Einstein’dan Kosmotelyum’a: Zamanın Evrimi, Bilincin Kozmik Aynası
Uzay-zamanın ötesinde: Einstein’ın vizyonunu evrilen bilinç merceğinden yeniden düşünmek
              
                  Einstein'dan Kosmotelyum'a: Zamanın Evrimi, Bilincin Kozmik Aynası
              
        - Blog Yazısı
 
“Görelilikten metafiziğe, Einstein’ın mektuplarındaki sezgiyi bilincin evrimsel ritmiyle birleştiren spekülatif bir felsefe denemesi.”
Biraz da Einstein’ın diliyle konuşalım:
Aklıma Einstein’in Görelilik Teorisi geldi: “Kütleli cisimler uzay-zaman dokusunu büker.”
Bu durumda biz de kütle sahibi canlılar olduğumuza göre biz de seçimlerimize göre açtığımız pencereden zamanı büküyor olamaz mıyız?
Çünkü Genel Görelilik Teorisi’ne göre “yerçekimi”, uzay-zaman dokusunun kütle tarafından bükülmesidir. Dünya’nın kütlesi bu dokuyu büktüğü için biz, aslında bükülmüş bir uzay-zaman geometrisi içinde yaşıyoruz. Kütleli cisimlerin yakınında zaman daha yavaş aktığından, farklı kütleçekim alanlarında bulunan gözlemciler, aynı zamansal düzlemde yer almıyorlar. Zaman ve uzay birbirinden ayrı değil, tek bir dokunun “uzay-zaman dokusunun” farklı iki yüzü...
Yani, evreni boşlukta asılı duran nesnelerden oluşan bir sahne ya da boşluk olarak değil de esneyip bükülebilen bir uzay-zaman dokusu olarak tanımlar. Evren 3 boyutludur, zamanı da 4. boyut olarak tanımlar. Ay, güneş, galaksiler, yıldızlar ve sair diğer cisimler de bu dokuyu büker ve kendi çukurlarını oluşturur… Ve bu cisimler de kendi çukurunda dönüp durduğu için biz yerçekimi var sanırız… Aslında kimse de kimseyi çekmez, Dünya da bizi çekmez ancak sadece doku eğridir ve biz de o eğrilik içerisinde hareket eder dururuz.
Aynı denklemler evrenin de durağan olamayacağını sonuç olarak analiz etmiş ve tüm denklem sonuçları neticesinde genişleyen ve büzülen bir evren modeli sonucuna varmış. Ancak bu sonucu istemeyen Einstein denkleme “kozmolojik sabit”i eklemiş ancak 1929 yılında Edvin Hubble, evrenin genişlediğini kanıtlamış. Adeta bir balon gibi… Hatta galaksilerin bu balon büyüdükçe birbirinden uzaklaştığını, hatta ışık dalgalarının bile bu genişleme nedeniyle gerildiğini göstermiş.
Dahası bu denklemler o zaman, matematiksel olarak kara delikleri bile tespit etmiş. Eğer bir cisim yeterince yoğunlaşırsa kütlesi uzay zaman boşluğunu öyle bir bükermiş ki artık orada geri dönüşsüz bir çukur oluşur ve oradan ne bir madde ne de bir bilgi dışarı çıkamazmış… Bu teorik sonucu bilim 2019 yılında ancak kanıtlayabilmiş.
Bu durumda Genel Görelilik Teorisi; evrenin şeklini, boyutunu, hareketini ve uç sınırlarını tam olarak açıklayan bütüncül bir analiz…
Hayran kalmamak elde değil…
Einstein 1937 tarihli bir mektubunda ise şöyle yazmış: “bu da yaklaşık 10⁹ saniye ediyor ve insan, o kadar zamanda daha üretken bir şey yapamamış olmasına şaşırıyor.”
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 50₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Bu satır çok ilginç… Derin bir geçmişe duyulan pişmanlığın ötesinde insanın üretkenliğine dair de ironi taşıyor… Bu cümle için diyor ki bilim insanları: “Einstein için zaman ölçülebilir bir büyüklükten çok bilincin deneyimlediği ritimdi.”
Muhteşem değil mi?
