Yaratılışçılık Nedir? Yaratılışçılık Akımı Bilimsel midir?
Genel anlamıyla yaratılışçı, dünyanın ve cenneti hiç yoktan, mutlak bir şekilde yaratan tanrıya özgür iradesiyle inanan kimseye denir. Böylesi bir tanrının genellikle "mevcut" olduğuna inanılır. Yani yaratılanlarla sürekli ilgilenen, gerekli olduğunda müdahale eden bir yapıda olduğu düşünülür. Eğer yaratıcı, yarattıklarıyla sürekli alakadar olmazsa, yaratılmış bu şeylerin sona ereceği veya yok olacağına inanılır. Hristiyan, Yahudi ve Müslümanların tamamı, bu bağlamda yaratılışçıdır. Bu gruplar teist olarak bilinirler. Bu "mevcudiyet" inancı onları, üzerinde çalıştığı materyali (maddeyi) yaratmış olsa da, olmasa da, yaratma eylemi tamamlanır tamamlanmaz yarattıklarına artık müdahale etmeyen bir yaratıcıya inanan deistlerden ayırır.
Bu makalede ele alacağımız tartışmanın odağı, yaratılışçılığın daha sınırlı bir bağlamındadır. Bu bağlam, popüler yazılarda (özellikle de Amerika’da) yaygın olarak kullanılan bağlamdır: Yaratılışçılık, İncil’in özellikle Başlangıç (Genesis) kısmının ilk bölümlerini, biz insanlar da dahil olmak üzere Evren'in ve Dünya'nın tarihini anlatan literal [E.N. metaforik olmayan, gerçeği anlatan] anlatılar olarak algılamak demektir.
Yaratılışçılık, ifade ettiğimiz kısıtlı tanımı çerçevesinde birtakım inançları bünyesinde barındırır:
- Bu inançlardan ilki, her şeyin başlangıcından bu yana kısa bir süre geçtiğine yönelik inançtır. Genç Dünya Yaratılışçıları, Başpiskopos Usher’ın yaratılıştan bu yana 6000 yıl geçtiğine yönelik hesabının iyi bir tahmin olduğuna inanırlar.
- İkincisi, yaratılışın 6 günde tamamlandığına yönelik inançtır. Burada, "gün" kelimesinin anlamı tartışmalıdır. Kimileri bir günün gerçekten 24 saat olduğu konusunda ısrar etmektedir. Diğer inançlar daha esnektir.
- Üçüncüsü, Homo sapiens de dâhil olmak üzere bütün canlılığın mucizevi bir şekilde yaratılıverdiğine inançtır. Bu konuda Âdem ile Havva’nın bir arada yaratılıp yaratılmadığı, yani Havva’nın Âdem’e arkadaşlık etmek için daha sonra geldiğine yönelik konularda tartışmalar bulunur.
- Dördüncüsü, ilk yaratılıştan sonra Dünya çapında bir sel (su baskını, taşkın) olduğuna yönelik inançtır. Bu sel sonucunda sadece sınırlı sayıda insan ve hayvanın hayatta kalabilmiştir.
- Beşincisi, Babil Kulesi ve Lut’un karısının tuzdan bir sütuna dönüşmesi gibi mucizevi olayların yaşandığına inançtır.
Bu dar tanım çerçevesinde yaratılışçılar, tarih boyunca köktendinci ya da İncil Literalisti ve bazen de (özellikle de inançlarını savunmak için bilimi ileri sürdüklerinde) Bilimsel Yaratılışçılar olarak isimlendirilmişlerdir.
Günümüzün yaratılışçıları Akıllı Tasarım olarak bilinen bir fikre olan hevesleriyle öne çıkarlar. Literal bağlamda yaratılışçılık ile Akıllı Tasarım arasındaki bağlantı karmaşık olduğu için, bu bağlantının incelemesini bir diğer yazıda yaparız. Bu yazıda, aksi söylenmediği sürece yaratılışçılardan söz ederken literalistler kastedilmektedir.
Aşağıda vereceğimiz önemli şartlar dahilinde Yaratılışçılar evrime, özellikle de Charles Darwin tarafından Türlerin Kökeni’nde tanımlanan dünyaya son derece karşıdırlar. Geleneksel Yaratılışçılar, evrimin ilk olarak inorganik materyallerden ve ortak kökenden meydana gelmiş birkaç formun doğal gelişim süreçleri bağlamında bütün yaşayan ve ölü canlıları meydana getirdiği düşüncesine karşı çıkarlar. Bununla beraber Darwinci evrim teorisinin yeterliliği hakkında popülasyon baskısının var olmak için mücadeleye yol açtığına, bu organizmaların kalıtım maddelerindeki hatalar yüzünden meydana gelmiş rastgele şekillerde farklı olduğuna (‘gen’lerdeki ‘mutasyon’); böylelikle meydana gelen, mücadele ve çeşitliliğin bazılarının hayatta kaldığı, bazılarının yeniden ürediği, diğerlerini ise başaramadığı doğal seçilime yol açtığı ve bütün bunların son neticesinin iyi uyum sağlamış organizmalar yönünde evrim olduğuna dair iddialara da karşı çıkmaktadırlar.
1. Yaratılışçılığın Tarihi
Yaratılışçılar kendilerini gerçek ve geleneksel Hristiyanlığın hakiki hamili ve günümüz temsilcileri olarak gösterirler fakat tarih nezdinde bu gerçek değildir (Ruse 1988, 2001, 2003, 2005; Numbers 1992; McMullin 1985). İncil herhangi bir Hristiyan'ın hayatında büyük bir yere sahiptir; lâkin İncil’e körü körüne inanmak Hristiyanlar'ın hayatı ya da teolojilerinde büyük bir yere sahip olması gibi bir durum yoktur. Birçoğu için gerçekten de öyle değildir (Turner 2002).
Kilisenin gelenekleri, öğretileri ve otoritesi Katolikler için her zaman esas statüler olmuştur ve doğal din (Tanrı'ya mantık ve kanıtlar yoluyla ulaşmak) hem Katolikler hem de Protestanlar için uzun süredir kutsal bir yere sahiptir. Katolikler, özellikle yaklaşık M.S. 400 yıllarında Saint Augustine öncesine; ve hatta Origen gibi daha eski düşünürlere uzananlar İncil’in bazen mecazi ya da alegorik olarak ele alınması gerektiğini her zaman onaylamışlardır.
Augustine bu gereksinim konusunda özellikle hassastır çünkü gençliğini manişeist olarak geçirmiştir ve bu yüzden Eski Ahit’in kurtuluş yönündeki gerçekliğini ve ilişkisini reddetmiştir. Augustine Hristiyan olduğunda, Yaratılış’ın problemlerini çok iyi bilmekteydi ve dolasıyla yoldaşlarına literalistlerin tuzağına düşmekten kurtarma konusunda istekliydi.
İncil’in benzersiz merkezi konumunu üstlenmeye başlaması Protestan Reformu’na kadar gerçekleşmemiştir, büyük reformcular–özellikle Luther ve Calvin-, Katolik Kilisesi’nin fazlaca zengin gelenekleriyle değil de Kitabı Mukaddes’e bakarak hükme varma gerekliliğini vurgulamıştır. Fakat kendileri bile tamamen literalist okumalar hakkında şüpheciydiler. Luther’a göre inanç yoluyla gerekçelendirme onun teolojisinin kilit taşıdır; fakat Aziz James’in Mektubu sevabın gerekliliğine önemli bir vurgu yapmaktadır. Benzer şekilde Calvin de Tanrının yazılarını eğitimsiz halka –özellikle eski Yahudilere- uygun hale getirmesinin gerekliliğinden ve bunun sonucu olarak da İncil’i olduğu gibi, bir bağlamda harfi harfine kabul etmenin tehlikelerinden söz etmiştir.
Reformasyonun Zwingli adı altındaki radikal dalı tanrının her zaman bizle doğrudan kalp yoluyla konuşmasına öncelik verir ve Kuveykırlar (İng: Quakers) gibi modern zaman temsilcilerinin dine aşırı İncil odaklı yaklaşımlarını rahatsız edici bulmaktadır. Britanya ve Amerika’da 18. ve erken 19. yüzyıl yeniden canlanmalarından sonra (bu yeniden canlanmalar Metodistler gibi bazı tarikatlara yol açmıştır) güçlü bir literalizm akımı, din alanında önemli bir bölüm haline gelmiştir ve literalizm Amerika’yı etkisi altına almıştır. Bu literalizm akımı, özellikle Sivil Savaş’tan sonra Amerika’nın Güney bölgelerinde yaşayan Baptistlerin düşüncelerine yerleşmiştir (Numbers 1998) zira literalizm, Güney Bölgeleri'nde yaşayan kimseler için Kuzey Bölge liderlerine, politikacılarına fikirlerine ve etkilerine karşı koymak için bir araç haline gelmiştir ve böylelikle Güney Bölge kültürünün önemli bir parçası olmuştur.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Burada Kuzey’in “liderleri, politikacıları” ifadesine dikkat edilmelidir. Kuzey’in büyük şehirlerinde yaşayan birçoğu, özellikle işçi ve alt orta sınıf insanlar, Avrupa’dan olan büyük göçmen akımı, geleneksel inançların zayıflaması, Sanayiciliğe olan geçiş sebebiyle son derece tehdit edilmiş hissettiler ve böylelikle literalist vaizler için pek çok bereketli materyal sağladılar. Yaratılışçılık bu etmenler sayesinde 20. yüzyılın erken dönemlerinde önemli ölçüde büyümeye başlamıştır.
Bu dönemde ilk olarak yaratılışın literal bir okumasıyla modern bilimin yaratılışa olan tezatlıkları arasında bir denge kurma yönünde çalışmalar yapılmıştır. Bu bağlamda özellikle önemli olan Yedinci Gün adventistleri, özellikle de Kanada doğumlu George McCready Price, edebiyatçılığı istemek için teolojik nedenlere sahipti, en azından Yedinci Gün'ün (dinlenme günü) kelimenin tam anlamıyla yirmi dört saat uzunluğunda olduğu inancındaydı (Mahşer’in yaklaşıyor olduğuna, dünya çapında bir taşkının dengeleyen ve tamamlayan bir fenomen olduğuna inanan diğer dönemselciler (dispensationalist) ve adventistler için de aynı zamanda önemlidir). İkinci olarak, Birleşik Devletler’de alkollü içecekleri yasaklama konusundaki girişimlerinin başarılı olması dolasıyla evanjelistlerin dini olarak yayılmış bir enerjileri vardır. Bir tane zaferle heyecanlanarak fethetmek için başka alanlar aramışlardır. Üçüncü olarak ise halk eğitiminde bir yayılma ve daha çok çocuğun evrimci fikirlere maruz kalması, yaratılışçı tepkimenin gelişmesi vardı. Dördüncü olaraksa, özellikle literalist harekete ismini veren ‘Esaslar’ adlı risale gibi yeni evanjelist akımların söylentileri vardı. Beşincisi, Sosyal Darwinciliğin militarist yönüyle– Darwincilik başta olmak üzere- özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından sahiplenilen sözde Sosyal Darwincilikle (Larson 1997) birlikte evrimin tanımı vardır.
