NAZİLERİ YENEN, HEM AMERİKA’YA HEM SOVYETLERE KAFA TUTAN BÜYÜK LİDER
Mareşal Josip Broz Tito’nun Hayatı ve Yugoslavya’nın Yükselişi

- Blog Yazısı
Mareşal Josip Broz Tito 20. Yüzyılın en etkili ve popüler siyasi figürlerinden birisidir. Öyle ki 2. Dünya Savaşında Nazilerin üstesinden gelemediği “Partizan” birliğini kurmuş, 2. Dünya Savaşı sonrasında da sağ-sol diye aşırı kutuplaşan dünyada her iki tarafında takdirini toplamış, öldüğü zaman liberalinden komünistine, diktatöründen devlet başkanlarına kadar birçok insan Tito için yas tutmuştur. Kendisi “Partizanların” lideri, Yugoslavya’nın ulusal kahramanı, 3. Bir yol olarak kendini gösteren ve Soğuk Savaşta tarafsız ülkeler topluluğu olan NAM’ın genel sekreteri ve Titoizmin kurucusudur. Bu blog yazısında, Tito'nun hayatını, liderliğini, kararlarını ve orta yol politikalarını inceleyeceğiz.
Josip Broz, 7 Mayıs 1892'de Hırvatistan'ın kuzeyindeki Zagorje bölgesindeki Kumrovec köyünde doğdu. O dönemde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na bağlı Hırvatistan-Slavonya Krallığı'nın bir parçasıydı. Babası Hırvat ve annesi ise Sloven kökenliydi. Babası çiftçilikle ilgilenmesinin yansıra küçük bir toprağa sahiptir ancak çok başarılı değildir. Anne ve baba tarafındaki akrabalarıyla sürekli içli dışlı olduğu için her Hırvat ve Slovence dillerini iyi bilir, kültürel olarak kendini tek bir milletten olmadığını söyler ve daha okula başlamadan önce piyano çalmayı ve okumayı öğrenir. Yalnız okula başladığında çok sessiz ve başarısız bir öğrencilik hayatı olur. Hatta 2. Sınıfta geçemez ve ilkokulu 5 yılda bitirir. Eğitimini 4. Sınıfta bırakır ve çalışma hayatına başlar. Ancak köyleri fazlasıyla küçük ve imkân olarak yetersiz olduğu için 15 yaşında Kumrovec’den ayrılıp Sisak’a çalışmak için gitti.
Sisak’ta bir sürü iş değiştirip durdu. Restoranlarda garsonluk yapmaktan tutunda, torna tezgahında çırak olmaya kadar bir sürü işte çalıştı. Mesleklerinden birisi de gazete satmaktı ve ilk defa burada sosyalizmle tanıştı. Slobodna Reč'i isimli solcu gazetesini satarken okumaya ve gün geçtikçe solcu görüşleri benimsemeye başladı. 1909'da 1 Mayıs'ı kutlamaya teşvik edildi ve 1910 yılında ilk işçi protestolarına katıldı. Artık gençliğinin verdiği anarşistlik bir amaca dönüşmüştü. Aynı yıl Hırvatistan ve Slavonya Sosyal Demokrat Partisine katıldı. 1913 yılında zorunlu askerlik yıllarına kadar sürekli işçi haklarını aramak ve grevlerle işverenleri geri atmaya zorlayarak gençlik yıllarını geçirdi.
1913 askere alınmasının ardından iki yıllık zorunlu hizmeti için Avusturya-Macaristan Ordusu'na alındı. Burada hem dil, hem askerlik, silah kullanma ve politika öğrendi. Azmi ve yeteneği ön plana çıkmış olacak ki Avusturya ordusundaki astsubaylığa hızlıca rütbe atladı. Onun çevresindeki insanlar onu lider karakterli, disiplinli ve çalışkan olarak tanımlıyordu. Askerliğinin 2. Yılında Avusturya-Macaristan veliahttı Franz Ferdinant Sırp milliyetçilerce öldürülmesinden sonra 1. Dünya Savaşına katıldı. Galiçya ve Sırp cephelerinde Ruslarla ve Sırplarla savaştı. Bu cephelerde savaşması neticesinde “Cesaret Madalyası” ile ödüllendirildi. 1915 yılında Bukovina yakınlarında bir Çerkez süvarisinin onu yaralaması sonrası Rusların eline düştü. Artık o bir savaş esiriydi.