1953 yılında yazdığı bir mektupta: “zamanı öznel biçimde deneyimliyor olmamızın nesnel bir karşılığı yoktur, Büyük Patlama da zamanın okundan bağımsız olarak gerçekleşmiş olmalıdır.”
Bu sezgisi de enfes…
Yani bizim tanımladığımız zamanın başlangıcı, zamanın kendisine bağımlı değildir. Bu cümleye ChapGPT diyor ki; “burada Kozmoloji’nin bile henüz kavrayamadığı bir düşünce gizlidir: evrenin öncesi ve sonrası insan zihninin yarattığı bir düzen hissidir.”
Bence Einstein’ın mektupları, bilimin soyut denklemlerinin ardında derin bir insanlık sezgisi yattığını gösterir. Einstein, “zamanın nesnel bir gerçeklik değil, bilincin örgüsünde örülen bir illüzyon” olduğunu fark ettiğinde, belki de evrenin en derin sırrına dokunmuştu, kim bilir?
Yaptığım doğru bir yorum mudur değil midir bilmiyorum… Olasılıklar evreninde her şey mümkündür çünkü.
Beyniniz yandı değil mi?
Bu mektupları okuduğum andan itibaren benim de… Çünkü;
Bu Durumda Biz de Kütle Sahibi Canlılar Olduğumuza Göre Biz de Seçimlerimize Göre Açtığımız Pencereden Zamanı Büküyor Olamaz mıyız?
Einstein’in alan denklemleri bu soruma cevap veriyor; bizler de hatta bir taş, bir atom bile uzay zamanın dokusunu mikroskobik düzeyde büküyor. Kütle ve enerji uzay-zamanın geometrisini belirler, uzay-zamanın geometrisi de madde ve enerjinin nasıl hareket edeceğini belirlermiş…
Biz fark etmiyoruz çünkü o kadar küçük ki…
Yani evet biz var olduğumuz sürece uzay-zaman bizimle birlikte şekil alıyor ama bu genişleme değil eğrilme olarak tanımlanıyor. Çünkü “genişleme” evren ölçeğinde “eğrilme” yerel ölçeklerde kullanılan mikro bükülme terimiymiş.
Uzay-Zamanda Evren Bir Balon Gibi Genişlediğine Göre Dünya Zaman da Genişliyor mu?
Evet… Görelilik Teorisi buna da cevap veriyor. Biz yaşarken sadece uzay değil, zaman da bizim varlığımıza göre şekil alıyormuş. Teorinin özüne göre, zaman gözlemciye göre genleşir ya da büzülürmüş.
Misal Dünya’daki bir kişiyle uzaydaki bir astronotun saatleri aynı anda işlemez, işte bu zaman genişlemesidir.
Yerçekimi alanı güçlü olan yerde ise zaman daha yavaş akar. Bu durumda sorumun cevabı şu şekilde cevaplanıyor: Dünya’nın kütlesi, yalnızca uzayı değil, zamanı da eğiyor. Ama bu genişleme değil zamanın akış hızının mekâna (mekân=dünya) göre değişmesidir.
Bu Durumda “Nereye Bakarsak Onu Görürüz” Teorisi Neden Doğru Değil?
Bir anlamda doğruymuş aslında: fiziğin tüm ölçümleri gözlemciye yani bize bağlı. Ama Görelilik Teorisi bize şunu söylüyormuş: evrenin nasıl göründüğü bizim nerede ve nasıl baktığımıza bağlıymış.
Ama bu gözlemci neye baksa onu yaratır ya da daha doğru tabirle gözlemci baktığı şeyi yaratır anlamına gelmezmiş. Kuantum düzey hariç gözlemci gerçekliği değiştiremediğinden… Fizikte gözlemci sadece hangi kesitini gördüğünü belirlermiş. Yani benim gördüğüm evren benim uzay-zaman koordinatlarımdan alınmış bir kesit… Bir başkası başka bir kesiti görürmüş ama ikimiz de aynı evrenin izdüşümlerini görüyormuşuz.
Sezgisel olarak nereye baksak onu görüyoruz ama bu yaratmak anlamında değil, koordinatlara göre algılama anlamında doğru.
Dünya Zamanı ile Uzay-Zaman Arasında Fark?
