Bazı Baykuşlar Kördür
Heidegger’den Marx’a: Kör Baykuş’un İzleri

- Blog Yazısı
1.Giriş
"Bazı baykuşlar kördür; herkes gibi bakarlar ama hiçbir şey göremezler. Onların gözleri, karanlığın içine açılan iki yaradır. Ne geceyi aydınlatabilirler, ne de gündüzü kavrayabilirler. Bu körlük, sadece gözlere değil, ruhun derinliklerine sinmiştir. İşte o baykuş, kendi gölgesini kanatlarının altında taşır; uçtukça daha da ağırlaşır, baktıkça daha da körleşir. Onun sessiz çığlığı, insanın içindeki en karanlık boşluğun yankısıdır."
Sadık Hidayet'in Kör Baykuş eseri ile yola çıkarak, eserin içindeki anlatıyı inceleyeceğiz. Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’u yalnızca bir roman değil, insan bilincinin en karanlık odalarına açılmış bir gediktir. Bu eserin neden “yasaklı” ya da “lanetli” olarak anıldığını anlamak için onun öyküsünü bilmek şart değildir; zira bu yasaklama, aslında eserin taşıdığı felsefi ağırlığın ifadesidir. Kör Baykuş, okuru kendi ruhunun mezarlığına çeker. Bizi rahatsız eden, korkutan ya da büyüleyen şey, anlatının kendisinden çok onun işaret ettiği boşluktur: Ölüm, anlamsızlık, kimliğin çözülüşü ve insanın kendi kendine kapanmışlığının kaçınılmaz kaderi.
Bu yazıda amacımız, Kör Baykuş’un öyküsünü yeniden anlatmak değil; bu öykünün ardında yankılanan felsefi çığlığı duymaktır. Çünkü Hidayet’in metni, yalnızca bir edebî ürün değil, aynı zamanda varoluşun karanlık anatomisini açığa çıkaran bir düşünce deneyidir.
2. Ölüm ve Anlamsızlık
Kör Baykuş’un dokusuna işlemiş, onu var eden ve her satırında hissedilen temel damar ölümdür. Anlatıcı için varoluş, kaçınılmaz sonu olan bir yolculuktan farksızdır; yaşam dediğimiz şey, sürekli bir çözülüşün, dağılışın ve nihayetinde hiçliğe doğru ilerleyen bir çürümenin kısa ve anlamsız bir parantezidir. Bu radikal perspektif, Heidegger felsefesindeki “ölüme-doğru-varlık” (Sein-zum-Tode) kavramını somutlaştırır. İnsan, nihai ufku ölüm tarafından çizilmiş bir varlıktır ve bu son, sadece hayatın bitiş noktası değil, onun her anını şekillendiren, ona kaygı ve otantiklik kazandıran bir olgudur. Hidayet’in anlatıcısı, bu varoluşsal gerçekliği en katı, en acımasız ve en çıplak haliyle deneyimler; onun tüm eylemleri, düşünceleri ve kabusları, bu kaçınılmaz sonun gölgesinde şekillenir.
Bu ölüm odaklı varoluş, doğrudan Albert Camus’nün “absürd” kavramıyla kesişir. Absürd, insanın anlam arayan doğası ile bu arayışa kayıtsız kalan, sessiz ve anlamsız evren arasındaki trajik çatışmadır. Kör Baykuş’un anlatıcısı da tam olarak bu çatışmanın içinde, sürekli bir “neden?” sorusuyla kıvranarak acı çeker. Yaptığı hiçbir eylemin, hissettiği hiçbir duygunun, çektiği hiçbir acının nesnel ve tutarlı bir karşılığı yoktur. Hayat, anlamdan yoksun, mekanik ve boş bir tekrarlar bütünüdür. Buradaki trajedi, cevabın olmayışı değil, sorunun kendisinin sürekli ve ısrarlı bir biçimde var olmasıdır.
Bu anlamsızlıkla baş etmenin tek yolu, onunla yüzleşmektir. Anlatıcı, bu boşluğun bilgisine varır ve onunla yüzleşir, ancak bu yüzleşme bir kurtuluş getirmez; aksine, onu her adımda biraz daha bu anlamsızlığın derin, karanlık sularına çeker. Bu, bir tür içsel çöküştür; dış dünyadaki çürüme ve bozulma, karakterin ruhsal dünyasında da kendini gösterir. Sonuç olarak, eser, ölüm ve anlamsızlık temalarını, birbirinden ayrılmaz bir biçimde örerek, insanın en temel varoluşsal kaygılarını, hiçliğin soğuk yüzünü göstererek, okuyucuyu bu katmanlı ve rahatsız edici sorgulamanın tam merkezine yerleştirir.
