Gelişim Bozukluklarında Kritik Nokta: Uyaran
Uyaran Fazlalığı veya Eksikliği Hakkında Ne Kadar Bilinçliyiz?
Otizm, son yıllarda -araştırma verilerine göre- en sık rastlanan spektrum bozuklukları arasında. Alt başlıklarına indiğiniz zaman Asperger (artık bu kavram literatürden kaldırıldı), atipik, seçilmiş gibi çeşitlere ayrılan bu gelişim bozukluğun ana sebepleri asla bilinmediği için net bir tedavi anlayışı benimsenemiyor. Tıp bunun için alternatif çözümler ararken bir yandan laboratuvar çalışmaları yapıyor bir yandan da mindfulness çalışmalarını geliştirerek ve destekleyerek bir yol çiziyor. At-balina gibi hayvanlarla geçirilen vakitlerin bu durumu iyileştirdiğine yönelik bir araştırma sunulmuştu. Çiftlikler, havuzlar gibi etkinlik faaliyetlerinin iyi geldiği gerçekten ortada. Bunun yanında Çocuk Gelişimciler, Psikologlar ve Özel Eğitimcilerle beraber yürütülen daha sık olarak “sosyal” becerileri arttırmaya yönelik çalışmalar da durumun iyileştirilmesine çok büyük katkı sağlıyor. Peki, bunlar neden ve nasıl katkı sağlıyor? Beraber biraz üzerine düşünelim.
Uyaran. Kişi biliyor ki uyaran eksikliği gibi fazlalığı da normal gelişim seyri içinde olan bireyi dahi etkiler ve pek çok zihinsel-motor işlevlere zarar verebilir. Otizm, sosyal, bilişsel ve motor beceriler yönünden çocuğun diğer çocuklardan farklı bir gelişim yolu izlediği durumdur. Bu durumun bozukluk olarak nitelendirilmesinin ilk etkeni işlevlerdeki faaliyetlerde kişinin hayatında ağır aksaklıklar yaşatabilmesinden kaynaklanır. Burada “Erken Müdahale” devreye girer. Şifalı pedagoji eğitimi alırken ve lisansta erken müdahale dersinde bu konuları konuşurken her zaman karşımıza çıkan ilk kavram “kritik döneme dikkat etmemiz” gerektiğiydi. 0-3 veya 0-6 yaş diye geçen bu kritik dönem, bize bu ağır aksaklıkları hafifletmeye yardımcı olacak ana yaşlardır. Neden? Oysa gelişim ömür boyu sürer ilkesini benimseyerek ve bu ilkenin ardından gelişim herkeste farklı seyreder anlayışını benimseyerek ilerleyen biz değil miydik? Sebebini kendi okumalarım, gözlemlerim, RAM stajında girmiş olduğum tanı anları, derslerde uygulamalı seyrettiğim videolar üzerinden anlatmaya çalışacağım.
Kritik evre dediğimiz asıl odak yaş “0-3” yaştır. Bu yaşta çocuğun kazandığı belli motor, biliş, sosyal beceriler vardır. Birey doğduğu ilk andan itibaren sosyal etkileşime geçer. Bu anne karnından ayrılarak geldiği kocaman bir evrene karşı sağladığı ilk etkileşim sayılan “ağlama” ile yapar. Bebek doğduğu andan itibaren ağlar çünkü 9 ay evi olarak benimsediği rahim duvarının içinden ayrılır. Artık bir birey olarak ilk adımını böylelikle atar. Bu nokta çok önemlidir çünkü bu aslında beyin gelişimimizin en doruk noktasında olduğumuz anlardan biridir. Beyin nöronlarımız oldukça fazladır, çevredeki uyaranlara karşı aşırı hassasiyet taşırız, kalabalık insan seslerinden çok anne karnındayken duyduğumuz seslere hakimizdir-yabancılık yaşarız, biz hatırlamasak da bilinç evrenin sonsuzluğu ile tanıştığımız her anı işler beynimize. Beynimiz belli frekanslarla çevredeki uyaranlarla etkileşim halindedir. David Eagleman “Beyin” kitabında da dediği gibi bir dakika sonra olacak olayı dahi kurduğu frekans iletişimiyle beynimiz bilir. Travmatik değil midir sizce bu? Küçük bir rahim duvarından, büyük bir odaya gelmek ve daha önce görmediğimiz yüzlerle etkileşim içinde olmak ve bunu sürekli yapacak olmamıza alışmak. O zaman doğduğumuz ilk anın kritikliğini anladık. Peki, geri kalan dönemler? Ay ay anlatmak isterdim ama size kısaca kritik birkaç andan daha bahsetmek istiyorum. Anne kucağına kavuşma anı. Temas iletişimi. Duyularımızı çalıştırmak için güvenilir alanın keşfidir anne kucağı. Dünyaya karşı bir güven bağı kurmamızı sağlar. Kevin Hakkında Konuşmalıyız, Sybil gibi filmlerde de vurgu yapıldığı gibi anne ile temas kurma aslında bizim dünyanın güvenilir bir alan olduğuna dair pekiştireçlerimizi kuvvetlendirir. Carl Sagan’ın Cosmos belgeseli gibidir insanın gelişimi esasında. Yavaş yavaş alanımızı meydana getiririz. Anne ile 2.ayda gülümseyerek iletişim sağlarız. İlk seçici iletişimimizdir bu aslında. Bu gülme çocuğun gelişiminde çok önemlidir. Henüz bebek için çünkü anne-baba kavramı yoktur. Maslow’un hiyerarşisinde ihtiyaçlar evresindeyizdir. Ebeveynlerimiz bizim bu ihtiyaçlarımızı karşılayan güvenli sağlayıcılardır, bakıcıdır. Bu evrede ne kadar çok şefkat görür, ihtiyaçlarımız ilgiyle karşılanırsa o derecede de “bağlı” bireyler oluruz. Bu hem güvensizliği hem de bağımlılığı önler ileriki yaşam evrelerimizde.
