Bilimde Sıkça Yanlış anlaşılan 10 Bilgi
Youtube kanalıma bu metini seslendirip attım. İsterseniz oradan izleyebilirsiniz veya buradan okuyabilirsiniz:)
Günümüzde bilgiye ulaşmak, eskiye kıyasla çok daha kolay. Bir bilgiye ulaşmak için artık kütüphanelerde saatlerce araştırma yapmanıza gerek yok; internet sayesinde birkaç tıklama ile istediğimiz her türlü bilgiye saniyeler içinde ulaşıyoruz.
Fakat bilgiye ulaşmak kolay olsa da, doğru bilgiye ulaşmak o kadar da basit değil. Bilgi çağında yaşıyor olmamıza rağmen, doğruluğundan emin olmadığımız birçok bilgiye maruz kalıyoruz. Bilimsel olduğu düşünülen fakat bilimle uzaktan yakından alakası olmayan birçok yanlış bilgi, hızla yayılmaya devam ediyor.
Bu metindeda az da olsa sizleri aydınlatmak amacıyla sağda solda dolaşan doğru bilinen 10 yanlışı düzelteceğiz. Dilerseniz başlayalım.
1-
İlk olarak birçoğunuzun duyduğu şu bilgiden başlayalım, "Saç ve tırnaklar ölümden sonra uzamaya devam eder." Peki, gerçekten öyle mi?
Bu iddianın kökeni muhtemelen ölümden sonra vücudun su kaybetmesi sonucu, yumuşak dokuların büzülmesiyle deri altındaki saç ve tırnakların görünür hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. Sizin de anlayacağınız üzere bu bir uzama değil, var olan deri altındaki yapının dışarıya çıkmasıdır.
Saçların ve tırnakların uzaması, karmaşık bir biyokimyasal zincir sayesinde olur ve bu zincir de beyin tarafından kontrol edilir. İkisinin de uzaması beyin ölümüyle sona erer.
İnsanın kalbi durduğunda hücreler besin ve oksijen alamadığı için değişen hızlarda ölürler. Sinir hücreleri genellikle kalbin durmasından 3-7 dakika sonra tamamen ölür. Bu süre böbrek, akciğer ve kalp hücreleri için 30 dakikaya kadar çıkabilir. Deri hücreleri ise 12 saate kadar hayatta kalabilir. Fakat bu, ölümden sonra saç ve tırnakların uzayacağı anlamına gelmez. Çünkü bu iki uzama için glikoz (şeker) gereklidir. Ölüm gerçekleştikten sonra söz konusu hücrelere glikoz taşınamaz. Bu nedenle de tırnaklar ve saçlar ölümden sonra uzayamaz.
2-
Geldik ikinci doğru bildiğimiz yanlışa: "Karanlık Madde ve Karanlık Enerji bir bilim kurgu ürünüdür, gerçek değildir!"
Elinizdeki telefon, masanızdaki kitap, ağaçlar, gezegenimiz, yıldızlar ve galaksiler. Tüm bunlar bilinen evrenin yalnızca %4,9'unu oluşturur. Geriye kalan kısım evrenin karanlık yüzüdür.
Planck uydusu ölçümlerine göre evrenin %68,3’ü karanlık enerji ve %26,8’i karanlık maddeden oluşur. Onlara "karanlık" dememizin sebebi evrenin bu gizemli parçalarını henüz tanımlayamıyor oluşumuzdur.
Karanlık madde ve karanlık enerji, bilim kurgu hikayelerinde sıkça yer alsa da aslında modern astrofizik ve kozmolojinin önemli konularındandır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Karanlık Madde: Evrenin büyük bir kısmını oluşturduğu düşünülen madde türüdür. Karanlık madde, doğrudan gözlemlenemez; çünkü ışık yaymaz veya soğurmaz. Ancak, galaksilerin hareketleri ve kütleçekimsel merceklenme gibi dolaylı etkilerinden varlığına dair güçlü kanıtlar elde edilmiştir. Karanlık madde, galaksilerin bir arada kalmasına ve kozmik yapının oluşmasına yardımcı olur.