Evrimciler ve köktenciler arasındaki bu çatışma Dayton Tennessee’de 1920’lerin ortasında genç bir öğretmen olan John Thomas Scopes sınıfta evrim konusunu işlediği için bu tarz bir öğretimi yasaklayan kanunu hiçe sayarak mahkemeye verildiğinde doruk noktasına ulaştı. Üç kez başkan adayı olmuş William Jennings Bryan tarafından dava açılarak ve ünlü agnostik avukat Clarence Darrow tarafından savunularak, Scopes Maymunu Davası özellikle Baltimore Sun gazetecisi H.L.Menken’in tahrik edici haberciliği sayesinde tüm dünyanın dikkatini çekti. Konu Darrow kendi bilim kanıtlarını sunma fırsatını reddettiğinde gülünç bir duruma düştü ve Darrow davacı Bryan’ı kürsüye çıkardı. En sonunda, Scopes suçlu bulundu ve 100 dolar para cezası verildi. Bu mahkûmiyet kararı temyizle geri çevrildi fakat Tennessee yasası bundan 40 yıl sonra kayıtlara geçmiş olarak kalsa da artık bu konuda daha fazla dava olmamıştır. Scopes davası, 1950’lerde meşhur bir tiyatro oyunu, ardından da Rüzgârın Mirası adlı filme konu oldu. Bu film, Bryan'ı, yaşamın geçmişinin kaba bir görüntüsüne bağlı bir bigot (Ç.N. "bağnaz") olarak tasvir etmiştir. Aslında Bryan, Tenessee yasasını savunmak için nispeten sıra dışı bir figürdü. Yaratılış günlerinin uzun zamanlar olduğunu ve Mahşer ve benzeri şeyler hakkında eskatolojik spekülasyonlara çok az sempati duyduğunu düşünmüştür.
İnsanların bir yandan evrimin bazı türlerini kabul etmiş olması oldukça mümkündür. Darwinciliğe olan itirazları teolojikten çok daha toplumsaldı. Darwin'in düşüncesinin merkezinde varoluş mücadelesinden çektiği militarist imalar olduğunu düşündüğü şeyden nefret etmiştir. Birinci Dünya Savaşı, Evrimsel Biyoloji adına şiddeti savunan birçoğu onun şüphelerini doğrulamıştır.
Pulitzer Ödüllü Tanrıların Yazı isimli eser (Larson, 1997), Scopes davası konusunda çok daha tanımlayıcıdır. Rüzgârın Mirası filminin daha ziyade tarihi kullanarak, Amerikan toplumundaki sıra dışı yeni veya baş kaldıran figürlerin McCarthy-benzeri şekillerde baskılanmasını araştıran ve ayıplayan bir eser olarak görülmektedir.
2. Yaratma Bilimi
Scopes davasından sonra, genel anlaşma yaratılışçılık akımının oldukça çarpıcı bir biçimde ve hızla doruğa ulaştığı ve düşüşe geçtiği yönündeydi. Fakat kendi kalıcı etkilerine de sahipti. Ders kitabı üreticileri giderek evrimi – özellikle de Darwinciliği- kitaplarından çıkardılar, böylece okul çağındaki çocuklar bu fikirlere ne olursa olsun daha da az maruz kalmış olacaktı. Evrimciler popüler görüş alanında pek çok türde savaşlar kazandıklarını düşünmüş olsalar da, sınıftaki siperlerde savaşı fena halde kaybediyorlardı. 1950’nin sonlarında işler yeniden hareket etmeye başladı.
O zamanlar Sputnik sayesinde Ruslar, füze bilimi alanındaki üstünlüklerini (Soğuk Savaş'ın silahlanma yarışına olan etkileri ile) çok etkili bir şekilde kanıtlamışlardı ve Amerika, bir ürpertiyle, gençliğinin fen eğitiminin ne kadar etkisiz olduğunu fark etti. Karakteristik olarak, ülke bu konuda yeni bilim metinlerinin üretimine para dökme adı altında hızlı ve etkili bir şey yaptı. Bu şekilde, sınıf kabulü ile Federal Hükümet güçlü bir etkiye sahip olabilir ve yine de eğitimin bireysel devletlerin sıkı kontrolü altında olduğu yönündeki problemi çözebilirdi. Doğal olarak, yeni biyoloji metinleri evrime ve Darwinciliğe tam olarak yer verdi ve bununla birlikte yaratılışçılık tartışması yeniden alevlendi. Çocuklar okulda bu "korkunç" öğretileri öğreniyorlardı ve bunun için bir şeyler yapılması gerekiyordu.
Neyse ki literalistler için yardım gecikmedi. İncil âlimi, John C. Whitcomb ve hidrolik mühendisi, Henry M. Morris, hareketin yeni Kutsal Kitabı olacak olan Yaratılış Taşkını: İncil Raporu ve Bilimsel Sonuçları’nı (1961) yazmak için bir araya geldiler. Önceki yazarların geleneğini, özellikle de Yedinci Gün adventizminden gelen gelenekleri takip ederek, Yaratılış'ın ilk bölümlerinde verilen yaratılış hikâyesinin her parçasının tamamen modern bilimin en iyisi tarafından desteklendiğini iddia ettiler. Yirmi dört saatten altı gün sonra, mucizevi bir şekilde gelen organizmalar, devam eden insanlar ve bir zamanlar Dünya’daki çoğu organizmayı yeryüzünden silip süpüren su kütlelerini terk etti - ya da daha doğrusu, sular geri çekilirken cesetlerini çamura attı. Aynı zamanda Whitcomb ve Morris, evrim olgusunun kötü biçimde başarısız olduğunu savundu. Yaratılışçı repertuvarın evrime karşı standart kısımları haline gelen bir dizi argümanı tanıttılar (ya da yeniden canlandırdılar). Bu argümanların birçoğunu, evrimcilerin yanıt olarak yaptıkları karşı argümanlarla tanıtmamıza izin verin.
Birincisi, yaratılışçılar en iyi ihtimalle evrimin sadece bir teori olduğunu ve bir gerçek olmadığını ve teorilerin asla müjde olarak kabul edilmemesini (eğer bir metafora izin verilebiliyorsa) savunurlar. Evrimcilerin dilinin bile kendi iddialarının sallantıda olduğunu gösterdiğini iddia ederler.
Evrimciler buna, "teori" kelimesinin iki anlamının karıştırılmasından kaynaklandığını söyleyerek itiraz eder. Bu sözcüğü bazen, "Einstein'ın Görelilik Kuramı"nda olduğu gibi, bir bilimsel yasalar bütünü anlamını ifade etmek için kullanıyoruz. Bazen "Kennedy’nin suikastı hakkında bir teorim var." cümlesindeki gibi “şüpheli bir hipotez” anlamını ifade etmek için kullanıyoruz. Bunlar iki farklı anlamlardır. Einstein’ın teorisi hakkında şüpheli hiçbir şey yoktur. Bu doğrudur, bir gerçektir. Evrimciler, aynı şeyin evrim için de geçerli olduğunu iddia ederler. Evrim teorisi hakkında konuşurken, birisi aynı zamanda kanunlar bütünü hakkında konuşur. Özellikle, eğer kişi Charles Darwin'in fikirlerini izliyorsa, nüfus baskılarının varoluş mücadelesine yol açtığını öne sürüyorsa bu da doğal olarak tercih edilen formların seçilmesini ve evrimin ortaya çıkmasını gerektirir. 1930’lardan itibaren basamaklar arasındaki tümdengelimsel çıkarımlarla matematiği kullanarak resmi bir versiyonda verilen hayatla ilgili genel ifadeler bütünüdür. Başka bir deyişle, bir yasalar kanunu vardır ve bu nedenle ilk anlamda bir teori vardır. Burada teorinin ikinci anlamda şüpheli olduğunu gösteren bir ima yoktur. Mutlaka doğal olarak güvenilmez bir şeyden bahsetmiyoruz.
İkincisi, Whitcomb ve Morris gibi yaratılışçılar, Darwin'in doğal seleksiyonu olan modern evrimsel düşüncenin merkezi mekanizmasının sahte olduğunu iddia etmektedirler. Gerçek dünya hakkında gerçek bir iddia değil, filozofların bir totoloji dedikleri, yani “Bekârlar evli değildir” cümlesindeki gibi kelimelerin anlamı ile doğru bir şey olduğunu düşünürler. Doğal seçilim durumunda, yaratılışçılar mekanizma için alternatif bir ismin “en uygun olanın hayatta kalması” olduğuna dikkat çekerler. Fakat kim daha uygun diye sorarlar. Cevabı şöyle verirler: “Hayatta kalanlar!” Bu nedenle, doğal seçilim, hayatta kalanların hayatta kalanlar olduğu totolojisine indirgenir. Asla gerçek bir bilim iddiası yoktur.
Evrimcilerin buna verdikleri yanıt, gerçekte tehlikede olan şeyin cehaletini göstererek bunun bir aldatmaca olduğudur. Doğal seçilim tam anlamıyla gerçektir; çünkü yaşam mücadelelerinde hayatta kalan ve çoğalan bazı organizmalar ve bunu yapamayan diğerleri hakkında konuşur. Sözde atalarımızın bazıları yaşamış ve bebek sahibi olmuşlardır fakat bazıları olmamıştır. Farklı bir üreme bulunuyordu. Bu kesinlikle tek gerçek değildir. Herkesin aynı sayıda çocuğa sahip olması olabilir. Ayrıca başarılı ve başarısız olan arasında genel olarak bir fark olmadığı da olabilir. Bu da doğal seçilim tarafından reddedilmiştir. Bir şeyin daha uygun veya en uygun olduğunu söylemek, diğer organizmaların sahip olmadığı bazı özelliklere (biyologların adaptasyon olarak adlandırdığı) sahip olduğunu ve ortalamada bir kişinin daha uygun olanının başarılı olduğunu umduğunu söylemek içindir. Fakat bunun böyle olması ya da her zaman olacağının bir garantisi yoktur. Bir deprem uygun olan ve olmayan herkesi yok edebilir.
