Keşfedin, Öğrenin ve Paylaşın
Evrim Ağacı'nda Aradığın Her Şeye Ulaşabilirsin!
Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat

İskeletteki Kemikler ve Dişler Sayesinde Birey Hakkında Hangi Bilgilere Ulaşılabilir? Bir İskelet Bize Neler Söyleyebilir?

Morfolojik, Metrik ve Moleküler Yaklaşımlarla Biyolojik Profil Nasıl Belirlenir?

50 dakika
637
İskeletteki Kemikler ve Dişler Sayesinde Birey Hakkında Hangi Bilgilere Ulaşılabilir? Bir İskelet Bize Neler Söyleyebilir? Pexels
Nelson Ferreira
Tüm Reklamları Kapat

İnsanlık tarihi savaşların, doğal afetlerin ve kitlesel ölümlerin gölgesinde şekillenerek sayısız trajik olaya sahne olmuştur. Bu olaylar yalnızca bireylerin hayatlarını değil, aynı zamanda toplumların sosyal dokusunu, kültürel yapısını ve tarihsel süreçlerini de geri dönüşü olmayan bir biçimde pek çok açıdan değiştirmiştir. Tüm bu trajedilerden geriye kalan tek tanıklar, geçmişin izlerini bugüne taşıyan ve bize döneminin ruhunu hissettiren sessiz tanıklar olan iskeletlerdir. İskeletler, bir zamanlar var olmuş hayatların, yaşanmışlıkların ve bir halkın tarihinin biyolojik bir arşivini taşır; başka bir deyişle geçmişin sesi, insanlık tarihine dair saklı kalmış pek çok gerçeği ortaya koyan birer belge niteliğindedir.

Adlî antropoloji, işte bu biyolojik arşivlerin sırlarını çözme görevini üstlenen bir bilim dalıdır. İnsan iskeletleri üzerinden, bireyin biyolojik kimliğini, yaşadığı dönemin izlerini ve yaşamına dair detayları gün yüzüne çıkarmak adlî antropolojinin en temel amacıdır. Her bir iskelet kalıntısı, geçmişin kesitlerini sunan bir nevi bulmaca parçasıdır; bu parça doğru şekilde çözülerse bir kişinin cinsiyetinden yaşına, boy uzunluğundan karşılaştığı hastalıklara, hatta yaşamı boyunca geçirdiği travmalar ve ölüm şekline kadar pek çok bilgiyi gün ışığına çıkarabilme potansiyelindedir.

Adlî antropolojinin bu yönlerdeki derinlemesine incelemeleri, tek başına bir alanın çalışmalarıyla sınırlı kalmayarak kriminoloji, adlî tıp, paleopatoloji ve adlî odontoloji gibi pek çok bilim dalıyla entegre bir şekilde yürütülen multidisipliner bir yaklaşımı benimser. Bu entegrasyon ise her bir disiplinden elde edilen bilgilerin bir araya getirilmesiyle bireyin yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda kültürel, sosyoekonomik ve hatta psikolojik durumuna dair çok daha kapsamlı bir anlayış geliştirmemizi sağlar. Bir yandan iskeletin fiziksel özellikleri üzerinden bireyin sağlık durumu, yaşam şekli ve geçirdiği travmaların izleri ortaya koyulurken diğer yandan, tüm bu ipuçlarından yola çıkarak toplumsal yapı ve kültürel dinamiklere dair de önemli bilgiler elde edilebilir. Yani adlî antropologlar bir nevi "dedektiflik" yaparak mevcut ipuçlarıyla büyük resmi görmeye çalışırlar. Böylece geçmişin sessiz tanıkları olan iskeletler, sadece biyolojik birer kalıntı olmanın çok ötesinde, geçmişin tarihi ve kültürel izlerini taşıyan, derinlemesine analiz gerektiren deyim yerindeyse birer görgü tanığına dönüşür.

Tüm Reklamları Kapat

Kemiklerden Tür Teşhisi Nasıl Yapılır?

Tamamen korunmuş bir iskelet sisteminin ele geçirilemediği durumlarda, yani iskeletin sadece birkaç kemiğinin veya diş parçasının bulunduğu durumlarda atılması gereken ilk adım kemiğin veya dişin bir insana mı yoksa bir hayvana mı ait olduğunu belirlemek olacaktır, ki bu durum kimi zaman oldukça zorlayıcı olabilmektedir. Öyle ki, çıplak gözle bakıldığında bazı hayvanların kemikleri ve dişleri insanlarınkinin neredeyse birebir kopyası gibi görünebilmektedir. Elbette bu durum, evrimsel süreçte ortak bir atadan türemiş olan canlı gruplarının benzer vücut yapılarını miras almalarından kaynaklanmaktadır. Örneğin insan ve domuz azı dişleri her iki türün de omnivor (hepçil) beslenme alışkanlıklarından kaynaklanan benzer yapıları nedeniyle birbirine oldukça yakın bir görüntü vermektedir. Dahası kaplumbağa kabukları da ilginç bir şekilde bazen insan kafatası parçalarıyla karıştırılabilmektedir. Kaplumbağaların sağlam ve kavisli kabukları, insan kafatasının yuvarlak yapısıyla örtüşen bazı özellikler taşımaktadır. Bu durum özellikle uzun süredir toprak altında kalan buluntuların dikkatli bir analiz yapılmadığında yanlış tanımlanmasına yol açabilmektedir.

Kelime anlamı "kemik bilimi" olan osteoloji, omurgalıların iskelet sistemlerini inceleyen bir bilim dalı olarak bu tür kalıntıların sınıflandırılmasına hayati bir rol oynar. Kazıda ya da olay yerinde bulunan insan-hayvan kemiklerinin/dişlerinin ayrımı güç olan durumlarda temelde üç yöntem izlenilmesi önerilmektedir. Bunlar morfolojik, mikroskobik ve serolojik olarak sıralanabilir.

Morfolojik Yöntemler

Her ne kadar birbirine çok benzeyen kemik yapılarına sahip olsak da mikroskobik düzeyde insan ve hayvan kemiklerinin yapısal olarak birbirinden oldukça farklı olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Eğer yeterince deneyiminiz varsa, aradaki arkları makroskobik olarak görmeniz de mümkündür. Bu teknik bağlamında kritik unsur, incelenen kemiğin ya da kemiklerin bütüne yakın halde bulunmasıdır. Bu durum, kemiğin hangi canlı grubuna ait olduğunun tespitini nispeten daha kolay hale getirir. Ayrıca, incelenen kemiğin yetişkin bir canlıya ait olması durumunda morfolojik farklılıklar temelinde insan ve insan dışı türlerin saptanması çok daha rahat yapılabilmektedir.

İnsan ve diğer hayvanlara ait humerus örnekleri.
İnsan ve diğer hayvanlara ait humerus örnekleri.
Çeker, D., Erol, A.S., Küçük, G.P., "Adlî Antropoloji ve Kimliklendirme" içerisinde (sf. 69)

Örneğin yukarıdaki görselde, bütün bir yapıya sahip ve yüzeysel bir incelemede oldukça benzer görünen insan, ayı, domuz ve kurt femur kemikleri yer almaktadır. Ancak daha yakından bakıldığında, bu kemikler arasındaki ince farklar belirginleşmektedir. Bu farklar hem kemik yapısının morfolojik özelliklerinde hem de kemiklerin birbirine göre olan oranlarında gözlemlenebilmektedir. Özellikle kalıntıların şekil, boyut ve eklem noktaları açısından gösterdiği çeşitlilikler, bu dört tür arasında önemli anatomik ve fonksiyonel farklılıklara işaret ederken aynı zamanda her bir türün evrim sürecinde biyomekanik gereksinimlerine göre femurlarının farklılaşmasına ve adaptasyon süreçlerine ilişkin güçlü ipuçları da sunabilmektedir.

Tüm Reklamları Kapat

Diğer taraftan reptillerin, özellikle timsahlar ve kaplumbağaların femur kemikleri; insan köprücük kemiği yani clavicula yapısına belirgin bir benzerlik gösterir. Bu hayvanlara ait femur kemikleri, kırılma sonucunda özellikle proximal ve distal uçları ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzeyebilir. Ancak kaplumbağaların femur başı (caput femoris) şekil ve boyut açısından farklılık göstermekte olup bu özellik, kemiklerin insan femurundan ayırt edilmesinde önemli bir ipucu sunar. Kırıkların çok sayıda parçaya ayrıldığı durumlarda ise insan claviculasının düz ve kıvrımlı yapısı, kemiklerin doğru bir şekilde tanımlanmasında dikkate alınması gereken kritik bir unsurdur.

Bunlara ek olarak ayıların el anatomisi de insanlarınkine büyük oranda benzerlik gösterir. Ancak yine, bu kemiklerin distal ve proksimal yapılarının detaylı morfolojik incelemesinin yapılmasıyla ayırt edici niteliklerin ortaya çıkması mümkündür.

İnsan ve ayı el iskeletinin morfolojik benzerliği
İnsan ve ayı el iskeletinin morfolojik benzerliği
Çeker, D., Erol, A.S., Küçük, G.P., "Adlî Antropoloji ve Kimliklendirme" içerisinde (sf. 73)

Kemiklerde insan ve hayvan ayrımı yapılırken kortikal kemik kalınlığı, yüzey dokusu ve trabeküler mikroyapı gibi görünür özellikler önemli değerlendirme noktaları arasında yer almaktadır. Ancak, kimi zaman kemiğin hem proksimal hem de distal uçlarının mevcut olmadığı durumlarda bu ayrımı yapmak güçleşebilir. Bu tür durumlarda meduller indeks (MI) hesaplaması devreye girmektedir. Meduller indeks, meduller kanal genişliğinin toplam kemik kalınlığına oranlanması ile elde edilen bir değerdir ve söz konusu yapının morfometrik analizine katkı sunar.

Mikroskobik ve Serolojik Yöntemler

Mikroskobik yöntem, kemiğin her 1 mm²'ye düşen havers kanalı hesaplamasına dayanmaktadır. Bunun için ilk etapta kıl testere kullanılarak kemikten 1 mm'lik bir parça alınır. Alınan parçanın önce yüzeyi cilalanır, akabinde zımpara yardımıyla bir miktar aşındırılır. Son aşamada ise klisol ile parlatılan kemik, kanada balsamı adı verilen bir reçine ile birleştirilip mikroskop altında incelenmeye alınır. Mikroskop altında 1 mm²'ye düşen osteon veya havers kanalı sayısı insanda 10-15, hayvanlarda ise 14-60 arasında değişmektedir. Buna ek olarak havers kanallarının çaplarını hesaplayarak fikir sahibi olmak da mümkündür.[1] Serolojik yöntem, temelde insan proteinlerine tepki verebilecek bir kimyasalın hazırlanmasıyla başlar. Uygulanabilmesi içinse esas nokta, kemiğin yüksek bir ısıya veya herhangi kimyasal etki maruz kalmamış olmasıdır. Hazırlanan kimyasal, insan kemiğiyle tepkimeye girdiğinde kemik ile kimyasal arasında reaksiyon sonucu dipte bir çökelti oluşur. Ancak kemik bir hayvana aitse herhangi bir reaksiyon gerçekleşmez ve bunun sonucunda teşhis işlemi tamamlanmış olur. Bu sayede kemikteki küçücük bir parçadan bile ne tür bir canlıya ait olduğunu belirlemek mümkün hale gelmektedir.