Dünyanın yer çekimi alanında bize göre ölçülen zaman “”Dünya zamanı” ve uzaya göre daha yavaş akıyor…
Uzay-zaman ise; tüm evrenin yani 3 boyutlu evren ve 1 zaman boyutunun; içerisinde bulunduğu bütünsel, evrensel bir geometridir.
Tıpkı Dünya zamanı gibi, Mars zamanı, kara delik zamanı ve sair hepsi ise yerel versiyonlar.
Uzay-zamanı kökleriyle bütünleşik bir ağaç, Dünya zamanı da bu ağacın bir dalı olarak metaforlaştırmış bilim insanları.
Uzayda sabit bir takvim ve zaman kavramı yok.
Çünkü evrensel sabit değiller…
Einstein’in eşzamanlılık görelidir teorisi bunu şöyle açıklıyor: evrenin bir yerinde şimdi dediğimiz şey başka bir galakside geçmişte veya gelecekte olabilir. Her kütlenin çekim gücü farklı olduğundan, kütleçekim gücü de zamanın hızını belirlediğinden sadece gözlemcinin kendi bulunduğu mekânın saatine göre ölçtüğü zaman var.
Köylerde Zamanın Daha Yavaş Daha Dolu Dolu, Şehirlerde ise Zamanın Daha Hızlı ve Daha Anlamsız Akıyor Olmasının Nedeni?
Yerçekimi alanı ne kadar güçlü ise, zaman o kadar yavaş aktığından; Dünya’nın merkezine yaklaştıkça, örneğin deniz seviyesinde saatler daha yavaş, yüksek dağlara çıkarsak zaman biraz daha hızlı akarmış… Yani benim algımın tam zıddı aslında… Ama fark milisaniyeler düzeyindeymiş, doğrudan hissedemeyeceğimiz şekilde.
Yine de doğada zamanın ağırlaşması hissini fiziksel gerçeklikle paralel değerlendiriyor bilim insanları: zihnin zaman algısı, yani bilişsel düzlem.
Nörobilimde bunun bir adı varmış: subjective time ya da mental time, yani beynimizin zamanı nasıl algıladığı…
Şehirde beyin sürekli olarak insan, ışık, ses, iş gibi uyarıcı bombardımanlarına maruz kaldığından zihin kendine filtreler açar ve birçok detayı atlarmış. Dolayısıyla hatıralar seyrekleşir, zamansa uçmuş gibi hissedilirmiş. Doğada ise uyarıcılar sade, ritmik ve tekrarlı olduğundan zihin “an”a köklenir, bu yüzden gün daha dolu dolu hissi verir ve daha ağır ya da yoğun hissedilirmiş.
Özetle; zihinsel olarak mekânın yapısı zamanın hızını değiştirirmiş. “Psikolojik zaman genleşmesi…”
Zaman Bilince Göre Genişler veya Şekillenir mi?
Bunu bilincin rezonans hızının değişmesi olarak tanımlayabiliriz: doğada, köyde ya da sükûnette insanın beyin dalgaları daha uyumlu bir duruma geçer ve evrenle faz eşleşmesi (phase synchronization) yaşarmış. Bu durum bilincin zamanla ilişkisini değiştirir, “zaman içinden geçen bir şey değil, bireyle birlikte genişleyen bir alan” olurmuş. Bu yüzden anılar daha kalın, daha zengin, diyor bilim adamları… “Bilinçsel zaman genişlemesi” olarak tanımlanmış.
Şehirde ise beta dalgaları yoğunlaşır, zihin hızlanır ve zaman daralırmış.
Yani gerçekten de zamanın akış hızı hem mekâna hem psikolojik frekansa göre değişirmiş.
Özetle; bilimsel literatürde yakın pek çok kavram ve deneysel bulgu var. Kabul, benim soru şeklim de biraz felsefi ya da metafizik düzlemde, evet; ama cevap: fiziksel zaman sabittir, ölçülebilir ancak algılanan zaman değişebilir diyor bilim… Ve fakat; dikkat, duygusal yük etkisi, bilinç, şimdi algısı ve sair tüm bu etkenlerin algısal zamanı şekillendirdiğine dair bir kanıtı da yok.
“Ama ya genişliyorsa” diye de sormadan da edemiyor insan.
