Paylaşım Yap

KİTLE KÜLTÜRÜ MÜ, KÜLTÜRÜN DEMOKRATİKLEŞMESİ Mİ?

Alan Swingewood

KİTLE KÜLTÜRÜ MÜ, KÜLTÜRÜN DEMOKRATİKLEŞMESİ Mİ? La grève des mineurs du Pas-de-Calais, 1906
Fransız kömür yataklarındaki, Pas-de-Calais'deki Madenciler Grevi
25 dakika
5
  • Blog Yazısı
Blog Yazısı
Tüm Reklamları Kapat

Siyasal meşruiyetin temel sorunu kitle toplumu ve kitle kültürü kuramları bağlamında ortaya konmuştur. Görmüş olduğumuz gibi, sivil toplumun çöktüğünü ve devletin iletişim ve kültür tarzları üzerinde egemenlik kurmuş olduğunu savunanlar ve bu gelişmeleri çağdaş kapitalizmin (ya da 'geç kapitalizmin’) doğasında bulunan teknolojik üstyapıya bağlayanlar vardır. Birinci Bölümde öne sürüldüğü gibi, T. S. Eliot ve F R. Leavis gibi kültür eleştirmenleri de, kültürün edebi yönleriyle daha çok ilgili olmakla birlikte, değerlerin çöküşünü ve kültürel zevk kalitesindeki düşüşün nedenini doğrudan teknolojiye bağlamaktadırlar. Kitle kültürü tezinin bütün çeşitlerinde, değerlerin krizi ve meşruiyet sorunu, demokrasinin nihai olarak tehdit altına girdiği bir teknolojik zorunluluğun kör işleyişine mekanik bir şekilde bağlanmaktaydı. Bu bölüm, kapitalizmin demokratik kurumlarıyla tekdüze bir kitle kültürünün kaçınılmazlığı arasındaki ilişkiyi araştıracaktır.

Toplumsal Oluşum ve Kültürel Düzeyler Kavramı

Kitle kültürü nedir? Amerikalı eleştirmen Dwight MacDonald’a göre, kitle kültürü “büyük işadamları tarafından istihdam edilen teknisyenler tarafından üretilen ve müşterileri de katılımları yalnızca satın almakla almamak arasında bir tercih yapmakla sınırlı olan edilgen tüketiciler” olan bir kültürdür. MacDonald tartışmasını, kitle kültürünün “Yüksek Kültür’ü her yanı kaplaması ve karşı konulmaz boyutlara varmasıyla tehdit ettiğini öne sürerek bitirir.” Leavis ve Horkheimer’in izinden giden Amerikalı eleştirmenler, böylece, kitle iletişimini kültürel gerilemeyle basitçe özdeşleştiren bir kavrayışı desteklemektedir: “Kitle kültürünün en kötü yanı, zevklerimizi yalnızca yavanlaştırmakla değil, aynı zamanda totaliterliğe giden yolu açarak duyularımızı kabalaştırmakla tehdit etmesidir. Ve bununla içiçe geçmiş olan kitle iletişimi de her şeyi bu kötü sona sürüklemekte işbirlikçiliği yapmaktadır.” Kitle kültürü, böylece, “modern toplumdan ayrılmaz gibi görünen duygusal tavırları—edilgenliği ve can sıkıntısını—güçlendirmektedir. ”

Tüm Reklamları Kapat

Bu tanımlarda, yaratıcıları için yalnızca kar etmeye ve tüketicileri için yalnızca eğlence ve hazcılığa adanan sanat biçimlerinin ortaya çıkmasının bir sonucu olan kitle kültürünün, müzik, edebiyat ve sanat alanlarında geçmişten miras kalan bazı kültürel standartların değerini düşürdüğü iddia edilmektedir. Adomo ve Horkheimer’ı izleyen Leo Lowenthal, kitle kültürünün standartlaşma, stereotip, tutuculuk, yalancılık ve yönlendirme ile nitelendirilebileceğini ve sanatın ‘gerçek deneyimine’ karşın ‘sahte hazları’ önerdiğini savunur. Benzer bir bakış açısına sahip olan Arnold Hauser, kitle kültürünü, “genellikle şehirli olan ve kitle davranışına eğilimli yarı eğitimli halkın talebini karşılayan sanatsal ya da yarı sanatsal ürün” olarak tanımlamaktadır. Ona göre, kitle kültürünün toplumsal işlevi, şehirli insanın “hiçbir şey yapmamaktan duyduğu sağlıksız korkuyu” ve yaygın sıkıntıyı hafifletmektir. Kitle kültürünü demokrasi ve çoğulculukla, eğitimin ve bireysel özerklik ve hümanizmin gelişmesi ile özdeşleştiren diğer eleştirmenler daha iyimserdir. Kitle kültürüne bu ‘ilerici evrimci’ bakış açısı genellikle kitle kültürü yerine popüler kültür kavramını yeğlemekte ve kavramın sanatı, edebiyatı, müziği ve tüm boş zaman etkinliklerini de içerecek şekilde genişletilmesinden yana olmaktadır. Birinci Bölüm’de değinildiği gibi, popüler kültürün ilerici evrimci kavranışı geçmişin idealize edilmesini reddeder; ve siyasal ve toplumsal karar alma sürecine tüm toplumsal tabakaların katılımındaki artışa işaret eder. Yüksek kültürün galip geldiği ve yüksek kültür muhafızlarının toplum üzerindeki etkilerinden emin oldukları Ondokuzuncu Yüzyıl toplumunda yoksulluk, cehalet ve dışlanmışlık ön plandaydı; teknolojinin hızlı gelişimi ve okuryazarlıkla iletişimin yaygınlaşması kitleleri kabalaştırmak yerine demokratikleştirmiştir.