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.

Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.

Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.

Bireyin Cinsiyeti Nasıl Belirlenir?

Kemik kalıntılarından bireyin biyolojik cinsiyetini belirlemenin de birkaç farklı yolu vardır. Bunlardan bazılarını inceleyelim.

DNA Analiziyle Cinsiyet Belirleme

İskelet sisteminin eksik, hasarlı ve/veya çok parçalı olduğu durumlarda diğer antropolojik yöntemlerin uygulanması oldukça zor bir hal alabilmekte, bu nedenle cinsiyet tayini çalışmalarında en güvenilir yöntem DNA analizleri olarak kabul edilmektedir. Özellikle erişkin olmayan (İng: "sub-adult") bireylerde DNA analizleri son derece güçlü sonuçlar vermektedir.

DNA analizinin kullanılması bir dizi avantajı da beraberinde getirir. Mesela diş ve kemik parçalarından alınan en küçük genetik materyal bile bireyin cinsiyetine dair kesin sonuçlar elde edilmesine yardımcı olur. Dahası, karışık halde bulunan iskelet kalıntılarının ayrıştırılıp eşleştirilmesinde ve çevresel koşullar nedeniyle deformasyona uğramış kemiklerde bile analizi mümkün kılması da avantajlarından bazılarıdır.

Ancak kalıntılarda her zaman sağlam genetik materyallere rastlamak pek mümkün olmayabilir. DNA, vücudumuzda bulunan diğer moleküllere kıyasla uzun ömürlü bir molekül olarak kabul edilse de bazı dış etkenler nedeniyle bozulabilir. Güneşten gelen UV ışınları, çeşitli kimyasallar ve vücudumuzda doğal olarak bulunan bazı maddeler DNA'nın yapısını zedeler. Normal koşullarda en küçük bir parçadan bile birey hakkında neredeyse tüm biyolojik özelliklerine ulaşabilme imkanımız varken bozulmuş bir DNA örneği ne yazık ki işe yaramaz hale gelir. Bu tür durumlarda ise kemiklerde bulunan cinsiyete özgü morfolojik farklılıklardan cinsiyet tayini yapılır.

Antroposkobik Yöntemlerle Cinsiyet Belirleme

Antroposkobik yöntem, aynı türdeki dişi ve erkek bireyler arasındaki fiziksel ve biyolojik farklılıkları ifade eden cinsel dimorfizmin vücutta oluşturduğu genel fiziksel farklılıkların çıplak gözle ayırt edilmeye çalışılmasıdır. Bu farklılıklar genellikle vücut büyüklüğü, şekli, rengi veya diğer morfolojik özellikleri barındırır. Sadece insan vücudunda değil doğadaki tüm canlılarda cinsel dimorfizmin zengin çeşitlilikteki etkilerini görmek kolaydır. Antropolojik bağlamda bu yöntem, iskeletlerdeki kemik yapılarının cinsiyete özgü morfolojik farklılıklarından bireyin cinsiyetini saptama olarak tanımlanabilir. Örneğin kadınların iskelet yapısının karakteristik özellikleri erkeklere kıyasla daha ince ve hafif yapılı olmasıyken buna karşılık erkek iskeletinin ayırt edici özelliği kemiklerin kütlevi oluşudur.

Morfolojik yöntemlerle cinsiyet belirlemek için ilk aşamada leğen kemiği ve kafatası yapıları incelenir. Pelvisin iki yanında bulunan büyük ve oldukça dayanıklı olan leğen kemiği, sağ ve sol kalça kemiği, ön tarafı oluşturan pubis, üst tarafta ilium ve arka tarafta ise iskiyum olmak üzere üç ana kısımdan oluşmaktadır. Bu kemikler, sakrum ve kuyruk sokumu olarak da bilinen koksiks ile birleşerek pelvik kafayı oluşturur ve üreme organları, bağırsaklar ve diğer pelvik organları destekler. Pelvis, kadınların doğurganlık özelliğinden dolayı cinsiyet ayrımında kolayca ayırt edilebilecek karakteristik özellikleri barındırması ve cinsiyet tayini çalışmalarında %83- %96 doğruluk oranı vermesi sebebiyle çalışmalarda kullanılan en önemli yapıdır.

Tüm Reklamları Kapat

Courses Lumen Learning

Kadın pelvik yapısına baktığımızda erkeklere kıyasla daha geniş ve daha oval bir leğen kemiğine sahip olduğunu görmekteyiz. Bu özelliğin, doğum sürecinde bebeğin geçişini kolaylaştırmaya yardımcı olacak şekilde evrimleşmiş olduğu düşünülmektedir. Ayrıca erkek ilyak kresti yani ilium kemiğinin üst kenarları daha kavisli ve daha dikey bir yapıdayken buna karşın kadın ilyak kresti daha az kavisli olmasının yanı sıra erkeklere göre de daha az dikeydir. Benzer şekilde, kadınlarda auricular yüzey düz ve daha minimal bir yapıdayken erkeklerde daha pürüzlü ve büyüktür. Öte yandan kadın pelvisinde erkeğin aksine daha geniş bir subpubik açı dikkat çeker. Erkeklerde genelde daha dar ve dik açılı bir şekilde konumlanmış olan bu yapı, kadınlarda daha geniş bir açıyla karşımıza çıkar. Bununla birlikte kadınlarda ischiopubic ramus, yani kısaca leğen kemiğinin bir parçası daha dar ve keskin bir yüzeye sahipken erkeklerde bu bölgenin geniş ve kalın bir formda olduğu görülür. Dahası, kadınlara kıyasla kuyruk sokumu kemiğinin hemen üst tarafında yer alan sakrum kemiği de daha uzun, düz ve darken kadınlarda daha kısa, geniş ve arkaya doğru daha kavisli bir şekil almaktadır.

Cinsiyet tayinine öncülük eden bir diğer önemli yapı olan preauricular sulcus, auricular yüzeyin alt kısmında bulunan oluk fromunda ve erkeklere oranla kadınlarda daha sık görülmektedir. Bazı araştırmacılar, bu yapının kadınlarda daha sık görülmesinin sebebini doğurganlık ile ilişkilendirmişlerdir.[2] Bunlara ek olarak, siyatik çentik bu noktada önemli bir rol üstlenir. Özellikle hasarlara karşı dirençli olması, doğal afetler ve kitlesel felaketler sonrasında cinsiyet tayininde kritik bir araç olarak kullanılmasına etki etmektedir.[2] Büyük siyatik çentiğin (İng: "Greater sciatic notch") erkeklerde daha küçük, derin ve U şeklindeyken kadınlarda daha geniş, daha az derin ve V şekline yakın olduğu söylenebilir.

Obturator deliği olarak adlandırdığımız foramen obturatum ise erkeklerde dairesel bir şekildeyken, kadınlarda daha üçgenimsi bir biçimdedir.

Tüm Reklamları Kapat

Obturator deliği ve acetabulum illüstrasyonu
Obturator deliği ve acetabulum illüstrasyonu
Radiopedia.org

Diğer yandan, erkeklerde üst bacak kemiğinin kalça kemiğiyle buluştuğu acetabulum adı verilen eklem çukuru daha geniş ve derin olup, kadınlarda ise bu yapı daha dar ve sığdır.

Pelvik bölgedeki tüm bu özellikler, cinsiyet belirleme sürecinde önemli parametreler olarak kabul edilir. Ancak yalnızca pelvik yapıların değerlendirilmesi cinsiyetin kesin olarak belirlenmesi için yeterli olmayabilir. Bu bağlamda, kafatası incelemeleri de cinsiyet belirleme çalışmalarında dikkate değer ipuçları sunmaktadır. Cinsiyetin doğru bir şekilde tespit edilebilmesi için pelvik bölgeyle birlikte kafatası morfolojisinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Tüm vücut parçalarının birlikte incelenerek geniş ve kapsamlı bir şekilde yürütülen bu yaklaşım, iskelet örneklerinin cinsiyetinin belirlenmesinde daha güvenilir ve güçlü sonuçlar elde edilmesini sağlar. Mevcut veriler doğrultusunda, eğer cinsiyet tayini sürecinin sonunda hâlâ kesin bir sonuç elde edilememişse bir sonraki adım olarak kafatası morfolojisinden cinsiyet belirleme yapılmalıdır.

Kafatası Kemiklerinin Cinsiyet Belirlemedeki Rolü Nedir?

Bu aşamada, bireyin kafatası morfolojisinden elde edilen gözlem ve çıkarımlar çalışmalara dahil edilir. Kafatasından yapılan cinsiyet tayini, bazı belirli bölgelerde cinsiyete bağlı olarak değişen farklılıkların incelenmesi ve verilerin skorlanması yoluyla yapılmaktadır. Cinsiyet tayini çalışmalarında pelvik özelliklerinin yanı sıra kraniyal özelliklerin de kullanılması, güvenilir ve objektif sonuçlar için önem teşkil etmektedir.

Tüm Reklamları Kapat

Agora Bilim Pazarı
Beş Dakikada Matematik

ISBN: 9786053552864
Sayfa Sayısı: 380
Baskı Sayısı: 2
Ebatlar: 14×21.5 cm
Basım Yılı: 2015

Devamını Göster
₺410.00
Beş Dakikada Matematik
  • Dış Sitelerde Paylaş

Erkek kafatasına baktığımızda genel olarak kadınlara göre daha ağır, daha çıkıntılı, kemikleri daha kalın ve kemiklerin birleşme alanlarının daha belirgin olduğu görülür. Öte yandan erkek kafatasının karakteristik özellikleri arasında belirgin kaş kemikleri, güçlü ve köşeli çeneler de dikkat çekmektedir.

Ayrıca kasların başın arkasına bağlandığı oksipital tepe ve kulağın arkasındaki kemik çıkıntısı olan mastoid çıkıntı da erkeklerde nispeten daha büyüktür. Özellikle oksipital bölge, sağlam anatomik yapısı ve nispeten korunmuş pozisyonu sayesinde cinsiyet tayini çalışmalarında artan bir ilgiyle incelenmektedir. Son dönemde, bu bölgenin cinsiyet belirlemede potansiyel bir gösterge olarak kullanımı, araştırmacılar arasında önemli bir odak noktası haline gelmiştir. Artan bu ilginin temelinde, oksipital bölgenin travmaya karşı dayanıklılığı ve diğer kraniyal yapıların aksine daha az deformasyona uğrama eğilimi yatmaktadır. Bu da, oksipital bölgeyi cinsel dimorfizmin belirlenmesi için güvenilir bir kaynak olarak öne çıkarmaktadır.[3]

Ek olarak erkek kafataslarında daha belirgin kaş kemikleri yani supraorbital çıkıntı göze çarparken kadınlarda bu özellik daha hafif bir pürüz şeklinde öne çıkar. Erkeklerin alın kemikleri yani frontal kemik daha az yuvarlak ve geriye doğru daha hafif bir açıyla eğimlidir. Diğer taraftan erkeklerde glabella yani kaşların ortasındaki kemik, kadınlara kıyasla daha belirgin düzeydedir.

