Montaigne ile Yıllara Yayılan Bir Hesaplaşma
Bir çeviri defterinden, yıllar sonra kızının aynasına uzanan yolculuk.
Montaigne ile Yıllara Yayılan Bir Hesaplaşma
- Blog Yazısı
Hastane Odasından Çeviri Defterine
Biliyor muşusunuz; küçüklüğümde zatürre geçirmiştim ben…
Ve ne yazık ki zatürreyi alerji olarak tanımlayan, yanlış tedavi yöntemi uygulayan zamanın doktorları yüzünden çok zor bir ortaöğretim dönemi geçirdim… İltihaplanma tüm ciğerlerimi sarmış ve neredeyse ciğerlerim iflas etmek üzereyken, Ordu Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi doktorlarından Dr. Neşide Tanrıverdi benim hayatımı kurtarmıştı… Kulakları çınlasın…
Çok trajikomik maceralarımız oldu Neşide Hocayla… Hep kandırırdı beni 15 gün sonra taburcu olacaksın diye diye… Çocukluk işte; yatağın başına çizgi çizerek sayardım o zaman o 15 günleri… Her 15 gün bitiminde Neşide Hoca binbir bahaneyle uğrardı odama… “Ama iğnelerin bitmedi ne yapalım… Daha bu serum ciğerinin bak şurasını iyileştirecek, hala ben hastayım diyor ciğerlerin… Ama böyle bırakamam seni, bak burası da hafif lekeli kalmış… İyileşmezse büyüyemezsin” falan filan… İlaçlar, şuruplar neyse de günde 9 iğne yediğimi hatırlıyorum, sabah, öğlen, akşam… Ve hiç bitmeyen serumlar…
Ara tatillerde karnemin bile öğretmenim tarafından hastaneye getirildiği günleri unutamıyorum, Neşide Hoca ile öğretmenimin “iyi” yazarak geçirdiği / geçiştirdiği matematik notlarımı birlikte çekiştirirdik… Sürekli çarpım tablosu ile yoklardı beni, her verdiğim doğru cevapta: “Nermin Hoca hakkını yiyor senin… tüm çarpım tablosunu ezbere biliyorsun, nasıl iyi yazar matematiğine” diye gönlümü alır, “konuşacağım ben o Nermin’le, düzeltecek bu notu bak, sen bir de buna üzülme” derdi…
İçim karardı yazarken… Aslında çok da trajik günler değildi… Ağlayan hatta bir de yüzen bebeğim, çok sevdiğim kitaplarım, boyalarım, defterlerim; hepsi benimleydi…
Velhasıl; sağlıklı bir eğitim alamadığımdan gerçekten de çok zorlandım ortaokulda sayısal derslerde…
Bir Kitap, Bir Hoca, Bir Kız Çocuğu
Lise yıllarımda ise kredili sistemin öğrencileriydik biz.
Hatta tesadüfen kayıt yaptırdığım Atatürk Lisesi’nde o sene pilot olarak tek sınıflık İngiliz Dili Edebiyatı bölümü de açılmıştı… Muhteşem bir fırsattı benim için… Çok idealist bir İngilizce öğretmenimiz de vardı… Hayata ikinci kez sıfırdan başlamak, uzun hastane sürecinden sonra tekrar okula adapte olmak daha da kolay olacaktı… Çünkü sınıfa seçilen tüm öğrenciler de benim gibi İngilizce bilmiyorlardı… Evet ağır bir müfredatı, yurt dışından gelen dolar kuru ile alacağımız kitapları ve sair de vardı…
Özgüvenimi toparlamam için gayret gösteren Tanrı’nın bir mucizesi gibi algılamış, elbette çok ama çok çalışarak adapte olmuştum sürece…
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 50₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Canım Mahmut Hocam (Mahmut Uslu), onun da kulakları çınlasın, muhteşem bir özveri ile çalıştırıyordu bizi… Okul dersleri dışında da sürekli birebir dersler, guruplar halinde etütler… Onun için de bir gurur ya da özgüven meselesiydi belki de… En büyük dileğiydi hepimizi üniversiteli olarak görmek… Aramızdan ayrılanlar, elenenler, maddi sorunlar yüzünden vazgeçmek zorunda kalanlar oldu. Ancak nihayetinde 34 kişilik sınıftan 31’imiz ikinci sınav senesinin sonunda üniversiteli oldu. Ne büyük gurur Mahmut Hoca için, kim bilir…
Rüyalarımda Yaşadığım Çeviriler
Velhasıl Mahmut Hoca sayesinde lise yıllarımda tanıştım Montaigne ile… Sağ olsun, son iki sene sınıfta paragraf sorularına bizi Sherlock Holmes kitapları ile hazırlamaya çalışırdı. Fakat Sherlock Holmes serisini bitiren öğrencileri Montaigne’nin Denemeler kitabına yönlendirmişti.