Bu iki karşıt bakış açısı arasında herhangi bir köprü kurulmamış gibi gözükmektedir. Büyük ölçekli kapitalist üretim, kültürel farklılık ve çoğulculuğun ve sivil toplumun çöküşünün nedenidir: kapitalizm herkesi demokratikleştirmekte ve yalnızca bir edilgen izleyici konumuna dönüştürmektedir. Bu iki yaklaşımın uzlaşmazlığı Arnold Hauser’in yaptığı şu yorumda örneklenmektedir: “Kitle kültürü ürünleri eğlence endüstrisi tarafından insanların kültürel ihtiyaçlarını tatmin etmek değil, sömürmek üzere oluşturulmaktadır. (ve) bu ürünlerin kalitelerinin kötü oluşları bir tarihsel tesadüf—yani, kültürün demokratikleşmesi ile rekabetçi kapitalizmin eşzamanlı olarak ortaya çıkması—sonucudur.” Oysa, bu bölümün göstermeye çalışacağı üzere, kültürün demokratikleşmesindeki gerçek ilerleme, kapitalizm, laissez faire [bırakınız yapsınlar] aşamasından çağdaş tekelci örgütlenme aşamasına geçtikten sonra meydana gelmiştir.

Bu kuramların temelinde ‘yüksek’ ve ‘aşağı’ kültürler arasındaki ayrım yatmaktadır, ikinci Bölüm’de tartışıldığı üzere, kültür, üretim tarzındaki maddi taban ve toplumsal üretim ilişkilerinden doğmaktadır; ve kültürün farklı düzeylerini konumlandırmaya yönelik her türlü çaba, toplumsal oluşum ve üretim tarzı içinde iletişimin gelişmesi terimleriyle çözümlenmek durumundadır. Ama kitle kültürü kuramlarıyla birlikte, kültürel düzeyler, ister yüksek ve aşağı, ister yüksek, orta ve popüler olarak sıralansın, asla bir bütünlük olarak toplum ya da üretim tarzı kavramlarına bağlanmamaktadır; daha çok, demokrasi, eşitlikçilik ve ‘yüksek standartların’ çöküşü arasındaki bağlantılara dair sıkça yapılan göndermelerin işaret ettiği üzere, kültürel yapıların bilimsel değil ahlaki bir çözümlemesi söz konusudur. Kütüphanelerden ödünç alman kitap sayısında gözlenen artışla edebi olan ve olmayan eserlerin ucuz basımlarının piyasada çoğalmasının kanıt teşkil ettiği okuma alışkanlığındaki artışın popüler romanlardaki yüksek kitlesel üretimin aynı oranda artmasıyla etkisiz hale getirildiği ve de “kültürün bir anlamda proleterleşmesi eğilimi” sonucu, “istikrarlı bir başarılar bütünü olan kültürün zorunlu olarak çöktüğü” gibi (çoğu zaman ideolojik iddialardan öte bir şey ifade etmeyen) budalaca fikirler ileri sürülmüştür. Yüksek ve aşağı kültürler arasındaki aynın üzerine temellendirilen kitle kültürü kuramları, “yüksek edebiyat ve kültürü takdir etme standartlarının toplumsal bir seçkinin standartları ile yeterli ölçüde yakın ilişkide bulunması sonucu” zar zor okuryazar topluluklarla ‘yüksek’ kültürlerin toplumsal yapıyı birleştirdiği üzerine efsaneler yaratarak geçmişi romantikleştirir ve tarihsizleştirirler. Buna karşıt olarak, mükemmellik yerine eşitliği tercih ettikleri için, kitle toplumlarında yaratıcı seçkinlere yer yoktur. Bunun yerine, profesyoneller tarafından pazar için üretilen bir kültür—toplumun tüm köşelerine ulaşarak herkesi kendi ‘standartsız dünyası’ içine çeken bir kitle kültürü— ortaya çıkar.

Kültürel olarak yaratıcı seçkinleri ortadan kaldıran kapitalist toplumdaki demokratik eğilimlerin sonucu olarak, kitlelerin ‘yüksek kültür’ü tehdit ettikleri görüşü ekonomik değişme ile kültürel gelişme arasında doğrudan bir ilişki olduğunu varsayar. Elbette ki üretim tarzı ve toplumsal ilişkiler özel sermaye tarafından değiştirildikçe hem siyasal, hem de kültürel yapılar dönüşmektedir—ama bu dönüşüm mekanik değildir; değişim, toplumsal oluşum kavramı ekonomik yapıdan kısmen özerk yapısal düzeyler olarak tanımlandığında, eşitsiz ve çelişkilidir. Kitle kültürü kuramının böylesi bir toplum kavrayışı yoktur ve böylelikle kültürün demokratikleşmesini burjuva hegemonyası ile burjuva kamusal alanı arasındaki karmaşık ilişkilerden kopuk engellenemez ve evrimsel bir süreç olarak algılar. Kültürün demokratikleşmesi sorunu ancak özgül tarihsel belirlenimleri ve gelişimi, özellikle de okuma ve yazma alışkanlığının insan bilincini ve eylemini yaratması bağlamında ele alınmak durumundadır.