Erkek kafatası, daha pürüzlü ve daha keskin hatlarla öne çıkmaktadır. Kadın ve erkek kafatasları karşılaştırıldığında erkek kafatasındaki bazı bölgeler kadınlardan kolayca ayırt edilebilmesini sağlamaktadır.
Erkek kafatası, daha pürüzlü ve daha keskin hatlarla öne çıkmaktadır. Kadın ve erkek kafatasları karşılaştırıldığında erkek kafatasındaki bazı bölgeler kadınlardan kolayca ayırt edilebilmesini sağlamaktadır.
Junior Dentist

Erkeklerin aksine kadın kafatasının özellikleri ise daha küçük ve dikkate değer derecede daha pürüzsüz bir formda olmasıdır. Göz yuvalarına bakıldığında ise oval bir formda oldukları dikkat çekmektedir. Buna karşılık, erkek kafatasları daha küt üst göz kenarlarıyla birlikte çok daha köşeli bir yapıya sahiptir.

Kafatasının oksipital kemiğinde yer alan nuchal çıkıntıya (İng: "nuchal crest"), lateralden yani profilden bakıldığında daha iyi skorlama yapılabilmektedir. Çevresinde bulunan kas kaynaşma izlerine bakılmaksızın, sadece nuchal çıkıntı dikkate alınarak yapılan bu skorlamada çıkıntının kaba veya zarif, pürüzlü veya pürüzsüz ya da belirgin veya belirsiz oluşuna puan verilerek cinsiyet tayini yapılabilmektedir. Bu bölgede çıkıntı olmaması veya belli belirsiz olması ya da pürüzsüz ve zarif olması kadınsı özelliklere işaret ederken, çıkıntının belirgin ve pürüzlü olması erkeksi özellikler olarak kabul edilmektedir.

Kadın kafatası erkeklere oranla daha düz bir glabella ve daha az belirgin kaş kemiklerinden oluşur. Kafa yapısı genel olarak daha pürüzsüz ve daha zarif bir görünüme sahiptir.
Kadın kafatası erkeklere oranla daha düz bir glabella ve daha az belirgin kaş kemiklerinden oluşur. Kafa yapısı genel olarak daha pürüzsüz ve daha zarif bir görünüme sahiptir.
Junior Dentist

Erkeklerin yüz morfolojisinde öne çıkan bir diğer ayırt edici özellik, elmacık kemiklerinin daha çıkıntılı ve daha kütlevi yapıda olmasıdır. Gördüğümüz tüm bu anatomik farklılıklar östrojen hormonuna bağlı olarak şekil almaktadır. Yumurtalıklar tarafından yoğun bir şekilde üretilen östrojen, kadın anatomisindeki kemiklerin erkeklerden önce kaynaşmasına neden olur ve bu da östrojen hormonlarının etkisiyle gelişen cinsiyet dimorfizminin bir göstergesi olarak karşımıza çıkar. Diğer yandan cinsel hormonların etkisiyle oluşan kemik yapılarındaki değişiklikler nedeniyle cinsel dimorfizmin ergenlik ve sonrasında daha belirgin hale geldiğini ancak cinsel dimorfizmin yaklaşık %10'unun kemik boyutuyla ilgili olduğunu da göz ardı etmemek önemlidir.

İnsan mandibulası.
İnsan mandibulası.
Science Photo Gallery

Mandibula alt diş dizilimini dengede tutan, kafatasına sıkı sıkıya bağlı, hareketli bir kemiktir. Temel kısım olan gövde kısmı oldukça sert ve sağlamken dişleri taşıyan alveolar kısım ince ve zayıf bir yapıdadır. Gövdenin iç yüzünün orta kısmında diken şeklinde dört adet çıkıntı bulunur. Bunlara mental spina adı verilmektedir. Doğum öncesi iki parçadan oluşan mandibula, doğumda ortada kaynaşarak tek parça haline gelir. Symphysis olarak isimlendirilen bu bölgede dış bölümünün tam ortasında genelde üçgen şeklinde olan bölümü mental protuberance veya mental eminence adını alır. Bu yapıya frontalden yani ön taraftan bakıldığında kadınlarda çok dar bir alanı kapsarken erkeklerde daha belirgin, pürüzlü ve geniş yapısı ile göze çarpar. Bunun nedeni erkeklerde daha belirgin kas bağları ve daha güçlü çiğneme kuvvetinin olmasıdır.

Cinsel dimorfizmin belirlenmesinde ayırt edici özellikler taşıması nedeniyle mandibula, cinsiyet teşhisinde yaygın olarak kullanılan bir yapı olmuştur. Çene sistemindeki bu farklılıklar, cinsiyetin doğru bir şekilde tanımlanmasına olanak tanırken cinsel teşhis için önemli bir başka rolü de frontal sinüsler üstlenir. Frontal sinüsler, parmak izleri gibi her bireyde farklı olan benzersiz yapılardır.[4] Bu durum, homozigot ikizlerde bile bu yapıların ayırt edici niteliklerini korumasını sağlar. Literatürde bu konuda sayısız çalışma bulmak mümkündür. Örneğin Hint popülasyonunda yapılan bir çalışmada, frontal sinüslerin cinsel teşhis sonucu verdiği oran %64,6 olarak belirlenmiştir. Benzer şekilde, Brezilya nüfusunda yapılan bir başka çalışmada ise bu oran %70,20 olarak kaydedilmiştir.[5] Frontal sinüslere ilişkin çok sayıda çalışma bulunuyor olsa da cinsiyet belirlemede zayıf bir değere sahip olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Elbette dikkate değer bir doğruluk derecesi vermesi nedeniyle çalışmalarda kullanılabilir, ancak kafatası ve pelvis kadar büyük bir oran sunması beklenmemelidir.

Metrik Ölçümlerle Cinsiyet Belirleme

Tüm bu değerlendirmelere rağmen bazı durumlarda morfolojik incelemeleri de sınırlandıran birtakım doğal ve beşeri fenomenler bulunmaktadır. Bazen bilinçsiz kazı çalışmaları veya arkeolojik kazılardaki bazı hatalar, bazen de tafonomik faktörler olarak da bilinen çevresel etmenlerin yıpratıcı etkisi iskelet kalıntılarının bozulmasına ve kemik parçalarının eksilmesine neden olabilmektedir. Bu gibi durumlarda ise kemik yapıları metrik ölçümler aracılığıyla bir grup nicel değerlendirmeye tabi tutulur.

En kısa tanımıyla metrik/antropometrik yöntem, iskelette bulunan çeşitli kemiklerin metrik ve nicel ölçümüne ve bu ölçümlerden oluşan farklı endekslere dayanmaktadır. Bu yöntemle birlikte cinsiyet tayinindeki hata payı diğer metotlara oranla nispeten azalmaktadır.

Tüm Reklamları Kapat

Özellikle belirli kemiklerin metrik ölçümleri ve bu ölçülere dayalı değerlendirmeler, cinsiyetin çoğu zaman neredeyse kesin olarak belirlenmesine olanak tanımaktadır. Örneğin femur, ulna, humerus ve tibia gibi uzun kemiklerin ölçüleri ve yapısal farklılıkları sayesinde cinsiyet tayininde %80'in üzerinde doğruluk payı olan sonuçlar alınabilmektedir.[6] Bununla birlikte kafatası ve diş farklılıkları ve glabella eğiminden ölçülen açılardan elde edilen veriler ve CRANİD ve FORDİSC gibi yazılımlarla frontal kemiğin incelenmesi, cinsiyet tayinine ilişkin güçlü kraniyal endeksler ortaya koymaktadır. Ancak kemik yapılarında popülasyona özgü farklılıkların olması, yöntemin uygulanabilmesi adına her popülasyon için farklı endeksler gerektirmektedir.

Daha açık bir biçimde ifade edecek olursak, spesifik bir popülasyon için geliştirilmiş bir teknik, başka bir popülasyona uygulandığında popülasyondaki varyasyona bağlı oluşabilecek standart sapmalar göz önünde bulundurularak değerlendirilmeler yapılmalıdır. Örneğin Kolombiya'da yapılan bir çalışmada, glabelladaki şekil ve boyut farklılıklarının cinsel teşhis için oldukça kullanışlı araçlar olduğu doğrulanmış ve glabelladaki dört referans noktasına dayanarak yapılan radyografi analizinde %84,31 doğruluk oranı kaydedilmiştir.[7] Ancak bu çalışmadaki ölçüler muhtemelen Kolombiya popülasyonu dışında pek doğru ve güvenilir sonuçlar veremeyebilir. Çünkü her popülasyon için özel olarak geliştirilmiş, yerel özelliklere dayanan endekslerin oluşturulması daha güvenilir ve geçerli temeller için epey önemlidir.

Bireyin Yaşı Nasıl Belirlenir?

Kimliklendirme çalışmalarında son derece önemli diğer bir başlık ise yaş tayinidir. Birçok araştırmacı tarafından geniş çalışmalar yapılmış ve bazı kriterler çerçevesinde farklı yaş belirleme yöntemleri geliştirilmiştir. Bu yöntemlerde temel alınan kriter kişilerin biyolojik yaşı olur.

Bunu biraz daha açmak gerekirse her bireyin biri kronolojik diğeri biyolojik olmak üzere iki farklı yaşının mevcut olduğuna değinelim. Kronolojik yaş, kişinin doğumundan itibaren geçen süreyi belirten ve takvimsel hesaplamalara dayanan bir ölçütken biyolojik yaş, yaşlanmaya bağlı olarak bireyin vücut fonksiyonlarının ve fizyolojisinin zaman içerisinde nasıl değiştiğini ifade eder. Biyolojik yaş kemiğe doğrudan etki eden bir faktör olduğundan ve elde sadece bireyin kemik parçaları bulunduğundan yaş tayini çalışmaları yapılırken biyolojik yaş dikkate alınarak hesaplamalar yapılır.

Tüm Reklamları Kapat

Erişkin ve erişkin olmayan bireylerde kullanılan yöntemler arasında bulunan farklılıklar sebebiyle yaş tayininde kullanılan teknikler erişkin bireyler için uygulanan yöntemler ve erişkin olmayan, yani çocuk ve ergen bireyler için kullanılan yöntemler olmak üzere iki ana kategoriye ayrılır. Yöntemler her iki grup için de iskeletin gelişimsel ve morfolojik özelliklerine dayalı olarak spesifik kriterler ve analiz teknikleri içermektedir. Erişkin bireylerde yaş tayini genellikle kemiklerde ve dişlerde zaman içinde oluşan dejeneratif değişimlere ve aşınmalara dayanırken erişkin olmayan bireylerde iskelet gelişim evreleri, diş sürme (diş çıkması) ve kemik büyümesi kriterleri gibi faktörler daha ön planda olur.

