Elbette Var!
Hangi Savaş!
Genel ve doğadaki izdüşümü itibarı ile, varlığını sürdürebilmek için tüm canlılar kesintisiz bir enerji transferine ve vesilesi ile de gerek enerji kaynaklarına erişimde rekabetten gerekse enerji kaynağının kendisine yönelik olarak kesintisiz bir savaşı sürdürmek zorundadır. Bu nedenle de doğa nazarında ve hatta cansız varlıklar için bile savaş, ancak artan entropiye bağlı olarak evrenin ısıl ölümü ile sona erebilecek bir olgudur. O zamana kadar da savaş bu çerçevede varoluşun ta kendisidir.
Buraya kadar ki savaş olgusalı, varoluşun devamlılığının zorunluluğu olarak karşımıza çıkan kesintisiz mücadelenin adıdır.
Ancak türümüzün evrensel literatüre kazandırdığı savaş olgusu, her ne kadar çıkış kökeni itibarı ile yukarıdakine benzese de ekonomi-politiğin sebep olduğu evrimsel sapmalar nedeni ile farklı ele alınır. Çünkü ötesi varoluşsal bir dayatmanın ötesinde, yeri geldiğinde bindiği dalı dahi kesmeyi göze aldıracak kadar derin bir bencilliğin, aç gözlülüğün ve ilelebet var olunacağı kibrinin hastalıklı bir çıktısı olarak karşımıza çıkar.
Sağlaması kolaydır: Doğada var olan ve varoluşsal sürdürülebilirliğin dayatmasının ürünü olarak açığa çıkan savaş ya da daha doğru bir ifade ile varoluş mücadelesi, evrimin ve devinimin hem sonucudur hem de motorudur. Bir yandan yıkar iken öte yandan yeniden inşa eder. Yıkımın, adı konmamış bir evrimsel ve devinimsel sebebi vardır.
Örneğin kızılçam ormanlarının, zaafa uğrayıp araladığı alanı maki işgal eder. Bunun adı amansız rekabettir. Ancak türümüz ormanı tümden yakar ve yok eder. Geriye sadece ölüm kalır. Bu varoluşsal mücadele değil sebepsiz yıkımdır.
İşte bilimimizin, evrimsel birikim açısından geldiği aşama itibarı ile, varoluşun sürdürülebilirliğinin ancak kesintisiz bir mücadele-savaş ile mümkün olabileceğini kafamıza kazımasına rağmen, müellifi türümüz olan savaşı reddedişimizin, onun yerine barış talebimizin nedeni budur: Sebepsiz yıkıma vesile oluşu.
Bu, doğal olan ve evrimimize uygun bir mücadeleden-savaştan tamamen vazgeçiş anlamına gelmez. Aksine ona denk düşen ve yeniden yaratmak üzere yıkım yapan bir savaşı yeğleyip ötesini reddetmek anlamına gelir.
Sahi ya, bugün sebepsiz yere, kendisi dahil olmak üzere türünü ve tüm canlı yaşamını yok edebilecek potansiyele sahip bir hırsa ve açgözlülüğe başka bir türde rastlama imkanımız var mı?
İşte karşı çıkılan savaş bu savaştır. Bu karşı çıkış sadece türümüzün varoluşsal zorunluluğundan ileri gelmez. Ayrıca ve yine sebepsiz yere türümüzün savaş açtığı diğer canlıları ve doğayı koruma, bindiğimiz dalı kestirmeme kaygısı ve zorunluluğundan ileri gelir.
Bu sebeple ve ısrarla barış çığlığımız, olağan evrimsel ve devinimsel varoluşun, yeniden inşacı savaşına karşı değil; türümüze özgü hileli ve tümden yok edici olanına yöneliktir.
Sınıflı toplumların tarih sahnesine çıktığı köleci toplumdan bu yana “spor” adı altında ve sırf zevk-eğlence için türüne zarar veren, türünü ve diğer türleri öldüren, öldürten başka bir tür var mı ki..! Sevgiyle…
Kaynaklar
-
Sinan Canan. (2022). İfa (İnsanın Fabrika Ayarları 1,2,3). Yayınevi: Tuti Kitap. sf: 552.
-
Server Tanilli. (1984). Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası (4 Cilt). Yayınevi: Say Yayınları. sf: 2569.
-
Friedrich Engels. (2016). Doğanın Diyalektiği. Yayınevi: Yason Yayınları. sf: 356.
-
Michael Tomasello. (2019). Neden Ortaklıklar Kurarız. Yayınevi: Alfa Bilim. sf: 134.