Üçüncüsü, yaratılışçılar, modern evrim teorisinin, evrimin ham yapı taşlarının, genetik mutasyonların, rastgele olduğunu öne sürdüğünü belirtmektedirler. Ancak bu, evrimleşen tüm parçaların yer aldığı bir organizma olarak iyi ve verimli bir şekilde çalışan bir şey üretmenin minimum şansının olduğu anlamına gelir. Bir maymun harfleri yazma işini rastgele yapar. Hiçbir zaman bir milyon yılda (milyar, milyar, milyar yıl) Shakespeare'in eserlerini yazamazdı. Yaratılışçılar, mutasyonun rastgeleliği göz önüne alındığında, aynı şeyin evrim ve organizma için de geçerli olduğunu söylüyorlar. Evrimciler bunu maymun için iyi ve doğru olabileceği yönünde cevaplar, fakat evrim konusunda durum farklıdır. Eğer bir mutasyon işe yarıyorsa, o zaman bir sonraki iyi mutasyon ortaya çıkana kadar tutulur ve sonra üzerine inşa edilir. Bu, mutasyonun görünüşü rastgele olmasına rağmen, evrimin organizma üretme oranını önemli ölçüde küçültür. Shakespeare’den sadece bir cümle aldığınızı varsayın. "Dostlar, Romalılar, yurttaşlar, dinleyin." Her harfi doğru bir şekilde almanız gerekiyorsa, büyük bir zaman dilimi içine girmiş olursunuz. Boşluk sayısının gücüne göre yirmi altı (harflerin sayısı, eğer büyük harfleri, boşlukları ve noktalama işaretlerini dâhil ederseniz daha fazladır). Ancak, "F" harfini aldığınız anda kullanmaya devam ederseniz ve sonra bir "r" denemek için devam ederseniz, artık her seferinde bir kareye geri dönmezsiniz ve aniden görev daha kolay yönetilebilir hale gelir. (Dawkins 1986'nın bu konular hakkında iyi bir tartışması vardır.)
Bu arada, evrimcileri dâhil ederek, kişi mutasyonlardan ‘rastgele’ diye bahsederken dikkat etmelidir. Mutasyonun kendiliğinden vücuda gelmiş ya da daha ziyade özel bir şey olduğu ima eden bir şey yoktur. Aksine, mutasyonların ihtiyaca göre gerçekleşmediği kastedilmektedir. Yeni bir hastalığın ortaya çıktığını varsayalım. Evrim teorisi, yeni, yaşamı koruyucu bir mutasyonun ortaya çıkacağını garanti etmez.
Dördüncüsü, yaratılışçı şikâyetlerin ayinlerinde, paleontolojiye dayanarak devamlı bir gözde vardır. Yaratılışçılar, eğer evrim gerçekleştiyse fosil kayıtlarının sürekli olması gerektiğini savunurlar, fakat gerçek hayatta farklı biçimler arasında çok sayıda boşluk vardır. Bu evrim değil Yaratılış anlamına gelir. Buna yanıt olarak diğer bir yandan kişi boşluklar bekler. Fosilleşme nadir görülen bir olaydır - çoğu ölü beden hemen yenir veya sadece çürür - ve şaşkınlık, sahip olduğumuz şeye sahip olduğumuzdur. Öte yandan evrimciler kayıtların o kadar da eksik olmadığını iddia ederler. Örneğin amfibilerden memelilere kadar ya da (daha ayrıntılı olarak) atların beş ayak parmaklı Eohippus'tan tek ayaküstünde modern atlara doğru evrimi gibi çok sayıda iyi sıralar vardır. Dahası yaratılışçılığın reddedilmesiyle, bir selden sonra tahmin edebileceğiniz gibi bozuk fosiller bulmayız. Her şeye rağmen yaratılışçılar aksini iddia eder, insanlar asla dinozorlarla birlikte bulunmaz. Biz olay yerinde görünmeden çok önce eski zamanların vahşileri sona ermiştir ve fosil kayıtları bunu kanıtlar.
Beşincisi, yaratılışçılar fiziğin evrimi reddettiğini savunmaktadırlar. Termodinamiğin ikinci kanunu şeylerin daima tükendiğini iddia eder – teknik dil kullanmak gerekirse entropi artar. Enerji en nihayetinde ısıya dönüştürülür ve daha fazla hizmet sağlayamaz. Ancak organizmalar açıkça devam eder ve kanuna meydan okur gibi görünür. Bunun gerçekleşmesi sadece evrim hesaba katıldığında imkânsızdır. İkinci yasa, organizmaların başlangıçtaki basit lekelerden insan gibi karmaşık yüksek organizmalara kadar kör gelişimini açıklar. Bu nedenle, işleyen yaşamı üretmek için doğal olmayan, mucizevi bir müdahale olmalıdır. Bu argümana göre evrimcilerin cevabı ikinci yasanın aslında şeylerin tükenmekte olduğunu söylemesidir, fakat evrenin izole ceplerinin, başka bir yerden enerji kullanarak kısa bir süre için trendi tersine çevirebileceğini inkâr etmemektedir. Bunlar Dünya gezegeninde olanlardır. Bir süredir Güneş enerjisini gelişmeyi sürdürmek için kullanmaktayız. Sonunda Güneş sönecek ve hayat tükenecek. Kinci yasa sonunda kazanacak, ama henüz değil.
Altıncısı, bunu nihai yaratılışçı itirazı yapalım, insanın kör hukuk tarafından, özellikle kör evrim yasaları tarafından değil açıklanamayacağı söylenmektedir. Onlar yaratılmış olmalı. Buna cevap olarak, insanların bu istisnai olduğuna inanmanın sadece keyfi bir varsayım olduğu yönündedir. Aslında günümüzde insanlar için fosil kayıtları güçlüdür - son dört milyon yıl boyunca boyumuzun yarısı kadar olan küçük beyinleri olan ve bizim gibi değil de dikine yürüyen küçük yaratıklardan evrimleştik. Bu varlıkların çok sayıda fosil kanıtı vardır (Australopithecus afarensis olarak bilinir). Belki de biz insanların özel olduğu doğrudur (Hristiyanların iddia ettiği gibi); biz benzersiz olarak ölümsüz ruhlara sahibiz, ama bu dini bir iddiadır. Bu bir bilim iddiası değildir ve bu nedenle evrim ruhları açıklamadığı için suçlanmamalıdır. Elbette insanın evrimi hakkında keşfedilecek çok daha fazla şey var, ama bu bilimin doğasıdır. Hiçbir bilim dalı, bu cevapların hepsine sahip değildir. Asıl mesele, bilim dalının cevaplarının devam edip etmeyeceği ve evrimcilerin bu bilim dallarının kesinlikle doğru olduğunu iddia etmeleridir.
3. Kültürel Bağlamında Yaratılışçılığı Anlamak
Tarihsel olarak ilerlemeden önce, bir an için durmak ve yaratılışçılığın yönlerini, kültürel bağlam olarak adlandırılabilecek bir şey olarak değerlendirmek faydalı olacaktır. Birincisi, sosyal faktörlerin -modern dünyadan bir yabancılaşma hissi- sürdüğü bir popülist hareket olarak, kişi toplumdaki kültürel değişimlerin yaratılışçı inançlara yansımasını bekleyecektir. Bu gerçekten öyledir.
Her şeyden önce, ırk meseleleri ve ilişkileri sorununu ele alalım. Güneyde 19. yüzyılın ortasında, İncil literalizmi çok popülerdi çünkü köleliği haklı çıkardığı düşünülüyordu. Kişi Hristiyan mesajını köleliğe karşı güçlü bir şekilde okuyabilse de - Mount'daki Sermon insanları başkalarını mülkü haline getirmeyi pek tavsiye etmiyor - başka yerlerde İncil köleliği destekliyor gibi görünüyor. Kaçan kölenin Aziz Pavlus'a geldiği zaman, elçinin, efendisine dönmesini ve ona itaat etmesini söylediğini hatırlayın. Bu türden düşüncenin kalıntıları 20. yüzyılda yaratılışçı çevrelerde varlığını sürdürdü. Price, örneğin, siyahların yozlaşmış beyazlar olduğuna ikna olmuştu.
Ancak, Yaratılış Taşkını zamanında, medeni haklar hareketi kayıplara karışmıştı ve Whitcombe ve Morris çok dikkatli bir şekilde karşı çıktılar. Onlar, İncil’in siyahlara değersiz muamelesi yapmanın hiçbir haklı sebebinin olmadığını detaylı bir şekilde açıkladılar. Nuh'un oğlu ve torununun koyu tenli bir geleceğe sürülmesinin hikâyesi, Kutsal Yazılar'ın okunmasının bir parçası değildi. Literalizm, Tanrı'nın dile getirilmemiş sözcüğü olabilir, ancak literalizm, en son post-modernist üretim olarak yorumlamaya açıktır.
İkincisi, hem iç hem de dış nedenlerden dolayı yaratılışçılar, her türden evrime karşı tam muhalefette dikkatli bir şekilde durmaları gerektiğini fark etmişlerdir. Nuh'un Gemisi, bugün dünyada bulduğumuz tüm hayvanları taşımış olabilir mi? Nuh’un Gemisi Yaratılış’ın sadece temel "türlerini" taşıyorsa ve daha sonra Taşkın'dan sonra hayvanlar dağınık ve çeşitlendirilmiş olsaydı çok daha kolay olurdu.
Dahası, bu değişikliğin çoğu geleneksel evrimcilerin izin verebileceğinden çok daha hızlı gerçekleştiğine inanmışlardı. Formüle etmek biraz zaman alsa da, yavaş yavaş “mikroevrim” ve “makroevrim” denen şeyleri ayırt etme stratejisinin ortaya çıktığını görüyoruz. Aslında yaratılışçıların bugün gördüğümüz bütün formlar için doğal değişimin uygun olduğu fikrine ve birleşik ortak kökene inatla karşı olduğunu (ve hala karşı olduklarını) bilmemize rağmen başlangıçta tam olarak evrim diye adlandırabilecek bir şeyi büyük çoğunlukla kabul ediyorlardı. Mikroevrim denen şey, Darwin'in ispinozlarına çeşitlilik getiren türde bir şeydir ve birçok yaratılışçı - sözde bir totoloji olduğu gerçeğine rağmen - bunu doğal seçilime indirgemek için bile hazırdır. Sürüngenleri sürüngen ve memelileri memeli yapan şey makroevrimdir. Bu Yaratılış günlerinde gerekli olan mucizeler dışında doğal bir süreç olamaz. Yaratılışçılığın ömür boyu sürecek bir rakibi olmasına rağmen (aşağıya bakınız), sonsuza dek birleşik ortak kökene bağlı olan ve tüm değişikliklerin doğal olması gerektiğini düşünen paleontolog Stephen Jay Gould’un mikroevrimin seçimden sorumlu olması ve makroevrimin diğer nedensel güçler gerektirebileceği iddialarına yaratılışçılar sevinçle katılmıştı.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, yaratılışçılık yalnızca bir epistemolojik mesele olduğunu - gerçekler meselesi ve onların anlayışı olduğunu asla düşünmez. Ahlaki iddialar her zaman kesinlikle temel olmuştur. Neredeyse tüm yaratılışçılar, İsa'nın yakında geleceğine ve Kıyamet Günü’nden önce dünya üzerinde hüküm süreceğine inanarak teolojik olarak premilenyumcu olarak bilinirler.