Erişkin Olmayan Bireylerde Yaş Tayini

İnsan yaşamı embriyolojik dönemden erişkinliğe kadar sürekli bir gelişim ve değişim süreci içerisindedir. Bu süreçte bedenin dental ve osteolojik yapısında çeşitli evrelerde önemli değişiklikler meydana gelir. Yaşa bağlı olarak gelişen bu değişimler, çocuklar ve yetişkinler arasında çarpıcı farklılıklar oluşturur. Bu farklılıklar sayesinde hem çocuklarda hem de yetişkinlerde bireyin yaşını tahmin etmek mümkün hale gelir. Ancak erişkin olmayan bireylerde yaş tayini, yetişkinlere kıyasla daha kolay ve genellikle daha güvenilirdir. Bunun nedeni, çocukluk ve gençlik döneminde diş ve kemik yapılarının gelişiminde daha düzenli ve öngörülebilir bir ilerleyiş olmasıdır.

Erişkin olmayan bireylerde yaş tayininde kullanılan yöntemler genel olarak iki ana biyolojik sürece dayanmaktadır: Osteolojik yaş tayini ve dental yaş tayini.

Osteolojik Yaş Tayini Metotları

Erişkin olmayan bireylerde yaş tayini için kullanılan osteolojik metotlar, kraniyal gelişme evreleri, uzun kemiklerin epifiz kaynaşma dereceleri ve diyafizlerin maksimum uzunluk ölçümlerini içerir. Kraniyal gelişme evrelerinde, kafatası kemikleri belirli bir sırayla gelişir ve yaş ilerledikçe bu kemikler kaynaşmaya başlar. Kemikler arasındaki sütur hatlarının kapanma sırası, bireyin yaşını belirlemede önemli bir gösterge sunmakta, uzun kemiklerin epifiz kaynaşma süreçleri de bireyin yaşı hakkında bilgiler vermektedir. Epifizlerin kemiklerin diyaliz bölgeleriyle kaynaşması belirli bir yaş aralığında gerçekleşir ve bu süreç, yaş tahmininde sıkça başvurulan bir yöntemdir. Diyalizlerin maksimum uzunluk ölçümleri de önemli bir yaş tayini yöntemidir.

Tüm Reklamları Kapat

Öte yandan uzun kemiklerin uzunluğu, bireyin gelişim evresini göstermesi bakımından yaş tahminine yardımcı olmaktadır. 2000 yılında iki bilim insanı tarafından yayınlanan Juvenile Osteology isimli kitapta, her bir kemiğin oluşma süreçleri ve epifiz-metafiz kaynaşma evreleri doğumdan itibaren ayrıntılı olarak tanımlanarak bu alanda önemli bir adım atılmıştır.

Dental Yaş Tayini Metotları

Erişkin olmayan bireylerde, dişlerin ağızda gelişmeye başlaması, kalsifikasyonu ve sürme zamanları yaş tayininde vazgeçilmez parametreler olmuştur. Erişkin olmayan bireylerde dişlerin oluşumu, ağızda belirmeye başlaması ve tamamen çıkıp yerleşmesi aslında düzenli bir süreci izlemektedir. Bu yüzden henüz erişkinliğe ulaşmamış bir iskeletin, mesela bir çocuğun yaşı hakkında bilgi sahibi olmak için dişlere bakmak oldukça isabetli olacaktır.

Doğumdan sonra dişler belirli zaman dilimlerinde gelişmeye başlar. İlk olarak süt dişleri çıkarken ardından kalıcı dişler onların yerini alır. Diş gelişiminde bir diğer önemli süreç de kalsifikasyon yani dişlerin sertleşme sürecidir. Benzer şekilde bu da yaşla doğrudan ilişkilidir. Bu gibi düzenli ve tahmin edilebilir süreçler yaş tayinini kolaylaştırmakta, yaş belirleme yöntemlerinin de objektifliğini ve doğruluğunu artırmaktadır.

Erişkin Bireylerde Yaş Tayini

Erişkin bireylerde yaş tayini yapmak, erişkin olmayanlara göre nispeten daha karmaşıktır. Çünkü kemik ve diş gelişimi bir noktadan sonra durmakta ve yaşlanmayla birlikte çok daha yavaş ve düzensiz değişimler meydana gelmektedir. Genç bireylerde yaş tayini bazı yapıların büyüme ve gelişimine dayalı yapılırken erişkinlerde dental ve osteolojik yapıların dejeneratif değişikliklerine dayanmaktadır.

Tüm Reklamları Kapat

Embriyolojik dönem itibarıyla uzun, kısa ve yassı kemik yapıları bir ya da birden fazla kez merkezden gelişmeye başlamakta ve erişkinliğe ulaşana dek bu merkezlerde meydana gelen epifiz kaynaşmaları ile gelişip büyümeye devam etmektedir. Birçok epifiz 10-25 yaşları arasında tamamen kaynaşmaktadır. İliyak crest ve claviculanın medial birleşme yüzeyi en son kaynaşan epifizlerdir ve tamamen kaynaşmaları yirmili yaşların sonu ve otuzun başı civarını bulmaktadır.

Erişkin bireylerde yaşı belirleyebilmek adına kullanılan yöntemler arasında pubis simfizis, sternal kaburga uçları, auricular yüzey, kafatası süturlarının kaynaşma dereceleri ve bazı dental göstergeler bulunmaktadır.

Osteolojik Metotlar

Osteolojik metotlarda bireyin yaşı kemikler üzerinden belirlenmeye çalışılır. Bu süreçte kemiklerin zaman içerisindeki değişimi ve ilerleyen yaşla birlikte ortaya çıkan farklılıklar incelenir. Kemiklerin gelişim evreleri, kaynaşma durumları, yapılarındaki değişimler ve yaşa bağlı olarak görülen aşınmalar göz önünde bulundurularak kişinin yaşını belirlemeye yönelik sistematik bir analiz süreci adım adım uygulanır.

Kafatasından Yaş Tayini

Kafatasından yaş tayini için önerilen farklı değerlendirmeler arasında fontaneller ve sütur kaynaşma noktaları yer almaktadır. Fontaneller, yeni doğan bireylerin kafatasında bulunan zarlı, yumuşak dokulu bölgeleridir; halk arasında "bıngıldak" olarak da bilinir. Doğum esnasında annenin pelvisinden çıkmasında yardımcı olacak şekilde büyük bir esneklik sağlaması nedeniyle önem taşımaktadır. Bu bölgenin bir diğer önemli işlevi de büyüyen beyin için kafatasında yer açmasına yardımcı olmasıdır. Bebek büyüdükçe fontaneller, yerini kafatası kemiklerinde sınırlar belirleyen sütur yapılarına bırakırlar. Fontaneller genelde doğumdan sonra beşinci yılda kapanmakta, ancak bazı anormal durumlarda bu süreçte farklılıklar gözlemlenebilmektedir. Örneğin kraniyosinostoz adı verilen patolojik durum, fontanel ve süturların erken kaynaşmasına neden olmakta ve kafatasının büyüme düzeninde değişikliklere sebebiyet vermektedir. Bazı durumlarda bu anomali kafatasındaki şekil bozukluklarıyla sonuçlanırken bazen de birtakım gelişimsel bozukluklara neden olabilmektedir.[4]

Tüm Reklamları Kapat

Kafatasındaki fontanel ve sütur bölgelerini gösteren bir diagram.
Kafatasındaki fontanel ve sütur bölgelerini gösteren bir diagram.
American Academy of Family Physicians

Yeni doğan bir bebekte genelde toplam altı fontanel bölgesi bulunmaktadır. Bunlar ön fontanel, posterior fontanel ve ikişer adet bulunan başın arkasındaki mastoid ve şakakların üstündeki sfenoidal fontanellerdir. Asıl önemli olan nokta ise bu fontanellerin kapanma sırasıdır. Bu süreç sırasıyla şu şekildedir:

  1. Posterior (arka) fontanel genelde doğumdan 2-3 ay sonra kapanmaktadır.
  2. Sfenoidaller doğumdan yaklaşık 6 ay sonra kapanmaktadır.
  3. Mastoidler 6-18 ay sonra kapanmaktadır.
  4. Anterior (ön) fontanel 1-3 yaş arasında kapanmaktadır.[8]

Yaygın olarak tercih edilen bir diğer yöntem, yaş çıkarımına olanak tanıyan süturların kaynaşma noktalarının incelenmesi ve skorlanmasıdır. Süturlar özellikle erişkinliğe ulaşmamış bireylerde belirgin bir şekilde gözlemlenebilirken yaş ilerledikçe safhalı bir şekilde kaynaşmaya başlar. Erişkinlik dönemine gelince süturların kaynaşma derecesi artar ve yaşlandıkça neredeyse tamamen kaybolurlar. Her ne kadar bazı durumlarda farklılıklar gözlemlenebilse de süturların kaynaşma safhaları yaklaşık olarak şu şekilde gerçekleşmektedir:

  • Sagital sütur genelde 20'li yaşların sonlarında kapanmaya başlar ve 30-40 yaşlarında tamamen kapanabilir.
  • Lambdoid sütur genelde 30'lu yaşların sonlarında veya 40'ların başında kapanmaya başlayabilir, ancak kimi zaman kapanması 50 yaşı bulabilmektedir.
  • Skuamöz sütur 60'lı yaşlarda kapanmaya başlayabilir ancak genellikle ana süturlar arasında en fazla açık kalandır.
  • Koronal sütur çoğu zaman 30-40 yaş aralıklarında kapanmaktadır.[9]

Sütur kaynaşma noktaları uzunca bir süredir yaş tayini çalışmalarında önemli etki alanına sahip olmuş, dahası bu prosedürlerde standart bir gösterge olarak kabul edilmiş olsa da güvenilirliği ve doğruluğu konusunda ciddi problemleri beraberinde getirmiştir. Kaynaşma noktalarının popülasyonlar arası bazı değişiklikler göstermesi, patolojik durumlar ve kaynaşmanın düzensiz bir örüntüde olması bu metoda olan güveni sarsmış ve bilgisayar tomografisi gibi yeni yöntemler izlenilmesi önerilmiştir.[10], [11]

Kaburga Sternal Ucuna Bağlı Yaş Tayini

Sternal uç bölgesi günümüzde erişkin bireylerin yaşına ulaşmak için en güvenilir bölgelerden biri olarak kabul edilir. Uzun zamandır süre gelen çok sayıda çalışma bunu doğrulamış ve Türk bilim insanı Prof. Dr. Yaşar İşcan ve ekibinin geliştirmiş olduğu bu yöntem kimliklendirme çalışmalarında önemli bir pozisyona yerleşmiştir. İşcan ve ekibi 4. sağ ve sol kaburga kemiklerinin sternal uçlarının yaşa bağlı morfolojik değişimlerini inceleyerek erkekler ve kadınlar için yaş gruplaması yapmış; sekiz aşamaya ayırdıkları bu grupları, yaş ile birlikte başkalaşıma uğrayan sternal uçtaki çukurun derinliği, ucun içindeki ve kenarlarındaki farklılıkları tespit ederek oluşturmuşlardır.