3. Benliğin Çöküşü ve Kimlik Krizi
Kör Baykuş’un anlatıcısı, sabit ve tutarlı bir “ben” duygusundan yoksundur; onun varoluşu, sürekli bir parçalanma ve kimlik karmaşası halini alır. Kendi varlığına dair en temel gerçeklikler bile onun için şüphe götürür hale gelir. Gölgesi bile ona yabancılaşmış, kendi hatıraları birer ihanete dönüşmüştür. Bu durum, Freudyen psikanaliz ışığında, bilinçdışının gücünün mutlak bir zaferi olarak okunabilir. Anlatıcı, bilinçdışının karanlık, bastırılmış ve kontrol edilemez dürtüleri tarafından yönlendirilen, egosu bu güçler karşısında tamamen çaresiz kalan bir öznedir. İçsel çatışmaları, onu bir eylemin faili olmaktan çıkarıp, edilgen bir seyirci, hatta kendi trajedisinin sahnesinde sürüklenen bir nesne haline getirir.
Bu parçalanmış benlik meselesi, Jacques Lacan’ın “Ayna Evresi” kuramıyla daha da derinleşir. Lacan’a göre, birey kendi benliğinin bütünlüklü ve tutarlı bir imgesini ilk kez bir aynadaki yansımasında görür ve bu dışsal imge üzerinden bir “ben” (ego) inşa eder. Ancak Kör Baykuş’un anlatıcısı için bu birleştirici ayna ya kırılmıştır ya da önüne çarpık bir distorsiyon camı konmuştur. Kendisini bütünleyecek, ona “İşte sen busun!” diyecek sağlam bir yansıma bulamaz. Bu yüzden kimlik, sürekli akış halinde, tutunamayan, bir türlü sabitlenemeyen ve nihayetinde dağılan bir görüntüden ibaret kalır. Bu, bir bilinç çöküşünden ziyade, benliğin inşa edilememesinin, hiçbir zaman tam olarak var olamamasının trajedisidir.
Hidayet’in bu derin kavrayışı, günümüz modern insanının kimlik bunalımını şaşırtıcı bir şekilde öngörür. Modern dünyada birey, sosyal medya profillerinin sayısız yansıması, birbiriyle çatışan ideolojik söylemler ve tüketim kültürünün dayattığı sonsuz rol modelleri arasında sıkışıp kalmıştır. Tıpkı anlatıcının kendi benliğini bir türlü yakalayamaması gibi, modern insan da “orijinal” ve “otantik” bir benlik inşa etmekte zorlanır; kimliği, dışarıdan empoze edilen imgelerin geçici ve istikrarsız bir kolajına dönüşmüştür. Kör Baykuş, bireyin “kendilik” iddiasının altında yatan korkunç boşluğu, bu boşluğun yarattığı kaygıyı ve nihayetinde benliğin ne kadar kırılgan, inşa edilmiş ve dağılmaya hazır bir yapı olduğunu 20. yüzyılın başında, son derece keskin bir öngörüyle ortaya koymuş bir metindir.
4. Zaman, Tekrarlama ve Çürüme
Kör Baykuş’un anlatı yapısı, geleneksel bir çizgisellikten bilinçli bir kaçışla kuruludur. Zaman, ileriye doğru akan bir nehir değil, kendi üzerine katlanan, sarmallaşan ve aynı karanlık noktaya dönüp duran bir labirenttir. Aynı sahneler, aynı karakterler ve aynı yoğun imgeler (ciğer delici kadın, çamur rengi bulutlar, nakkaşın atölyesi) farklı biçimlerde, farklı yoğunluklarda, bir kabusun içinde sıkışıp kalmışçasına tekrar tekrar karşımıza çıkar. Bu kasıtlı tekrarlar, okuyucuda da tıpkı anlatıcının deneyimlediği gibi, başlangıcı ve sonu olmayan, içinden çıkılamaz bir zaman hissi uyandırır; zamanın kendisi bir tür hapishaneye, bir ceza mekanizmasına dönüşür.
Bu döngüsellik, ister istemez Nietzsche’nin en zorlayıcı fikirlerinden biri olan “ebedi dönüş” kavramını akla getirir. Nietzsche, en ufak acımızdan en büyük sevincimize kadar yaşadığımız her şeyin, aynı sırayla ve aynı şekilde, sonsuz kez tekrarlanacağı bir kozmik döngü fikrini ortaya atar. Kör Baykuş’taki tekrarlar da bu felsefi soruyu somutlaştırır: Eğer her acı, her başarısızlık, her çürüme anı sonsuza dek yinenecekse, bu, yaşamı nasıl bir anlam yüküyle doldurur? Anlatıcı için bu sorunun cevabı yoktur; çünkü onun döngüsü bir kurtuluş veya öğrenme süreci değil, tam bir mahkumiyettir. Zaman, onu ileriye taşımaz; sadece aynı ıstırabı, aynı yüzleşmeyi ve aynı çöküşü defalarca yaşatır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bu zaman mahkumiyeti, fiziksel ve ruhsal çürümenin ta kendisidir. Bedenin dağılması, zihnin paramparça oluşu ve ruhun ölüme yaklaşan ağırlığı, bu döngüsel zamanın içine hapsolmuştur. Çürüme, ilerleyen ve biten bir süreç değil, sürekli olarak yeniden deneyimlenen, her seferinde aynı sonucu veren bir ezberdir. Anlatıcı, bu döngüden bir çıkış yolu göremez; çünkü döngünün kendisi, onun varoluşunun tek gerçekliğidir. Bu, Nietzsche’nin üst insanın onaylaması gereken bir güç imtihanı olmaktan ziyade, bir hiçliğin, anlamsız bir tekrarın kısır döngüsüdür. Sonuç olarak, roman, zamanı lineer bir ilerleme olarak gören iyimser anlayışı yıkarak, onu, kişiyi çürümeye ve hiçliğe mahkum eden, kapalı ve boğucu bir döngü olarak resmeder.