Onlar, İsa'nın daha sonra geleceğini düşünen bin yıl dönümcülerine ve belki de İsa'nın egemen olduğu bir çağda yaşadığımızı düşünmeye meyilli olan amilenyumculara karşı çıkmaktadırlar.
Postmilenyumcular, İsa'ya olan şeyleri hazır hale getirmemiz için bir ikramiye koymuştur - bu yüzden sosyal eylemde ve buna benzer şeylerle meşgul olmalıyız. Premilenyumcular dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığını düşünür, bu yüzden kendimizi ve başkalarını İsa için hazır bir duruma getirmemiz gerekir. Bu bireysel davranış ve başkalarının dönüşümü anlamına gelir. Bu nedenle premilenyumcular için ve bu neredeyse tüm yaratılışçıları içerir, büyük ahlaki disiplinler (bugün anti-kürtajı kapsar) aile kutsallığı, cinsel ortodoksluk (özellikle eşcinsel olmayanlar), kutsal yoldan yaptırılmış cezalar (çok önderlik cezası), İsrail için güçlü destek (Ahir zamanda İsrail'e dönen Yahudiler hakkında Vahiy iddiaları nedeniyle), vb. gibi şeylerdir.
Bu ahlaki gündemin, Amerikan yaratıcılığının, Taşkınlar ve Nuh’un Gemisi kadar ayrılmaz bir parçası olduğunu görmek çok önemlidir. (Ruse, 2005 bu konuları çok ayrıntılı olarak anlatmaktadır.)
4. Arkansas
Yaratılış Taşkını, inançlı insanlar arasında büyük bir popülariteye sahipti. Bu, Morris ile özellikle iş arkadaşlarının ve inananlarının - özellikle Evrim: Fosiller HÂLÂ HAYIR Diyor! yazarı Duane T. Gish, - literalist çizgiyi ittiği sağlam bir Yaratılış Bilimi Hareketine yol açmıştır. Asıl etkili olan, evrimcilerin tartışmaya açık olmaları, kitaptaki her bir retorik hileyi kullanacakları, bilim adamlarını öfkeye ve iktidarsızlığa indirgeyecekleri, evrenin sözde doğasıyla ilgili cesurca ifadeleriyle karşılaşmalarıdır.
Bu, sonuçta Arkansas'taki bir davada sonuçlanmıştır.
1970'lerin sonuna gelindiğinde, yaratılışçılar devlet destekli devlet okullarında yaratılışçılık öğretisine izin verecek -ısrar edecek - devlet yasama meclisleri için tasarlanan taslak faturaları elden ele gezdiriyordu. Yani, bu tarz okulların biyoloji sınıflarında. Bu zamana kadar Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa değişikliğine (devlet dininin kurulmasını yasaklayan) ilişkin kararları sayesinde, bu tür okullardan evrim öğretimini dışlamak mümkün olmadığı fark edildi.
Buradaki hile, yaratılışçılığı (prima facie'nin kilisenin ve devletin ayrılığıyla doğrudan doğruya giden bir şey) bu tür okullara taşımaktı. Yaratılış biliminin amacı bunu yapmaktır. İddia, bilim yaratılışla aynı doğrulta olmasına rağmen, bilimsel bir gerçek olarak, iyi bilim olarak tek başına ayakta durduğudur. Bu nedenle bu taslak faturalar “Dengeli muamele” olarak adlandırılan şeyleri önermiştir. Eğer kişi "evrim modelini" öğretecek olsaydı, o zaman bir de "Yaratılış Bilimleri modeli"ni öğretmesi gerekirdi. Evrimci kaz için olan sos, yaratılışçı kaz için de sostur.
1981'de, bu taslaklar Arkansas'ta, bu tür bir yasa tasarısının onaylandığı ve yasalaştırıldığı – olduğu gibi, sonuçlar dikkatlerini çekinceye kadar ne yaptıklarının çok azını düşünen bir yasama organı ve vali tarafından bir yasama ve yönetmen tarafından- bir müşteri bulmuştur. Bir zamanlar Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği harekete geçti ve hukukun anayasaya aykırılığına dayanarak dava açmıştır. İlahiyatçı Langdon Gilkey, genetikçi Francisco Ayala, paleontolog Stephen Jay Gould ve felsefe temsilcisi kendim (Michael Ruse) yaratılışçılığın devlet destekli biyoloji derslerinde yeri olmadığını savunarak, uzman tanık olarak ortaya çıkmıştır. Mahkeme salonunda evrim kazanır. Yargıç, Yaratılış Biliminin bilim olmadığı, bir din olduğu ve kamusal dersliklerde yeri olmadığı konusunda sıkı bir karar alır. Yargıç, bir şeyi bilimsel yapan şeyin “temel özelliklerinin” şunlar olduğuna karar verir:
- Doğa kanunları tarafından yönlendirilir.
- Doğal yasaya göre açıklayıcı olmalı.
- Ampirik dünyaya karşı test edilebilir.
- Sonuçları değişken yani mutlaka son söz değil ve
- Yanlışlanabilir.
Yargıcın düşüncesinde Yaratılış Bilimi tüm sayımlarda başarısız oluyor ve bu, görünüşe göre meselelerin sonudur (Karar ve bağlam Ruse 1988'de verilmiştir). Elbette, gerçek hayatta hiçbir şey bu kadar basit olmamaktadır ve Arkansas kesinlikle meselelerin sonu değildir. Denemedeki en önemli konulardan biri, daha az teolojik veya bilimsel olsa da felsefi olmuştur. Katılımımın sebebi budur.
Hâkimin, iyi ya da gerçek bilimi nelerden oluştuğuna dair kriterlerinin beşincisine tekrar bakalım. Yaratılışçılar, Avusturya doğumlu, İngiltere’de ikamet eden ünlü filozof Karl Popper'ın (1959) fikirlerine atıfta bulunmaya başlamışlardı. Bilindiği gibi, Popper bir şeyin gerçekten bilimsel olması için yanlışlanabilir olması gerektiğini iddia etmiştir. Bununla birlikte, Popper hakiki bilimin gerçek dünyaya karşı kendini kontrol etmek için kendini karşısına çıkardığını ifade etmiştir. Bilimin tahminleri doğruysa, o zaman gerçek bilim başka bir gün savaşmak için yaşar. Eğer tahminler başarısız olursa, bilim reddedilmelidir - veya en azından gözden geçirilmelidir.
Popper (1974)’ın kendisi, evrim teorisinin gerçekten yanlışlanabilir olup olmadığına dair kuşkularını dile getirmiştir ve daha ziyade bir “metafizik araştırma programı” olarak adlandırdığı, daha fazla araştırmak için bir keşiften ziyade gerçekliğin tanımından daha az olduğunu düşünmeye eğilimlidir. Yaratılışçılar bunu değerlendirmişler ve evrimi reddetmek için en azından onun yaratılışçılıktan daha fazla bir bilim olduğunu yargılamak için ve evrimi reddetmek için en iyi otoriteye sahip olduklarını iddia etmişlerdir.
Arkansas'taki ifadenin bir kısmı bu argümanı çürütmek için tasarlanmıştır ve aslında evrimin gerçekten de yanlış iddialarda bulunduğu gösterilmiştir. Daha önce gördüğümüz gibi, doğal seçilim bir totoloji değildir. Eğer kişi organizmaların farklı bir üreme sergilemediğini gösterebilirse - yukarıda verilen örneği alarak- tüm insanların aynı sayıda yavruya sahip olması - o zaman kesinlikle yanlış olacaktır. Aynı şekilde, kişi insan ve dinozorun gerçekten de aynı zamandaki fosil kayıtlarının katmanlarında meydana geldiğini gösterebilirse, modern evrimcilerin düşüncesine karşı güçlü bir kanıtı olacaktır. Bu argüman mahkemede başarılı olmuştur - yargıç evrim düşüncesinin çürütülebilir olduğunu kabul etmiştir. Aksine, Yaratılış Biliminin kontrol etmeye asla açık olmadığını kabul etmiştir.
Ancak, söz konusu olaydan sonra, bir takım önde gelen filozoflar (özellikle de Amerikan Larry Laudan), bilim ile bilim dışı arasında bir “sınırlama kriteri” olarak yanlışlanabilirliği kullanma fikrine şiddetle karşı çıkmıştır. Aslında, bilimi, diğer insan faaliyeti modellerinden ayırmak için belirgin kural olmadığını ve bu anlamda yaratılışçıların haklı olabileceğini iddia etmişlerdir. Laudan gibi insanların kendileri yaratılışçı olduğundan değildi. Yaratılışçılığı yanlış düşünmüşlerdir. Onların itirazları, yaratılışçılıktan daha ziyade evrimi gerçek bir bilim haline getirmenin bir yolunu bulmaya çalışmaktı. Arkansas'taki anti-yaratılışçılık stratejisinin savunucuları, belki de biraz samimiyetsiz bir biçimde, ABD Anayasasının sahte bilim öğretimini engellemediğini savundu. Bilim dışı öğretimi, özellikle de başka bir isimle din öğretimini yasaklamaktadır. Bu nedenle, Laudan gibi insanların ufak itirazları ciddiye alınsaydı, yaratılışçılar, evrimin ve yaratılışçılığın dengeli bir şekilde muamele edilmesi için bir davaya sahip olabilirlerdi. Popperyan yanlışlanabilirliği, bilim ve dinin ayrılması için biraz kaba ve hazır bir yol olabilir, ancak eldeki iş için yeterince iyidir ve kanunda hükmü olan budur.