0-3 yaş, tüm gelişim alanlarımızın en aktif olduğu zamandır. Nöronların artışının devam ettiği dönemdir. Zihnin bedenle, bedenin zihinle, çevrenin zihinle, zihnin çevreyle etkileşimi fazlasıyla yoğundur. Çocuğa ne verirseniz, onu alır. Nasıl rol-model olursanız ileride yetişkinliğinde o model bilinçaltında işler. Belli becerileri aktif olarak öğretirseniz en aktif öğrendiği evredir. “kendi hızlarında” öğrenirler. Neden kendi hızlarında deme gereği duydum? Çünkü şu madde asla unutulmamalıdır “gelişim hızı her bireyde farklıdır.” Bu bizim benimsediğimiz ikinci ilkemizdir. Şimdi dönelim anahtar kelimemize “uyaran.”
Uyaranın fazlalığına maruz kalan çocukların yaşadığı durum ile otizmin karıştırılmasının ortak noktasına bakalım. Alışveriş merkezlerindeki ışıkların içinde olan çocuğun aynı zamanda ailesinin sohbetine dahil olma çabalarını düşünelim, bir yandan kalabalık insan seslerinin de aynı ortamda olduğunu varsayalım. Ne kadar çok uyaran ve nasıl bir yoğun/yorgun zihin var ortada. Dilerseniz çocuklarınızı telefondan uzak tutun çevredeki uyaran fazlalığını fark etmiyorsanız dijital uyaranların fazlalığına maruz kalınca bilişsel aktifliğin nasıl yorulduğunu tahmin bile edemezsiniz. Biliş sürekli etkileşim halindeyken neden daha aktif bir ortam içinde çok daha aktif olma çabasında bu çocuklar? Metropollüğün en yaygın etkisi. Bu nedenle bilim insanları son zamanlarda “doğa”yı vurgular. Kalp rahatsızlıklarına, demansa, otizme, CP’ye, öğrenme güçlüğüne, zihinsel geriliklere iyi gelen doğanın, neden iyi geldiği de burada açık değil mi? Biliş rahatlıyor. Biliş rahatladıkça motor aktivite gevşiyor. Motor aktivite ve biliş rahatladıkça gergin bir ortamdan uzakta olmamanın verdiği güven sağlanıyor, o güven sağlandıkça kişi iletişim açlığının farkına varıyor. Bu iletişim illaki bir öteki ile de değil kendisiyle kurduğu iletişimin yoksunluğu içinde olmak da demek. Farkına varıyor. Etrafına bakma gereği duyuyor. Bakıyor. Bakmanın, retinanın işlevine biliş hakim oluyor. Bilişin hakim olduğu bu işlev, motora yansıyor. Çünkü beden ve zihin arasında kesinlikle bir bağlantı vardır. Bu iyi hissetmenin bedendeki yaraları iyileştirmesini sağlayan durumu açıklamak için dahi kullanılan en basit sonuçtur.
Uyaran fazlalığına maruz kalan beyin nasıl işleyeceğini kısa bir zamanda çözemez. Önce ortama adapte olma süreci başlar, adapte olma sürecinden sonra işlevinin nasıl olacağını planlar daha sonra karşılaşacağı sürpriz olaylara hazırlanır, buna deneyim denir, bu hazırlık sırasında karşılaştığı durumlarda da aktiflik sağlamaya çalışır. Ve bu yoğunluk zamanla işlevsizliğe yol açar. Tembellik ister. Durmaya ihtiyaç duyar. Bu tembellik sağlanmaz çünkü devam etmek zorundayızdır, dünya işler ve her an bir yerde olma durumundayızdır. Çocuk böyle bir anda tepki olarak otizmi de, öğrenme güçlüğününü de, zihinsel geriliği de savunma mekanizması olarak daha sonradan edinilmiş olarak gösterebilir (Biliyorum bu biraz anti-psikaytristlerin şizofreni tanımına benzedi ama kesinlikle onlar gibi bir kesinlik sunmuyor, teori olarak doğruluğunun ispatı içinde araştırmalarda aktifliğin olmasını diliyorum).
Peki, uyaran eksikliği nedir? Neden olur? Çocuğunuzun sadece telefon ile iletişim kurması, yalnızca ekrana bakarken işlev sağlaması veya belli bir ortam harici başka ortamlara adapte süreci yaşatmadan “yapamayacağını” düşünerek belli bir çevrede, belli bir ortamda olmasına sebep olma durumu sonucu sosyal etkileşimin zayıflığı ve bunun sonucunda çocukta oluşan “öğrenilmiş çaresizlik” mekanizmasıyla durumlardan kaçmadır aslında. Bunun sonucunda seçici konuşmamazlık dediğimiz mutizmde meydana gelir, hırçınlık da, otizm de, öğrenme güçlüğü de.
RAM’da staj yaptığım esnada karşıma çok bilge bir hoca çıkmıştı. Bir gözlem seansında-seans bitince- bana dönerek bu gördüğün çocukların hep başka potansiyelleri olacak. Bulundukları durum ya da maruz kaldıkları durumlar buna engel olacak. Kim bilir belki hiçbir engel durumu olmayan ama gelişimsel farklılığı nedeniyle engel-sorun olduğunu düşünenlerde göreceksin, demişti. Her çocuk özeldir, her birey biriciktir kavramını o esnada anlamıştım.
Yazılarımın daha fazlasına ulaşmak ve danışmanlık almak için aysegulcetiner.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 12:40:31 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/15764
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.