Einstein’ın Zaman Kavrayışının Evrimi
Einstein’ın zaman anlayışı üç aşamada şekillenmiş;
Zamanın gözlemciye bağlı bir koordinat gibi mutlak değil, göreli bir değişken olduğunu kabul ettiği Görelilik Dönemi (1905–1920)…
Zamanın, enerji ve madde ile aynı yapının parçası olduğunu düşündüğü ve fakat fiziksel kuramlarla açıklamanın yeterli olmadığını düşündüğü Birleşik Alan Arayışı (1920–1940) Dönemi…
Ve; mektuplarında ve söyleşilerinde zaman artık “deneyimlenen bir ritim”, “illüzyon ama anlamlı bir illüzyon” dediği, Mistik ve İnsanî Dönem yani (1940 sonrası)…
Bu mistik fakat insani dönem Einstein’i, bilimin dışında ama felsefenin kesişiminde bir noktayla buluşturmuş. Nesnel olarak gerçekliğini kanıtlayamadığı ancak zamansız da bir evrenin varlığını düşünemediği bir denklemde takılı kalmış gibi… Sanki bilimden bilince bir yolculuğun başlangıcını işaret etmiş, en azından ben bu şekilde yorumluyorum.
İşte tam burada “bence” sihirli bir sezgisel güçle evrenin dilini, keza varoluşun anlamını kendimce anlamlandırmak üzere kaleme aldığım Kosmotelyum hipotezimin “3.0 versiyonu” devreye giriyor.
Ukalalık yaptığımı düşünüyor olabilirsiniz… Peşin hüküm vermeden önce okumanızı rica ederim.
Einstein’ın zaman algısı büyük oranda “ölçülen görecelik” üzerine kurulu bir varsayımdan ibaretti. Kosmotelyum’un zaman algısı ise “evrilen bilinç” “evrildikçe genişleyen bir zaman” varsayımı üzerine kurulu.
Belki de Kosmotelyum 3.0’ın yazılı satırları, bilimin bıraktığı yerden “şimdilik” metafiziğin devraldığı bir düşünce evrimi, kim bilir.
Einstein’ın mektubunda kaleme aldığı “zamanı öznel biçimde deneyimliyor olmamızın nesnel bir karşılığı yoktur, Büyük Patlama da zamanın okundan bağımsız olarak gerçekleşmiş olmalıdır” sezgisi, Kosmotelyum 3.0’da “Evren, zamanın maddeye dönüştüğü bedendir; biz evrenle birlikte deneyimlenerek zamanı da evrimleştiriyoruz” cümlesinde sezgisel karşılığını bulur.
Yani bilinç; artık zamanın dışsal bir gözlemcisi olarak değil, zamanın kendisini de evren gibi evrimleştiren bir “algı seçici” durumuna dönüşmüştür.
Ne diyordu Kosmotelyum 2.0: maddenin kaynağı bilgi / veri…
Bilinç ise; duyu organlarımız gibi "şimdiki akışkan zamanda gözlemcinin yaptığı seçimi, örneğin bizim yaptığımız seçimi, 0.01 milisaniye gibi (sembolik olarak kullanılmıştır) çok küçük bir farkla zamanın birinci katında" tanımlama ya da veriye dönüştürme işine yarayan algımız… Tıpkı duyu organlarımız gibi… Tabiri caiz ise; bir arayüz, bir terminal gibi...
Einstein'in Blok Evren Teorisi ilham vermişti Kosmotelyum 2.0’a da… Toprağı bol olsun.
Einstein’ın “time outside time” sezgisini duymuş muydunuz daha önce de? Zamanın kendi başlangıcını ve sonunu içeremeyeceği; dolayısıyla evrenin, bizim algıladığımız akıştan bağımsız, zamansız bir bütün olarak var olduğuna dair teorisiydi…
Kosmotelyum 3.0’da “time outside time” teorisi; “zamanın tıpkı bir cenin gibi evrimleşerek, evrene de boyut atlatmak kaydı ile; bir tırtılın kelebeğe dönüşmesi misali beden değiştirerek kendini güncellediği, bilgeleştikçe evrimleştiği” varsayımına dönüşür.
Burada iki kavram neden birleşebilir?