5. Natüralizm Tartışması
Evrimciler mahkemede başarılı olmuşlardır. Yine de Laudan ve beraberinde yaratılışçılara yeni çabalara ilham verdiler ve Arkansas mahkemesinden bu yana, evrim / yaratılışçılık tartışmasının felsefi boyutu çok artmıştır. Özellikle, felsefi argümanlar, evrim karşıtı Darwin Yargılanıyor (1991) ile ünlenmiş olan günümüz yaratılışçıları lideri Berkeley hukuk profesörü Phillip Johnson'ın, düşüncesinin merkezinde yer alıyor (Johnson'ın etkisi ve önemi herkes tarafından kabul edilir ve emekli bir lider haline gelmiştir. Liderlik görevi artık genç insanlara, özellikle biyokimyacı Michael Behe'ye ve filozof-matematikçi William Dembski'ye geçmiştir). Bununla ilgili olarak Johnson, yaratılışçı Bilim İnsanlarının (daha önceki bir bölümde verilen) argümanlarını tekrarlayıp - fosil kayıtlarındaki boşluklar ve bunun gibi - ama aynı zamanda Yaratılış / evrim tartışmasının sadece bilime karşı din ya da iyi bilime karşı kötü bilim olmadığını aksine çelişen felsefi konumlar olduğunu vurgulamıştır. Bunun anlamı, bir felsefenin bir diğerine çok benzemesi ya da daha doğrusu, bir kişinin felsefesinin, başka bir kişinin zehri olması ve bunun kişisel bir fikir meselesi olmasıydı. Bunun arkasında, kişi avukatın zihninin iş başında olduğunu ve eğer her şey bir felsefe meselesi ise, o zaman Birleşik Devletler Anayasasında okullarda yaratılışçılık öğretimini yasaklayan hiçbir şey olmadığını görür.
Johnson'ın pozisyonu için önemli olan bir dizi ince ayrımdır. “Metodolojik natüralizm” ve “metafiziksel natüralizm” diye adlandırdığı şeyleri birbirinden ayırır. İlki, yasalarla açıklamaya çalışmanın ve mucizeleri tanıtmayı reddetmenin bilimsel duruşudur. Metodolojik bir doğa bilimci, tüm olguları her ne kadar garip olursa olsun doğal yollarla açıklamakta ısrar ederdi. Örneğin, İlyas’ın sırılsıklam olmuş kurbanını ateşe vermesi yıldırım çarpması ya da bunun gibi olaylarla açıklanabilir.
İkincisi, doğallığın ötesinde hiçbir şey olmadığı konusunda ısrar eden felsefi duruştur - Tanrı yok, doğaüstü değil, hiçbir şey yok. Natüralizm nihayetinde neyin gerçek olduğunu ya da gerçek olmadığının belli bir görüşünü belirten metafizik bir doktrindir. Natüralizme göre, nihayetinde gerçek olan şey, bu parçacıkların nasıl davrandığını düzenleyen doğal yasalarla birlikte madde ve enerji dediğimiz şeyi oluşturan temel parçacıklardan oluşan doğadır. En azından endişelendiğimiz kadarıyla nihayetinde doğanın kendisi bulunan her şeydir (Johnson 1995, 37-38).
Sonra, Johnson'un “teist realist” dediği biri vardır. Bu kişi Tanrı'ya ve bu Tanrı'nın doğal dünyaya müdahale ettiğine inanan biridir. Tanrı her zaman düzenli ikincil mekanizmalarla çalışma seçeneğine sahiptir ve bu tür mekanizmaları sık sık gözlemleriz. Öte yandan, genetik bilgi ve insan bilincinin kökeni de dâhil olmak üzere birçok önemli soru, bir bilgisayar ya da kitabın bu şekilde açıklanamaması gibi, belirsiz nedenlerle açıklanamaz (s.209). Johnson kendini teist bir realist olarak düşünür ve dolayısıyla metafizik gerçekçiliğe karşıdır. Evrimciliğe bağladığı metodolojik gerçekçilik, metafizik gerçekçilikten farklı görünebilirdi, ancak Johnson, eskilerin ikincisine kaydığını iddia etmektedir. Bu nedenle evrimci, metodolojik realisttir, metafizik realisttir, teistik realistin muhalifidir - ve Johnson söz konusu olduğunda, gerçek teist realist Kutsal Kitabın oldukça literalist bir okumasından faydalanan kişidir.
Sonuç olarak, her şey bir bilim meselesi ve daha çok tutum ve felsefe meselesidir. Evrim ve yaratılışçılık farklı dünyalardır ve kavramsal olarak, sosyal, pedagojik ve iyi şansla gelecekte farklı muamele etmek yasal olarak yanlıştır. Bundan daha fazlası, yaratılışçılığın (diğer adıyla Teistik Realizm) Hristiyanlığın tek gerçek şekli olduğuna dair Johnson'ın argümanına dâhil edilmiştir.
Ama bunların herhangi biri anlamlı mı? Evrimciler böyle olduğunu iddia etmezdi. Johnson'ın hamlesinde anahtar kavram açıkça yöntemsel natüralizmdir. Metafiziksel natüralizm, teizmi engelleyen bir şey olarak tanımlanmış, din benzeri bir statüye sahip bir felsefe olarak kurulmuştur. Din ve bilim arasındaki çatışmayı zorunlu olarak sürdürür. Ama Johnson'ın da belirttiği gibi, birçok insan hem metodolojik doğa bilimciler hem de teistler olabileceğini düşünür. Metodolojik natüralizm, din eşdeğeri değildir. Bu, entelektüel bütünlük ile en azından tutarlı bir şekilde mümkün mü? Johnson'ın, onun, din / bilim savaşının hiçbir tutsak veya tavizsiz olarak mutlak olmasını istemediği iddiasıdır.
6. Bir Evrimci Hristiyan Olabilir Mi?
Bu tartışmayı çözümlemek için (durumun tam olarak ne olduğu konusunda) hemfikir olmamıza izin verin: Eğer metodolojik bir doğa bilimciyseniz, bugün evrimi kabul edersiniz ve evrimin sizin amacınızı desteklediğini düşünürsünüz. Bugün metodolojik natüralizm ve evrim bir paket anlaşmadır. Birini alırsan, diğerini de alırsın. Birini reddedersen, diğerini de reddedersin. O zaman açıkça, eğer sizin teizminiz, Tanrı'nın eylemlerini ve amaçlarını Kutsal Kitap'ın açık bir okumasından alan bilginizse, bir çatışmanız var demektir. Kelimenin tam anlamıyla Yaratılış’ı ve evrimi kabul edemezsiniz. Bu bir gerçektir. Başka bir deyişle yaratılışçılık ve evrim arasında bir uzlaşma olmayabilir.
Ne var ki, ya teolojik olarak konuşursak grinin güzel bir tonu için söylenecek çok şey olduğunu düşünüyorsanız? Ya İncil'in çoğunun, doğru olsa da, metaforik bir şekilde yorumlanması gerektiğini düşünüyorsanız? Eğer bir evrimci olabileceğinizi düşünürseniz ve İncil'in ana kalbini kabul etseniz ne olur? Tutarlılığı ve metodolojik doğalcılığa nasıl paha biçilir o zaman? Cevap, Kutsal Kitabın “temel kalbi” olarak aldığınız şeye bağlıdır.
En azından, Hristiyan'a, bu kalbin günahlı doğamızdan, Tanrı'nın kurban edişinden ve nihai kurtuluş ihtimalinden söz ettiğini söyleyebiliriz. Dünyadan, Tanrı'nın (ancak bununla birlikte) anlamlı bir yaratımı ve bu dünyada gerçekleşen bir ön plan draması olarak bahseder. Kişi, hakiki günahı, İsa'nın yaşamı ve ölümü, dirilişi ve onun peşinden gelen her şey olarak adlandırır. Ve bir keresinde, büyük sorunların ilkine, yani mucizelerin - İsa'nın kendisinin (Canna'da bir düğünde suyun şaraba dönüştürülmesi), üçüncü gün hayata dönüşünün ve (özellikle de eğer bir Katolik iseniz) bunlar gibi devam eden mucizeleri azizlerin müdahalesiyle dualara karşılık olarak dine geçirme ve alakalı şeyler olarak hemen anlatmaya başlarız.
Burada metodolojik doğa bilimci için bir dizi seçenek vardır. Bu tür mucizelerin gerçekleştiğini, hukuk ihlallerini de içerdiğini, ancak biliminizin dışında olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar kuralın istisnasıdır. Tartışmanın sonu. Biraz ani, ama kendinize bir teist demeniz için düzensiz bir tutarsızlık değildir. Ya da mucizelerin gerçekleştiğini, ancak bilimle uyumlu olduğunu ya da en azından uyumsuz olduğunu söyleyebiliriz. İsa, Saint Bernadette'e yapılan dualar sonrasında nadir, bilinmeyen ama gerçek yasalara göre, trans ve kanser tedavisi içindeydi. Bu pozisyon daha az ani olsa da, bu stratejinin gerçekten Hristiyan mı, mektubun içinde mi yoksa ruhunda mı olduğu konusunda endişelenebiliriz. İsa'nın çarmıhtan indirildiğini söylemek gerçekten bir hile gibi gözükür ve Canna'daki evlilik tam bir sahtekârlık gibi kulağa gelmeye başlar. Tabii ki, daha fazla mucizeyi çıkarıp, Havariler tarafından havaya uçurulduğu ve büyüdüğü düzenli olaylara indirgenmeye başlayabiliriz, ancak sonunda bu, tüm amacı yenecektir.
Üçüncü seçenekse sadece savaşa girmeyi reddetmektir. Hukuk / mucize ikileminin yanlış olduğunu iddia ediyoruz. Mucizeler, doğal yasalarla çatışan veya doğal yasaları onaylayan şeylerden ibaret değildir. Geleneksel Hristiyanlar bunu her zaman bazı açılardan savunmuşlardır. Dine geçirme Katolik doktrinini ele alalım. Ekmeğin ve şarabın vücuda ve Mesih'in kanına dönüşü, ampirik kontrollere açık bir şey değildir. Ev sahibinin bir analizini yaparak dini onaylayamaz veya bilimi ispatlayamayız. Aynı şekilde İsa'nın dirilişi ile bile. Çarmıha gerildikten sonra, ölümlü bedeni önemsizdi. Mesele, müritlerin İsa'yı kalplerinde hissetmeleriydi ve böylece müjdeyi duyurmak ve vaaz vermek için cesaretlendirildiler. Onlara gerçek bir şey oldu, ama fiziksel bir gerçeklik değildi - örneğin, hayatını ve ondan sonra sayısız olanları değiştirse de, Pavlus'un fiziksel bir olayı dönüştürmesi de değildi. Bugünün mucizeleri de, ruhtan ziyade ruhaniyet meselesidir. Eğer fiziksel hiçbir çare yoksa da kişi birisinin elde edeceği rahatlığa ulaşmak için ya da sağlık için şanslı bir piyango bileti umuduyla Lourdes’e gitmesi beklenir mi? Filozofların sözleriyle, mucizeleri ve yasaları aynı grupta koymak bir kategori hatasıdır.