Tüm Reklamları Kapat

Modern Kültürün Diyalektiği: Okuryazarlık ve Kitlesel Tüketimin Siyasal Sonuçları

Önceki bölümde Ondokuzuncu Yüzyıl burjuvazisinin karşılaştığı meşruiyet krizinin, burjuvazinin yönetici sınıf olarak tahakkümünün önce eski yönetici sınıflara karşı işçi sınıfının, ardından da potansiyel olarak bağımsız bir siyasal güç olarak işçi sınıfının kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkmasıyla aristokrasinin desteğine dayanmasından kaynaklandığını tartışmıştık. Yani, burjuva demokratik kültürünün yayılmasına karşı gelişen muhalefet esasen siyasaldı ve okuryazarlığın işçi sınıfını radikalleştireceği ve kültürel standartları düşüreceğine ilişkin korkuya dayanmaktaydı. Bu tür hisler, ifadelerini, örneğin—bazı kitle kültrü tezlerine özgü tartışmalarda da gördüğümüz üzere—okuma alışkanlığının çok edilgen hale geldiğine, zihni dumura uğrattığına dair yaygın düşüncede bulmaktaydı. Meşruiyet krizi, proletaryanın kapitalist ekonominin ve meta üretiminin ‘sıkıcı zorunluluklarının boyunduruğu altına girmesi ile çözülecek, böylelikle de, Marx’ın deyişiyle, işçi sınıfı eğitim, gelenek ve iş disiplini dolayımıyla itaat etmeyi öğrenecek, kapitalist üretimin özgül tarihsel koşullarını toplumsal değil, doğal güçler olarak kabullenecekti. Burjuva hegemonyasının demokratik kurumlan dolayımıyla gerçekleşen eklemlenme, yaygın demokratik kültürün—yani, şimdilerde kitle kültürü adı verilenin—varolmadığı koşullarda oluşmuş bir şey değildir. İşçi sınıfı, aldığı düşük ücret ve satınalma gücünün olmayışı gözönüne alındığında, daha ‘tüketime yönelmiş’ kabul edilmemişti. Çünkü burada vurgulanması gereken nokta, proletaryanın pasif bir kitle olduğu değil, etkili ve bağımsız bir işçi sınıfı önderliğinin bulunmadığı koşullarda, ekonomik ve siyasal kurumlardan doğrudan doğruya süzülüp gelen burjuva ideolojisinin baskısına karşı durmanın mümkün olmadığıdır. Burjuvazi kültürel düzeyde güçsüzdü: Ondokuzuncu Yüzyıl’ın sonlarına doğru beliren yeni ticari kültür, din, siyaset ve çalışmanın dışında, yegane, ama büyük ölçüde etkisiz, kültürel eklemlenme biçimiydi. Etkili bir kütüphane hizmeti mevcut değildi (zaten, varolanlar da çoğunlukla orta sınıf tarafından kullanılmaktaydı); söz konusu olan tek şey, kısıtlı bir eğitim ve yıpratıcı uzun iş saatleriydi.

Ondokuzuncu Yüzyıl boyunca gelişen yeni popüler kültür hiçbir zaman için salt işçi sınıfına yönelik değildi. Reynolds’ Miscellany (1846), The London Journal (1845) ve daha sonra da Tit Bits ve Answers (1880) gibi süreli yayınlan izleyenler kentli proletarya değil, büro işçileri ve profesyonelleri kapsayan yeni beyazyakalı işçi tabakasıydı. Wilkie Collins “Unknown Public”i yazdığında, kastettiği, hem okuryazar vasıflı işçi, hem de Yirminci Yüzyıl’a gelindiğinde yeni kütüphane hizmetlerini kullanan ve popüler dergi, gazete ve edebiyatı destekleyen yeni yetme orta sınıftı. Tipik bir ürün, Woman’s World (1903) adlı dergiydi; bu dergi, doğrudan doğruya, “gezintiler ve çay aralarında kendilerini eğlendirmesi ve eşlik etmesi amacıyla, ev kadınları, dükkan ve bürolardaki hanımlara, ilginç, eğlenceli ve faydalı olması amacıyla da, fabrika işçilerine” sesleniyordu.26 Yani, eğer bir kitle kültürü söz konusu ise, bu, işçi sınıfının kapitalist topluma değil, orta sınıfın ticari burjuva kültürüne eklemlenmesinden kaynaklanmaktaydı. Böylelikle, eğer yüksek kültüre yönelik bir tehditten söz edilecekse, bunun kaynağı işçi sınıfı değil, oy verme alışkanlıkları, yaşam tarzları ve ideolojik varsayımlarıyla kapitalizmin değerlerini eleştirmeksizin kabullenen toplumsal tabakaydı.

Öyleyse, popüler kültür nedir? Gördüğümüz gibi, bu kavram dini, edebiyatı, halk oyunlarını, bilim kurguyu, korku filmlerini, Ondokuzuncu Yüzyıl halk türkülerini, kırsal şiirleri, vesaireyi kapsamaktadır. Sözde ‘halk kültürü’ ile popüler kültür arasındaki temel farklılık, İkincisinin bir kitle kavramı ve işbölümüyle kültürel nesnelerin mekanik üretimi üzerine kurulu bir üretim tarzına dayanmasıdır. Genel olarak, kitle kültürü kuramına yönelik yöntemsel yaklaşım, tüketimden ziyade üretimi vurgulamakta, böylelikle de burjuva demokratik kültürün popüler kültürle ilişkisini birbirine karıştırmaktadır. Oysa, burjuva kültürünün bir parçası olan popüler kültür, bireyin toplumsal bütünle ilişkisine aracılık etme işlevini gören bir meta türünden başka bir şey değildir.