Esir kampında Rusça öğrendi, eline geçen her türlü kitabı ve Rus yazarları okumaya başladı. Bir buçuk yıllık savaş esiri yıllarından sonra Ekim Devrimi patlak verdi. Kargaşadan yararlanan Tito arkadaşlarıyla esir kampından kaçtı. Önce Finlandiya’ya kaçmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Rusya’daki karışıklar zirve noktasına gelince Çar’a karşı Kızılların yanında devrime destek verdi. 1919 yılında ilk evliliğini gerçekleştirdi ve 1920 yılında kendi memleketine geri döndü. Kendi memleketine döndüğünde yapacağı ilk şey Yugoslavya Komünist Partisi'ne üye olmak oldu. Artık sokaklarda adam toplamaya çalışan ve tek isteği devrim yapmak olan bir adama dönüşmüştü.
YKP'nin Yugoslavya'nın siyasi yaşamı üzerindeki etkisi hızla artıyordu. 1920 seçimlerinde 59 sandalye kazanarak en güçlü üçüncü parti oldu. Tabi bu durum o dönemin hükümeti olarak tehdit olarak görüldü ve komünistlere karşı baskılar artmaya başladı. Ayrıca savaştan yenik ayrılmanın verdiği ekonomik sıkıntılar da vardı. Yugoslav İçişleri Bakanı Milorad Drašković , komünist bir genç tarafından öldürülmesi bardağı taşıran son damla idi. YKP, 1921 Yugoslav Devlet Güvenlik Yasası uyarınca yasa dışı ilan edildi ve Rejim, parti üyelerini ve sempatizanlarını siyasi tutuklu olarak yargılamaya başladı. Açık komünist bağlantıları nedeniyle Tito işinden kovuldu ve vaktini tamamen yasadışı örgütlenmeler için harcamaya başladı. 1929 yılında başa geçen Kral I. Aleksandar Karacorceviç ülkenin siyasi kargaşasından fazlasıyla sıkılmış biriydi. Her etnik grubun içinde bulunduğu ve sürekli kargaşa halinde olan meclisi kapattı ve diktatörlüğünü ilan etti. Tabi bu siyasi örgüt kuranlar için kötü haber, siyasi düşüncelerin hepsi yavaş yavaş hapsedilmeye ya da sürgün edilmeye başlanıyordu.
Tito bu süre zarfında yasadışı siyasi örgütlenmelerinden dolayı 2 kere hapse girdi. 1934 yılında Yugoslavya Kralını Fransa'ya yaptığı resmi bir ziyaret sırasında Bulgar devrimci Vlado Çernozemski tarafından öldürüldü. Bunun sonucunda Tito Yugoslavyada işlerin kızışacağını bildiğinden sahte bir pasaportla Rusya’ya kaçtı. Rusya’da YKP faaliyetlerine kaldığı yerden devam etti, sahte pasaportlarla Avrupa’da dolaşarak yasadışı örgütlenmeler, grevler ve protestolarla komünizmi yaymaya çalıştı. Tanınmamak için de kendisine bir takma isim bulması gerekiyordu. Kendisine tarihten en çok etkilendiği MS 70'te yaşamış cömert Roma senatosu Titus Flavius Vespasianus’un adını kullanarak “Tito” demiştir. Başarılı örgütlenmelerinden sonra Stalin tarafından YKP’nin başkanlığına kadar yükselmiştir.
1940 yılında 2.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Naziler bütün balkanları işgal etti. 1941 yılında işgal edilmeyen bir tek Yunanistan ve Yugoslavya kalmıştı. Hitlerin Yugoslavya’ya 2 seçenek sundu. Ya ordusunun Yunanistan’ın işgal edilmesi için geçmesine izin verecekti ya da Yugoslavya işgal edilecekti. Başta Pavle Karađorđević ilk başta geçmelerine izin verse de İngiliz taraftarı subaylar tarafından bir darbe sonucu iktidara Petar Karađorđević geldi ve Hitler’e savaş ilan etti. 2 ay dayanabilen Yugoslavya tamamen işgal edildi ve Faşistler tarafından aşırı baskıcı bir rejim ilan edildi. Artık Almanların hoşuna gitmeyen herkes kurşuna diziliyordu.
