Kuantum Mekaniğinin Temellerini Fenomenolojiyle Yeniden Anlamak
Fenomenoloji literatürde, kuantum teorisi ve göreliliğin radikal felsefi sonuçları üzerine görece az tartışma yapılmıştır. Bunun altında yatan sebeplerden biri, Husserl’in fenomenolojiyi ilk felsefe olarak görmesi olabilir. Husserl, fenomenolojinin, deneysel fenomenlerle ilgili olasılıkların önkoşullarını incelemesi bakımından özel bilimlerden (fizik dahil) önce geldiğini savunur. Bu bakış açısı belli bir değere ve içgörüye sahip olsa da, filozofları özellikle fizik gibi deneysel bilimlerin açtığı yeni felsefi ufukları görme konusunda daha az eğilimli hale getirebilir. Ancak, bu *JPBMB* özel sayısının yanı sıra bazı yazarlarının önceki çalışmaları, bu tür eksiklikleri aşma yönünde kayda değer çabalar içermektedir. Öte yandan, bazı önde gelen fenomenologlar, fenomenoloji ile yeni fizik arasında bağlantılar kurmuştur; belki de en bilinen örnek, Merleau-Ponty’nin *Doğa* üzerine 1956-1960 yıllarında verdiği derslerde (2003) yaptığı tartışmadır. Heidegger'in Heisenberg ile ünlü tartışmalarını da bu bağlamda düşünebiliriz (bkz. Carson 2011).
Bu nedenle, fenomenoloji ile kuantum-görelilik fiziğini bir araya getirmenin potansiyel olarak verimli olmasının birçok nedeni bulunmaktadır. Örneğin, Bohm’un zaman bilinci hakkındaki tartışmasının gösterdiği gibi, bu durum yeni ve daha derin fenomenolojik betimlemeler yapılmasını sağlayabilir. Ayrıca, fenomenolojinin metodolojik içgörüleri, özellikle kuantum teorisinin yorumsal açmazlarını anlamaya çalışırken faydalı olabilir (örneğin, aşağıda bazı kuantum mekaniği deneylerinin sonuçlarını anlamlandırmak için, kuantum düzeyinde gerçeklik hakkındaki varsayımlardan bir tür epoché ya da askıya alma gerektiğine dair bir inceleme yapacağız). Dahası, fenomenoloji ile yeni fiziği bir araya getirmek, fenomenologların kendilerine koyduğu kriterlerle de uyumlu görünmektedir. Kuantum ve görelilik fiziğinde karşılaşılan ampirik fenomenler, yalnızca Heideggerci anlamda değil, genel anlamda “felsefeye” ve geniş anlamda fenomenolojiye bir meydan okuma oluşturan yeni bir felsefi duruma yol açmıştır. Fenomenolojinin tarihsel ve durumsallık vurgusu göz önüne alındığında, kuantum teorisi ve göreliliğin açtığı yeni epistemik ve ontolojik durum üzerine görece az fenomenolojik tartışma yapılmış olması ironiktir. Ancak bu durum, gelecekte verimli araştırmalar için geniş bir olanak sunduğu anlamına da gelir. Örneğin, 1920’lerden beri kuantum teorisinin anlamı üzerine kapsamlı bir felsefi tartışma sürmektedir. Bu zengin tartışmayı, fenomenolojik düşüncenin ilgili yönleriyle birleştirmek, karşılıklı eleştiri ve zenginleşme olanakları sunan geniş bir araştırma programı önermektedir. Bu tür girişimlere örnek olarak Honner (1982), Plotnitsky (1994), Globus (2003) ve Pylkkö (1998) verilebilir. Ayrıca, daha önce bahsedildiği gibi, bu *JPBMB* özel sayısı ve bazı yazarların önceki çalışmaları, fenomenoloji, fizik ve biyolojinin yeni bir sentezine yönelik kayda değer bir ilerlemeyi işaret etmektedir.