Tüm Reklamları Kapat

Çalışmalarda sternal uçların genç bireylerde düz/çukur olmayan, çizgili/dalgalı bir görünüme sahip olduğu ancak ilerleyen yaşa bağlı olarak ucun giderek derinleştiği ve kenarlarında ekstra kemik oluşumlarının ortaya çıktığı gözlemlenmiştir.[12], [13], [14]

Pubis Simfizis'ten Yaş tayini

Pubis simfizisi, coxanın anterioründe yani ön kısmında yer alan iki pubik kemiğin birleştiği eklem bölgesidir. Fibrokartilaj adı verilen güçlü bir kıkırdak dokusu ile kaplıdır ve hafif esneme yeteneğine sahiptir, bu sayede vücudun yükünü hafifletir ve pelvisin doğum sırasında genişlemesine yardımcı olur. Genelde sert ve sabit bir eklem olmasına rağmen, yaşla ve çeşitli biyolojik süreçlerle birlikte bazı morfolojik değişikliklere uğramaktadır. Pubis simfizisten yaş tayini ise genel olarak kemikteki bu değişimler dikkate alınarak yapılmaktadır.

Genç erişkin bireylerde pubis simfizise bakıldığında bu yapının kenar sınırlarının belirgin bir şekilde açık olduğu, yüzeyinin ise dalgalı çizgilerle karakterize bir görünüme sahip olduğu görülmektedir. Yan dış yüzeyini oluşturan dorsal kenarın tam anlamıyla oluşumu, bireylerin 20 ila 23 yaşları arasında tamamlanmaktadır. 23 ila 27 yaşları arasındaki bireylerde, pubis tüberkülüne ait epifiz oluşmaya başlar ve aynı dönemde alt ve üst kenar sınırları da şekillenmeye başlar. 24 ile 30 yaşları arasında, ventral bölgede belirgin duvarımsı yapıların oluştuğu, ayrıca bu bölgenin hem üst hem de alt kısımlarında aşınmalar ve oluk biçiminde yapılar meydana geldiği gözlemlenmektedir. 35 yaşına yaklaşıldığında ise ventral yapının tamamlanmış olduğu ve simfizis kenarlarının olgunlaşarak belirgin bir hale geldiği rapor edilmektedir.[1]

Suchey ve ekibinin erşkinlikten yaşlılığa (soldan sağa) altı aşamalı pubis simfizis sıralaması. Genç bireylerde daha dalgalı bir yapıyla karakterizeyken yaşın ilerlemesiyle ossifik nodüller adı verilen, kemik dokusunda meydana gelen değişimler sonucu küçük sertleşmiş yapılar ortaya çıkmaya ve kemiğin görünümü tamamen değişmeye başlar.
Suchey ve ekibinin erşkinlikten yaşlılığa (soldan sağa) altı aşamalı pubis simfizis sıralaması. Genç bireylerde daha dalgalı bir yapıyla karakterizeyken yaşın ilerlemesiyle ossifik nodüller adı verilen, kemik dokusunda meydana gelen değişimler sonucu küçük sertleşmiş yapılar ortaya çıkmaya ve kemiğin görünümü tamamen değişmeye başlar.
Ebrary.net

J. Myers Suchey ve ekibinin yaptığı çalışmalar bu alandaki en önemli ve en yaygın kullanılan çalışmalardan biri olarak kabul edilimektedir.[15] Yaşa bağlı morfolojik değişimleri altı aşamaya ayıran ekip, aynı zamanda her iki cinsiyet için de uygulanabilecek bir yöntem geliştirmişlerdir. Gençlikten yaşlılık dönemine kadar uzanan bu skrorlama yönteminde, başlangıç evrelerinde kemik yüzeyi belirgin, dalgalı bir yapıya sahipken ilerleyen safhalarda çeşitli bozulmalar ve nihayetinde kemiğin aşınma ve yıpranmanın etkisiyle gözenekli, pürüzlü bir görünüm gözlenir.

Tüm Reklamları Kapat

Auricular Yüzeyden Yaş Tayini

Auricular yüzeyden yaş tayini, pelvisteki sakroiliak ekleme bağlı yüzey olan auricular yüzeyde ( İng: "Auricular surface") yaşla birlikte oluşan değişikliklerin incelenmesi yoluyla yapılmaktadır. Genelde genç bireylerde dalgalı (İng: "billowing") bir görünüm sergilerken yaşın ilerlemesiyle birlikte bu yapıların aşamalı olarak azalarak enine çizgilerin ortaya çıktığı, sınırların daha oval ve silik hale geldiği görülmektedir. Bunlara ek olarak yaşlanma ile birlikte auricular yüzeyde porozitede yani kemikteki gözeneklilikte bir artış başlar. Bu durum genç bireylerde ya çok az meydana gelir ya da hiç rastlanmaz. Öte yandan retroauricular bölgede görülen düzensizleşme ve auricular yüzeyin tepe noktasını oluşturan apeksteki aşınma ve dejenerasyonun rolünü de göz ardı etmemek gerekir.

Elbette bu metoda ithafen yapılan eleştiriler de mevcuttur. Örneğin bu yöntemin genç bireylerde güvenilir sonuçlar vermesine rağmen yaşlı bireylerde gerçek yaşın altında sonuçlara ulaşılmıştır.[1] Ayrıca bu yöntemin tek başına kullanılmaması gerektiği, diğer yaş belirleme yöntemleriyle entegre bir şekilde kullanılması gerektiği de vurgulanmıştır.

Epifiz Kaynaşmalarından Yaş Tayini

Bu yöntemde ise omuzla gövdenin bağlantısını sağlaması nedeniyle köprücük kemiği adını alan klavikulanın yaşa bağlı gelişim evrelerindeki değişimler göz önüne alınarak yaş belirlemesi yapılmaktadır. Vücuttaki uzun kemiklerin kaynaşma dereceleri ve diğer kemiklerin ikincil kemikleşme merkezlerinin kaynaşma durumları, erkek ve kadın bireylerin minimum ve maksimum yaşı, başka bir deyişle kişinin biyolojik olarak en düşük ve en yüksek yaş aralığı hakkında bilgi vermektedir.

Epifizlere gelince uzun kemiklerin uç kısımlarında bulunan büyüme plakalarıdır ve bunlar kemik olgunlaştıkça diafiz ile kaynaşmaktadır. Yaş tayini yaparken de bu evrelerdeki değişiklikler ve farklılıklardan faydalanılmaktadır.

Tüm Reklamları Kapat

Histolojik Metotlarla Yaş Tayini

Histomorfometri olarak da bilinen, kemik dokusundan alınan örnekleri mikroskop altında inceleyerek yaş tayini yapılmasını sağlayan bu metotta özellikle uzun kemiklerde yaşla birlikte artan osten sayısı ve havers kanalları değerlendirilmektedir.

Bu metodun avantajı hem kemik yapısından insan-hayvan ayrımına olanak sağlaması hem de parçalanmış, yanmış, dezenforme olmuş kemiklerde bile uygulanabiliyor olmasıdır. Oldukça eski bir yöntem olmasına rağmen, iskeletin hangi kısımlarının örneklenmesi gerektiği ve alınan kesitin hangi oranının analiz edilmesi gerektiği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.[15]

Dental Metotlarla Yaş Tayini

Diş kalıntıları, hem iskeletin en güçlü parçalarından biri olması hem de derinin altında dış etkilerden korunan konumu sayesinde birçok tafonomik ve patolojik etkiye karşı son derece dirençlidir. Bu nedenle adlî odontolojinin yaş belirlemedeki rolü azımsanamayacak kadar büyük ve bir o kadar da önemlidir. Yetişkinlerde dental yaş tayinini morfohistolojik, biyokimyasal ve radyolojik yöntemler olmak üzere üç ana başlık altında inceleyebiliriz.

Morfohistolojik Yöntemler

Morfohistolojik yöntem, 1940'ların sonu ve 1950'lerin başında Gosta Gustafson tarafından 21 yaş üstü bireylerde yaş tahmini için geliştirilmiştir ve bu alandaki en köklü yöntemlerden biridir. Bu yöntem genel olarak diş dokusunda oluşan sekonder dentin birikimi, mine aşınması gibi belirli birtakım değişiklikleri göz önüne alır. Değişikliklerden her biri 0'dan 3'e kadar puanlanır, daha sonra her yaş değişiminin skor değeri eklenir ve nihayetinde esas puanla birlikte sonuç belli olur. Yöntemin skorlama değerlerine ve genel kriterlerine ilişkin farklı öneriler sunulmuş, bu doğrultuda da yaş tayini çalışmalarında yeni ve güncel bir metodun ortaya çıkmasına neden olunmuştur.

Tüm Reklamları Kapat

Biyokimyasal Yöntemler

Yaşlanma süreci boyunca proteinlerde, kemiklerde ve dişlerde çeşitli kimyasal değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler aspartik asit rasemizasyonu, kollajen çapraz bağ oluşumu, ileri glikasyon son ürünleri ve mitokondriyal DNA mutasyonları başta olmak üzere farklı organ ve organ sistemlerinde aşamalı olarak gerçekleşen ve yaşla ilişkilendirilebilen bazı değişimlerin oluşmasına etki eder. Bunlar arasında bizim için özellikle önem teşkil edeni ve en kesin yöntem olarak vurgulananı ise kuşkusuz aspartik asit rasemizasyonudur. Kısaca aspartik asit rasemizasyonu, proteinlerde bulunan bir amino asittir. Canlı metabolizmalarında başlarda L formunda bulunurken zamanla ısı, pH ve diğer çevresel faktörlerin etkisiyle D formuna dönüşür. Bu dönüşüm süreci rasemizasyon olarak adlandırılmaktadır. Sağlıklı dişlerde genelde birkaç yıllık standart sapmalar kaydedilmişken bakımsız ve çürük dişlerin rasemizasyona olan etkisinden dolayı bu oran 20 yıl gibi devasa sapmalara ulaşabilmektedir.[16]

Radyolojik Yöntemler

Diğer iki yönteme kıyasla bu teknik hem uygulama pratikliği hem de yaşayan kişilerde kullanılabilmesi açısından oldukça güvenilir bir seçenek olarak öne çıkar. Aynı zamanda diş yapısının bütünlüğünün bozulmaması da bu tekniği daha da cazip kılmaktadır.

Radyolojik uygulamalarla gerçekleştirilen bu süreçte, dişlerin mineralizasyon nitelikleri detaylı olarak incelenir. Bu aşamada dişler dental radyograflar kullanılarak kapsamlı bir biçimde incelenir. Ardından dişlerin densiteleri yani yoğunlukları karşılaştırılır, ayırt edici özellikleri belirlenir ve bu süreçte birtakım ölçümsel değerler elde edilir.

Bu alandaki en yaygın ve en etkili yöntemlerden bazıları ise Demirjian, Kvaal, ve Drusini teknikleridir. Özellikle pulpa ile dişin genel hacmi arasındaki oranları hesaplamak sıkça tercih edilen bir yaklaşım olmuştur. Dolayısıyla hem bilimsel açıdan sağlam bir temel sunması hem de bireylerin yaş tayininde yüksek bir hassasiyet sağlaması bakımından önemli bir yöntemdir. Ek olarak, dişlerin iç yapısının derinlemesine incelenmesi aynı zamanda bireyin genel sağlık durumu hakkında da bilgiler sunabilmektedir.[17]

Tüm Reklamları Kapat

Bireyin Boyu Nasıl Belirlenir?