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Burjuva demokratik kültürünün temel eğilimleri Yirminci Yüzyıl boyunca karmaşık ve çelişkili şekillerde gelişmiştir. Toplumsal ilişkileri ve siyasal yapıları dönüştüren ve toplumsal oluşum içinde birçok kültürel düzey yaratan kapitalist üretim tarzı, kültürü sürekli olarak kökten değiştirir. Her tür kültürün maddi temeli teknoloji, bilim ve iletişimdir; ve bu anlamda da kapitalizm ve onun yarattığı kültür ‘yüksek’ bir noktadan ‘alçak’ bir noktaya düşüşü yaşamış değildir. Böylesi yorumlar esas itibariyle tarihselcidir; ve kapitalist üretim tarzının özgül tarihsel gelişimi çok daha zengin ve çok daha çeşitlenmiş bir iletişim sistemini yaratarak okuryazarlığın gelişimini hızlandırır ve basılı olsun, olmasın tüm kültürel medyaya erişimi hiçbir zaman tanık olunmadığı ölçüde fazlalaştırırken, böylesi yorumlar bunlara dair her yerde varolan bir bütünsel süreç olduğunu varsayar. Fakat, kapitalist kültür duraklamadığı (ya da ‘gerilemediği’) halde, burjuva demokratik kültürünün potansiyel evrenselliği gerçekleşmiş değildir. Ondokuzuncu Yüzyılda olduğu gibi bugün de tiyatro, konser, opera ve resital salonlarına erişim, burjuvazinin küçük bir kesimiyle orta sınıf profesyonelleri içeren bir tabakayla sınırlıdır; resim ve heykel ise özel koleksiyonlarda, gözden uzak, muhafaza edilmektedir. Aynı şekilde, nüfus artışını geride bırakacak şekilde çoğalan ve kültürel kuruluların en demokratiği olan kamuya açık kütüphaneler, Amerika’da hemen hemen halkın %30’unun erişimine hazır hale gelmiş ve ortasınıf iletişiminin esaslı bir parçası konumunu almıştır; ama, yapılan araştırmalar kütüphaneden ödünç kitap alanların %10’undan azının işçi olduğunu, halkın %32’sinin kütüphaneyi hiç kullanmadığını ve nüfusun ancak %2’sinin basılan kitapların yarısını okuduğunu göstermektedir. Demokratik kültürün doğasının önünde ciddi sınırlamalar varsa da, kitlesel çapta mekanik üretimin gelişimiyle birlikte kültür giderek daha demokratik hale gelmektedir: televizyon ve radyo, tiyatro, müzik ve operayı daha erişilebilir kılmıştır (tek bir televizyon programında gösterilen bir Shakespeare oyunu ya da Mozart operası, tüm Shakespeare oyunları ve Mozart operalarının çağdaş dönemde biraraya getirdiği toplam seyircilerden fazlasına ulaşabilmektedir); plak ve kasetlerin kitlesel çapta üretim ve satışıyla, senfoni, oda müziği, şarkı ve opera tümüyle demokratikleşmiştir; kütüphane hizmetinin sınırlı kullanımının sonucu olan ve 'ucuz baskı kitap devrimi’ olarak adlandırılan devrim ucuz kitapları—özellikle de eski kitapların yeniden baskılarını—tüm halka ulaştırabilmiştir: 1960’da basılan eser sayısı 6000 iken bu sayı 1970’de 40.000’e sıçramıştır. Aynı şekilde, 1950 ile 1970 arasında basılan yeni eserlerin sayısı iki katma çıkmıştır. Böylelikle, ‘yüksek kültür’ ürünleri hiçbir zaman tanık olunmadığı ölçekte büyük bir izleyici kitlesine ulaşabilmiştir: kitlesel çapta mekanik yeniden üretimin kültürel standartları düşüreceği iddiası doğru değildir; çünkü Ilyada’nın Harold Robbins kitaplarıyla yanyana tren istasyonu kitapçılarında satılması, Ilyada’nın kalitesini ya da bireylerin ona gösterdikleri tepkinin niteliğini azaltıyor değildir; ve bir Beethoven senfonisi ister süpermarkette, isterse ‘kaliteli’ bir müzik dükkanında satılsın, hala bir Beethoven senfonisidir. Gerçekten de, ‘yüksek kültür ürünlerinin’ üretimiyle bunların toplumsal olarak ’ özümsenişine aracılık etmekte kitlesel üretimin gelişiminin son derece önemli rolü olmuştur. ‘Yüksek kültür’ü bir azınlık üretmekte, ama yine toplumun eğitilmiş ve kültürlü bir tabakasını ifade eden bir azınlık da bunları ya görmezlikten gelmekte, ya da yanlış anlamaktadır: her zaman için bir azınlık ilgisi olarak kalan oda müziği sanatsal kültürün en yüksek formunu ifade ederken halka açık konserlerin kültürlü ve duyarlı daimi müşterileri, Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi, ya da Stravinsky’nin Bahar Ayini gibi (ilk yorumlanışlarında) ‘ağır’ ve büyük ölçüde anlaşılması zor eserlerdense, ‘hafif orkestra repertuarlarını yeğlemektedir.

