Kitap İncelemesi: "Son Primat: Neden ve Nasıl Hayatta Kaldığımızın 7 Milyon Yıllık Öyküsü"
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
Evrimin gidişatına bakacak olursak, biz de bir noktada kendimizin daha üstün bir versiyonuna dönüşeceğiz. Asıl soru ise, türümüzden evrimleşecek yeni insanları görecek kadar hayatta kalıp kalamayacağımız. Türümüzü gelecekte neler bekliyor?
Chip Walter, yeni kitabında, modern insanın baskın ve hayatta kalmış tek insan türü olmayı nasıl başardığını analiz ediyor. Kitapta, insanlığın bir sonraki döneminde neler olabileceğine dair tahminlerde de bulunuyor.
Son 4 milyar yılın defalarca gösterdiği gibi, evrimsel süreçte bolca olasılık ve hile buluyor. Yeterince milenyum beklenirse, evrimde her şey mümkün. Doğal seçilim, bizi kendimizin şimdiki halinden farklı versiyonlara ayrılmaya irademizin dışında zorluyor. Tıpkı tek bir atadan, birçok farklı türde ve görünümde Galapagos İspinozu çeşidi oluşmasını sağlaması gibi.
Tabii bu tür bir evrim geçirmek için, genlerimizi milenyumlar boyunca bırakacak kadar zamanımız olduğunu varsaymamız gerekiyor. Fakat Walter'a göre, bu kadar vaktimiz olmayacak. Onun yerine sonumuz gelecek; hem de pek de uzak olmayan bir gelecekte! Hatta "hayatta kalan son primatlar" bile olabiliriz. Çok sayıda tür ile birlikte, diğer primat kuzenlerimizin de yok oluşuna gün gün tanıklık edip, hepsinden sonra tarih sahnesinden silinebiliri. Walter'a göre, ne yazık ki uzun süre hayatta kalamayacağız.
Bu, ürkütücü bir düşünce; ama evrimin tüm dişlileri ve kolları, giderek daha sembolik bir yaratığa dönüştüğümüzü gösteriyor: ateşlenen sinapsları kararlara, tercihlere, sanata ve icatlara dönüştürebilen hayvanlara... Aynı zamanda kendi kendimizi hedef tahtasına da koyduk. Çünkü bu üstün ve anlamlı güçleri kullanarak, yaratıcılık ve icatlarla yönlendirilen yeni bir tür evrim (kültürel evrim) tasarladık. Böylece proteinler ve moleküller gibi eski biyolojik aygıtlarla engellenmemiş, sosyal, kültürel ve teknolojik bir sıçramalar dizisi başlatmış olduk.
Kültürel Evrim, Adapte Olamayacağımız Bir Canavar Olabilir!
Ne var ki kendimiz için fazlasıyla dişli bir rakip yaratmış olabiliriz: Bizim bile ayak uyduramayacağımız, evrimsel bir güç... İlk bakışta bunun, türümüz için bir nimet olduğu düşünülebilir: Ateş ve tekerlek, buharlı motorlar, otomobiller, abur cuburlar, uydular, bilgisayarlar, cep telefonları ve robotlar... Matematik, para, sanat ve edebiyattan bahsetmiyoruz bile! Bunların her biri, iş yükünü hafifletmek ve yaşam kalitemizi arttırmak için, özel olarak tasarlanmıştı. Fakat işin o kadar da basit olmadığı, bu gelişmelerin bazen istenmeyen sonuçları olabildiği ortaya çıktı.
Yeni ve parlak bir fikrin her hayata geçirilmesiyle, kendimizi, dünyayı daha karmaşık hale getiren yeni çözüm yollarına muhtaç halde buluyoruz. O kadar fazla değişim yapıyor; silahları, kirleticileri ve genel olarak karmaşıklığı o kadar hızlı bir şekilde şekillendiriyoruz ki, son zamanlarda teknik ve kültürel kompleksliklerden yoksun bir gezegene genetik olarak daha oldukça yeni ayak uyduran yaratıklar olarak, değişiklerden bizzat sorumlu olduğumuz halde onlara yetişmekte zorlanıyoruz. Aralıksız gelişmemizle beraber mantık dışı ve geri dönüşsüz bir şekilde, tamamen uyumsuz olduğumuz bir dünya yarattık.
Evrimimizin eski yükü yüzünden, kendi kendimizi yok ediyoruz. Her hayvanın kendi doğasının üzerinde bir güce sahip olmak istediğini ve bunu kazanmak için elinden geleni yaptığını zaten biliyoruz. DNA'mız, hayatta kalmayı talep ediyor. Canlılar arasındaki İsveç çakısı haline gelmemizi ve ayakları üzerinde durabilen tek primat olmamızı sağlayan neoteni, bir zamanlar olduğumuz hayvanların ilkel dürtülerini değiştirmedi; sadece güçlendirdi: Korku, öfke, anlık tatmin sağlayan şeylere olan iştahımız hâlâ bizimle. Sanıyoruz buluş gücümüzün ve eski ihtiyaçlarımızın birleşimi, yakında bizi canlılar pazarından tamamen uzaklaştıracak.
