İnsanın Dünyadan Düşüşü
KKTC MEB 2. Liselerarası Felsefe Olimpiyatları Birincilik Yazısı
Günümüzde bilimsel düşünce, modern toplumun her tarafına sirayet etmiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, bilimsel düşüncenin, insanın çevresiyle ve kendisiyle kurduğu ilişkiyi şekillendirmesidir. Ve bunu, herhangi bir diğer mistik inanç veya düşünsel faaliyetin tersine, en avam insan topluluklarının bile görebileceği bir düzeyde, son derece pragmatik (Burada bahsedilen pragmatizm William James ve ardıllarının geliştirdiği geç dönem pragmatizmi değil, ilk ortaya çıkışı itibariyle ve metodolojik bir tutum olarak pragmatizm ve hatta sonraki adıyla pragmatisizmdir.) araç-gereçlerle gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla modern insanın gündelik yaşamında en çok etkiye sahip olan alanlardan biri olan bilimi ve bilimsel düşünceyi anlamak, çağımızın en büyük gerekliliklerinden biridir.
Bilimsel bilginin en büyük iddialarından birinin çevremizin yapı ve niteliğini tasvir ediyor oluşu (bu durum aynı zamanda onun nasıl manipüle edilebileceği bilgisini de içerir) olması, onun insanlık tarihinin en eski ihtiyaçlarından birine karşılık olarak çıktığını gösterir. Bu ihtiyaç, insanın çevresini değiştirme ihtiyacıdır. Bunun biyolojik ve evrimsel detayları bir kenara, insanlığın, şu an bulunduğu noktaya gelmesi büyük oranda çevresini değiştirme gücünden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bilim, teknik ile birleşmiştir. Bunun önemli nedenlerinden biri de bilimin bir diğer iddiası olan evrenselliktir. Çünkü herhangi bir tikel doğrunun aksine bilim, çevreyi her zaman ve her yerde manipüle edebilecek olan nesnel ve evrensel bilginin peşindedir. Dolayısıyla bilim, tekniğe ihtiyaç duyduğu bilgiyi (uygulanabilir bir düzlem üzerinde) sağlamış, teknik sayesinde de bu bilginin uygulamaları yapılmıştır. Ancak bu uygulamaların sonucunun her zaman için faydalı olmadığını hem tarihte yaşanan hem de günümüzde yaşadığımız çeşitli savaşlar, küresel krizler ve ekolojik facialar gibi şeyler göstermektedir. Bu durum bizi, nerede yanlış yaptığımızı düşünmeye sevk etmektedir.
Bilimin modern toplumlara sirayet ettiği söylendiği zaman bunun anlamı, toplumu oluşturan bireylerin bilimsel yaklaşım ve düşünceye aşinalığı değil, bilimsel bilginin çeşitli çıktıları olan teknoloji ve türevleridir. Yani avam insanın ilişkide olduğu şey bağımsız bir değerlendirme süreci değil, herhangi bir sonucun dogmatik kabulüdür. Bilimsel düşünce, herhangi bir sorun karşısında takınılan belirli bir (eleştirel düşünme, veri toplama analizi, kuramlaştırma ve karşılaştırma vs.) tavra işaret eder. Bilimsel faaliyet ise spesifik problemlere yönelik olarak bu tavır üzerinden inşa edilmiş bir yöntem bilgisinden ibarettir. Ancak sıradan insanın ilişkide olduğu şey bunlardan herhangi biri bile değil, bunların ürünlerinden ibarettir. Dahası bu yanlış anlaşılmalar sadece avam düzeyinde değil, bilimsel faaliyetin direkt içerisinde olmayan çeşitli diğer disiplinlerde, başta da felsefede boy göstermektedir. Modern dönemden itibaren bilimin gösterdiği gelişmenin karşısında felsefenin konumunu koruma amacı güden çeşitli filozoflar, felsefelerini bir bilim idesi üzerinden yeniden kurmaya çalışmışlar ya da felsefelerinin bilimle uyum içerisinde olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Ancak Hans Reichenbach’ın “Bilimsel Felsefenin Doğuşu” isimli eserinde spekülatif felsefelere yaptığı eleştirilerinde de belirttiği gibi, bu filozofların bilim idesi, (bilime ve bilimsel bilgiye bilimi icra eden kişilerden daha fazla hayranlık duydukları için) bilimin gerçekte nasıl icra ediliyor oluşuna değil de sadece sığ bir görünüşüne dayandığından bu girişimler başarılı olamamıştır. Dolayısıyla da bilimin ve onunla birlikte tekniğin etkilerini hem toplumsal yaşam düzeyinde hem de felsefi ve entelektüel düzeyde gözden geçirmemiz gerekir.