‘Yüksek’ kültüre karşı ‘aşağı’ kültür sorunu, türdeş tüketim alışkanlıkları ve ‘aşağı’ standartları olan kitlelerin tekdüze bir popüler kültür talep ettikleri efsanesi süregittiği müddetçe devam edecektir. Kapitalist kültür tarihinin tüm biçimleri, eğitimli ve kültürlü tabakaların da eğlence ve oyalanma talep etmede kitlelerin müttefiki olduklarını açıkça ortaya koymaktadır: Onsekizinci Yüzyıl kadın dergileri, Gotik korku romanları, Ondokuzuncu ve Yirminci Yüzyıl’da çıkan kadınlara yönelik aşk romanları ve dergileri yüksek sınıflar—aristokrasi, burjuvazi ve küçük burjuvazi—tarafından da aynı heyecanla izlenmiştir. Aynı şekilde, bugün The Times okuyanların %30’u Daily News da okurken, Sunday Telegraph okuyanların %22’si aynı zamanda News of the World’ü de takip etmektedir. 1960’larda yayınlanan kadın dergileri üzerine yapılan bir çalışma, nüfusun en üst %20’lik kesimini oluşturanların— yüksek düzeyli profesyoneller, profesyoneller ve orta sınıf mensubu beyazyakalı işçilerin—%60’ının bu dergileri izlerken, aynı oranın tüm işçiler arasında %63’de kaldığını ortaya koymaktadır. Eğer ‘kültürlü’ ve eğitimli yüksek sınıf mensupları gerçekten yüksek standartları savunuyorsa, bunu biraz garip bir şekilde yapıyor olmalıdır.

Tüketim düzeylerine bakarak ‘yüksek’ kültürle popüler kültür arasında gerçek bir sınır çizmek mümkün değildir: vampirlerden, aşk romanlarından ve şiddetten alınan haz Ondokuzuncu Yüzyıl okurlarının özelliği olduğu kadar günümüzde televizyon ve sinema eğlencesinden alman haz da buna benzer bir durum arzetmektedir. Her ne kadar sınıf çizgilerini geçse de, ortasınıf profesyonelleri ile fabrika işçilerinin, özellikle modern spor karşılaşmaları başta olmak üzere, aynı televizyon programlarını izlemeleri, bu olgunun her iki katmanın toplumsal dünyayı yapılandırmalarında, kendilerinin böyle bir dünyada hangi konumda olmalarına ve hangi eylemde bulunmaları gerektiğine karar verişlerinde herhangi bir gerçek anlam ifade etmemektedir. Modem kapitalizmdeki önemli sınıf içi ilişkiler, işçi sınıfının Sosyal Demokrat ve Komünist siyasal partilere bağlılığının süregitmesi ve işçi sınıfının çoğunluğunda sınıflı bir toplumda yaşandığına dair bir bilincin olması, toplumsal ve siyasal değerleri belirgin bir biçimde değiştirmede ticari popüler kültürün ne kadar etkisiz kaldığını açıkça ortaya koymaktadır.

Böylelikle, teknoloji ve iletişimdeki ilerleme dolayısıyla sanat, edebiyat ve müziğin demokratikleşmesine neden olan süreçler, aynı zamanda demokrasinin aleyhine çalışmaktadır. Ondokuzuncu Yüzyıl kapitalist kültürü bir eklemlenme tarzı olarak başarısızlığa uğramışsa da, Yirminci Yüzyıl’da ticari kültürün aşın yayılması tüm toplumsal tabakaları ortak ve evrensel bir temele eklemlemenin daha başarılı bir çabası olarak görülmelidir. Buradan çıkan sonuçlardan biri, popüler kültürün örgütlenmesinin giderek kapitalist pazar güçleri ve kapitalizmle bağlantılı ideolojileri yansıttığıdır. Artık birçok kapitalist toplumda radyo ve televizyon, film üretimi ve her düzeyde dağıtım ve basım dev tekeller ve çokuluslu şirketlerin denetimi altındadır. Bu eğilimin en belirgin sonucu, dergi, gazete ve televizyon programlarının eğitim ve kültüre önemli bir katkısı olduğu için değil, reklam gelirlerini arttırmanın bit yolu olduğu için üretildikleridir. Çok az dergi ve gazete ana gelir kaynaklarını teşkil eden kapitalist reklamlar olmaksızın ayakta kalabilmektedir. İşte bu nedenle tiraj önemlidir, çünkü reklam ücretleri doğrudan doğruya tiraja göre belirlenmektedir. Rakip gazete, dergi ve televizyon istasyonları arasındaki izlenme mücadelesi biteviyeliğe, ticari ‘başarı’ arayışı dolayısıyla program başlıkları ve programlarda hızlı bir değişmeye ve asal işlevi ham ekonomik çıkarları tatmin etmek olan kültürel medyanın belirmesine neden olmaktadır.