Bu makalede, fenomenoloji ve kuantum fiziği teması, kuantum fiziğindeki bazı temel yorumsal meseleler incelenerek ele alınmaktadır. Kuantum teorisinde en başından beri temel bir sorun, klasik fizikte olduğu gibi hareket halindeki parçacıkların bir kuantum ontolojisini sağlamak mümkün müdür, yoksa tamamlayıcı ancak birbirini dışlayan fenomenler çerçevesinde daha sınırlı bir kuantum sistemi görüşüyle mi sınırlı kalmamız gerektiği olmuştur. Fenomenolojik terimlerle ifade edersek, kuantum teorisinin geleneksel yorumu (özellikle Niels Bohr’a atfedilen yorum), kuantum fenomenlerinin bir tür epoché gerektirdiğini, yani kuantum düzeyindeki gerçeklik varsayımlarının askıya alınmasını gerektirdiğini söyleyebiliriz (bkz. Hut 2001). Ancak, David Bohm’un yorumu gibi diğer yaklaşımlar, kuantum düzeyinde zihinden bağımsız bir ontolojinin olasılığını yeniden tesis ediyormuş gibi görünmektedir. Ancak göreceğimiz gibi, bu tür ontolojik yorumlar bile, klasik fizikte karşılaşılmayan, “fenomenler” ya da “görünüşler”e özel bir rol vermeyi gerektiren yeni, klasik olmayan özellikler içermektedir. Kuantum teorisinin ontolojik yorumlarının gerçekten mümkün olduğunu kabul ederken, kuantum teorisinin bu tür yorumlar için bile belirli bir epoché türüne ihtiyaç duyduğunu savunacağız. Fenomenolojik betimlemeyle ilişkilendirilen epoché’den farklı olsa da, “kuantum epoché” yine de fenomenoloji ile kuantum felsefesi arasında potansiyel olarak ilginç bir paralelliğe işaret etmektedir.
Tartışmamız ayrıca, *JPBMB* özel sayısında Kauffman ve Gare (2015) tarafından ele alınan bazı temel meselelerle bağlantılıdır. Özellikle, kuantum mekaniğinde ölçüm sorunu gündeme gelmektedir. Kauffman ve Gare, kuantum ölçümlerinde “zihnin” olası rolünü araştırmaktadır. “Triad” olarak adlandırılan ve kuantum mekaniğine yeni bir bakış sunan bir görüş geliştirmişlerdir:
* Gerçekler, Aristoteles’in üçüncü durumun imkânsızlığı yasasına uyan ontolojik olarak gerçek varlıklar olarak tanımlanır;
* Olasılıklar, ontolojik olarak gerçek olup bu yasaya uymayan varlıklar olarak tanımlanır;
* Zihin, bilinçli deneyimler ve ölçümde özgür irade olarak tanımlanır. Kısaca: *res potentia* ve *res extensa*, ölçümde “zihin” tarafından birleştirilir.* (Ibid.)
1952'de Bohm, kuantum düzeyindeki ölçüm benzeri süreçlerin insan bilincinin aktif rolü olmadan nesnel olarak gerçekleşebileceğini gösterdi (Bohm teorisinin ölçüm sorununu nasıl çözdüğüne dair iyi bir giriş için bkz. Ney 2013: 26-32; daha kapsamlı bir sunum için bkz. Bohm ve Hiley 1993, ch 6; ayrıca bkz. Hiley ve Pylkkänen 2005). Bohm'un kuantum ontolojisinde, bir elektronun, Schrödinger dalga fonksiyonuyla matematiksel olarak tanımlanan yeni bir tür kuantum alanı tarafından yönlendirilen bir parçacık olduğu varsayılır. Kauffman ve Gare'nin terimleriyle, Bohm, res potentia'nın (kuantum alanından kaynaklanan bir kuantum potansiyeli olarak anlaşılır) res extensa (elektronun yerel parçacık yönü) üzerinde, Schrödinger'in kedileri veya çoklu evrenler olmadan kesin ölçüm sonuçları elde edecek şekilde etkide bulunduğunu göstermiştir. Tüm bu süreçler, insan gözlemciler veya zihinlerin varlığına gerek kalmadan nesnel olarak gerçekleşebilir. Bohm teorisine göre ölçüm süreçleri, doğada tamamen insan müdahalesinden bağımsız olarak gerçekleşen kuantum süreçlerinin (durağan durumlar arasındaki geçişler gibi) özel bir örneğidir (Bohm ve Hiley 1993: 97).