Eğer bilim ve tekniğin yanlış uygulamalarından ve olumsuz sonuçlarından bahsedeceksek, bunun en büyük nedenlerinden biri, Descartes’in “cogito”sundan miras kalan ve günümüze kadar (Spinoza gibi marjinal birkaç isim dışında) devam eden özne-nesne dikotomisidir. Bütün bilimsel bilgi ve teknik, bilen özne-bilinen nesne ayrımına dayanmaktadır. Dolayısıyla insan ve çevresi arasında bir set çekilmekte ve ikisi birbirinden keskin bir şekilde ayrılmaktadır. Kendisini çevresinden bağımsız olarak gören insan ise giderek içerisinde bulunduğu uzama yabancılaşmakta, kendisini zihin üzerinden soyutlamaktadır. (Bu durum zaman zaman kendini duyusallığın/duyusal olanın ve “bedenin” aşağılanması olarak da göstermektedir). Bu soyutlamanın sonucu, insanın, yaşadığı çevreye duyarsızlaşması ve kendisini (Francis Bacon’da da görüldüğü gibi) bir iktidar ve tahakküm kurucu olarak görmesidir. Dolayısıyla o, yapıp etmelerinin herhangi bir sonucu yokmuş gibi, Dünya’yı kendi deney alanı olarak görmekte, ona zarar vermekte ve bu durumun kendisine bir geri dönüşü olacağını düşünmediğinden dolayı bunu umursamamaktadır.
Düşünce tarihine böylesine derinden kazınmış bir fikrin, özellikle de uygulanabilir faydaları göründüğü zaman, aşılabilmesi çok zordur. Ancak bu yolda en önemli adımlardan birini atan kişi Martin Heidegger’dir. Onun, Varlık ve Zaman isimli eserinde “Dasein” olarak adlandırdığı insanı anlamak için geliştirdiği dasein analitiği yöntemi, insanı, onun “oradalığı” (“Da” yani “Orada”, “Sein” yani “Varlık”, “Orada-Varlık”) ve çevresiyle ilişkisi üzerinden anlamaya çalışır. O, Dasein’ın ontolojik-fenomenolojik hermenötiğini yaparken kendi fenomenolojisini, hocası Husserl’in transandanal öz alanı ve redüksiyon yöntemini (Varlığı ihmal etmek suçuyla) dışlayarak tamamen dünyada-var-olmaklık üzerinden kurmuştur. Bunu yaparken de Dasein’ı bir özne-nesne ikiliğinden kurtarmak için, bir soyutlanmış “cogito” anlayışını reddetmiştir. Ona göre Dasein bir “bilen özne” olarak etrafından soyutlanamaz; tam olarak “oradalığı”, “mekansallığı”, (cogito anlayışı çerçevesinde mümkün olmayan) “dünyada-var-olmaklığı” üzerinden, çevresiyle “zaman içerisinde kurduğu” etkileşimler ve anlamsal ilişki çerçevesinde kendisini gösterir.