Okuyanlar bilir Montaigne kendi hayat hikayesini felsefe ile bütünleştirmiş, toplumsal meselelere kendi bakış açısı ile çözümler üretmiş, deneme türünün hem en samimi hem de ilk ve eşsiz örneklerinden birini, edebi eser olarak tüm sevenlerine armağan etmiş, değerli bir yazardır.
Benim tabi o yaşlarda bunu algılamam imkânsız.
Ancak kitabın orijinali zaten Fransızca yazılmış… Mahmut Hoca ise bize İngilizce bir versiyonunu İstanbul’dan bir kitapçıdan tedarik ederek vermişti. Tabi 16. Yüzyılda yazıldığından Fransızcası da eski Fransızca olduğundan, modernize edilmemiş versiyonunun çevirisi ile yani biz de eski İngilizce ile okumaya çalışıyorduk Montaigne’nin Denemeler’ini…
Şöyle tarif edeyim: kitabın her paragrafı neredeyse bir cümle… Bazı paragraflar yarım sayfa ve tek cümle, o tek cümlelerin içerisinde de açılan pek çok ara cümleler, ağır metaforlar ya da eski mitlerden, filozoflardan alıntılar… Hatta Latince ve Yunanca alıntıların da çok olduğunu hatırlıyorum… Dahası çağdaş İngilizce’de tam karşılığını idrak edemediğim onlarca kelime… Hatta bazı cümlelerde tüm kelimelerin anlamını bildiğim halde bir türlü ne anlattığını bir araya getirip bütünleyemediğim yüzlerce cümle… Kabus olmuştu Montaigne Denemeler’i bende…
Her umudum kırıldığında Mahmut Hocam: “çokomel kız, bak; yeterince yaşamıyorsun sen bu İngilizce’yi… Henüz rüyalarında bile sayıklamaya başlamadın öğrendiklerini… Daha konsantre olman ve kendine inanmam gerekli… Sen Denemeler’den değil Montaigne senin Denemeler’ine yaptığın çevirilerinden / yorumlarından korksun” derdi… Şakayla karışık “Her şeyi biliyorsun da cümleler çok katmanlı ve uzun diye nasıl bir araya getiremiyorsun, ben bile şaşırıyorum… Emin ol Montaigne mezarında ağlıyordur” da derdi. Dahası, “Montaigne çeviremezsen sınavı da kazanamazsın” bile derdi…
Tanrım!
O kadar kötü bir cümle ki bu, her an her yerde kulaklarımda… Kendime kızıyorum ayrı, çeviriyi becerebilmek için gece-gündüz, köyde-bayırda, karada-denizde aralıksız sözlük çalışıp Montaigne okuyorum ayrı… Nihayetinde bıraktım çeviriyi… Öncelikle kitabın özünü, yapısını anlamalı, varsa içerisinde bilmediğim tüm kelimelere sadece onlara odaklanmalıydım. Bence yani…
Kocaman boş bir fihrist defter aldım kendime… Satır satır Montaigne okuyorum, bilmediğim her kelimeyi çiziyorum, İngilizce’den İngilizce’ye sözlüğümde anlamını okuyup, kendi cümlelerimle kelime hafızama kazınana kadar, fihristime o kelime ile ilgili cümleler yazıyorum. Kendi dilimce tabi… Üç koca ay sürdü bu süreç… Karne tatilinde 15 günüm vardı, tüm hazırlığım, motivasyonum, konsantrasyonum bu 15 güne…
O 15 günde öyle bir Montaigne çevirisi yaptım ki; neredeyse her gün 8–10 hatta bazen 15 sayfaya kadar… Anlatamam size; Oxford’da bile okuyabilirdim bence…
Bu sefer de içim içime sığmıyor başardığımı gördükçe… Allah’ım; bitmiyor 15 gün… Bıkmadan usanmadan çeviriyorum hatta o sırada ara ara özel derslerde Mahmut Hoca ile de görüşüyoruz ama bu yaptığım özel çeviri çalışmamdan hiç bahsetmiyorum kendisine… Çaktırmadan güya, hoca okudukça paragrafları, böyle dil ucuyla tek tek “işte” çeviriyorum anladıklarımı… Çocukluk; çok da fark ettirmek istemiyorum, çünkü okul açılınca çevirebildiğim kadarı ile defterimi öğretmenime vereceğim ki, hem kimsenin aklına gelmeyen bir yöntemle dikkat çekeyim hem de başarabileceğim malumunun ilanı olsun sınıfa diye.