Ancak Bohm teorisinin derinlemesine bir incelemesi, Kauffman ve Gare'nin yaklaşımıyla bir yakınlık olduğunu da ortaya koymaktadır. Özellikle, Bohm ve Hiley (1987, 1993), kuantum alanının parçacığı mekanik olarak itip çekmediğini, bunun yerine parçacığın enerjisini bilgilendirdiğini öne sürmüşlerdir. Bohm (1990), kuantum alanını "aktif bilgi" içerdiği şeklinde tanımlamış ve bunu elektronlar gibi temel parçacıkların zihne benzer bir niteliği olarak görmüştür. Bu, bazı yönleriyle Kauffman ve Gare'nin, kuantum süreçlerinde bir tür "proto-bilinç" bulunduğuna dair fikirlerine benzerdir.
Bohm’un yaklaşımı ayrıca exofizik (bağımsız bir gözlemciyi öngörür) ve endofizik (gözlemciyi ve ölçümü dikkate alınması gereken bir alanın parçası olarak gören yaklaşım) meseleleriyle de bağlantılıdır (ayrıntılar için bkz. Kauffman ve Gare'nin prologu). İlk olarak, Bohm teorisinin evrene exofizik bir bakış açısını sürdürmemize izin verdiği bir anlam vardır. Eğer insan gözlemcilerin evrenin kuantum durumu üzerinde önemli bir etkisi olmadığını varsayarsak, doğanın genel betimlemesinde ölçümleri ve insan gözlemcilerin aktif rolünü görmezden gelebiliriz (bununla birlikte, Kantçı düşünceler, doğaya insan dışı bir perspektiften algısal ve kavramsal erişimimizin muhtemelen olmadığını öne sürmektedir; bkz. Pylkkänen 2015). Ancak, Bohm teorisinin endofizikle de uyumlu olduğu bir anlam da vardır. Çünkü Bohm teorisi, ölçüm sürecinin kuantum teorisinin kendisiyle açıklanabilmesine olanak sağlayarak, kuantum ölçümleri üzerine tutarlı bir endofizik tartışma yapılmasını mümkün kılar.
Bohm ayrıca gözlemcinin bilincinin resme nasıl dahil edilebileceğine dair taslak çizmiştir. Temel fikir, kuantum ontolojisinin genişletilmesi gerektiğidir. Kuantum düzeyinde, bilgi alanı tarafından yönlendirilen parçacıklar bulunmaktadır. Bohm, beyin gibi karmaşık biyolojik sistemler bağlamında, birbiri hakkında bilgi alışverişi yapan, rehberlik ilişkilerini içeren ve "açık" ile daha "ince" arasında değişen, bilgi alanlarından oluşan bir hiyerarşinin bulunabileceğini öne sürmüştür. Zihinsel süreçler ve bilinçli deneyimler bu organizasyonun daha ince düzeylerinde ortaya çıkabilir. Bilgi alanlarının hiyerarşisi aracılığıyla, zihinsel süreçler ve belki bir tür "özgür irade" de kuantum alanı aracılığıyla daha belirgin fiziksel süreçlerde bir fark yaratabilir, bu da Kauffman ve Gare'nin (ayrıca Penrose ve Hameroff’un) fikirleriyle başka bir yakınlık göstermektedir (bkz. Bohm 1990: 283; Pylkkänen, yayımlanacak). Daha genel bir içkin düzen şeması içinde Bohm, hem biyolojik hem de zihinsel süreçlerin, kuantum ve görelilik fiziği tarafından tanımlanan fiziksel dünya ile ilişkili olarak nasıl anlaşılabileceğine dair bir taslak çizmiştir (bkz. Bohm 1980; Pylkkänen 2007).