İnsanlar arasında fiziksel olarak en görünür özeliklerden bir olan boy, adli vakalarda eldeki verilerin karşlaştırılması ve eşleştirilmesinde çalışmalara yön vermesiyle oldukça önemli bir etkendir. Bireyin boyu ailesi, arkadaşları ve çevresi tarafından kolay bir şekilde hatırlanabilir bir bilgi olduğundan kimliklendirme çalışmalarında kayıp kişilerden oluşan aday listelerini daraltmada etkilidir.

Antropologlar çoğu zaman eksik ya da kısmi iskelet kalıntıları ile çalışmak zorunda kalır. Bu durumda boy tahmini yapılırken kullanılan başlıca referans uzun kemiklerdir. Femur, humerus, tibia en önemlileriyken bunlar mevcut olmadığında ise ulna, radius ve fibula gibi kemiklerin ölçümleri kişinin boy aralığı için en olası varsayımların ileri sürülmesi açısından yaygın kullanılan verilerdendir. İsabetli bir boy tahmini için bireyin içinde bulunduğu popülasyonu ve cinsiyetini de hesaba katmak gerekir. Çünkü boyda da diğer birçok özellikte oluğu gibi popülasyona ve cinsiyete özgü farklılıklar bulunur.

Life Magazine

Boy ölçüsünün adli antropolojide bu denli önemli bir yere sahip olmasının birkaç nedeni vardır. Öncelikle birçok kayıp kişi veri tabanında bireylerin boy bilgisi de yer alır. Belirlenen boy tahmini, kayıp ya da yaşamını yitirmiş kişi kayıtları ile karşılaştırarak listeyi daraltabilir. İkinci olarak, adli vakalarda olay yerinde bulunan görgü tanıklarının ifadeleri de boy tayinin önemini daha iyi kavramamıza yardımcı olur. Örneğin, bir cinayet olayına tanık olduğunuzu ve sonrasında kurbanın kaybolduğunu düşünelim. Böylesi bir durumda tanık olarak aklınızda kalan en belirgin özelliklerden biri muhtemelen kurbanın boyu olacaktır. Çünkü görgü tanıkları bir bireyin fiziksel özelliklerini tarif ederken genel bir algı oluşturacak temel özelliklere odaklanırlar. Doğal olarak boy bu özelliklerin başında gelir, çünkü kişinin görünüşüyle ilgili en akılda kalıcı unsurlardan biridir.

Bununla da bitmiyor, boy tayinin bir diğer önemli yanı ise olay yeri yeniden canlandırmalarında sağladığı katkıdır. Kriminal olaylar çözümlenirken kimi zaman olay yeri 3 boyutlu animasyonlar veya maketler aracılığıyla yeniden canlandırılır ve olayın gerçekleştiği anda bireylerin nasıl konumlandıkları ve belli başlı eylemleri gerçekleştirme ihtimalleri incelenir. Örnek verecek olursak, bireyin spesifik bir pozisyonda durup duramayacağı, çevresindeki aletlere erişimi gibi değişkenler doğrudan boyuyla ilişkilidir.

Tüm Reklamları Kapat

İşte böyle! Yazının buraya kadarki kısmına kadar vakayı çözümleme yolunda önemli yol katettik. Ancak henüz bitmedi. Gelin bir de, neredeyse her adımda vurguladığımız ve vakayı baştan aşağı yeniden şekillendiren popülasyona özgü farklılıklara ve nedenlerine bir göz atalım.

"Etnik Köken" Nedir? Nasıl Belirlenir?

Irk kavramı, hiç şüphesiz bilim tarihindeki en tartışmalı ve uzunca bir süre ne yazık ki en anlaşılmayan konulardan biri olmuştur. Antropoloji tarihi boyunca sürekli olarak gündemde kendine bir yer bulmuş, iskelet kemiklerinin biçim ve yapısından ırkçı çıkarımlar yapılmış ve ideolojik yapıların etkisi altında karanlık bir dönem geçirerek son derece radikal ve taraflı tartışmaların ortasında kalmıştı.

Daha sonra, 18. yüzyılın son çeyreğinde bu tartışmalar en ateşli dönemine ulaşmış ve 20. yüzyılın başlarında bilim dünyasınca nihai bir bilimsel temele oturtulmuştur. Günümüzde hiçbir insan grubunun biyolojik olarak tamamen homojen olmadığını, tarih boyunca her popülasyonun farklı gruplarla etkileşime girmesiyle sayısız genetik varyasyonun ortaya çıktığını biliyoruz. Dolayısıyla belirli bir coğrafi alana yayılmış olan toplumlardaki genetik çeşitliliğin iskelet üzerindeki kalıtımsal etkileri de farklılıklar gösterebilmekte ve bundan kaynaklı olarak popülasyona özgü aynı karakteristik niteliklere sahip iskelet yapılarından söz etmek zorlaşmaktadır. [18]

Royal Statistical Society

20. ve 21. yüzyıllarda antropologlar ve moleküler araştırmalarla uğraşan bazı bilim insanları coğrafi köken ve iskelet özellikleri arasında dikkate değer bir ilişki olduğunu keşfettiklerini iddia etmişler, bu ilişkiyi de ırk yerine etnik köken, soy ve/veya kültürel varyasyonlar terimlerini kullanarak açıklamışlardır. Burada dikkat edilmesi gereken hususun etnik köken ve kültürel varyasyon kavramlarının ırk ile aynı anlamda kullanılmaması olduğunu vurgulamışlardır. Çünkü ırk, tarih boyunca çeşitli ideolojik yargılar tarafından şekillendirilmiş bir kavramdır. İnsan gruplarını hiyerarşik bir düzene sokma çabaları bu kavramın kökeninde yatmaktadır. Bu görüşe sahip araştırmacılar, etnik köken belirleme çalışmalarının, söz konusu bireyin veya bireylerin, hiçbir ideolojik yapıya bağlı kalmadan tamamen bilimsel metotlar rehberliğinde hangi olası coğrafî kökene ait özellikler barındırdığını tespit ederek vakayı çözümleme yolunda ilerlemek adına yapılan süreci kapsadığını söylerler. Ancak objektif olmak bakımından iddia edilen bu bilgilerin nasıl elde edildiğine ve kullanılan tekniklere kısaca bir göz atalım.

Tüm Reklamları Kapat

Yakın zamanda bazı bilim çevrelerince etnik köken belirleme çalışmalarında hem cinsiyet tayininde kullanılan özellikler hem de etnik köken özellikleri birlikte değerlendirilmiştir. Örneğin mandibula, femur, subpubik açı ve sakrum gibi yapılar bu iki çalışmayı önemli ölçüde birbiriyle ilişkili kılan yapılar arasında yer alır. Bu çevrelere göre inceleme yapılan kemiklerin bireyin etnik kökeni hakkında güçlü ve isabetli sonuçlar verebilmesi için tıpkı diğer metotlarda olduğu gibi popülasyona özgü tekniklerin geliştirilmesi veya halihazırda geliştirilmiş tekniklerden faydalanılması son derece önemlidir. Örneğin biraz önce bahsettiğimiz ve bu alanda en çok üne sahip olan CRANİD, FORDİSC ve bunlara ek olarak (hu)MANid gibi yazılımların bünyesinde barındırdığı oldukça geniş veri kümeleri sayesinde doğru derecelendirme yapabilmeyi kolaylaştırdığı söylenir. Benzer şekilde dişlerdeki göstergeler kullanılarak yapılan etnik köken çalışmalarında da bilgisayar temelli uygulamalardan faydalanılır. Bunların en iyi örneği rASUDAS'tır. Yedi coğrafî bölgeden yaklaşık 30.000 kişilik referans örnekle desteklenen rASUDAS, diş tacı ve kök gibi dişlerdeki morfolojik farklılıkları analiz ederek bireyi en olası popülasyona dahil eder.[19]

Bunların haricinde çıplak gözle yani antroposkobik olarak iskelet üzerinde gözlemlenebilen farklılıklar da kullanılır. Tabii ki bu şekilde yapılan derecelendirmelerin bilgisayar temelli yazılımlardaki kadar güvenilir sonuçlar veremediği, zaten prosedürde iki yöntemin de birlikte kullanıldığı vurgulanır. İlk etapta kafatasında bulunan farklılıklar akabinde de diğer iskelet yapıları kullanılır. Her ne kadar buraya kadar kemik farklılıklarından etnik kökenin belirlenmesini ileri süren araştırmacılardan da bahsetsek de, kemik yapılarının bireylerin etnik kökeni hakkında verdiği "ipuçlarının" asılsız iddialardan öteye geçmediğini ve antropoloji camiası tarafından pek dikkate alınmadığını tekrardan vurgulayalım. Zaten iddia edilen çalışma ve sonuçların kesin bilgiler vermek yerine dolaylı olarak basit göstergeler olduğundan yana herhangi bir şüphe yoktur. Dahası, "terimin" çok esnek bir şekilde kullanılması, anlayacağınız her kalıba sokularak çok geniş ölçekte kavramsallaştırılması da (örneğin, ırk, soy, popülasyon, varyasyon vb.) halihazırda bulunan karmaşayı iyice derine çekmektedir.

Özetle, günümüz antropolojisinde, farklı bilim grupları tarafından çeşitli kriterler etrafında kemikler üzerinden "etnik köken", "soy" ya da "popülasyon" tayinin mümkün olduğu iddia edilse de bu bilgilerin bilimsel hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır.[20]

İskelet Travmaları ve Kimliklendirmedeki Etkileri

Adli antropolojide kemiklerde tespit edilen yanma, delinme, kırık ve ezilme gibi dış etkenler sonucu kemikte meydana gelen değişimlerin tümüne travma denilir. Yaş, cinsiyet, boy gibi temel biyolojik özelliklerin yanı sıra travmaların incelenmesi bireyin yaşam tarzına, geçirdiği kazalara veya maruz kaldığı şiddet gibi pek çok bilgiye ulaşmayı sağlar. Kimi zaman bir yaralanmanın nasıl meydana geldiğini ve iyileşme sürecinin nasıl ilerlediğini, kimi zaman da bireyin yaşamının son anlarına ve ölüm nedenine dair bilgileri geriye kalan bu izler sayesinde öğrenebiliriz. Örneğin Neandertal kalıntılarından yaşam tarzları üstüne bazı çıkarımlar yapılabilir.

Tüm Reklamları Kapat

Ayrıca kemiklerde belirlenen bu izlerin neden ve nasıl oluştuğu, bireyin sosyo-kültürel çevresi ve yaşam koşullarına ilişkin de bilgiler vererek mevcut durumu daha geniş bir yelpazede analiz etmeye imkân tanıyan şartları oluşturur. Örneğin iş kazaları, suikastlar veya savaş yaralanmaları hem bireyin tarihsel dönemine ait ipuçları verir hem de sosyal ve ekonomik durumu hakkında ipuçları sunabilir. Bazı durumlarda kanser gibi hastalıklar da kemiklerde izlerini bırakabilir.