Ama ne içten hırs etmişim ben de şimdi yazarken fark ettim de… Yine de hoş, maşallah bana.
Neyse, sınava kadar kitabın ne kadarını bitirdim hatırlamıyorum ama o sene üniversite sınavında 64 İngilizce soru sordular, 63 adetini doğru yapmıştım ben… Sınav kağıdımın elime ulaştığı andaki gururum, gözyaşlarım, huzurum asla bu satırlarda tarif edilemez…
Nihayetinde Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne yerleşmiştim…
Bilin bakalım ne oldu? Burada da çeviri derslerimizin birisinde Montaigne’nin Denemeler’i kullanılıyordu…
Aman Tanrım! Gülsem mi ağlasam mı bilemesem de kaldığım yerden aynı kitap ve aynı fihristimle devam ettim çevirilerime… Artık eskisi kadar zorlanmasam da çevirmekte, o gün bugündür anlatırım herkese: “Montaigne benim en büyük kâbusum hatta karabasanımdır” diye…
Bu arada unuttum bahsetmeyi: sınav öncesi üç — beş ay boyunca gerçekten de Montaigne’nin Denemeler’i çoktan girmeye başlamıştı rüyalarıma… Bazen “dahi miyim neyim, yoksa deliriyor muyum acaba?” diye bile sorguladım esasında… Bir işi tutkuyla yapmanın ne demek olduğunu o rüyaların sabahlarında anlamlandırmışım farkında olmadan…
Mahmut Hocam’ın ne demek istediğini anlayamamış, abarttığını düşünmüştüm o yıllarda… Zamanla tutkuyla bağlandığım her işi gerçekten yaşadığımı fark ettim rüyalarımda… Çok sonra ama… Komik ve de çok eğlenceli deneyimler bunlar…
Şimdi de rüyalarımda yaşadığım projelerim her zaman üst düzeyde takdir alır… İçimden gelerek yoğunlaştığım için mi yoksa severek yapılandırdığım için mi bilemem ama farklı bir aura kazandırır bana, beni ben yapan da bu anlar / anılar aslında…
Kızımın Aynasından Bana Dönüşüm
Velhasıl kelam; geçenlerde Aybüş’e bir yazımı attım, son okumasını yapsın da yazım hatalarımı kontrol etsin diye… Ne dedi biliyor musunuz? “Annem, biliyor musun, insan hep dönüşmekten korktuğu kişi olurmuş… Atalarımız sence de çok haklı değil mi?”
Tabi ki ne demek istediğini anlayamadım ilk bakışta… “Sen okudun mu hiç yazdıklarını? Hatırlıyor musun ilk kitabında en çok eleştirildiğin konuyu?”
…
Evet sevgili okuyucu,
Kızım benim Montaigne’ne yıllarca laf ettikten sonra tüm yazılarımın denemeler ve anekdotlar üzerine kurulu olduğunu, cümle akışlarımın çok güzel ve değerli olduğunu, tıpkı Monteigne gibi hep geçmişten ama en çok da eski mitlerden alıntılama yaptığımı, dahası Monteigne gibi bitmeyen cümlelerim olduğunu söyledi bana.