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Yukarıdaki değerlendirmeler, Bohm ve Hiley'nin doğa felsefesinin, bu özel sayıda tartışılan genel yaklaşımla, özellikle Kauffman ve Gare'nin mükemmel bir şekilde ortaya koyduğu gibi, zengin bağlantılara sahip olduğunu göstermektedir. Ancak bu makalenin geri kalanında, Bohr ve Bohm’un kuantum teorisi yorumlarında fenomenler veya görünüşlerin rolü konusuna odaklanacağız.
Niels Bohr’un Kuantum Epoché’si
Kuantum sistemleri—örneğin elektron gibi parçacıkları—ontolojik bir perspektiften ele alabilir miyiz? Klasik fizik alanında, bir parçacığın konumunu ve momentumunu aynı fenomen içinde son derece hassas bir şekilde ölçmek mümkündür ve bu nedenle bir parçacık ontolojisi öne sürmek, yani fenomenlerden ontolojiye geçmek mümkündür. Klasik fizikte, genellikle parçacık ve onun özelliklerinden bahsedilirken, bu özelliklerin ölçüldüğü fenomen göz ardı edilir (Bohm ve Hiley, 1993). Fenomenolojik terimlerle, bu durum bize “doğal tavrı” hatırlatır: Deneyimimizde bize görünen nesnelerin, gözlemlenmediklerinde de var olduklarını varsayarız; görünümlerden gerçekliğe farkında olmadan geçiş yaparız.
Ancak Niels Bohr’a (1949) göre, kuantum durumlarında parçacık ile deney düzenekleri arasında bir ayrım yapmak mümkün değildir; çünkü ölçüm sırasında onları birbirine bağlayan eylem kuantumu bölünemez, öngörülemez ve kontrol edilemez. Bohr’a göre bu, kuantum fenomenini analiz ederken, bağımsız bir şekilde var olan ve iyi tanımlanmış özelliklere sahip bir parçacık hakkında bilgi aldığımızı varsayamayacağımız anlamına gelir. Başka bir deyişle, bir kuantum sisteminin hem konumunu hem de momentumunu aynı anda tam olarak ölçebileceğimiz tek bir fenomen yoktur. Bu nedenle, Bohr’a göre, bir parçacığın iyi tanımlanmış bir konuma ve momentuma aynı anda sahip olduğunu ve bunların gözlemden bağımsız olarak var olduğunu varsayan bir ontoloji ileri sürmek meşru veya anlamlı değildir. Fenomenolojik açıdan bakıldığında, Bohr’un kuantum fenomenleri bağlamında bir tür epoché’yi, yani iyi tanımlanmış, gözlemden bağımsız bir parçacık ontolojisini düşünme alışkanlığımızı askıya almamızı talep ettiğini söyleyebiliriz.
Bohr için mesele, ne zaman ontolojik bir varsayımda bulunmanın meşru olduğudur. Başka bir deyişle, tek bir sisteme bağlı fenomenlerin birbirine uyumsuz olması, o sistemin ontolojisi açısından ne anlama gelir? Aşağıdaki alıntı, Bohr’un (1949) ince düşüncelerinin birçok temel özelliğini yansıtır:
> “Bu kritik nokta ... atomik nesnelerin davranışı ile fenomenlerin ortaya çıktığı koşulları tanımlayan ölçüm araçları arasındaki keskin bir ayrımın imkânsızlığını ima eder. Aslında, tipik kuantum etkilerinin bireyselliği, fenomeni bölmeye yönelik her girişimin yeni etkileşim olanaklarını açığa çıkaran bir değişim gerektireceği koşulunda kendini gösterir; bu yeni etkileşimler, nesneler ve ölçüm araçları arasında olup, prensipte kontrol edilemez. Dolayısıyla, farklı deneysel koşullar altında elde edilen kanıtlar tek bir resim içinde anlaşılamaz, ancak nesneler hakkında mümkün olan tüm bilgileri tükenene dek, fenomenlerin bütünlüğü içinde tamamlayıcı olarak görülmelidir.”