Elbette bu örnekler çoğaltılabilir; iş kazaları ile başlayan bu liste, hayvan saldırıları, çevresel koşullar ve diğer sayısız faktörle devam ederken öte yandan da tüm bu olaylar bireylerin nasıl bir yaşam sürdüklerini ve bu yaşamın kendilerine ve çevrelerine etkilerini anlamamıza yardımcı olacaktır. Mesela, ağır koşullar altında çalışan veya tarımsal faaliyetlerin yoğun olduğu bölgelerdeki bireylerin iskeletlerinde, çalışma şartlarına bağlı olarak meydana gelen stres izleri gözlemlenebilir. Benzer şekilde, savaş dönemlerinde sıkça karşılaşılan yaralanma türleri uzun dönemler kalıcı etkiye sahip olan ve genellikle ölümle sonuçlanan ateşli silah, penetram vb. travmalarla karşılaşılmaktadır. Şimdi de gelin bahsi geçen bu travma çeşitlerine kısa bir göz atalım:

  • Termal travma: Yüksek sıcaklıkların kemikte renk değişimlerine, kalsinasyona, delaminasyona ve ısıyla ilişkili diğer deformasyonlara yol açmasıyla oluşan travmalardır.
  • Künt travma: Kısaca, dışarıdan alınan darbe ile kemiklerde bölgesel kırıklar, ezilme ve alet izleri gibi hasarlara neden olan travmadır. Ancak bu tavmada kemikte herhangi delinme veya kesik oluşmaz.
  • Penetran travma: Kemikte delinme, kesilme, yarılma gibi izlerin bulunduğu travma çeşididir. İzlerin yapıları ne tür bir aletin kullanılmış olabileceği hakkında da ipuçları verebilmektedir.
  • Ateşli silah travması: Ateşli silahlar kullanılarak oluşan travmalardır. Genelde mermi izleri, merminin yönünü belirten içe ve dışa doğru eşmerkezli eğimler görülür. Ancak her zaman böyle olmak zorunda değildir, bazen tek girişli izler bulunabilmekte hatta bazen de merminin kemikte saplanıp kaldığı durumlarla karşılaşılabilmektedir.

Travmaların ne zaman oluştuğu da en az nasıl oluştuğu kadar önemlidir. Özellikle adli süreçlerde ve ceza davalarında bir yaralanmanın ölümden önce mi yoksa sonra mı olduğu, failin ifadesi ve maktulle olan etkileşimiyle tutarlılığı açısından önemlidir. Maktulde bulunan yaralanma veya kemik travmaları bireyin ölümünden önce, yani hayattayken oluşmuş olabilir. Buna antemortem diğer bir adıyla ölüm öncesi travma denir. Bu tür travmalar iyileşme sürecine bağlı olarak kemikte kaynaşma (callus) izleri bırakır.

İyileşme sürecinin başladığını gösteren kemik dokusunu yeniden yapılanma işeretleri, kallus oluşumu, kırık kenarlarının yumuşaması ve bazı durumlarda enfeksiyon izleri, antemortem travmanın göstergelerindendir. Bir de kişinin ölüm süreciyle ilişkilendirilebilecek şekilde meydana gelen, kemiğin esnek ve nemli yapısı bozulmamışken yani kısaca ölüme yakın bir anda ancak kemik henüz biyolojik özelliklerini yitirmeden önce meydana gelen perimortem travmalar vadır. Bu tür yaralanmalarda kırık kenarları pürüzsüz, keskindir ve kırık hattı boyunca radyal çatlaklara rastlanır. Radyal çatlaklar, stresin veya darbenin bir noktasal bir merkez etrafında yoğunlaştığı durumlarda oluşur. Daha iyi anlaşılması bakımından bir örnekle pekiştirelim; elinize bir taş ya da benzeri bir alet alıp kemiğin üzerinde belirli bir noktadan kuvvet uyguladığınızda, kuvvetin etkisiyle kemiğin merkezinden başlayıp dışa doğru yayılan kırık desenleri ortaya çıkacaktır. Yüzeyde meydana gelen bu desenlere ise radyal kırık veya desen adı verilir.

Tüm Reklamları Kapat

New Straits Times

Üçüncü olarak ise postmortem travma, kişinin ölümünden sonra, kemiklerin esnek yapısını yitirip çürümeye başlamasıyla oluşan travmaları içine alır. Ölüm sonrası kemikler sadece çürümekle kalmayıp hava koşulları, toprak yapısı ve diğer canlılar gibi kemiğin morfolojik ve kimyasal yapısını doğrudan tehdit eden çevresel koşullarla da deyim yerindeyse başa çıkmak durumunda kalır.

Nihayetinde kemik artık esnekliğini kaybettiği ve daha kırılgan hale geldiği için antemortem ve perimortem travmalardan farklı bir görünüm sergiler. Fakat bazen perimortem ve postmortem travmalar çok benzer yapıda olabilmektedir. Aradaki farkları kısaca kırılma şekilleri ve kırık yüzeylerinin farklı özellikler göstermesi olarak açıklayabiliriz. Biraz daha açacak olursak, postmortem travmalarda perimorteme kıyasla kırık kenarları daha düzensiz ve pürüzlü; kırılgan ve kolay parçalanabilir bir yapıdadır. En göze çarpan ve kolay ayırt edilebilecek bir başka özellik de kemiklerde açıkça görülebilen renk farklılıklarıdır. Dışarıda kalarak topraktan ve çürümeden kaynaklı oluşan kemiğin dış yüzeyindeki renklenme, iç yapının daha açık renkteki görünümünü bariz bir şekilde görünür kılar.

Kemik Patolojileri, Etkileri ve Önemi

İskelet sistemi iç organların koruması ve biyomekanik hareketlerin kontrolünde oldukça hassas bir role sahip olmasının yanın sıra kalsiyum ve fosfor gibi vücuttaki temel yaşamsal minerallerin depolanmasına da katkı sağlayarak hayati bir rol üstlenir. İlerleyen yaşla birlikte kemikler durmaksızın gelişerek sürekli olarak kendini yeniler. Gençlik dönemlerinde vücut eski kemiği yenileyerek yeni ve daha sağlam kemik yapıları oluştur. Kemik kütlesi ne kadar fazla olursa osteoporoz (kemik erimesi) adı verilen, kemikleri gittikçe zayıflatan patolojik durumdan etkilenme olasılığınız da o kadar gecikir.

Kemik patolojileri iskelet sisteminde ortaya çıkan ve normal kemik yapısını veya işlevini bozan çeşitli enfeksiyon, tümör, yaşlanma sürecine bağlı değişiklikler ve metabolik hastalık tabanlı oluşumlardır. Toplu halde bulunan iskeletlerin kategorizasyonu ve en önemlisi de bu iskeletler arasında benzer biyolojik özelliklere sahip olanları ayırt edebilmek için kemiklerdeki patolojiler biçilmiş kaftandır. Çünkü bu oluşumların teşhis edilmesiyle kişinin geçmişteki genel sağlık durumu hakkında bilgilere ulaşılabilmekte böylelikle hangi kemiğin hangi bireye ait olduğunu da anlayabilmemizi bir ölçüde kolaylaştırabilmektedir.

Tüm Reklamları Kapat

Kemiklerde görülen patolojik durumlar pek çok sebebe bağlı olarak o denli çeşitlilik gösterir ki bunların hepsini sadece bu yazıya sığdırmamız mümkün değildir. Ancak genel bir fikir vermesi bakımından bazı yaygın patolojik oluşumların örnekleri üzerinde durmamızda fayda vardır.

Bunlardan ilki az önce gördüğümüz gibi osteoporozdur. Osteoporoz açık ara en yaygın karşılaşılan kemik hastalığıdır. Yaşlandıkça kemik kütlesinin azalmasına ve yoğunluğunun düşmesine yol açar. Bu hastalığa sahip bir bireyin iskeleti, olması gerekenden fazla yumuşak ve hassastır. Bu da kemiklerin en ufak bir kuvvet uygulanmasında bile hemen kırılabileceği ve yıpranabileceği anlamına gelir. Hele bir de uzun süredir dış ortamlarda kalmış bir iskelet üzerinde tafonominin ne denli etkili olabileceğini ve ne tür zorluklarla karşılaşılabileceğini düşünün.

İkinci olarak ise osteoartitle tanışalım. Osteoartrit, yani bilinen adıyla kireçlenme eklem kıkırdağının aşınması sonucu kemiklerin birbirine sürtünmesine neden olur. Tipik olarak semptomlar orta yaşla birlikte ortay çıkarken 60 yaş ve üzeri bireylerde yavaş yavaş kendisini gösterir. Günlük hayatta sıkça karşılaştığımız, büyüklerimizin yaş ilerledikçe hareketlerinin yavaşlayıp kısıtlanmasının ana nedeni işte tam olarak budur! Bulunan iskelet kalıntılarında gösterge olarak kemikte meydana gelen aşırı dejenerasyon, yeni kemik oluşumları gibi unsurlarla karşılaşılır.

Semptomlarını oldukça erken yaşlarda gösteren ve D vitamini eksikliği nedeniyle kemikleri yumuşak ve kırılgan bir hale getiren raşitizm ise çocuklarda karşımıza çıkar. D vitamini eksikliğinden dolayı kemik gelişimi ve büyümesi için vazgeçilmez olan kalsiyum ve fosfor vücutta metabolize edilemez. Çıplak gözle bakıldığında açık bir şekilde göründüğünden dolayı antropolojik kalıntılarda raşitizmin belirlenmesi çok zor olmaz. Ayrıca belirtmeden geçmeyelim, bu hastalık nadiren de olsa genetik olarak bir sonraki nesle aktarılabilir.

Tüm Reklamları Kapat

Son olarak burada ele aldığımız hastalıkların mevcut patolojilerin sadece sınırlı bir kısmını temsil ettiğini hatırlatmakta fayda var. Tıpkı etnik köken, boy ve travmalarda olduğu gibi bireyde gözle görülür biçimde olan hastalıklar da gerek karşılaştırma ve sınıflandırma yapılırken gerekse de hatırlanabilirliği sayesinde kullanılabilmektedir. Öte yandan bazı travmalar birbirine benzer özelliklere sahiptir. Bu durumun sürece olumlu etkisi olmasa da birtakım kimyasal yöntemler sayesinde çok büyük zorluk teşkil etmemektedir.

Ülkemizde ve Dünyada Kimliklendirme Çalışmalarının Kısa Bir Tarihi ve Önemi

İkinci Dünya Savaşı ve Kore Savaşı sırasında çok sayıda Amerikan askerinden yaşamını yitirenlerin iskeletlerinin kimliklendirilmesi için adli antropologlara ihtiyaç duyulmuştur. Böylece 1970'li yıllardan önce oldukça az önem verilen kimliklendirme çalışmaları, savaş sonrasında bu durumun öneminin anlaşılmasıyla birlikte bu alandaki uzman sayısı ve çalışmalar da hızlı bir artış göstermiştir. Küresel iklim değişikliği, salgınlar, savaşlar ve buna bağlı olarak artan göç akışlarının getirdiği ölümler bu uygulamanın daha da öne çıkmasını sağlamış, uluslararası alanda birçok politik problemin çözümlenmesiyle de gerekliliği her geçen gün artmıştır.