Derin bir kahkaha ile şok tepkimi dışa vursam da içten içe çok sevdim bu benzetmeyi…
Bence de haklıymış atalarımız… Anlamı varmış her atasözünün gerçekten de… Misal, “bir şeyi 40 kere söylersen olur” dediklerinde…
Dehşet ve güzel bir deneyimdi o anda yaşadığım.
Haklıydı kızım; ikimiz de derin felsefi düşüncelerimizi kendi tarzlarımızla kendi hayatımızdan alıntılarla yorumluyoruz… Her ikimizin de hemen hemen her toplumsal probleme dair kendince örneklediği çözüm önerileri var… Evrensel çıkarımları ikimizde çok seviyoruz… Her ikimiz de türler arasında özgür dolaşımı gayet de becerebiliyoruz… Bir paragrafta hukuk dilinden felsefeye, bir sonrakinde mitolojiden kişisel anıya, diğerinde bürokrasinin yobazlaşmış işleyişinden modern kültürlerdeki eşsiz ya da olması gereken örneklere atlayabiliyoruz… Dahası, tüm bunları tek bir akışta birleştirebiliyoruz. Hikayelerimizin bir bütünlüğü ve gerçeklik ile bağı var… Okuyucularımızla içten diyalog kurmaya özen gösteriyoruz… Samimiyet, çıplaklık, itiraflar…
Muhteşem!
Daha ne isteyebilirim ki evrenden, diye bile düşünüyorum bu satırları yazarken… Tanrım!
Dürüstçe itiraf etmem gerekirse; farklılaştığımız konular da mevcut. Montaigne daha çok “insan neyse odur” kabulüyle kaleme alır yazılarını… Mevcut gerçekliğin realitesinden beslenir. Bense, insanın potansiyelini, bilinç rezonansını ve etik evrimi merkeze alarak “insan, olabileceğinin en iyisine dönüşebilir” iddiasıyla yazıyorum tüm satırları…
Yani Montaigne daha gözlemci, ben ise hem gözlemci hem dönüştürücü bir roldeyiz gibi… Yanılıyorsam düzeltin beni lütfen…
Dürüst olmam gereken bir konu daha mevcut: iki yazar, iki zaman, bir duruş gibi görünse de yukarıdaki satırlarım, ben haddimi bilirim. Montaigne gibi bir üstat ile anılmak, henüz değerim de değil, bilirim.
Montaigne, insanın zaaflarını, erdemlerini ve çelişkilerini dürüstçe kâğıda döktü… Kendi üzerine eğilerek insanlığın aynasını tuttu; kişisel olanı evrenselleştirdi. Cümleleri uzun, katmanlı ve sabır isteyen bir yolculuktu; okurunu düşünmeye zorladı.
Bense 21. yüzyılın karmaşasında, kendi hayat mücadelemden, ustaca işlediğim mevzuat hükümlerinden, kendim kaleme aldığım binlerce sayfalık hukuki savunmalarımdan, politik gözlemlerimden ve kişisel direnişimden beslenen bir kalemim. Yaşadıklarımı birer delil gibi ortaya koyarken, aynı zamanda toplumsal hafızaya kayıt düşüyorum; bu günleri unutmak ya da unutturmak isteyeceklere inat… Tarihin tozlu sayfalarında, bugünlere vesile olanların torunlarına miras kalsın diye… Evet, ben de kendi hikâyemi başkalarının aynasına çeviriyorum elbet, üstelik de çağımızın hızına rağmen derinlikten ödün vermeyen bir netlikle… Bakalım 5 yüzyıl sonra benim yazdıklarımı birisi okuyacak mı ya da okuyanlar acaba benim hakkımda ne düşünecek?
Tek bildiğim: daha önümde çok uzun bir yol olduğu…
Yine de ikimiz de başka çağların insanları olmamıza rağmen duruşumuz aynı: hakikati eğmiyoruz, kendi sesimizle konuşuyoruz, kendimizle de dünya ile de yüzleşebiliyoruz, insanları da bu yüzleşmeye cesurca davet edebiliyoruz…
Muhteşem bir başarı benim için…
“Okura kendi yolunu bulma cesareti vermek.”
Siz ne dersiniz, becerebiliyor muyum?
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 22/11/2025 11:31:41 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21836
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.