Karanlık Enerji: Evrenin genişlemesini hızlandıran gizemli bir enerji türüdür. 1990'ların sonunda yapılan gözlemler, evrenin genişlemesinin hızlandığını gösterdi. Bu hızlanmanın nedeni olarak karanlık enerji önerilmiştir. Karanlık enerjinin doğası hakkında çok az şey bilinmesine rağmen, evrenin toplam enerji yoğunluğunun yaklaşık %70'ini oluşturduğu düşünülmektedir.
Her iki kavram da evrenin büyük bir kısmını açıklamada kritik rol oynar. Bilim kurgu eserlerinde sıkça yer alsa da, karanlık madde ve karanlık enerji, gerçek bilimsel olgulardır.
3-
Üçüncü yanlışımız ise: "Köpeklerin sadece siyah beyaz gördüğüdür."
Uzun yıllardır köpeklerin dünyayı siyah beyaz gördüğüne dair bir mit vardır. Ancak gerçek çok farklıdır! Köpekler dünyayı gri görmezler, fakat gökkuşağını da bizim kadar renkli algılayamazlar.
Köpekler de renkleri görür, fakat bizim gibi değil. Bu, gözlerinin kötü ya da yetersiz olduğu anlamına gelmez. Aslında, köpekler geceleri bizden çok daha iyi görürler. Köpeklerin dünyayı nasıl gördüğünü tam olarak anlayabilmek için önce renk körlüğünü anlamamız gerekiyor.
Renk körlüğü, retinada renkleri algılayan "koni" hücrelerinde meydana gelen bozukluklardan kaynaklanır. Retina, ışığı elektrik sinyallerine dönüştürür; bu sinyaller optik sinirlerle beyne iletilir ve görsel olarak algılanır. Renk körlüğü doğuştan olabileceği gibi, sonradan hastalık veya yaralanma sonucu da oluşabilir. Köpeklerde ise bu durum, bir eksiklikten değil, doğuştan gelen bir özellikten kaynaklanır.
Gözdeki koni hücreleri, gündüz görüşünü ve renk algısını sağlar. "Rod" hücreleri ise gece görüşünü ve çevresel görüşü sağlar. İnsanlarda üç tür koni hücresi bulunur ve bu hücreler ışığın tüm spektrumunu görebilmemizi sağlar. Köpeklerde ise sadece iki tür koni hücresi bulunur. İnsanlar ve bazı primatlar üç tür koni hücresine sahip oldukları için "trikromatik" olarak adlandırılır. Köpekler ise iki tür koni hücresine sahip oldukları için "dikromatik"tir.
Köpeklerin gözünde bulunan iki koni hücresi, sadece mavi ve sarı renkleri algılamalarını sağlar. Yeşil ve kırmızı renkler köpeklerde hiç yoktur. Bu nedenle, köpekler dünyayı sarı, kahverengi, gri ve mavi tonlarında görürler. Parlak kırmızı oyuncaklar, köpekler tarafından kahverengi olarak algılanır. Bu yüzden köpeklerin renk algısı, yeşil-kırmızı renk körlüğü olan insanlara oldukça yakındır. Sonuç olarak, köpekler yeşil ve kırmızı renkleri ayırt edemezler.
Köpeklerin dünyayı nasıl gördüğünü öğrenmek, onların dünyasına bir adım daha yaklaşmamızı sağlar. Belki de bu sayede onlarla daha iyi iletişim kurabiliriz!
4-
Dördüncü yanlışımız da antibiyotiklerin virüsleri öldürdüğü yanılgısıdır.
Hayır, antibiyotikler sadece bakterileri öldürür. Bakteriler ve virüsler arasındaki farkı anlamak önemlidir. Bakteriler, kendi başlarına yaşayabilen canlılardır. Antibiyotikler, bakterilerin hücre duvarını parçalayarak veya büyümelerini engelleyerek onları yok eder.