Türümüz, Çöküyor!
Bir yandan Cesur Yeni Dünya'nın üretim hattında durmaksızın ürerken, diğer yandan giderek darmadağın olduğumuzun en güçlü kanıtı, giderek artan sayıda insanın türümüzün stres altında olduğunu kabul ediyor olması. 2013 yılında yapılmış bir araştırma, ABD'nin stres ve sağlık söz konusu olduğunda kritik bir yol ayrımında olan bir ülke olduğunu gösteriyor. Amerikalılar, berbat bir döngüye kapılmış durumda: Sağlıksız yollarla stresle başa çıkarken, kendilerine verdikleri zararı görmelerini önleyen aşılmaz bariyerler koyuyorlar. Sonuç olarak da popülasyonlarının %68'i aşırı kilolu durumda, %34'ü ise obez halde - ki bu, avcı-toplayıcı kültürlerde nadiren görülen bir durumdur. On Amerikalıdan üçü depresyonda olduğunu söylüyor ve depresyon, en çok 45-65 yaşları arasındaki insanlarda görülüyor. %42'si asabi veya sinirli olduğunu, %39'u ise gergin veya endişeli olduğunu bildiriyor. X kuşağı ve Milenyum olarak adlandırılan kuşaklar, kişisel ilişkiler konusunda baby-boomer kuşağı olarak adlandırılan ebeveynlerinden bile stresli olduklarını kabul ediyorlar. Anksiyetelerimizin sonuçları o kadar kötü ki, bu sonuçlar diş kliniklerine kadar ulaştı. Diş hekimleri şimdilerde, çene ağrısı, diş eti çekilmesi ve aşınmış dişler tedavisi için 30 yıl öncekinden çok daha fazla mesai harcıyorlar. Niye mi? Gergin ve endişeli olduğumuz için uyurken dişlerimizi köklerine kadar gıcırdatıyoruz.
Her yerde laboratuvar farelerinin deneyimlerinin defalarca kanıtladığı gibi, stres, bir canlının içinde yaşadığı dünyaya giderek daha fazla uyumsuz hale geldiğinin bir işaretidir ve Darwin ve Alfred Russel Wallace'ın 150 yıldan fazla bir süre önce de gözlemlediği gibi; bir canlı ve onun yaşadığı ortam artık iyi bir ikili değilse, ikisinden birinin fedakârlık yapması gerekir - ve bunu yapan da çoğu zaman türün ta kendisidir.
Stresimizi nasıl yönetiyoruz? Pek de iyi değil. Araştırmalar, stres dağ gibi üzerimize çöktüğünde rahatlamaya çalışmak yerine, yemek yemeyi kesip internet ve televizyonla daha çok vakit geçirdiğimizi, sonrasında da aşırı yemek yiyerek geceleri uyuyamayıp ertesi güne çökük gözlü, asabi ve yorgun bir şekilde başladığımızı gösteriyor. Bu davranışları ne tetikliyor? İşte o görmezden gelmek için büyük bir çaba sarf ettiğimiz o eski ilkel dürtüler ve zaaflar.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bu da bizi asıl sorumuza yöneltiyor: Sırada ne var?
Transhümanizm: İnsan Geleceğini Ne Bekliyor?
Sonumuz, dünyayı tüm insanlardan boşaltan, sert ve kültürel başarılarımızın parçalanmış kalıntılarıyla çürüyen kıyamet sonrası şehirlerden oluşan Terminatör tarzı bir imha olmak zorunda değil. Daha çok kendi çizgilerimizi aşarak başlarda kendimizin bile farkında olmadığı, sırtımızda inşa ettiğimiz, yeni bir yaratık olarak ortaya çıktığımız bir değişim süreci olabilir, tıpkı bir kelebeğin metamorfoz süreci gibi... İlk Neandertal, artık bir Homo heidelbergensis olmadığını biliyor muydu? Elbette hayır. Çünkü bu tarz geçişler, kademeli olarak gerçekleşiyor.
Belki de basitçe; senden veya benden çok daha zeki, sosyal açıdan becerikli ya da en azından arkadaş, tanıdık ve iş arkadaşlarından oluşan büyük gruplar arasında akrobatik bir edayla denge sağlayabilen Cyber sapiens türüne dönüşeceğizdir. Kısacası kendi yarattığı değişime ayak uydurulabilen bir canlıya... Cyber sapiens, zaman azlığı ve uzak mesafelerin neden olduğu sorunlarla baş edebilmek için belki de her biri ayrı hayatlar yaşayabilen ve daha sonra periyodik olarak çeşitli dijital benliklerine yeniden katılarak tek bir kişinin süper boyutlu bir versiyonu haline gelen, çoklu ve dijital versiyonlarını ikiye veya daha fazla parçaya bölebilecek. Robert Frost'un Gidilmeyen Yol şiirinde geçen gezginin aksine, iki yolu da farklı versiyonlarınızla seçebileceğinizi düşünsenize! Bu tür olasılıklar gerçekleşirse, içimizde önemli bir şeyin kaybolup kaybolmayacağını insanı merak ettiriyor doğrusu. Belki de bu, yeni türleri ''yeni'' yapan şeydir.