Tabii ki tüm bunlar demokratik kültürü değil, kitle kültürünü çağrıştırmaktadır. Üretim açısından bakıldığında, kapitalist kültür demokratikleşmemiştir; kitlesel olarak pazarlanan ve pazar araştırmalarının en yeni teknikleriyle sürekli olarak denetlenen bu kültür, antidemokratik ideolojileri yansıtmakta ve statükonun korunmasıyla ilgilenmektedir. George Orwell İngiliz ve Amerikan çizgi romanları üzerine yaptığı klasik çözümlemesinde, Gem ve Magnetle olayların hemen hemen her zaman kriket, eşek şakaları ve okul içi rekabet etrafında örüldüğünü gözlemlerken, yeni Amerikan dergilerinde odağın şiddete tapınma ve ‘zorbalığın kutsanması’ üzerine kaydığını, böylelikle de esas kahramanın hemen hemen her zaman bir insanüstü varlık, bir tür ‘goril insan’ olarak ortaya çıktığını söylemektedir. Orwell’in işaret ettiği esas nokta, tüm bu çizgi romanların, kahramanları ve yaşam koşullarını bilinçli olarak endüstriyel sistem dışına yerleştirerek—kovboylar, maceraperestler ve profesyonel futbol oyuncularından bahsederek—işçi sınıfı yaşamına özgü olguları dışladıktandır. Aynı şey az çok, savaşı duygusuz ve sebepsiz şiddet imgeleriyle resmeden ve özellikle Almanları (İkinci Dünya Savaşı hala savaş konulu çizgi romanların temel arka planını teşkil etmektedir) ve zencileri iyi/kötü—ya da ak/kara—gibi basmakalıp önyargılar ve katı iktidar hiyerarşileri içinde yansıtan modern İngiliz çizgi romanları için de geçerlidir. Burada belirtilmesi gereken ilginç bir nokta, Alman tiplemesinin korku, hor görme ve aşağılama üzerine kurulu olmakla birlikte, düşmanı olan İngiliz’e denk resmedilmesidir. Diğer çizgi roman ve çocuk hikayeleri üzerine yapılan araştırmalar, ister Batı Hind Adalarından, ister Afrika’dan olsun, zencilerin ve Hindlilerin beyazlardan daha aşağı bir konumda olduklarını vurguladığını ve dolayısıyla da anayurtlarının fethedilmesi yoluyla uygarlığa (yani beyazların otoritesine) boyun eğdirilmesi gereken unsurlar olarak resmedildiğini göstermektedir. Bugün bile imparatorluk ve emperyalizm efsaneleri bu tür popüler kültürün en belirgin temel taşlarından biri olmayı sürdürmektedir. Çizgi romanlar üzerine yapılmış kısıtlı sayıdaki Marksist çözümlemelerden biri, Donald Duck, Miki Fare ve Goofy gibi Disney karakterlerinin görünüşteki masum dünyalarında, kapitalist değer ve toplumsal örgütlenmeye uyumun nasıl da hikayenin seyrini ve tek tek karakterleri belirlediğini göstermektedir. Disney çizgi romanlarının toplumsal dünyası tarih dışı, endüstriyel olmayan bir yapıdır ve bu yapı, çoğunluğun boyun eğme, disiplin ve sorgulamaksızın itaat etmenin kesin standartlarına uyum gösterdiği iktidar ve otorite hiyerarşileri tarafından biçimlenmektedir. Bu romanlarda eğer işçiler varsa, bunlar kırsal ‘soylu vahşiler’ ya da kentsel ayak takımını oluşturan suçlular olarak vardır. Proletarya söz konusu olmadığı için, sınıf çatışması ya da sınıf karşıtlıkları yoktur; ve orta sınıf meslek gruplarından oluşan bu toplumsal dünyada, çatışma basit bir serüvene dönüşür:

“Gerçek dünyadaki tüm çatışmalar, burjuva toplumunun sinir merkezleri, eğlence dünyasında özümsenmek ve suç ortağı kılınmak üzere muhayyilede saflaştırılmaktadır. [Disney] dünyayı kendi ihtiyaçlarına denk düşen şekilde, açık seçik ve işlevsel bir tarzda, şekillendirmektedir. Burjuva muhayyilesi bu gerçeği reddetmez, ona sarılır, masumiyetle parlatarak tüketiciye geri sunar.”

Tüm Reklamları Kapat

Miki Fare ve Donald Duck eylemleriyle kapitalist üretim ve toplumsal düzenin ‘baskıcı güçler’ini gizleyen karakterlerdir: bu çözümlemede, çizgi romanların kapitalist tahakkümün kültürel yardımcıları olmaktan öte bir işlevi yoktur.

Böylelikle, popüler edebiyatın yakından, içsel bir çözümlemesi, bunların demokratik olmayan, ideolojik doğasını ele verecektir. Kadınlara yönelik aşk romanları çocuklara yönelik çizgi romanlardakine benzer değerleri yansıtmaktadır. Günümüzde bu, akıl almaz satışları olan yoğun bir sanayi konumundadır—yılda 300.000’den fazla satan 150 kitap yayınlayan Denişe Robbins gibi yazarların yazdığı aşk romanları yılda 25 milyonluk satış rakamlarına ulaşmaktadır. Kadınlara yönelik aşk romanları, tutucu değerlere ve katı bir ahlak anlayışına bağlılığı sürdüren kahramanlarıyla iyimser bir bakış açısını yaymaktadır. Bu, karma evliliklere, fiziksel bozukluklara ve çirkin kişilere yer bırakmayan kurgusal bir evrendir; edebi bir tarz olarak, toplumsal bir kontrol şekli olarak sosyalist gerçekçi anlamda oldukça didaktik ve eğitseldir. Bizzat bu eserlerin yazarları, eylemlerini ‘aşırı serbestinin panzehiri’ olarak tanımlayarak, sözü geçen rolü gönül rahatlığıyla kabullenmektedirler. Bu da, yapılan bir araştırmada bu tür romanları “latif, hoş ve rahatlatıcı bir varoluş hissi veren, seks! şeylerden uzak bir şekilde temiz ve yararlı” olarak tanımlayan okurların kanısına tamamen denk düşmektedir. Burada modern kapitalizmin toplumsal ilişkilerine yer yoktur: aşk romanlarının toplumsal dünyası, reklam ve basın yayın alanlarında çalışan zengin profesyonel tabakaya mensup erkekleri şaha kalkmış chauvinist erkek rolüyle özdeşleştirirken, kadın kahramanlar mürebbiyelik ya da iş adamları ve avukatların sekreterliğini yapmakla yetinirler; rolleri erkeğin eklentisi olmaktan öteye geçmez. Olaylar, alışılmışın dışında, sıradışı ‘jet sosyete’ içinde, Paris, Majorca, Roma gibi moda olan tatil beldeleri ya da Avustralya’nın sakin ve endüstriyel olmayan yöreleri gibi mekanlarda geçer. Bu tür eserlerin yazarlarından birinin aile ve iş yaşantısına dair sorunların yokluğunu açıklarken ortaya koyduğu üzere, “Gündoğumundan sonra olup bitenlerle meşgul olmak romantik romancıların görevi değildir. Kadın kahramanın evlenip hamile kalmasını görmek ne kadar hazin olurdu. ” Ve tabii, bu yazarların en başarılılarından sayılan Barbara Cartland romanlarında zaman olarak bilinçli bir şekilde geçmişi (çoğunlukla da 1914 öncesini) tercih etmektedir, çünkü ona göre “bekaretin geçer akçe olduğu” bu dönem romantik atmosfer yaratmak için aranıp da bulunamayacak bir zamandır.