Peki, virüsler neden etkilenmez? Çünkü virüsler, bakterilerden çok farklıdır. Virüsler, kendi başlarına hayatta kalamazlar; çoğalmak için canlı bir hücreye ihtiyaç duyarlar. Onlar, hücrelerin içine girer ve hücrenin mekanizmalarını kullanarak çoğalırlar. Antibiyotikler, virüslerin bu döngüsünü durduramaz.
Örneğin, grip olduğunuzda veya soğuk algınlığı yaşadığınızda, bu hastalıklar genellikle virüslerden kaynaklanır. Antibiyotik almak bu durumlarda işe yaramaz ve hatta gereksiz antibiyotik kullanımı, vücudunuzda antibiyotik direnci gelişmesine neden olabilir.
Peki, virüslerle nasıl savaşırız? Genellikle bağışıklık sistemimiz virüslerle savaşır. Dinlenmek, bol sıvı tüketmek ve sağlıklı beslenmek bağışıklık sistemimizi destekler.
Sonuç olarak, antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyonlara karşı etkilidir. Virüs kaynaklı hastalıklarla başa çıkmanın en iyi yolu, bağışıklık sistemimizi güçlü tutmaktır. Unutmayın, her hastalık antibiyotik gerektirmez!
5-
Beşinci yanlışımız ise: "Bebeklerin tat alma duyusu yoktur."
Hayır, bebekler doğduklarında tat alma duyusuna sahiptirler ve tatları ayırt edebilirler.
Bebekler anne karnındayken amniyotik sıvıyı yutarak çeşitli tatlarla tanışırlar. Bu sıvı, annenin yediği yiyeceklerin tatlarını içerir. Bu yüzden bebekler doğduklarında tatları ayırt edebilirler. Anne sütü de bebeğin tat alma duyusunu geliştirmeye yardımcı olur. Anne sütü, tatlı, tuzlu, ekşi ve umami tatları içerir. Bu tatlar, bebeğin damak zevkini şekillendirir ve ileride farklı yiyeceklere olan ilgisini artırır.
Bebeklerin tat alma duyusu, zamanla gelişir ve çeşitlenir. İlk birkaç ayda tatlı yiyeceklere daha fazla ilgi gösterirler çünkü anne sütü tatlıdır. Daha sonra, farklı tatları keşfetmeye başlarlar. Bu süreç, bebeklerin beslenme alışkanlıklarını ve yiyecek tercihlerini etkiler.
Sonuç olarak, bebeklerin tat alma duyusu doğuştan vardır ve bu duyuları zamanla gelişir. Bebeklerin tat alma duyusunu anlamak, onların sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazanmalarına yardımcı olabilir. Bebeklerin damak zevkini şekillendirmek için çeşitli tatlar sunmak önemlidir.
6-
Altıncı yanlışımız ise soğuk algınlığına yakalanma sebebimizin soğuk havadan kaynaklı olduğu düşüncesidir. Aslında, bu doğru değil!
Öncelikle şunu anlamamız gerekiyor; soğuk algınlığı bir virüs hastalığıdır. Yani, hastalığa sebep olan şey aslında virüstür. Soğuk algınlığı belirtileri arasında burun akıntısı, boğaz ağrısı, öksürük ve hafif ateş bulunur. Bu belirtiler, vücudumuzun virüsle savaştığının bir işaretidir.
Peki, neden soğuk havalarda daha fazla hasta oluyoruz? Aslında bunun birkaç nedeni var. Soğuk havalarda insanlar daha çok kapalı mekanlarda vakit geçirirler. Kapalı alanlar, virüslerin yayılması için ideal ortamlardır. Kalabalık ve kapalı mekanlarda virüslerin bir kişiden diğerine geçmesi çok daha kolay olur.
Ayrıca, soğuk havalarda hava daha kurudur. Kuru hava, burun ve boğazdaki mukus tabakasını kurutur ve bu bölgelerin virüslere karşı savunmasız hale gelmesine neden olur. Bu da virüslerin vücudumuza daha kolay girmesine sebep olur.