Bir grup Homo sapiens, halihazırda bir sonraki versiyonumuzun nasıl olabileceği hakkında kafa yormakta. Kendilerine transhümanistler diyen bu grup, gelecekteki antropologların geriye bakıp bizlerin hakkında "İyi zamanları oldu, fakat günümüze kadar hayatta kalamadılar." diyeceklerini düşünüyor.
Transhümanistler, yarı insan yarı makine olacağımız bir zamanın geleceğini bile öngörüyorlar. Haklı olmaları olası, çünkü uzun bir trendin bir sonraki mantıklı adımı bu. Sonuçta biz, zaten teknolojilerimizin bir parçası hâline geldik. En son ne zaman telefonunuzu kontrol ettiniz veya işe gittiniz - bilirsiniz, tam da avcı-toplayıcı atalarımızın yaptığı gibi? Uzun zamandır araçlarımızla birlikte gelişmekteyiz zaten. Şimdi bile; insanlarla makineler, gerçeklik ve sanallık, biyoloji ve teknoloji arasındaki çizgiler bulanık durumda. Yakın zamanda ise bu çizgi seğirecek ve tamamen sönecek.
Şimdi soru şu: Kendi başımıza hayatta kalabilir miyiz?
Kendi Başımıza Hayatta Kalabilir miyiz?
Transhümanistler, moleküler boyuttaki nanomakineler ve eski moda karbon yapılı insan DNA'sını birleştirerek, sonraki insanların sadece zihinlerini hızlandırmak ve "benliklerini" çoğaltmakla kalmayacağını, aynı zamanda Dünya'yı, Güneş Sistemi'ni ve zamanla galaksiyi dolaşırken hiper-zeki bir şekilde tasarlayıp icat ederek hızlarını, güçlerini ve yaratıcılıklarını da arttırabileceklerini tahmin ediyorlar. Çok da uzak olmayan bir gelecekte, biyolojik evrimin yüz milyonlarca yıl boyunca kurnazca ürettiği kanın yerini yapay hemoglobinle değiştirebiliriz. Mevcut nöronlarımızı, nano-üretilmiş dijital çeşitleriyle değiştirebilir, sonsuza dek genç ve güzel olmamız için bedenlerimizi yeniden oluşturmanın yollarını bulabilir ve hastalıkları ortadan kaldırarak ölümün kendisinin nihayet bir tatil yapmasını sağlayabiliriz. "Erkek" ve "kadın" terimleri bile geçmişte kalabilir. Basitçe söylemek gerekirse, biyolojik sınır eksikliği, bir sonraki insanın tanımlayıcı özelliği olabilir.
Bu tarz değişiklerin bir dezavantajı olabilir. Kendimizi süper-insan güçlerine sahip fakat ilkel yüklerimizden kurtulamamış halde bulma ihtimalimiz yok mu? Yeni ortaya çıkmış yeteneklerimiz baş edebileceğimizden fazla gelebilir. Efsanevi bir şekilde çarpışan ve korkunç sonuçlar doğuran çizgi roman kahramanları ve kötü adamlarının bir versiyonuna mı dönüşeceğiz? Bu tarz güçler, "son teknoloji" terimine yeni ve ölümcül bir anlam kazandırabilir: Bazı teknolojiler, gerçekten de ürettiğimiz son teknoloji olabilir!
Peki yeni ve ilerlemekte olan teknolojiye erişimi olmayanlar? Süper zenginler ve süper fakirler dünyasına karşı korunmalı mıyız? Denklemin bu tarafının nasıl gelişeceğini merak etmeden durmak zor.
Evrimin yörüngesi göz önüne alındığında, başka bir asteroit çarpışması veya küresel felaket dışında, neredeyse kesin olarak mevcut benliklerimizin iyileştirilmiş versiyonları haline geleceğiz. Son 7 milyon yıldır eğilim bu yönde. Primatlar giderek daha zeki ve daha fazla araç-gereç kullanabilir ve aynı anda daha akıllı ve daha ölümcül hale geldiler.
Şimdi soru şu, kendimize rağmen hayatta kalabilir miyiz? Bir sonraki insan haline gelmeyi başarabilir miyiz? Cevabı belirsiz olan soru bu.
Bizi kurtarması için, içimizdeki çocuğa; yani dolanmayı ve oynamayı, çıkmaz sokaklarda ilerlemeyi, imkansızı hayal etmeyi ve nedenini merak etmeyi seven o kısma güvenebiliriz. İçimizdeki çocuk, geçireceğimiz dönüşümde kaybetmeyi göze alamayacağımız, pratik olmayan ve esnek kısımdır. Çünkü o, bizi başka hiçbir hayvanın olamadığı şekilde özgür kılar. Bizi bu aşamaya kadar getiren de budur. Kim bilir, bu, belki de bir sonraki insan için de geçerli olacaktır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 17
- 10
- 3
- 3
- 3
- 3
- 2
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: Popular Science | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 13/12/2024 02:15:57 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11244
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in Popular Science. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.