Johnson'ın bunların hepsine ne söylemesi gerekir? Sinir bozucu, cevap: "dikkat çekici derecede küçük" (!) Ana bölümde bu, "teizm" in ne anlama geldiğini tam olarak açıklamayı reddetmekten kaynaklanmaktadır. Johnson'ın söylediği şey, argümandan daha çok şantaj ya da işten çıkarma biçimidir.
Bunu yapmak için yeterince motive olan kişiler, M[etodolojik] N[aturalizm] 'den ateizme, agnostisizm ya da deizme giden kolay yola direnmek için yollar bulabilirler. Mesela, belki de Tanrı, evrimsel süreci aktif olarak yönlendirir, fakat (bazı makul olmayan nedenlerden dolayı), ampirik olarak algılanamaz bir biçimde yapar. Hiç kimse bu tür bir olasılığını çürütemez, ancak pek çok insan da onu entelektüel açıdan etkileyici saymaz. “İnanç”a bel bağlamış gibi görünmeleri- delil olmaksızın inanç anlamında – teistlerin akademik dünyada marjinalleştirilmiş bir azınlık ve her zaman savunmacı olmasının sebebidir. Genellikle onlar, kendi teizmlerini özel hayata sınırlayarak ve profesyonel amaçlar için natüralizmden ayırt edilemez bir pozisyon almayı kabul ederek iyi bir yargı için itibarlarını korurlar. (Johnson 1995, 211)
Şöyle devam eder:
Dinde doğaüstücülük ile bilimdeki natüralizm arasındaki geçici uzlaşma, bireyleri tatmin edebilir, ancak entelektüel dünyada pek de geçerliliği yoktur çünkü çatışan düşünce hatlarının zorunlu bir ikametgâhı olarak kabul edilirler (s. 212).
Bu noktada, evrimci muhtemelen yenilgiyi kabul eder. Johnson'ın hayal gücünün dışında "geçici uzlaşma" fikri nereden geldi? Gerçekte, çağımızın birçok önemli teolojisi, mucizeler, bilim ve dinin hiçbir çatışmaya sahip olmadığını düşünmektedir (Barth 1949; Gilkey 1985). Bu inancı zorlamadan eklerler ve muhalefet gerçek bir inanç da değildir. “Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard'ın bize öğrettiği gibi, çok fazla nesnel kesinlik, inancın ruhunu boşa çıkarır. Gerçek dindarlık yalnızca radikal belirsizlik karşısında mümkündür" (Haught 1995, 59).
Bu tür düşünürler, genellikle teolojik olarak muhafazakâr olan Martin Buber'in kişisel ilişkilerin merkezinde Tanrı'yı bulmak için ilham alırlar, Ben- Siz, bilimden daha ziyade, Ben-O. Onlar için, İsa'nın düşüncesinde, bir mucize adam olarak Ed Sullivan Şovundan bir kaçık gibi aşağılayıcı bir şey vardır. Beş bine ne oldu? Birkaç somun ve balık üzerine bir üçkâğıt? Ya da İsa, çokluğun yüreğini sevgiyle doldurdu, bu yüzden cömertliğin ve paylaşımın kendiliğinden tükenişi vardı, çünkü kalabalıktaki her biri, birkaçının getirdiği yiyecekle besleniyordu? Bu teologlar, Johnson'un "teizm" karakterini tanımlayan ilk bölümü ile tamamen aynı fikirdeydiler. İsa'nın varlığı ve eylemleri sayesinde işler çok farklıydı. Burada ya da başka yerlerde inkâr ettikleri, kanuna istisna aramak zorunda olmalarıdır.
Johnson’ın yaratılışçılığı ve evrim / natüralizm gerçekten bir çatışma içerisindedir. Fakat Johnson'ın yaratılışçılığı, özellikle, Hristiyanlık başta olmak üzere, dine yönelik her şey değildir. Bugün evrim olarak ima edilen metodolojik bir doğa bilimci olabileceğini düşünen, kendilerine teist diye seslenenler vardır (Ruse 2010). Johnson onlara karşı çıkmamıştır.
7. Akıllı Tasarım
Şimdi gelin daha felsefi meselelere geçelim. Bugün Johnson’ı tamamlayarak evrime alternatif sunmaya çalışan bir grup insan vardır. Bu insanlar “Akıllı Tasarım” denilen düşüncenin taraftarlarıdır. Bu düşüncenin savunucularına göre Darwincilik, en azından bir çeşit yaratıcıya doğrudan ve gereksiz bir şekilde karşı çıktığı için yetersiz kalmaktadır. Bu kimseler, organik dünyanın tam olarak anlaşılması için doğanın ötesinde, anlamlı ya da en azından bir amaca hizmet eden gücün yardımının olması gerektiğini düşünen insanlardır. Şimdilik, Akıllı Tasarım Kuramı ve yaratılışçılığın daha geleneksel formları arasındaki ilişki ile ilgili soruların üzerinde duracağız.
Bu yaklaşım empirik ve felsefi olmak üzere ikiye ayrılır. Daha önce bahsettiğimiz, Lehigh Üniversitesi biyokimyacısı, bir tasarımcı için empirik vakayı en çok dile getiren kişi Michael Behe ile başlayarak sırasıyla onları ele alalım. Behe, indirgenemez kompleks dediği bir şeye odaklanarak şöyle der:
İndirgenemez bir kompleksle, temel fonksiyona katkıda bulunan, iyi eşleştirilmiş olan, etkileşimli parçalardan oluşan tek bir sistemi kastediyorum. Burada parçaların herhangi birinin çıkarılması, sistemin fiilen işlevini durdurmasına neden olur. İndirgenemez kompleks bir sistem doğrudan (yani, aynı mekanizma tarafından çalışmaya devam eden başlangıç işlevini sürekli olarak geliştirerek), bir öncül sistemin hafif ve birbirini izleyen modifikasyonları ile üretilemez. Çünkü eksik bir kısmı olan herhangi bir indirgenemez kompleks öncüsü tanım itibariyle işlevsizdir (Behe, 1996).
Behe, sözlerine şöyle devam eder:
Herhangi bir indirgenemez kompleks biyolojik sistem —eğer böyle bir şey var olmuşsa— Darwinci evrime karşı güçlü bir meydan okuma olurdu. Doğal seleksiyon sadece hâlihazırda çalışmakta olan sistemleri seçebilir. Bu yüzden bir biyolojik sistemin aşamalı olarak üretilememesi halinde doğal seleksiyon için harekete geçecek bir şeylerin olması gerektiğinden birinin baskın olduğu bir bütün olarak, birleşik bir birim şeklinde ortaya çıkması gerekirdi (s. 39).
Şimdi biyoloji dünyasına ve özellikle de hücrenin ve bu seviyede bulduğumuz mekanizmaların mikro-dünyasına dönelim. Hareket etmek için bir tür döner motorla çalışan, kamçı kullanan bakteriyi ele alalım. Her bir parça ve onları meydana getiren diğer parçalar inanılmaz bir şekilde karmaşıktır. Örneğin, kamçının dış filamenti —flagellin olarak da geçer— yüzme sırasında sıvıyla temas eden bir tür kürek yüzeyi oluşturan tekil bir proteindir. Filamentin rotor aygıtına bağlanabilmesi için hücrenin yüzeyine yakın bir yerde kalınlaşması gerekir. Bu, doğal olarak "kanca protein" olarak bilinen bir konnektör gerektirir. Filamentte motor bulunmaz, bu yüzden motorun başka bir yerde olması gerekir. Deneyler motorun kamçı tabanında, elektron mikroskobunun birkaç halka yapısının oluştuğunu gösterdiği yerde bulunduğunu göstermiştir (s. 70). Tüm bunlar kademeli bir şekilde ortaya çıkmış olmak için çok karmaşıktır. Bu sadece tek aşamalı bir süreçtir ve bu sürecin de bir tasarlama nedeni olmalıdır. Behe, bu tasarlayıcıyı Hristiyanlıktaki Tanrı olarak tanımlamamaya dikkat etse de ima, doğanın normal seyrinden ayrı bir güç olduğu yönündedir.
8. Karmaşıklık, İndirgenemez midir?
İndirgenemez kompleks, sürekli yasalardan ve özellikle doğal seçilim faaliyetinden geçemediği varsayılan bir şeydir. Eleştirmenler Behe'nin doğal seleksiyonun doğası ve işleyişinde bir yanlış anlaşılmayı gösterdiğini iddia etmektedir. Hiç kimse, doğal süreçlerde çıkarıldığı takdirde, bulunduğu sistemlerin işleyişini bozmaya neden olacak parçaların olabileceğini inkâr etmez. Ancak buradaki mesele, yerinde duran parçaların çöküşe neden olmadan kaldırılıp kaldırılamayacağı değil; doğal seleksiyon ile yerlerine konulup konulamayacağıdır.
Kesme taşından yapılmış, çimentosuz, yalnızca taşların birbirlerine karşı kuvvetiyle tutturulmuş kemerli bir köprü düşünün. Köprünüzü en baştan, yukarıdan ve içeriye doğru yapmaya çalışsaydınız başarısız olurdunuz, taşlar yere düşmeye devam ederdi. Çünkü aslında merkez kenet taşını veya çevresindeki herhangi bir taşı kaldırmanız gerekseydi bütün köprü çökerdi. Bunun yerine yapmanız gereken ilk iş önce hepsi yerinde olana kadar köprünün taşlarını bırakacağınız bir mesnet (Ç.N. toprak seti gibi) inşa etmek olmalı. Artık ihtiyaç duyulmadığında da kaldırabilirsiniz. Aynı şekilde diğer süreçlerin üst üste bindiği kısımlarda birkaç aşamalı, sıralı bir biyokimyasal işlem düşünebilirsiniz. Şimdiye dek sıralı olmayan parazitik işlemler birleşir ve bağımsız olarak çalışmaya başlar. Orijinal dizi, sonunda doğal seleksiyon yoluyla kaynakların gereksiz veya yetersiz biçimde boşaltılmasıyla kaldırılır.