5. Yalnızlık ve İnsanın Kendine Yabancılaşması
Kör Baykuş, edebiyatta yalnızlığın belki de en saf, en radikal ve en rahatsız edici ifadesidir. Bu, bir monologdan da öte, içine hiçbir sesin sızmadığı, kapıları dışarıya sonsuza dek kapanmış bir bilinç mahzenidir. Anlatıcı, toplumsal dünyanın tamamen dışına itilmiş, onunla arasındaki tüm bağlar kopmuştur. Etrafındaki insanlar, birer karakter olmaktan çıkıp silik, anlamsız, konuşmaları anlaşılmaz gölgelere dönüşmüştür. Onların varlığı, yokluğundan daha beter bir yalnızlık hissi yaratır. Bu durum, Karl Marx’ın yabancılaşma teorisinin varabileceği en uç noktayı temsil eder. Marx, insanın modern endüstriyel toplumda kendi emeğine, ürettiği nesneye, diğer insanlara ve nihayetinde kendi özüne yabancılaştığını söyler. Hidayet’in anlatıcısında ise bu yabancılaşma o denli ileri bir aşamadadır ki, artık yabancılaşacak bir “öz” bile kalmamış gibidir. İnsan, kendi benliğine bile bir yabancı, bir düşman olarak bakar. Kendi düşünceleri, korkuları ve arzuları ona ait değilmişçesine, onları bir uzaktan seyreder.
Bu, toplumsal bağların çözülüşünün ve bireyin kendi içine hapsolmasının nihai, trajik portresidir. Basit bir yalnızlık hissi değil, varoluşsal bir durumdur. Toplumun normlarına, diline ve ritüellerine olan inancını tamamen yitirmiş bir birey, artık kendisini tanımlayacak bir ayna bulamaz ve kendi karanlık bilincinin labirentlerinde kaybolur.
Bu portre, günümüz modern insanının varoluşsal durumuna dair çarpıcı bir öngörü sunar. Modernite, bireyi geleneksel toplum yapılarının dayanaklarından “kurtarırken” onu benzeri görülmemiş bir yalnızlık ve anlamsızlık uçurumunun kenarına itmiştir. Émile Durkheim’ın “anomi” kavramıyla betimlediği bu durum, normların çözüldüğü, bireyin toplumsal bir çerçeveden yoksun kaldığı bir boşluk halidir. Günümüzde ise bu durum, dijital bağlantıllığın paradoksuyla daha da derinleşmiştir. Sosyal medya kalabalıklarının ortasında, sayısız “arkadaş” ve “takipçi” ile çevrili olmamıza rağmen, derin, otantik ve anlamlı insan bağları giderek zayıflamıştır. Tıpkı anlatıcının etrafındaki gölgeler gibi, dijital temaslarımız da yüzeysel ve kalıcı bir aidiyet duygusundan yoksundur. Bu nedenle, Kör Baykuş’un anlattığı o ürkütücü yalnızlık, sadece patolojik bir vakayı değil, modern dünyada bireyin içine düştüğü varoluşsal yalıtılmışlığın metaforik bir ifadesi olarak okunabilir. Bağlarımız arttıkça, aslında içsel yalnızlığımızın perdesini kalınlaştırır, nihai anlamda kendi karanlığımızla baş başa kalmaktan kurtulamayız.
6. Kör Baykuş’un Felsefi Mirası
Sadık Hidayet’in kendi trajedisi ile insanlığın evrensel trajedisi Kör Baykuş’ta birleşir. Bu kitap rahatsız edicidir çünkü bize dışarıdan bir hikâye sunmaz; doğrudan bilincimizin içinden konuşur. O yüzden her okur, kendi karanlığıyla karşı karşıya kalır.
Kör Baykuş, felsefi açıdan, varoluşçuluğun Doğu’daki en karanlık yankılarından biridir. Ölümün kaçınılmazlığı, kimliğin çözülüşü, zamanın döngüsel kabusu ve yabancılaşma… Tüm bu temalar, Hidayet’in eserini yalnızca bir edebiyat klasiği değil, aynı zamanda bir felsefi manifesto haline getirir.
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 28/09/2025 03:28:01 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21478
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.