Fenomenolojik okur, Bohr için ölçüm araçlarının “transandantal” bir rol oynadığını fark eder; çünkü bu araçlar, fenomenlerin ortaya çıkma koşullarını tanımlar (bkz. Honner, 1987). Fizikte yeni bir bütünlük türü, atomik nesnelerin davranışı ile ölçüm araçları arasındaki etkileşimde keskin bir ayrım yapılamaması gerçeğiyle ima edilir. Bu, klasik fizikteki durumla keskin bir tezat oluşturur; klasik teori, ölçüm araçlarının etkisini hesaplamamıza ve bu şekilde nesnenin davranışı hakkında istediğimiz kadar doğru bilgi elde etmemize olanak tanır.
Bohr ayrıca, bu tür bir bölünmezliğin veya "bireyselliğin" farklı deneysel düzenekleri karşılıklı olarak dışlayıcı hale getirdiğini belirtir. Bir parçacığın konumunu ölçtüğüm bir durumda, momentumunu ölçmek istiyorsam deney düzeneklerinde değişiklik yapmam gerekir. Ancak, Bohr’un dediği gibi, bu tür değişiklikler, nesneler ile ölçüm araçları arasında prensipte kontrol edilemez yeni etkileşim olanakları yaratır. Bu durum, belirsizlik ilkesi ile Bohr’un her ölçümde ihtiyaç duyulan eylem kuantumunun kontrol edilemez olduğu varsayımıyla bağlantılıdır. Parçacığın momentumunu ölçmek için gerekli deney düzeneklerini değiştirdikten sonra artık konumunu ölçemem.
Dolayısıyla, deneysel düzenekler karşılıklı olarak dışlayıcıdır.
Bohr’un Kuantum Felsefesinde Tamamlayıcılık ve Bütünsellik
Niels Bohr, birbirine karşıt deney düzeneklerinden elde edilen kanıtların tek ve tutarlı bir resme entegre edilemeyeceğini vurgular. Ancak bu kanıtlar, her ne kadar uyumsuz fenomenlerden kaynaklansa da, aynı nesneye aittir. Bohr, bu tür kanıtları *tamamlayıcı* olarak anlamamız gerektiğini öne sürer. Burada "tamamlayıcı" terimi, iki perspektifin tek bir eksiksiz resmin iki parçası olduğu anlamına gelmez. Aksine, aynı nesneye dair bilgi sunan iki karşıt perspektifin bir arada var olmasını ifade eder. Bohr, “ancak fenomenlerin tümü, nesneler hakkındaki olası bilgiyi tükenir.” der. Fakat bu bütünlük, birbirine karşıt fenomenleri içerir. Böylece Bohr’un tamamlayıcılık kavramı, birbiriyle uyumsuz bakış açılarını bir araya getirmeyi gerektirir ki bu ince ve zorlayıcı bir kavramdır.
Arkady Plotnitsky (2010), Bohr’un tamamlayıcılık kavramının özünü şöyle özetler:
> "Tamamlayıcılık, (a) belirli fenomenlerin, varlıkların veya kavramların karşılıklı dışlayıcılığı ile tanımlanır; fakat (b) herhangi bir anda her birini ayrı ayrı uygulama olanağımız vardır; ve (c) dikkate almamız gereken fenomenlerin toplamı hakkında kapsamlı bir hesap vermek için hepsini farklı anlarda kullanma zorunluluğumuz vardır."