1941 yılında Yugoslavya’ya gelen Tito burada “Partizanlar” örgütünü kurdu. İlk başta Partizanlar suikastlarda bulunup Nazi askerlerini öldürürken aynı yılın sonunda silahlı mücadeleye ve gerilla savaşına dönüştü. Halk desteğini toplayan Partizanlar artık Nazilere karşı direnişin temsilcisi oldu. 1942 yılında Partizanlar Užice’yi ele geçirdi. Naziler birçok kez hamle yapmasına rağmen tekrar ele geçiremediler. Hitler Tito’nun ölüsüne 100kg altın ödül koymasına rağmen hiçbir birlik Tito’yu yakalayamadı. 1943 yılına kadar müttefiklere fazlasıyla zaman kazandıran Tito diğer silahlı direnişçilerle birleşerek taarruza geçti. Yugoslavya’nın güneyini tamamen ele geçiren Tito ele geçirdiği yerlere komünist yerleşkeler ve teşkilatlar bırakarak yeni cumhuriyetin hazırlıklarını yapıyordu. 1944 yılında Sovyetlerin Balkanlara girmesiyle artık savaş bitmişti, ülkeyi Nazi tehditinden korumuştu.
1946 yılında Yugoslavya tekrar iç savaşın eşiğine gelmişti. Bir türlü birlik sağlanamıyor bazı azınlıklar sürekli isyan ve bağımsızlık istiyordu. Bunların en meşhuru Draža Mihailović, komünizme karşı Sırp milliyetçiliğini savunuyordu ve Partizanlara hep yük olmuştur. Halk mahkemelerinde uzun yargılanmalar sonrası idam edilmiştir. 1946 yılında bağımsız bir Yugoslavya kuruldu. Stalin’in kendisine bağlanmasını reddettiği ve normalin dışında bir komünizm benimsemesi(titoizm) dolayısıyla Sovyet rejimiyle arası açıldı. Açık açık bir şekilde sosyalizmle yönetilmesi ve Yunanistan İç Savaşında komünistleri açıktan desteklemesi üzerine Batı Bloğu ile de ilk başlarda destek alamadı.
İlk etaplar çok sancılı geçti. İç karışıklıkları çözmek en büyük sorundu, bu kadar fazla etnik kökeni barındıran bir ülke kaçınılmaz olarak sürekli bölünüyordu. Tito her gelişmiş ülkenin yaptığı gibi devlet içerisinde otoriteyi sağlamak için teşkilatlar kurdu. UDNA ve OZNA olarak iki farklı teşkilatla yasadışı örgüt kuranlar ve ayrılıkçı görüşleri olan toplulukları bir bir tespit edip yargılanıyordu. Yugoslavya artık tek bir lider ve toplum bilincinde oluşmuş bir ülkeye dönüşmüştü. Ama dış ülkelerle olan ilişkileri hiç de iyiye gitmiyordu.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
İlk başta Stalin onu öldürmek için suikastçılar yollamaya başladı. Çünkü kendine bağlı bir ülke istiyordu, bağımsız komünist bir ülke değil. Bunları teker teker atlatan Tito Sovyetlerle ilişkilerini ciddi ölçüde azalttı. Planlarını Sovyetler Birliği planlarından bağımsız şekilde düzenlemeleri diplamatik bir krize dönüştü. Ve Macar ve Roman ordularıyla birçok kez savaşın eşiğine bile geldi. Savaş tehditlerine karşı 1949 yılında Amerika’dan yardım istedi. Amerika komünistlerin kendi içlerinde bölünmesini istediğinden Yugoslavya ya destek verdi. Aynı şekilde ilerleyen yıllarda Batı Bloğuda Yugoslavya ya destek verme kararını aldı. 1953 yılında Stalin’in ölmesiyle birlikte yerine Kruşçev geçti. Kruşçev anti-Stalinizm yönetimiyle tam tersi politikalar uygulamaya başladı. Yugoslavya ile arasını düzeltti ve artık Yugoslavya tehdit olmaktan çıkıp komünist ülkelerden destek alan ve beraber hareket eden bir ülke konumuna geldi.
İlerleyen yıllarda her iki blog arasında arabulucu gibi hareket eden Yugoslavya her ülke tarafından destek gören ve iç işlerinde refaha ve düzene eren bir ülke oldu. 1961 yılında Arap Sosyalist Birliği başkanı Cemal Abdünnasır ile birlikte NAM yani Tarafsız Ülkeler Birliği kuruldu. Bu kuruluşun amacı Soğuk Savaş yıllarında savaşa dâhil olmak istemeyen ülkelerin birleştiği ve savaşlardan olabildiğince uzak durmaktır. Böylece Soğuk Savaşta 3. Bir cephe oluşmuş oldu. Bu sayede Yugoslavya her iki bloğun takdirini toplamış, desteğini almış ve yeri gelince ortak projeler ve yatırımlarla ülke kalkınmıştır. 1974'teki anayasa değişikliklerinden sonra Tito, devletin günlük işleyişindeki rolünü azaltmaya başladı ama onursal başkan olarak parti içi denetimlerine devam etti. 1980 yılında hayata gözlerini yumdu. Ölümünden sonra siyasi krizler ve anlaşmazlıklar baş göstermeye başladı ve Sovyetler Birliğinin ekonomik sorunları Yugoslavya’yı da etkiledi. Ölümünden tam 10 yıl sonra Yugoslavya bölünmelere dayanamayarak bölündü.