Avrupa'da kimliklendirme çalışmaları adına öne çıkan önemli merkezlerden biri, İskoçya'da Dundee Üniversitesi Tıp Bilimleri Enstitüsü'nde CAHID olarak kodlanan Anatomi ve İnsan Kimliği Merkezi'dir (The Centre for Anatomy of Human İdentification). Merkez, bünyesinde insanın biyolojik kimliği, yüz rekonstrüksiyonu ve insan vücuduna ilişkin incelemelerin yürütüldüğü çeşitli araştırmalar yapılması nedeniyle dünyada önemli bir kurum haline gelmiştir.

Bunlara ek olarak Soğuk Savaş dönemlerinde antropologlar yalnızca akademik araştırmalar yapmakla kalmamış, adlî çalışmalarla ilgilenmeseler de istihbarat çalışmalarında rol almışlardır. Bölge halkından bilgi toplama görevleriyle bu çalışmalar dolaylı olarak hükümetlerin stratejik amaçlarına hizmet etmiştir. Örneğin tanınmış antropologlardan Ruth Benedict ve Margaret Mead gibi isimler doğrudan casusluk faaliyeti yürütmemiş olsalar da savaş stratejileri geliştirilmesi ve psikolojik çalışmalar kapsamında Amerikan hükümetine önemli veriler sunmuşlardır.[21] Bu tür araştırmalar çoğunlukla savaşın etkilerini anlamak, düşman toplumlarının davranışlarını analiz etmek ve savaş sonrası yeniden yapılanma süreçlerini planlamak gibi amaçlara yöneliktir. Ancak bu çalışmalar etik açıdan bazı tartışmalara yol açmış, bilimsel araştırmaların askeri amaçlarla kullanılması akademik çevrelerde bir yandan olumlu karşılanmış olsa da öte yandan oldukça eleştirilmiştir.

Tüm Reklamları Kapat

Birkaç on yıl sonra, Bölgesel İnsan Dokusunu Tanıma Sistemi (İng: "Human Terrain System") gibi daha sistematik uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu uygulamada ise antropologlar ve diğer sosyal bilimciler doğrudan savaş bölgelerine gönderilmiş ve askeri personelin yerel halkı daha iyi anlamasına yardımcı olmuştur. Çalışmalar yerel kültür, gelenekler ve sosyal yapı hakkında bilgiler sağlayarak askeri operasyonların daha etkili ve "daha az yıkıcı" hale gelmesini amaçlamıştır. Ancak Bölgesel İnsan Dokusunu Tanıma Sistemi programı da etik kaygılar ve antropoloji disiplininin militarize edilmesine yönelik eleştirilerle karşılanmıştır. Bu durum, sosyal bilimlerin hangi koşullarda ve hangi amaçlarla kullanılabileceği sorusunu yeniden gündeme taşımıştır.

Antropolog Bronislaw Malinowski, Trobriand Adası yerlileriyle. İki büyük dünya savaşı arasında İngiliz sosyal antropolojisinin "kurucu babalarından" olan Malinowski, Yeni Gine'nin Doğusunda bulunan Trobriand takım adalarında anaerkil bir toplulukla ilgili enteresan çalışmalarıyla da sesini duyurmuştur.
Antropolog Bronislaw Malinowski, Trobriand Adası yerlileriyle. İki büyük dünya savaşı arasında İngiliz sosyal antropolojisinin "kurucu babalarından" olan Malinowski, Yeni Gine'nin Doğusunda bulunan Trobriand takım adalarında anaerkil bir toplulukla ilgili enteresan çalışmalarıyla da sesini duyurmuştur.
The Public Domain Review

Ülkemize gelecek olursak, adlî antropoloji ve kimliklendirme çalışmaları henüz çok genç yaşta olmasına rağmen büyük ve önemli adımlar atılmıştır. Bu alanda resmî olarak ilk kez 2016 yılında dönemin Adlî Bilimler Enstitüsü Müdürü olan Prof. Dr. Hamit Hancı ve müdür yardımcısı Prof. Dr. Ayla Sevim Erol'un girişimleriyle ilk ve tek yüksek lisans programı 2015'te açılmış olup ilk mezununu 2018'de vermiştir. Adlî Antropoloji Doktora Programı Şubat 2020'de başlamış ve 2021 senesinden itibaren adlî bilimlerdeki vakaların çözümlenmesi, olay yeri inceleme ve kimliklendirme çalışmalarının ilk adımları atılmıştır.

Son yıllarda ülkemizde ve dünyada meydana gelen gerek küresel ısınma gerekse doğal afetler, adlî antropoloji ve biyolojik profil belirleme çalışmalarının ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Özellikle geçtiğimiz senelerde toplamda 11 ili etkileyen ve on binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan Kahramanmaraş merkezli deprem, kayıpların kimliklendirilmesinin ve bu süreçte kullanılan adlî antropoloji ile bilimsel yöntemlerin büyük önem taşıdığını gözler önüne sermektedir. Bu tür felaketlerde, kaybolan ya da kimliği belirlenemeyen bireylerin tespiti ve yakınlarına ulaştırılması için bilim insanlarının yaptığı çalışmalar, toplumun acılarının bir nebze olsun hafifletilmesine katkı sağlayabilmektedir. Bu nedenle adli bilimlerin ve kimliklendirme tekniklerinin sürekli olarak geliştirilmesi ve bu alandaki uzmanların desteklenmesi, toplumsal dayanışma ve insan hakları açısından büyük bir gerekliliktir.

Sonuç

Sonuç itibarıyla, tüm bu temel demografik özelliklerin belirlenmesi yalnızca adli vakaların çözümüne katkı sunmakla kalmayıp aynı zamanda bireylerin yaşamına dair sosyokültürel izleri açığa çıkarma potansiyeli de taşımaktadır. Özellikle kemik morfolojisi ve yapısal özelliklerin incelenmesi, hem biyomekanik açıdan bireyin yaşam biçimi ve başından geçenler hakkında en ince ayrıntısına kadar detaylı çıkarımlar yapmaya olanak tanımakta hem de toplumsal ve çevresel faktörlerin birey ve toplum üzerindeki etki ve sonuçlarını daha geniş bir perspektiften görmemize etki etmektedir. Bununla birlikte, biyolojik profil oluşturma sürecinde kullanılan yöntemlerin sürekli olarak gelişmekte ve çeşitlenmekte olduğu da göz ardı edilmemelidir. Moleküler ve kimyasal tekniklerin geleneksel osteolojik analizlerle birlikte kullanılması, eski kimliklendirme yaklaşımlarını önemli ölçüde ileriye taşımaktadır.

Tüm Reklamları Kapat

Bütün bu değerlendirmeler ışığında, iskelet temelli biyolojik profilleme antropolojinin adli bilimler ve diğer bilimlerle olan iş birliğinin önemini ortaya koymakta ve daha da önemlisi her bir disiplinden edinilen bilgilerin insan yaşamına dair daha kapsayıcı ve bütüncül bir resim çizilmesine katkı sağladığını göstermektedir.

Bugün bu gezegende yaşamış her bir insanın hikayesinin ne denli karmaşık, derin ve şaşırtıcı ayrıntılarla örülü olduğunu artık daha net görebiliyoruz. İnsanları yalnızca iskelet yapıları, ten renkleri veya basit fizyolojik farklılıkları temel alarak sınıflandırabileceğimiz fikri, köhnemiş ve bugünün bilimsel anlayışı karşısında geçerliliğini yitirmiş bir düşünce biçiminden ibaret. Yüzyıllar boyunca insan çeşitliliğini basmakalıp yargılarla açıklamaya çalışan yüzeysel yaklaşımlardan uzaklaşıp bilimin ve bilimsel yöntemin sunduğu yadsınamaz gerçekleri benimsemek ve insanın çok yönlü doğasını kucaklamak, hiç şüphesiz insanlık adına atılabilecek en önemli adımlardan. Evrimsel biyolojiden antropolojik araştırmalara kadar uzanan muazzam bilimsel miras, hepimizin aynı büyük hikâyenin parçaları olduğumuzu ve bu hikâyenin ancak bilimsel yöntemlerle en doğru şekilde anlaşılabileceğinin en bariz göstergelerinden birisidir.

doi: 10.47023/ea.bilim.18550

Bu Makaleyi Alıntıla
Okundu Olarak İşaretle
Özetini Oku
12
1
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Bize Ulaş
Yukarı Zıpla

İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!

Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.

Soru & Cevap Platformuna Git
Bu İçerik Size Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 2
  • Bilim Budur! 2
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 2
  • Tebrikler! 1
  • İnanılmaz 1
  • Umut Verici! 1
  • Merak Uyandırıcı! 1
  • Güldürdü 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Kaynaklar ve İleri Okuma
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 18/12/2024 19:07:11 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/18550

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Keşfet
Akış
İçerikler
Gündem
Gebelik
Yumurta
Veri Bilimi
İspat Yükü
Işık Yılı
Ölüm
Çeviri
Diş Hekimliği
Dilbilim
Dinozorlar
Kanser Tedavisi
Kara Delik
Geometri
Taklit
Hayatta Kalma
Nörobiyoloji
Şempanzeler
Radyasyon
Burun
Arı
Depresyon
Atom
Primat
Sağlık Örgütü
Beslenme Davranışı
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Kafana takılan neler var?
Gündem
Bağlantı
Ekle
Soru Sor
Stiller
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Sosyal
Yeniler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
Kaldığım Yeri İşaretle
Göz Attım

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.
[Site ayalarına git...]

Filtrele
Listele
Bu yazıdaki hareketlerin
Devamını Göster
Filtrele
Listele
Tüm Okuma Geçmişin
Devamını Göster
0/10000
Bu Makaleyi Alıntıla
Evrim Ağacı Formatı
APA7
MLA9
Chicago
V. Sarıgül, et al. İskeletteki Kemikler ve Dişler Sayesinde Birey Hakkında Hangi Bilgilere Ulaşılabilir? Bir İskelet Bize Neler Söyleyebilir?. (7 Aralık 2024). Alındığı Tarih: 18 Aralık 2024. Alındığı Yer: https://evrimagaci.org/s/18550 doi: 10.47023/ea.bilim.18550
Sarıgül, V., Alparslan, E. (2024, December 07). İskeletteki Kemikler ve Dişler Sayesinde Birey Hakkında Hangi Bilgilere Ulaşılabilir? Bir İskelet Bize Neler Söyleyebilir?. Evrim Ağacı. Retrieved December 18, 2024. from https://doi.org/10.47023/ea.bilim.18550
V. Sarıgül, et al. “İskeletteki Kemikler ve Dişler Sayesinde Birey Hakkında Hangi Bilgilere Ulaşılabilir? Bir İskelet Bize Neler Söyleyebilir?.” Edited by Eda Alparslan. Evrim Ağacı, 07 Dec. 2024, https://doi.org/10.47023/ea.bilim.18550.
Sarıgül, Veli. Alparslan, Eda. “İskeletteki Kemikler ve Dişler Sayesinde Birey Hakkında Hangi Bilgilere Ulaşılabilir? Bir İskelet Bize Neler Söyleyebilir?.” Edited by Eda Alparslan. Evrim Ağacı, December 07, 2024. https://doi.org/10.47023/ea.bilim.18550.
ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close