Bu kavram, kuantum fenomenlerinde, gözlemlediğimiz şeyin parçacığın bağımsız ve belirli özellikleri olduğuna dair varsayımları geçersiz kılar. Son yıllarda kuantum mekaniğinde “zayıf ölçümler” adı verilen çalışmalar, ölçüm konusunda alternatif bakış açıları sunmuştur; ancak bunlar bile Bohr’un tamamlayıcılık anlayışı içinde değerlendirilebilir (bkz. Flack ve Hiley 2015).
Bohr’un bakış açısını özetlerken, Bohm ve Hiley (1993) bu görüşün bölünmez ve bütüncül yönlerini vurgular:
> “…Deney sonucunu anlamla bağlayan kuantum bağlantısı bölünemez, öngörülemez ve kontrol edilemez. Bu nedenle böyle bir sonucun anlamı artık, fenomenin geri kalanından bağımsız olarak var olan bir parçacığın özelliklerine açık bir şekilde atıfta bulunuyormuş gibi tutarlı bir şekilde tanımlanamaz. Bunun yerine bu anlam, bütün fenomenin ayrılmaz bir özelliği olarak ele alınmalıdır. Ya da daha kısa bir şekilde ifade etmek gerekirse, deney koşullarının biçimi ve deney sonuçlarının içeriği (anlamı) analiz edilemez bir bütünlük oluşturur. Bohr’a göre bu bütün, kuantum fenomenini oluşturur.”
Bohm ve Hiley’e göre, Bohr, *biçim* (deney düzeneği) ve *içerik* (deney sonuçları) arasında özel bir ilişki tanımlar. Bu öğeler analiz edilemez bir bütün oluşturur, bu da parçacığın gözlemlendiği fenomenin dışında değerlendirilemeyeceği anlamına gelir. Bu bütüncül bakış, geleneksel gerçekçilik anlayışına meydan okur; çünkü parçacıkların ölçüm koşullarından bağımsız olarak görselleştirilemeyeceğini ima eder.
Bohr’un yaklaşımı ayrıca atom altı fenomenlerin görselleştirilmesine sınırlar koyar. Örneğin, kuantum parçacıklarına klasik anlamda yörüngeler atanamayacağını savunur. Bohr, “atom altı fenomenlerin görselleştirilmesinden vazgeçme,” durumunu “bunların bölünememesi” ve atom altı nesnelere geleneksel fiziksel özellikler atfetmenin zorlukları ile gerekçelendirir. Bohr, 1949’da şöyle yazar:
> “…gözlem araçları ile nesnelerin davranışı arasında keskin bir ayrım yapılamadığında nesnelere fiziksel özellikler atfetmeye yönelik referanslarda özsel bir belirsizlik söz konusudur.”
Önemli bir nokta olarak, Bohr, kuantum fenomenleriyle karşılaşılan bu durumun geçici bir mesele olmadığını düşünmüştür. Bunun yerine, kuantum mekaniğinin temel bir değişimi zorunlu kıldığını belirtir:
> “…kuantum mekaniğinde, atom altı fenomenlerin daha ayrıntılı bir analizinden keyfi bir vazgeçme değil, böyle bir analizin prensipte dışlandığının kabulüyle ilgileniyoruz.” (1949).
Bohr’un felsefesi, kuantum seviyesinde fenomenlerin kavramsallaştırılması ve tanımlanması konusundaki temel sınırlara işaret eder. Tamamlayıcılık, bölünmezlik ve bütünsellik, gözlemci ile gözlemlenenin ayrılmaz bir bütün oluşturduğu ve kuantum gerçekliğinin klasik sezgi ile tam olarak anlaşılamayacağını kabul etmemizi gerektiren bir çerçeve oluşturur.