Elbette bütün bunlar bir varsayımdır. Fakat Darwinci evrimciler kompleks işlemler meselesini neredeyse hiç inkar etmemiştir. Gerçekten de bu konu yani tüm adaptasyonların en kafa karıştırıcısı olarak bahsedilen göz, Darwin tarafından Türlerin Kökeni'nde ayrıntılı olarak tartışılmıştır. Biyokimyasal düzeyde günümüz Darwincileri seleksiyon tarafından devreye sokulan en kompleks işlemlerin birçok örneğine sahiptir. Vücut biyokimyasının esası olan, gıdalardan alınan enerjinin hücreler tarafından kullanılabilir bir forma dönüştürüldüğü işlemi ele alalım. Standart bir ders kitabı, Krebs döngüsü olarak adlandırılan bu hayati organik sistemi "oldukça karmaşık bir dizi tepkimeye uğrayan" bir şey olarak tanımlamaktadır (Hollum 1987, 408). Mitokondri olarak bilinen hücre parçalarında meydana gelen bu işlem, ATP (adenozin trifosfat) üretimini içerir. ATP, enerji bakımından zengindir ve ihtiyaç duyulduğunda (mesela bir kas eyleminde) vücut tarafından daha az zengin bir başka molekül olan ADP (adenozin difosfat)'ye indirgenir. Krebs döngüsü diğer enerji kaynaklarından ATP'yi yeniden oluşturur ve her açıdan bu döngü, oldukça karmaşık ve anlaşılması güçtür. Başlangıçta bir alt işlemin diğerine öncülük edebilmesi için neredeyse bir düzine enzim (kimyasal süreçleri kolaylaştıran maddeler) gereklidir.
Yine de döngü bir anda ortaya çıkmamıştır. Başka şeyler yapan diğer hücresel işlemlerle kabaca birleştirilmiştir. Bu bir "brikolaj"dı, yani gelişigüzel bir şekilde bir araya getirilmiş bir şeydi. Döngünün her bir parçası diğer amaçlar için var olmuş ve yeni amaçlar için sistemin bir parçası olmuştur. Bu bağlantıyı kurmuş olan bilim insanları en başında Behe'yi akıllarına getirseydi, Behe'nin indirgenemez kompleksine karşı daha güçlü bir delil gösteremezlerdi. Aslında probleme Behe'nin terimleriyle başlamışlardır: "Krebs döngüsü, canlı hücrelerin evriminde sıklıkla tırnak içine alınan bir ana problem olmuştur. Bu problemin Darwin'in doğal seleksiyonuyla açıklanması zordur: Doğal seleksiyon, ara evrelerin belirli bir uygunluk işlevi olmadan karışık bir yapının inşasını nasıl tamamen açıklayabilirdi? (Meléndez-Hervia et al 1996, 302)
Bu insanların sunmadığı şey Behe-tipi bir cevaptır. En başında yanlış bir yol izlemektedirler. Diğer organizmalarda primitif olarak bulunan gözlerin, doğal seleksiyonun ilkel modellerde diğer sofistike modeller kadar verimli olmasa da aynı fonksiyona sahip özellikleri arılaştıran birincil modellerde çalışabildiğini öne süren memeli gözünün evrimine sahip olabilir miyiz? Muhtemelen hayır, çünkü buna benzer bir şeyin kanıtı yoktur. Ama sonra daha umut verici bir yola çıkabiliriz.
Krebs döngüsü probleminde ara evreler de kullanışlıydı ancak farklı amaçlar için. İşte bu nedenle onun tamamlanmış tasarımı oldukça açık bir fırsatçılık olgusuydu. Gözün inşası, özellikle yeni bir şey yapmak için gerçekten yaratıcı bir süreçti, ancak Krebs döngüsü, Jacob'ın (1977) "moleküler tamirci" olarak adlandırdığı işlemle inşa edildi. Çünkü ona göre evrim bir şeyi sıfırdan üretmez, zaten var olan şeyin üzerinde çalışır. Analizimizin en iyi sonucu minimum yeni materyalle, evrimin mümkün olan en iyi kimyasal tasarıma ulaşarak, metabolizmanın en önemli yolunu nasıl yarattığını görmektir. Bu durumda, sürecin en iyi tasarımını arayan bir kimya mühendisi, canlı hücrelerde çalışan döngüden daha iyi bir tasarım bulamamıştır (s. 302).
Cevabı Behe'yle toparlayalım. Eğer argümanları doğruysa, biz nispeten daha büyük problemler içinde oluruz! Mutasyonun doğası ve biyolojik sistemlerin zaman içindeki stabilitesi hakkında bildiklerimiz göz önüne alındığında konumu pek uygun görünmez. Akıllı Tasarımcının tam olarak ne zaman görevini yapması gerekir? Behe başlıca eserlerinden biri olan Darwin'in Kara Kutusu'nda her şeyin daha önce yapılıp sonra kendi kaderine bırakılmış olabilme ihtimalini ileri sürmüştür.
Tartışmış olduğum indirgenemez biyolojik sistemin... yakın zamanda üretilmiş olması gerekmiyordu. Sistemlerin basit bir incelemesi baz alındığında bunların milyarlarca yıl önce tasarlanıp hücrelerin yeniden üretimiyle günümüze geçmiş olmaları tamamen mümkündür" (Behe 1996, 227-8).
Bu tatmin edici bir cevap değildir. Önceden oluşturulmuş genlerin başlangıçtaki haliyle (ihtiyaç duyulmayacakken) günümüzde tam kullanım halinin arasındaki tarihi görmezden gelemeyiz. Mutasyonlar bu genlerde müthiş bir şekilde birikir, Behe onlara ihtiyaç olacağını söylemeden yüzlerce milyon yıl önce mutasyonlar onları değiştirir ve etkisiz hale getirir." Durumun böyle olduğunu gösteren birçok deneysel kanıt vardır. Behe'nin her şeyi önceden yapmakta olup şimdi cisimleri doğal kaderine bırakan bir tasarımcı fikri 'basit bir fantezi'dir (Miller 1999, 162-3).
Behe'nin uygulaması gereken alternatif strateji nedir? Büyük ihtimalle tasarımcı her zaman çalışmakta, ihtiyaç duyulduğunda mekanizmalar üretmektedir. Öyleyse eğer şanslıysak üretilen bazı şeyleri yaşamımızda görebiliriz. Gerçekten de şimdiye kadar bu tarz yaratma eylemlerinin bildirilmemiş olması biyologlar arasında bir hayal kırıklığı duygusu oluşturmuştur.
Dahası, bilimden teolojiye yöneldiğimizde daha da büyük hayal kırıkları vardır. En barizinden, kusurlu mutasyonlara ne demelidir? Kompleks mühendislik meseleleri için mevcut bir tasarımcıya ihtiyaç varsa bu tasarımcı niçin basit olaylara, özellikle düzeltilmezse korkunç problemlere yol açacak sorunlara zaman ayırmamıştır? En kötü genetik hastalıkların bazıları DNA'nın bir kısmında küçük bir değişiklikten kaynaklanmaktadır. Şayet tasarımcı çok iyi olduğundan oldukça kompleks şeyleri yapma gücüne sahipse neden sonucu çok kötü olacak kolay bir şeyi değiştirmez? Behe bundan kötülük probleminin bir parçası olarak bahsetmiştir. Bu doğrudur ancak pek işe yarar değildir. Faydalı olma fırsatı ve becerisi bu kadar barizken ve tercih edilmemişken bazı nedenleri bilmek zorundayız.
9. Açıklayıcı Filtre
Behe’nin yardıma ihtiyacı vardır. Bu varsayım filozof-matematikçi William Dembski'nin sayesinde Akıllı Tasarım lehine yapılmış bir kavramsal argümandan gelmektedir (1998a, b). Öncelikle onun argümanına bakıp sonra Behe'ye nasıl yardımcı olduğunu görelim.
Dembski'nin iki tür amacı vardır. Birincisi, bir şeyi başka bir şekilde değil de "tasarım" olarak etiketleyeceğimiz şeyleri ayırt ederken kullanacağımız kriterleri bize sunmak. İkincisi, bunu bağlam içine koymak ve tasarımı yasa tarafından doğal olarak üretilen ya da şansa bağlayacağımız bir şeyden nasıl ayırdığımızı göstermek. Çıkarımsal tasarım söz konusu olduğunda önemli üç nokta vardır: Olasılık, komplekslik ve özgüleme. Tasarım tesadüfi olmayan bir şey olmalıdır. Dembski'nin kullandığı örnek, Mesaj filminde uzay boşluğundan alınmış bir mesajdır. Noktalar ve çizgiler, sıfırlar ve birler dizisi fizik yasalarından anlaşılamamıştır.
Peki, onlar bir tasarım kanıtı mıydı? Bu dizileri ikili bir şekilde yorumlayabileceğimizi ve ilkinin 2, 3, 5 sayı grubu olduğunu varsayalım. Bunlar asal sayı grubunun başlangıcıdır ancak bu kadar küçük bir durum kimseyi pek heyecanlandırmayacaktır. Bu sadece tesadüfi olabilir. Yani, henüz hiç kimse tasarım konusunda ısrar etmeyecektir. Ama şimdi diziye devam ettiğinizi varsayalım. Sonuç olarak dizinin kesin ve hatasız bir şekilde 101'e kadar gittiğini görürüz. Şimdi bir şeylerin olduğunu düşünmeye başlarız çünkü bu durum “sadece şans” demek için fazla komplekstir. Bu son derece olanaksızdır.
Burada tarif ettiğim komplekslik bir olasılık biçimidir...(Dembski 2000, 27)
Muhtemelen şimdi ortada (asal sayı dizisine dayanarak) dünya dışı şeyler olduğu sonucuna varmaktan mutlu olsak da aslında başka bir şeye ihtiyaç vardır. "Bir bozuk parayla 1000 kez yazı tura atarsam oldukça kompleks (yani, son derece olanaksız) bir durum yaratmış olurum… Bu yazı tura atma dizisi bir tasarım çıkarımını tetiklemeyecektir. Kompleks olsa da bu dizi elverişli bir örüntü sergilemez.” Burada 2'den 101'e kadar olan asal sayı dizisi ile çelişmiş oluruz. Bu dizi sadece kompleks değildir. Ayrıca elverişli bir örüntü içermektedir. Mesaj filminde bu diziyi keşfeden SETI (Ç.N. Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması) araştırmacısı şöyle der: "Bu bir kuru gürültü değil, bir yapıya sahiptir (s. 27-8)." Burada neler olmaktadır? Tasarımda sadece keyfi ya da tesadüfi veya yalnızca deney ya da keşiften sonra statü kazanan bir şeyi değil, siz başlamadan önce bir şekilde belirtilmiş ve üzerinde durulmuş bir şeyi fark edersiniz. Asal sayılar dizisini uzayla bağlantısından önce ya da sonra çözebilirsiniz. Yazı tura atımlarının rastgele dizisi yalnızca olaydan sonra belli olacaktır. "Anahtar konsept 'bağımsızlık'tır. Özgülemeyi bir olay ve bağımsız bir şekilde verilen bir örüntü arasındaki eşleşme olarak tanımlıyoruz. Hem çok karmaşık hem de özgün (yani, bağımsız bir örüntüyle eşleşen) olaylar tasarımın göstergesidir.