Soğuk hava, vücudun bağışıklık sistemini de biraz baskılayabilir. Soğukta uzun süre kalmak, vücudun enerji harcamasını artırır ve bağışıklık sistemi daha az etkili olur.
Ancak, bu yine de doğrudan soğuk algınlığına neden olan bir etken değildir. Asıl sebep, soğuk havanın virüslerin yayılmasını kolaylaştırmasıdır.
Özetle, soğuk algınlığına doğrudan soğuk hava değil, virüsler neden olur. Soğuk hava, insanların kapalı alanlarda daha fazla zaman geçirmesine ve virüslerin daha kolay yayılmasına neden olduğu için kış aylarında daha sık soğuk algınlığına yakalanıyoruz.
7-
Geldik yedinci yanlışımıza: Balıkların hafızasının kısa olduğu ve hızlı unuttukları inanışı.
Balıkların hafızasının sadece birkaç saniye olduğu yaygın bir inanış olsa da, gerçekte durum çok daha karmaşıktır. Balıkların hafızası, türlerine göre değişiklik gösterir ve bazı balık türleri oldukça gelişmiş hafıza yeteneklerine sahiptir. Örneğin, bazı balık türleri, beslenme bölgelerini, yuvalarını ve göç yollarını hatırlayabilirler. Bu, balıkların sadece anlık tepkiler vermekle kalmayıp aynı zamanda çevrelerine uyum sağlayabildikleri anlamına gelir.
Araştırmalar, bazı balık türlerinin haftalarca hatta aylarca süren hafızalara sahip olduğunu göstermektedir. Bu süre zarfında, balıklar daha önce deneyimledikleri tehlikeleri, avlanma stratejilerini ve beslenme alışkanlıklarını hatırlayabilirler. Örneğin, bazı balık türleri, avcılardan kaçmak için karmaşık kaçış yolları kullanabilirler.
Balıkların gelişmiş hafıza yeteneklerine sahip olmalarının, hayatta kalma ve türlerinin devamını sağlama konusunda önemli bir rol oynadığı düşünülüyor. Bu özellikler, balıkların doğal yaşam ortamlarında başarılı bir şekilde yaşamalarını ve avcılardan korunmalarını sağlıyor.
Sonuç olarak, balıkların hafızasının sadece birkaç saniyelik olduğu inancı yanlıştır. Balıkların hafızası, türlerine göre değişiklik gösterir ve bazıları oldukça uzun süreli hafızalara sahip olabilir.
8-
Sekizinci yanlışımızı duymayan yoktur: İnsanın vücudu 7 yılda bir yenilenir.
İnsan vücudu, yaşam süresi boyunca sürekli olarak hücrelerini yeniler ve değiştirir. Ancak, hücrelerin tamamen yenilendiği ve insan vücudunun belli bir süre sonra tamamen "yepyeni" hale geldiği fikri yanlıştır. Gerçekte, insan vücudundaki hücrelerin yenilenme süreci oldukça karmaşıktır ve farklı hücre tipleri farklı hızlarda yenilenir.
Örneğin, cilt hücreleri genellikle her iki veya üç haftada bir tamamen yenilenirken, kırmızı kan hücreleri yaklaşık dört ayda bir yenilenir. Bununla birlikte, bazı hücreler ömür boyu kalabilir ve asla yenilenmeyebilir. Örneğin, sinir hücreleri ve kas hücreleri genellikle ömür boyu kalır.
Bu durum, insan vücudunun sürekli olarak yenilendiği ve değiştiği, ancak tüm hücrelerin belirli bir süre sonra tamamen yenilendiği fikrinin yanlış olduğunu gösteriyor. İnsan vücudu, yaşam boyunca sürekli olarak hücrelerini yenilerken, bu süreç hücre tiplerine göre değişiklik gösterir.
9-
Dokuzuncu yanlışımız ise karanlıkta okumanın gözleri bozduğu düşüncesidir.