Josip Broz Tito, başa geçtiği süre boyunca ülkenin birliğini hem içeride hem dışarıda çok başarılı bir şekilde korumuştur. Kendisi hem Sloven hem Hırvat bir ailenin çocuğu olduğundan dolayı bütün kültürlere ve milletlere saygı duymuştur. Yönetimi boyunca hiçbir milliyetçi duyguya kapılıp haksızlık etmemiştir. Kendisi ateist olmasına rağmen her dine eşit şekilde bütçe ayırmış, hiçbir yerde dini ezilme veya ayrımcılığa izin vermemiştir. Başarılı politikaları sayesinde Amerika ve Sovyetler Birliğiyle zıtlaşsa da geri adım atmamış ve tarafsızlık politikalarıyla herkesle iyi ilişkiler kurmuştur.
Titoizm, komünizmin bir türü olsa da büyük farklılıklar vardır. Solun ortası desek yanlış olmaz sanırım. Büyük şirketler ve büyük kuruluşlar devlet elinin altında olmasına karşın esnaf ve küçük burjuva sınıfının var olmasına izin verilmiştir. Yugoslavya'da işletmeler daha fazla bağımsızlık ve kendi kararlarını alma yetkisine sahipti. Pazar ekonomisinin daha fazla rol oynadığı bir ekonomik sistem benimsendi. Onun dışında Doğu Bloğunda yurtdışına gitme izni bir tek Yugoslavya’da verilmiştir. Kooperatif de büyük oranda devlette olmasının yanı sıra sigorta, banka, eğitim, sağlık ve borsanın da büyük bölümü devlete aitti. Solun ortası devletin hizmet dışındaki diğer sektörlerin büyük çoğunu ele geçirdiği bir komünist bir sistemi vardı.
Yönetim olarak ise biraz baskıcıydı. Tito otoriter bir liderdi. Kendi sözünün dışına çıkılmasına izin vermezdi. Sanırım komünist ülkelerin en büyük sıkıntısı bu oluyor. Otoriteci sistemler eşitlik ve özgürlük yönünden bir artısı olsa da mutluluk olarak bir eksisi vardır. Mesela Milovan Đilas, Tito’nun sağ kolu iken ona muhalif etmeye başlayınca sürgün edildi ve başbakanlık işinden atıldı. Diğer siyasi örgütleri de aynı şekilde ya hapse attırdı ya da sürgün ettiriyordu. Bu Yugoslavya da siyasi kriz çıkmasını engellese de tek tipli bir yönetimin bir denetleyicisi olmuyordu diyebiliriz. Ayrıca merkezi bir planlama ve küçük özel sektörler de bazen koordineli çalışmayabiliyordu ve bu ekonomik verimsizliğe yol açıyordu. Mesela 1970 yılında talep edilen enerji ile üretilmesi planlanan enerji hiç birbirini tutmadığı için ülke iflasın eşiğine gelmişti. Titoizmin de kendi içerisinde problemleri vardı ve kusursuz çalışmıyordu.
İşte böyle, 20. Yüzyılın en çok beğenilen liderleri arasındadır yoldaş Tito. Yugoslavya ve güney Slav halklarına en parlak dönemleri yaşatmıştır. İçerde dışarda saygıyla anılan ve büyük devletleri karşısına alsa dahi kendi prensiplerinden geçmeyen bir ülke olarak tarihe yazıldı. Son olarak bu yazıyı titonun en sevdiğim sözüyle bitirmek isterim:
Ben 2 alfabesi, 3 dili, 4 dini, 5 milleti, 6 cumhuriyeti, 7 komşusu, 8 etnik grubu olan bir ülkenin lideriyim. Eğer birlik sağlayamamış olmasaydım bu ülke Nazilerin uşağı olmaktan öteye gidemezdi.
- 3
- 2
- 2
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 11/05/2025 15:04:22 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/15555
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.