Hocası Husserl’in transandanal öz alanına ve redüksiyon yöntemine, aynı zamanda da özne-nesne dikotomisine yaptığı eleştiri de buradan kaynaklanır. Çünkü eleştirimizin odağındaki söz konusu yaklaşımlar, özneyi nesneyi ayırarak hem öznenin hem de nesnenin niteliğini bozmaktadır. Kavrayıştaki böyle bir bozulma hem insanın dünyadaki konumunu hem de onu çevreleyen diğer varlıklarının niteliğini çarpıtmaktadır. Özne-nesne dikotomosi çerçevesinde insan, her zaman “bilen-özne” olarak ve “böylesine saf bir bilme durumunun öznesi” olarak, onu çevreleyen varlıktan daha üst ve “yüce”, “tanrısal” olarak algılanmıştır. Bunun sonucu da pek tabii anlaşılabileceği üzere insanın, “Dünya’nın (sözde) hükümdarı” haline gelmesi ve yazının başında da belirtiğimiz gibi, eylemlerinin sonucunu düşünmeyerek hem kendisini hem de çevresini yıkıma götürmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüzde özne-nesne ikiliğini ortadan kaldırma potansiyeline sahip olan yaklaşımlar, zihin felsefesinde ve bilişsel bilimlerde de kendisini göstermektedir. Bunlardan en önemli olanlarından biri ise “bedenlenmiş biliş” yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın ana amacı bilincin yapı ve niteliğini anlamak olsa da söz konusu alanda çalışma yapan kişiler, zihnin Kartezyen tikel-doğrusal bilgi işlem tasavvuruna karşı çıkmakta ve bunun yerine, insanın, bedeni aracılığıyla ve çevresiyle kurduğu ilişkinin bütünselliğini ön plana çıkarmaktadır. Biraz önce bahsettiğimiz cogito soyutlaması gibi zihnin Kartezyen modeli de zihni saf olarak tikel duyu girdilerini değerlendiren bir sistem olarak görmektedir. Ancak sınırlı bilgi işlem kapasitesine sahip olan zihnin ve bilincin anlaşılmasında yetersiz olan modelin aksine bedenlenmiş biliş yaklaşımı, bir bütün olarak bedeni ve bedenin (Heidegger terminolojisi ile) “dünya-var-olmaklığını” veya “oradalığını” koymaktalar. Ayrıca sadece bedenlenmiş biliş yaklaşımı değil, ekolojist psikologlar veya Hubert Dreyfus gibi Heideggerci yapay zeka felsefecileri de söz konusu özne-nesne dikotomisini ortadan kaldırma yolunda benzer yaklaşımlar geliştirmekte ve bu yolda kayda değer gelişmeler gerçekleştirmekteler.
Ancak bilimin ve tekniğin yanlış anlaşılmasının doğurduğu potansiyel tehlikeler sadece küçük bir entelektüel çevreyle ve onların sorunlarıyla sınırlı değildir. Çünkü, özne-nesne dikotomisi söz konusu yanlışın ortaya çıkmasında önemli bir neden olsa da bu yanlışın sonuçları hem küresel düzeydedir hem de gündelik yaşantımıza etki etmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, insanın çevresiyle kurduğu söz konusu çarpıtılmış bir kavrayışın son derece yaygın ve yerleşmiş olmasıdır. Böylesine çarpıtılmış bir kavrayış içerisinde insanlar hem birbirlerini hem de içerisinde bulunmakta oldukları çevreyi bir “öteki” ve “hedef” haline getirmekteler. Ayrıca tekniğin, amaçladığı uygulanabilirlik ve manipülasyon gücü için nesnesini sürekli olarak en küçük parçalara bölmesi, onu “kesip biçmesi”, kategoriler ve şemalar içerisine sıkıştırması da bunu güçlendirmekte ve böylesine bir kategoriler yığını içerisinde insan, parçalar arasındaki ilişkileri kaçırmaktadır.
Elimizdeki bilimsel bilgi ve uygulanabilir teknik her ne kadar gelişirse gelişsin, bunun nasıl kullanılacağına dair doğru bir yaklaşım geliştirmek elzemdir. Bertrand Russell’in de belirttiği gibi, bilgideki artışa bilgelikteki artışın da eşlik etmesi gerekir. Bunun aksi durumunda insan, tekniğin kendisine sağladığı imkanları, kendi hatalı inançları doğrultusunda kullanmaya meyillidir. Böylesine bir kullanım ise, yazının başında da belirtiğimiz söz konusu potansiyel tehlikelere, ötekinin tahakküm altına alınması gerektiği inancına, küresel krizlere ve yıkımlara yol açmaktadır. Bunu engelleyebilecek bilgelik ise, bilim ve tekniğin imkân ve sınırlarının kavranmasında, insanın çevresiyle kurduğu ilişkinin yeniden değerlendirilmesinde, insanı ve içerisinde bulunduğu çevreyi ilişkisel bir bütünlükte anlamlandırmada yatmaktadır.
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 12:45:39 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/17624
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.