Bohr, Heidegger ve Bohm: Kuantum Ontolojisi ve Görselleştirme Üzerine
Bohr’un, atomik fenomenlerin görselleştirilmesinden vazgeçilmesi gerektiğine dair yaptığı açıklama, fenomenolojik bir bakış açısıyla ilginç bir şekilde incelenebilir. Özellikle Heidegger’in geç dönem post-metafizik düşüncesi, belirli bir içeriğin görünür olmasının, kendisi görünmeyen bir arka plan bağlamı ile ilişkili olduğuna vurgu yapar. Bu kavram, bir bakıma Bohr’un tamamlayıcılık (complementarity) anlayışına benzer. Bohr’a göre, bir kuantum fenomeninin bir yönünün (örneğin konum) tam anlamıyla görünmesi, onun tamamlayıcı bir yönünü (örneğin momentum) görselleştirmeye çalışmaktan vazgeçmekle mümkündür. Bu anlayış, David Bohm’un daha sonraki içkin (implicate) düzen kavramı ile paralellik gösterir. Bohm’a göre, bir kuantum parçacığının tüm özellikleri aynı anda görselleştirilemez; her bir özellik açığa çıkarıldıkça, onun tamamlayıcı özelliği içkin (gizli) kalır. Tıpkı Heidegger’in arka plan bağlamına yaptığı vurgu gibi, Bohm’un teorisi de içkin düzenin, birbiriyle çelişen fenomenlerin aynı anda görselleştirilemeyeceğini öne sürer.
Bohm, ancak 1952 yılında kuantum teorisini, görselleştirilebilir bir ontolojiye dönüştürmeyi başaran bir yorum ortaya koydu. Bu yorumu, kuantum parçacığının her zaman, bir tür yeni kuantum alanı tarafından rehberlik edilen bir parçacık olarak tanımlar. İlk başta deterministik olan bu teori, 1954’te stokastik (rastlantısal) bir versiyonunu yayımlayarak, teorinin anahtar noktasının determinizm değil, kuantum ontolojisinin varlığı olduğunu vurgulamıştır. Bohm’un teorisi, ayrıca kuantum sistemleri için yeni, bütünsel bir tanımlamanın gerekliliğini de işaret eder. Bu bağlamda, Bohm’un yaklaşımı, klasik fiziğe dönüş değil, kuantum fenomenlerini anlamak için yeni bir yol sunmaktadır; ancak, Bohr’un kuantum teorisinin bütünsel yorumu ile farklılıklar taşır.
Bohr’un yaklaşımına göre, kuantum sistemlerinin görselleştirilmesi konusunda belirli sınırlamalar vardır; örneğin, bir parçacığın konum ve momentum gibi belirli özelliklere aynı anda sahip olduğu fikri, mümkün değildir. Bu bakış açısı, Bohr’un, kuantum fenomeninin "bütünsel" bir doğasına dair önemli bir vurgusudur. Bununla birlikte, Bohr’un görüşü ile Bohm’un 1952’deki yorumu arasında benzerlikler de bulunmaktadır. Her iki yaklaşım da, bir kuantum fenomeninin ölçülmesi sırasında, nesne ile ölçüm aracının birbiriyle etkileşim içinde olması gerektiğini kabul eder. Ancak, Bohm’un yaklaşımında, bu etkileşimin, kuantum parçacığının ve ona rehberlik eden alanın bütünsel ve anlaşılabilir bir ontolojiye dayandığı öne sürülür. Bu, Bohr’un görüşüyle paralel bir şekilde, bir kuantum ölçümünün yalnızca bir bütün olarak anlaşılabileceği anlamına gelir.