Karanlıkta okumanın gözleri kalıcı olarak bozduğu düşüncesi oldukça yaygındır, ancak bu doğru değildir. Gerçekte, karanlıkta okuma geçici olarak göz yorgunluğuna neden olabilir, ancak uzun vadede kalıcı hasara yol açmaz.
Karanlık ortamlarda okuma, gözlerin daha fazla çaba harcamasına neden olur çünkü daha az ışık olduğu için metni daha net görmek için daha fazla odaklanmak gerekir. Bu durum, gözlerde yorgunluk hissine neden olabilir. Ancak, bu yorgunluk genellikle dinlendirici bir mola verildiğinde veya daha iyi aydınlatılmış bir ortama geçildiğinde geçicidir.
Karanlıkta okumanın gözleri kalıcı olarak bozduğu fikri, esasen uzun süreli göz yorgunluğu veya diğer göz rahatsızlıklarına neden olabileceği endişesiyle ortaya çıkmış olabilir. Ancak, bu tür sorunlar genellikle karanlıkta okumaktan ziyade uzun süreli okuma veya yanlış okuma pozisyonu gibi diğer faktörlerle ilişkilidir.
10-
Onuncu yanlışımız ise sakız yutunca sakızın midemizde uzun süreler kaldığı inancıdır.
Bu doğru değil. Sakız yutulduğunda, sindirim sisteminizde normal bir şekilde işlenir ve dışkıyla atılır.
Sakız, diğer yiyecekler gibi sindirim sürecinden geçer. Sindirim sistemi, sakızı parçalayarak ve besin maddelerini emerek sindirir. Ancak, sakızdaki bazı maddeler sindirim enzimleri tarafından tam olarak parçalanamaz. Bu durumda, sindirim sistemi sakızı normal dışkıyla atar.
Bazı insanlar, sakız yutmakla ilgili endişe duyarlar çünkü sakızın vücutta uzun süre kaldığına inanırlar. Ancak, sindirim sistemi normalde yutulan sakızı birkaç gün içinde atar. Bu nedenle, sakız yutmak genellikle zararsızdır ve vücut için uzun vadeli bir risk oluşturmaz.
Sonuç olarak, sakız yutmanın midenizde yıllarca kalacağı düşüncesi yanlıştır. Sakız, sindirim sisteminizden geçer ve dışkıyla atılır. Bu nedenle, sakız yutmak genellikle zararsızdır ve normal sindirim sürecinin bir parçası olarak kabul edilir.
Bilgi çağında yaşarken, doğru bilgiye ulaşmak ve yanlış bilgilerden kaçınmak önemlidir. İnternet ve diğer kaynaklar aracılığıyla kolayca erişebildiğimiz bilgiler, doğrulukları konusunda dikkatli olmayı gerektiriyor. Bu metini okuyarak, doğru bildiğimizi sandığımız ancak aslında yanlış olan bazı bilgileri öğrenmiş olduk. Her zaman bilgiyi sorgulamak, kaynakları doğrulamak ve güvenilir bilgiye ulaşmaya çalışmak önemlidir.
Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler hızla ilerlerken, doğru bilgiye erişmek her zamankinden daha önemli hale geliyor. Yanlış bilgilerin yayılmasını engellemek ve toplum olarak doğru bilgiye dayalı kararlar almamızı sağlamak için bilgiye olan güvenimizi korumalıyız. Bu süreçte bilimsel yöntemlerin ve doğrulanabilir verilerin önemini vurgulamak gerekmektedir. Bu yazıyı sizi doğru bilgiye ulaşmaya teşvik etmek ve bilgiye olan güveninizi artırmak amacıyla hazırladım.
Sağlıklı ve doğru bilgilerle donanmış bir toplum olmak için her birimizin sorumlulukları olduğunu unutmamalıyız. Umarım bu yazı size faydalı olmuştur. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. Bilimle kalın.
- 2
- 2
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 12:38:03 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/17941
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.