Çünkü Einstein deneyimlenen zamanı bilincin ritmi olarak tanımlar. Kosmotelyum ise evrilen zamanı bilincin genişlemesi olarak tanımlar. Bu iki öneri de Panpsişizm’in “her şeyde bilinç vardır” yaklaşımına göz kırpar. Dahası; her iki öneri de bilgi – entropi döngüsü üzerinden tüm teorisini kendince tanımlar. Yani zaman; hem entropiyi taşıyan hem bilinci biçimlendiren bir ortam olarak tanımlanmış, tam olarak dile getirilmese de tıpkı evrenin nefesi gibi.
Einstein’dan Sonra Zamanın Evrimsel Döngüsü
Einstein, evrenin başlangıcını zamana bağımlı olmaktan çıkararak bir tür “zaman öncesi süreç” iması yapmıştı. Daha sonraları Penrose, Barbour ve Smolin gibi fizikçiler de bu fikri takip ettiler ve fakat hiçbiri “zamanın da evrildiği” kavramını tam olarak geliştirmemiş. Ya da en azından ben okumalarımda bu ya da benzeri bir teoriye rastlamadım.
İşte bu noktada Kosmotelyum 3.0, bu eksik halkayı bence tam olarak tamamlıyor:
Zaman; sürekli güncellenen sabit gerçekliğin bulunduğu zamanın birinci katı ve akışkan bilişsel zamanın birbirini beslediği en az 2 veya her kütle çekime göre çok katlı, tek boyutlu ancak; her entropi artışı ile Kıyamet’le sonlanıp, Big Bang ile yeniden doğarak başka bir boyuta evrilen “her kozmik döngü içinde sabit ama döngüler arasında güncellenen” ve fakat evrenin kendisinden bağımsız ama evren ile evrimleşerek kendisini güncelleyen, ayrı ve sarmal bir boyuttur.
Bu durumda Kosmotelyum 2.0’da dile getirdiğim “evren belki de Tanrı diye metaforlaştırdığımız o şeyin kendisidir” iddiamı da; evren, bu varsayıma göre belli ki zamanın maddeye, sembole dönüştüğü bedenidir. Biz evrenle birlikte deneyimlenerek zamanı da evrimleştiriyoruz belki de, diyerek güncellemiştim.
Burada “madde veya beden” ya da “evrenden bağımsız” demekle kastım; tam olarak eşleşmese de bir dişi bir kelebeğin yumurtasının larvaya, larvanın tırtıla, tırtılın koza örüp sonra da kelebek formunda yeniden hayat bulması ile devam eden bir yaşam formu metaforu kastım… Her Big Bang belki de bir kozadan çıkış anıdır. Demek ki evrenler arası geçiş fiziksel değil bilinçsel (ölçüm — kayıt — verisel) bir metaformoz şeklinde olmalıdır / olabilir.
Bu tanımım, Einstein’ın durağan ama göreli zamanını alıp, ona bir biyolojik evrimsel model kazandırma cüretidir.
Bu tanımla zaman, evrenin bedeni değil, bilinci konumundadır.
Bence bu cüretim, bilimin açıklayamadığı en büyük paradokslarından birini çözmeye de adaydır.
Evrende Bilgi Neden Hep Artar?
Çünkü evrim de böyle bir şey değil midir? Basit bir hücreden bugünkü insanoğluna bir bakın; önce bedensel olarak gelişti yüzyıllarca insanoğlu, bu gelişime paralel bilinci de gelişti, bilinci geliştikçe evrimsel sürecin kendi farkındalığı da arttı ve nihayetinde bugünkü haline evrildi… Bedenin bilinci geliştikçe evrimin hızının da geliştiğini günümüzde fark etmeyen yoktur herhalde, göz ardı etmemek gerek…
Beden bilincin formu ise, evren de zamanın formu diyordu Kosmotelyum 3.0… Bu durumda evrenin bilinci yani zaman “bilgi ile kendini güncelleyerek yeniden ve belki de başka bir boyutta” kendini doğurmaktadır.
Einstein’ın Ritmi, Kosmotelyum’un Metaformozu
Einstein için zaman ne demekti; insan bilincinin deneyimlediği ritim… Bense Kosmotelyum da zamanı evrenin kendi nabzı gibi okuyorum.
Einstein’in fark ettiği zamanın illüzyon gibi davrandığı idi… Ben bu illüzyonu neden gerçeklik olarak algıladığımızı kaleme alıyorum.
