: Hangi korkuların seni savunmacı yapar? Neden kıskançlık kuyusuna düşersin? İşte bu içsel keşif, Irvin Yalom’un (Şimdinin Gücü, 2020) dediği gibi "karanlık odalara cesaretle girmek" demektir.
6. Eleştirel Değerlendirme: Gerçekten Herkesi Sevebilir miyiz?
"Sevgi, çalışılmadan geliştirilemeyecek bir beceridir."
Fromm’un "tek kişiyi seven kimseyi sevemez" iddiası, romantik bireyciliği kökten sarsan fakat pratik uygulanabilirliği tartışılan radikal bir tezdir. Eleştirilerin merkezindeki çelişki şudur: Somut hayatta tüm insanlara sevgi beslemek insan kapasitesini aşar. Ancak burada kritik hata, Fromm’un duygusal bir histen değil, etik bir varoluş biçiminden söz ettiğini atlamaktır.
Çözümün anahtarı iki düzlemdedir:
Birincisi, Fromm için sevgi "sıcak hisler" değil insanlığa karşı temel ahlaki tavırdır. Bir çocuğu besleyen anne ile aç bir yabancıya ekmek uzatan fırıncı, aynı insani yönelimin pratiğini yansıtır (agape). Bu, duygusal değil eylemsel bir bağlılıktır. İkincisi, partnerinize gösterdiğiniz saygı, insan onuruna verdiğiniz değerin mikrokozmosudur. Somut sınırlar-soyut sorumluluk geriliminde hiç kimse tüm dünyayı kucaklayamaz, ama herkes insanlığa karşı sorumluluk taşır. Örneğin komşunuzun hasta çocuğuna çorba götürmekle Afrika'daki kuraklık için bağış yapmak aynı etik kaynaktan beslenir. Fromm’un kastettiği, eylemlerin ardındaki ortak insani niyettir.
7. Sonuç: Sevgi, Varlığın Biçimi Olarak
"Sevgi, insanın en derin hakikatiyle dünyaya bağlanma biçimidir."
Erich Fromm’un sevgi kuramı, kapitalist modernitenin metalaştırılmış ilişkilerine, yabancılaşmış bireyciliğine ve duygusal yüzeyselliğine karşı bir varoluş manifestosudur. Burada sevgi, geçici bir duygu değil; insanın kendisiyle, diğerleriyle ve dünyayla kurduğu ontolojik bir diyalogdur. Fromm’un devrimci çıkışı şudur: Gerçek sevgi pratiği, bireyi dar benlik hapishanesinden çıkarıp evrensel bir duyarlılıkla donatır. Bu felsefe, Marx’ın yabancılaşma teorisini insan ilişkilerine taşır: Kapitalizm insanı "meta-insan"a dönüştürürken, sevgi özgün varoluşun yeniden inşasıdır. Levinas’ın "Öteki’nin yüzü" etiğiyle buluşan bu yaklaşım, sevgiyi "komşunu sev" emrinin seküler yorumu haline getirir – insanlığa karşı radikal sorumluluk almayı gerektirir.
Günümüz dijital çağında Fromm’un disiplin-sabır-odaklanma üçlüsü, Tinder algoritmalarının duygusal tüketimine karşı bir panzehir işlevi görür. Byung-Chul Han’ın dijital ruha dair eleştirileri, burada somutluk kazanır: Anlık tatmin beklentisi ilişkileri insanlıktan çıkarırken, Fromm’un sanat olarak sevgi anlayışı derin bağları besler. Greta Thunberg’in iklim grevi, bu teorinin ete kemiğe bürünmüş halidir – bir ağacın, nehrin, gelecek kuşağın özgürlüğüne duyulan saygı Fromm’un "yaşam sevgisi" (biophilia) kavramını yansıtır.
Sevme Sanatı, nasıl sevileceğine dair bir el kitabı değil; nasıl insan kalınacağına dair bir varoluş kılavuzudur. Fromm bize şunu hatırlatır: Sevgi bir başarı değil, benliği dönüştüren bir yolculuktur. Partnerinizin gözlerine bakarken Filistin’de ölen çocukları, Afrika’da açlıktan kıvrananları, iklim krizinde yok olan türleri görmüyorsanız, sevginiz narsisist bir kabuğa hapsolmuş demektir. Gerçek sevgi, dar bir ilişki hücresinde değil, insanlığın acısına ve sevincine açılan sonsuz bir pencerede filizlenir. Fromm’un mirası tam da burada yaşar: Sevmek, dünyanın bütün çığlıklarını yüreğinde duymaktır.
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/07/2025 03:23:02 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21021
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.