Kadınlara yönelik aşk romanları, çizgi romanlar ve kitlesel olarak üretilen popüler kültürün diğer ürünleri, salt tüketim açısından çözümlendiğinde, işlevlerinin eğlence, bilgi verme ve, biraz müphem bir şekilde, toplumsal denetim olduğu görülür. Kitle kültürüne karşı kültürün demokratikleşmesi sorunu bu konu etrafında şekillenmektedir. Elbette ki bu kültürel metaların içsel çözümlemesi popüler kültürle popüler bilinç arasında nedensel bir ilişkiye dair tatmin edici kanıt sunmamaktaysa da, bunların vurgulama ve susturma yoluyla ideolojik varsayımları güçlendirme eğiliminde olduğu görülmektedir: Leavis’le onu izleyenlerin ve Frankfurt Okulu mensuplarının eserlerinde kollektif bilinçle popüler kültür arasında sıkı bir ilişki olduğu varsayılmaktadır. Kitle kültürü kuramının bu çeşitlemelerinde vurgu, çok belirgin bir şekilde, kapitalist ticari kültürün içsel estetik çözümlemesinden bunun kitlesel davranış ve bilinç üzerindeki varolduğu sanılan etkilerine kaymaktadır. Daha önce de tartıştığımız gibi, bu tür bir bakış açısı kaçınılmaz olarak, hegemonyanın—eğer bir şekilde mevcutsa—yukarıdan örgütlendiği en ufak parçalarına ayrışmış bir toplumu varsayar. Kitle kültürü kuramının ima ettiği ve bireyin bir dizi kültürel dürtü ve ‘mesajlar’a yanıt verdiği insan davranışına dair böylesine ‘gelenekselci’ ve kaba davranışsalcı bir model, totaliter olmayan toplumlarda kültürel medyanın aracı unsur ve etkilerin karmaşık bir ağ şeklinde işlediği gibi temel bir gerçeği gözardı etmektedir. Bizzat kültürel nesne,bu ağ içindeki arkadaş grupları, mesleki ve profesyonel gruplar, aile ve diğer toplumsal kurumların etkisiyle idrak edilir, anlaşılır ve özümsenir. Sorun, yukarıdan hegemonya değil (zaten bu da hegemonya değil, doğrudan tahakkümdür), sivil toplumun özel kurumlan ve pratikleriyle bizzat popüler kültürün ideolojik varsayımları arasındaki ilişkidir. Etkilerinin küçük olması, popüler bilinç düzeyinde (sınıf ve devrimci sınıf bilincinden ayrı olarak) kapitalist popüler kültür ürünlerinin, çoğu zaman saptırılmış ve bulanık bir tarzda, tutucu bir yapıyı yansıttığı gerçeğini unutturmamalıdır: ‘proleter edebiyat’ çözümlemesinde ve önceki bölümde tartışıldığı üzere, popüler bilinç tekil değil, karmaşık ve çelişkili, durağan değil, dinamik bir yapıdır. Ve tam da bu çok sınırlı anlamda, kapitalist popüler kültür bir toplumsal eklemlenme ve toplumsal kontrol tarzı olarak işler.