Sonuç olarak, Bohr ve Bohm arasındaki farklar, kuantum teorisinin nasıl yorumlanması gerektiğine dair önemli felsefi tartışmalar doğurmuştur. Bohr, fenomenlere dair bir "görünüş"ten öteye gidilemeyeceğini savunmuşken, Bohm daha belirgin ve görselleştirilebilir bir ontolojik yaklaşım sunmuştur. Yine de, her iki görüş de, kuantum gerçekliğini anlamaya yönelik önemli katkılar yapmıştır ve bu katkılar arasındaki gerilim, kuantum felsefesinin zenginliğini oluşturan temel unsurlardan biridir.
Referanz:
Backman, J. (2010) Heidegger ja fenomenologian asia [Heidegger and the matter of phenomenology], in T. Miettinen, S. Pulkkinen and J. Taipale eds. Fenomenologian ydinkysymyksiä [The Core Questions of Phenomenology]. Helsinki: Gaudeamus.
Bohm, D. (1980). Wholeness and the Implicate Order. London: Routledge.
Bohm, D. (1987) Hidden Variables and the Implicate Order. In B.J. Hiley and D.J. Peat eds. Quantum Implications: Essays in Honour of David Bohm. London: Routledge.
Bohm, D. (1990) A new theory of the relationship of mind and matter. Philosophical Psychology 3, 271-286.
Bohm, D. & Hiley, B.J. (1975) On the intuitive understanding of nonlocality as implied by quantum theory, Foundations of Physics, Volume 5, Number 1, pp. 93- 109.
Bohm, D. and Hiley, B. J. (1987) An Ontological Basis for Quantum Theory: I. Non- relativistic Particle Systems. Phys. Rep. 144 (6): 323-348.
Bohm, D. & Hiley, B.J. (1993) The Undivided Universe: An Ontological Interpretation of Quantum Theory. London: Routledge.
Bohm, D. and Peat, F.D. (2002) Science, Order and Creativity. 2nd ed. London: Routledge.
Bohm, D. and Pylkkänen, P. (1991) Cognition as a movement toward coherence. Unpublished manuscript. The David Bohm papers, Birkbeck Library, University of London.
Bohm, D. & Vigier, J.-P. (1954) Model of the Causal Interpretation of Quantum Theory in Terms of a Fluid with Irregular Fluctuations, Phys. Rev. vol. 96, no. 1, pp. 208–216.
Bohr, N. (1949) Discussions with Einstein on Epistemological Problems in Atomic Physics, in Schilpp ed 1949.
Carson, C. (2011) Modern or antimodern science? Weimar culture, natural science, and the Heidegger-Heisenberg exchange. In Weimar culture and quantum mechanics: Selected papers by Paul Forman and contemporary perspectives on the Forman Thesis, ed. Cathryn Carson, Alexei Kojevnikov, and Helmuth Trischler, 523-542.
London: Imperial College Press.
Einstein, A. (1949) Remarks Concerning the Essays Brought together in this Co- operative Volume. In Schilpp ed. (1949).
Fine, A. (1996) On the interpretation of Bohmian mechanics, in Cushing, J. T.,
Fine, A. & Goldstein, S. (eds) (1996): Bohmian Mechanics and Quantum Theory: An Appraisal, Boston Studies in the Philosophy of Science vol. 184 (Kluwer, Boston).
Flack, R. and Hiley, B. J. (2015), Weak measurements, the energy-momentum tensor and the Bohm approach, in S. Gao ed. Protective Measurement and Quantum Reality Towards a New Understanding of Quantum Mechanics. Cambridge: Cambridge University Press.
Globus, G. (2003). Quantum closures and disclosures. Amsterdam and Philadelphia: John Benjamins.
Globus, G., Pribram, K. and Vitiello, G. (eds.) (2004). Being and Brain. At the Boundary between Science, Philosophy, Language and Arts. Advances in Consciousness Research 58. Amsterdam: John Benjamins.
Goldstein, Sheldon, „Bohmian Mechanics“, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Spring 2013 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = http://plato.stanford.edu/archives/spr2013/entries/qm-bohm/
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 10:35:25 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/18954
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.