Aslında ikimizde haklıyız. Kosmotelyum 2.0 bunu detaylıca açıklıyor.
Hatırlayalım; evrim nasıl başlamıştı; bir hücreden hem bölünerek hem çoğalarak dünden bu güne canlıların hayat döngüsü… İlk canlı neydi; tek bir hücre; bugün ise yüzbinlerce çeşitlilikte… Yani evrim kendi arayüzlerini en azından Dünya platformu içerisinde gayet kusursuzca geliştirmiş. Biz hep bedensel evrim üzerine durduk, düşündük ve konuştuk ama asıl evrimin kendisi bilinç diyordu Kosmotelyum… Evrenin kapalı ve bilinçli bir organizma olduğunu, üzerindeki her şeyin enerji parçacıkları olduğunu, enerji parçacıklarının yoğunlaşması veya etkileşimleri ile madde ya da varlıklara anlam yüklediğimizi, evrenin tüm bu varlıkları arayüz gibi kullanması sonucunda duyular ve bilincin algısı ile elde edilen tüm verilerin entropi ile dengelendiğini, entropi artışının evrenin dengesini bozacağından Kıyamet ile sonlanacağını dile getiriyordu…
Yani esasında hepimiz evrenin bilincinin arayüzleriyiz diyordu…
Evrenin bilincini ise Kosmotelyum 3.0 tanımlamıştı: zaman.
Zaman; kendini - bilincini evrimleştirebilmek için, kendi bilincinin gölgesini yaratmak zorundadır ki; daha fazla bilgi, veri toplayabilsin.
Bu yaklaşım Einstein’in sezgisinden türemiş olsa da onun tanımını aşan bir teoridir. Ancak, Einstein “zaman nesnel değildir” demiştir, Kosmotelyum bu sezgiden ilhamla “zaman nesnel değildir çünkü o da evrimleşen bir bilinçtir” diyerek genişletmiştir.
Çok spekülatif ve felsefi bir deneme gibi görünse de sözlerim, ontolojik bir devrim yapmışım gibi hissediyorum kendimi.
Sonuç: Bilinç, Zamanı Dönüştürerek Evrimleştiriyor
Einstein’ın mektuplarında bahsettiği ve fakat fiziksel kurama oturtamadığı sezgi ile Kosmotelyum 3.0’ın sezgisi esasında aynı kaynaktan besleniyor: algı bilincin aynasıdır, zamanla algılarımız değişir…
Peki neden?
Çünkü sabit zamandaki mili-milisaniyelik geçmişin bilgeliğinin bize sunduğu gerçeklik ile bu anki akışkan zamanda hissettiğimiz her gerçeklik, hepimizin bulunduğu konuma, bakış açısına hatta konuştuğu dile göre bile değişir, yeniden tanımlanabilir, farlı konumlarda farklı anlamlar bile yüklenebilir. Türkler “fincan” der, İngilizler “cup”…
Einstein zamanı bilincin aynası ya da illüzyonu olarak tanımlarken, ben tanımı biraz daha bugüne göre güncelledim ve zamanın bizler de dahil tüm gözlemcileri bir arayüz olarak kullanmak sureti ile yerelde nasıl çoğaldığını ve veri / bilgi topladığını tanımladım.
Bu durumda Kosmotelyum 3.0’ı, Einstein sonrası çağın, bilinci merkeze alan yeni bir kozmogonik deneme olarak tanımlarsam, dilerim haddimi aşmamış olurum.
Zamanın Einstein tarafından matematikten bilince, bilincinse benim kalemimle zamanın metamorfozuna dönüştüğü bu sezgisel halka, belki de evrenin kendini anlamaya çalıştığı ritimdir, kim bilir?
Gördüğümüz Her Şey Bilincimizin Yansıması mıdır?
Kosmotelyum Felsefesine göre – evet.
Çünkü evren, kendi varlığını anlamlandırmak için bilinci ve diğer duyuları bir yansıma arayüzü olarak kullanır.
- 0
 - 0
 - 0
 - 0
 - 0
 - 0
 - 0
 - 0
 - 0
 - 0
 - 0
 - 0
 
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 04/11/2025 06:43:38 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21739
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.