Tüm Reklamları Kapat

Hümanizm, Sosyalizm ve Kültür

Q. D. Leavis, Fiction and the Reading Public (1932) adlı önemli çalışmasında 'okur kamunun çözülmesi’ adı verdiği olguyu geç Ondokuzuncu Yüzyıl ve erken Yirminci Yüzyıldaki tepe noktasından ‘önemli’ yazarların geniş okur kamudan yalıtıldığı çağdaş duruma dek tasvir etmektedir. Modern best sellerin “avamın önyargılarını desteklemekle ilgilendiğini,” çünkü “boş zamanını film seyrederek, dergilere göz atarak, caz müziği dinleyerek geçiren okurun, bu yaptıklarının kendisine faydası olmadığını, tam tersine gelişmesini engellediğini” söyler. Böylesi hayret verici bir görüşe inanmak oldukça güçtür, ama kitle kültürü tezi bağlamındaki edebi biçimin bu görüşü, endüstriyel ve teknolojik değişikliğe muhalefeti vurgulamaktadır. Q. D. Leavis’in, eserleri “ataları Sterne ve Nashe’in sıkı okurları olan kamuya erişmeyen” 1920’lerin güç anlaşılır ve popüler olmayan yazarları—D. H. Lavvrence ve Virginia Woolf—üzerine görüşleri gözönüne alındığında, bu tür bir bakış açısının hiç bir geçerliliğinin olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Ama ucuz kitap basınımın, bedava ve herkese açık kütüphane hizmetinin gelişimi ve eğitim imkanlarının artışıyla—ki tüm bu gelişmeler teknoloji ve sanayileşmeye dayanmaktadır—bu '[okuması] güç, ama önemli yazarlar’ hem Nashe, hem de Steme’den daha düzenli ve geniş bir okur kitlesi edinmişlerdir. Leavis ve diğerlerinin kültürel düşüşe neden olarak saptadıkları tam da bu demokratikleşme süreçleri, en azından sözü geçen düzeyde, kültürel canlılık yaratmıştır. Okuyan halk, bırakın makinenin etkisi altında çözülmeyi, boyut olarak büyümüş ve okuma alışkanlıkları tarihte hiçbir dönemde olmadığı kadar çeşitlenmiştir. Leavisler ve Frankfurt Okulu’na mensup eleştirmenlerin ‘yüksek’, ‘orta’ ve ‘aşağı’ kültürler arasında çektiği sınırları bulandıran, tam da bu süreçlerdir. Kültürün hazcı ve oyuncu unsurları en az entellektüel olanlar kadar önemlidir: yüksek düzeyde kültürlü ve bilgili olmalarına rağmen, hem Rosa Luxemburg, hem de Jean-Paul Sartre polisiye romanların tutkunudur; ya da Beethoven sonatlarını sevenler aynı zamanda modern futbol karşılaşmalarının karmaşıklıklarından da eşit derecede haz alırlar.

Kolektivist eğilimler, modern iletişim ve kültürel medya başta olmak üzere, kapitalist toplumsal oluşumun ve karmaşık düzey ve yapılarının gelişimini nitelemektedir. Elbette ki kapitalizm, ayakta kalmak için büyük ölçüde reklam gelirine dayanan dergilerin, gazetelerin ve görsel medyanın üretiminde kültürel biteviyeliği gerektirmektedir; ama daha da önemlisi, kültürün demokratikleşmesi—bu bölümün de vurguladığı gibi—kurumsal düzeyde ulaşılmaz olmakla birlikte, ‘yüksek’ kültür ürünlerinin çok daha geniş bir izleyici kitlesine açılmasında kolektivist eğilimlerin varlığını gösterir. Tüm toplumsal tabakaların etkin katılımına dayanan evrensel bir demokratik kültür ideali kapitalizmle uyuşmamaktadır; çünkü bu, bir tahakküm şekli olarak, iktidarın ‘edilgen kitleleri’ boyunduruk altına alan seçkinlere dayandığı görüşüne dayanmaktadır. Kitle efsanesi, eh az evrensel, eşitlikçi ve toplumsal olarak eklemleyici kitle kültürü kadar, modern kapitalist tahakkümün temelini oluşturmaktadır. Oysa, kültür, kitlesel üretim ürünlerinden ötesini, yani, insanın toplumsal dünyayı insanileştirdiği ve kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirdiği, toplumsal ilişkilerin maddi temelindeki sürekli değişiklikler sayesinde mümkün kılınan bir praxis'tir; fakat bu, eşitsizlik ve sömürü üzerine kurulu kapitalist ilişkilerin doğası nedeniyle karmakarışık bir hale gelmektedir. Eğer kapitalist demokratik kültürün parlak vaadi bir şekilde yerine gelecekse, bu, ancak ve ancak, sosyalist bir üretim tarzından ve meşruiyetin organik olarak süzülüp geldiği, temeli kitleler efsanesine değil, eksiksiz, demokratik katılımın tarihsel gerçekliğine dayanan, filizlenmekte olan sosyalist bir sivil topluma dayanarak gerçekleşecektir.

Okundu Olarak İşaretle
3
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Raporla
Mantık Hatası Bildir
Yukarı Zıpla
Bu İçerik Size Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 1
  • Tebrikler! 1
  • Bilim Budur! 1
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 1
  • Umut Verici! 1
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Merak Uyandırıcı! 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 03/05/2024 14:13:41 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/14918

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Keşfet
Akış
İçerikler
Gündem
Nükleer
Hayvanlar
Yok Oluş
Diş Hekimliği
Olumsuz
Şizofreni
Sürüngen
Genom
Karanlık Enerji
Tardigrad
Asit
Tohum
Dinozorlar
Demir
Tercih
Yaşam
Samanyolu Galaksisi
Uluslararası Uzay İstasyonu
Yüz
Maske
Evrim Kuramı
Çocuk
Güç
Hindistan
Güneş Sistemi
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Gündem
Kafana takılan neler var?
Bağlantı
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Bu platformda cevap veya yorum sistemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla aklınızdan geçenlerin, tespit edilebilir kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Ekle
Soru Sor
Sosyal
Yeniler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
Kaldığım Yeri İşaretle
Göz Attım

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.
[Site ayalarına git...]

Filtrele
Listele
Bu yazıdaki hareketlerin
Devamını Göster
Filtrele
Listele
Tüm Okuma Geçmişin
Devamını Göster
0/10000
ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close