Dembski şu anda tasarımı gerçekten tespit ettiğimiz argümanının ikinci bölümüne geçecek bir konumdadır. Burada onun "Açıklayıcı Filtre" dediği şeye sahibiz (Dembski 1998a, b). Farklı bir olayımız var. Soru şu, buna ne sebep oldu? Doğa kanunları göz önüne alındığında gerçekleşmeyecek bir şey mi? Olası mı? Ya da gerekli mi? Ay Dünya’nın etrafında durmaksızın döner. Bunu Newton'ın yasaları nedeniyle yaptığını biliyoruz. Tartışma bitmiştir. Burada tasarım yoktur. Ancak şimdi daha garip olan, ortaya çıkış nedeni bir muamma olan yeni bir olayımız var. Büyük sayıları ölçebilmemize rağmen bireysel düzeyde tahmin edemediğimiz bir mutasyonumuz olduğunu varsayalım. Yasanın altında doğrudan bir alt bölüm olmadığından bunun bu düzeyde gerekli olduğunu düşünmemiz için bir sebep yoktur. Diyelim ki Avrupa'nın kraliyet sülalesinde yaşandığı gibi hemofiliye neden olan bir gen vardı. Bu kompleks midir? Belli ki değil çünkü bu, bozulmaya sebep olur. Bu yüzden şimdi şanstan bahsetmek yerinde olacaktır. Burada bir tasarım yoktur. Hemofili mutasyonu sadece bir kazadır.
Şimdi kompleksliğimizin olduğunu varsayalım. Kayalardaki daha karmaşık olan bir mineral modeli burada geçerli olabilir. Diğer malzemelerde yer alan değerli metallerin damarlarına sahip olduğumuzu düşünelim, tümü karmaşık ve çeşitlidir — fizik, kimya, jeoloji ya da bir başkasının yasalarından çıkarabileceğiniz bir model değil. Ya da kimse bunu kusurlu mutasyonda olduğu gibi bozukluk karmaşası olarak nitelendirmez. Şimdi bu bir tasarım mıdır? Neredeyse kesinlikle değildir çünkü birinin böyle bir modeli önceden belirtme ihtimali yoktur. Bu biraz beklenmedik bir şeydir ve bilinçli niyetin bir sonucu olarak ortaya çıkmış değildir. Ve son olarak kompleks ve özgülenmiş olaylar vardır. Bir kimse Behe tarafından tartışılan mikroskobik biyolojik aygıt ve işlemlerin burada geçerli olacağını varsayar. Onlar beklenmediktir çünkü indirgenemez derecede komplekstirler. Tasarıma benzerler çünkü bulunmaları gereken organizmalar tarafından gereken şeyleri yaparlar. Yani onlar önceden özgülenmiş bir formdadırlar. Ve böylece açıklayıcı filtreden sağ çıkarak uygun bir şekilde gerçek tasarımın ürünü kabul edilirler.
Şimdi tam olarak ortaya konan kavramsal argümanla, Behe'ye geri dönmenin ve Dembski'nin açıklayıcı filtresinin nasıl Behe'nin tanrısını kötülük problemine göre durumdan kurtardığını görüyoruz. Açıklayıcı filtre göz önüne alındığında kusurlu bir mutasyon, filtre tarafından yarı yolda yakalanırdı. Gerekli olduğu için kontrol edilmeseydi şans eseri kenara çekilirdi. Özgüleme testini kesinlikle geçemezdi. Bu, korkunç bir genetik hastalık tasarımcının suçu olmayacakken başarılı kompleks mekanizmalarınsa onun eseri olacak olması anlamına gelirdi. Dembski bunların karşılıklı özel alternatifler olduğunu vurgular.
Bir olayı tasarıma atfetmek onun makul bir şekilde kanun veya şansa işaret edemeyeceğini vurgular. Tasarımın yasa ya da şans ayrımının küme teorisi gibi bir parçası olarak karakterize edilmesinde bu üç açıklama yolunun karşılıklı olarak özel ve kapsamlı olacağı garanti edilmektedir (Dembski 1998b, 98).
10. Birbirini Dışlıyor mu?
Dembski tarafından yapılan temel varsayım tasarım, kanun ve şansın karşılıklı dışarlayanlar olduğudur. Bu, açıklayıcı filtrenin esasıdır. Ancak gerçek hayatta kimse bu varsayımda bulunmak ister mi? Bir şeyin şansa indirgendiğini varsayalım. Bu yasaları göz ardı etmek anlamına mı gelir? Tabii ki gelmez. Eğer biri Mendelyen mutasyonun şans eseri olduğunu iddia ederse anlatmak istediği şey bu özel kurama göre şans olduğudur. Aynı şekilde mutasyonun normal, sıradan nedenlerden geldiğine, ama bunun nedenlerin tümü biliniyorsa artık şanstan çok ihtiyaçtan olduğuna da inanabilir. Buradaki nokta şansın cehaletin bir itirafı olduğudur. Yani şansla ilgili iddialar, tasarımlarla ilgili iddiaların olması gerektiği gibi ontolojik savlar değildir.
Dahası tasarımcının her zaman yasalar kanalıyla çalıştığı iddia edilebilir. Bu Deizm olabilir, dolayısıyla gerçek Hristiyanlık olmaz— bazı Hristiyanlar bazen Tanrı'nın Yaratılış'a müdahale ettiği konusunda ısrar ederdi. Ancak doğrusu Hristiyan olsun olmasın, her zaman yasalarla çalışan bir tanrı bir tasarım zekâsı hipoteziyle kesinlikle tutarsız değildir. Tasarımcı zaman geçtikçe niyetlerinin açığa çıkacağı bir şekilde işleri harekete geçirmeyi tercih edebilir. Makine tarafından yapılan bir kumaş parçasındaki model, bir el tezgâhı tarafından üretilmiş bir model kadar tasarım objesidir. Bir diğer deyişle, bir bakıma terimlerin normal kullanımına uyacak şekilde bir kimse, yasaların üretmiş olduğu bir şeyden bahsetmek isteyebilir. Bizim bilgimize ya da teorimize göre bu şanstır ve varlıkların büyük yaratıcısı tarafından tasarımın genel bağlamına uymaktadır. Kısacası Dembski'nin filtresi Behe'nin tasarımcısını bu durumdan kurtarmaz.
Eğer tasarımcı en kompleks ve iyi şeyi yapabiliyorsa — ve haklı olarak kendine pay çıkarıyorsa — o halde en basit ve berbat şeyleri de önleyebilir — bunda başarısız olduğunda eleştirilir —. Teolojideki problemler bilimdekiler kadar gaddardır (Akıllı tasarım kuramcıları onları reddetmek isteyen pek çok filozof için çalışmada bulunmuştur. Pennock 1988 ve Sober 2000 başlamak için iyi kaynaklardır).
11. Akıllı Tasarım ve Geleneksel Yaratılışçılık
Şimdi bu yazıda daha önce tartışılan Akıllı Tasarım Kuramı ve geleneksel yaratılışçılık arasındaki ilişki meselesini ele almaya çalışalım. Birçok yönden onlar, net bir şekilde aynı değillerdir. Çoğu Akıllı Tasarım Kuramcısı uzun bir dünya tarihine inanır (yaklaşık 15 milyar yıllık bir evrenin bilimsel tahminine dahi) ve tüm ortak âlemi kabul eder. Yeni bir kitap olan The Edge of Evolution (Evrim Eşiği)'da Michael Behe bu fikri açıkça ortaya koymuştur. Ancak kendim de dâhil olmak üzere birçok eleştirmeni Akıllı Tasarım Kuramını "Yaratılışçılık-ımsı" olarak tanımlamaya teşvik etmeye yetecek büyüklükte örtüşmeler vardır.
Birincisi politik olarak yaratılışçılar, Akıllı Tasarım kuramcılarının engelleme işini yapmasına izin vermeye oldukça isteklidir. Adım adım gitmeye inanarak AT hareketini açıkça desteklerler. AT başarılıysa daha fazlasını isteyebiliriz. AT hareketi için büyük bir fon ve duygusal desteği bulundurup özel olarak desteklenen Seattle'daki düşünce kuruluşu Keşif Enstitüsü'dür. Önde gelen üyelerinden biri genç dünya yaratılışçısı ve İsrail'in eskatolojik öneminin sıkı bir destekçisi olan Şikago Üniversitesi tahsilli felsefeci Paul Nelson'dır.
İkincisi, hem yaratılışçıların hem de AT savunucularının natüralist olmayan bir tür kökenine bağlı olduklarını göz önünde bulundurun. Elbette bağları daha güçlüdür. AT savunucuları Akıllı Tasarım hakkında tarafsız gibi görünmeye çalışır ancak açıkçası onun natürel olduğunu düşünmez. Kimse dünyanın ve sakinlerinin Andromeda galaksisindeki bir mezun öğrenci tarafından yürütülen laboratuvar deneyi olduğunu iddia etmez. Aslında kendi yazışmaları ve takipçileri için yazılmış eserlerinde Tasarımcı'nın İncil'deki Hristiyan Tanrı olduğunu açıkça ortaya koyarlar. Her zaman John'ın ilk bölümünü alıntılarlar: "Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı." Yani iki durumda da kökenleri gündeme getiren evanjelik bir Hristiyan motifine sahibiz. Bazı AT savunucuları sıkı literalistlerdir. Örneğin Johnson Yaratılış Bölüm Altı'nın Yaratılış Tufanı'nda değinilen ilk zamanlarda devlerin olabileceği konusunda haklı olabileceğini düşünmektedir.
Üçüncü olarak ortada ahlak faktörü vardır. AT kuramcılarının yazılarında çok güçlü bir anti-postmilenyumculuk bulunur. Yaratılışçıların sahip olduğu kürtaj karşıtı, eşcinsellik karşıtı vb. ahlaki endişeleri paylaşmaktadırlar. Philip Johnson (2002) karşı cins elbiselerini giymenin toplumumuzun dejenere durumunun bir belirtisi olduğunu düşünür.
Kısacası çoğu literalistin ve AT savunucusunun arasında kesinlikle önemli farklılıklar olsa da güçlü örtüşme göz ardı edilmemeli veya küçümsenmemelidir.
12. Sonuç
Bu tartışmada kullanılan anlamdaki yaratılışçılık, bugün hâlâ Amerikan kültüründe ve dünyanın başka bölgelerinde ihraç edilen, Batı Kanada gibi, canlı bir fenomendir. Popülerlik doğruyu ima etmez. Bilimsel yaratılışçılık değersizdir, felsefi olarak karışıktır ve teolojik olarak onarımın ötesinde dar görüşlüdür. Aynısı onun ürünü Akıllı Tasarım Teorisi için de geçerlidir.
Ama bunun sosyal ve politik gücünü hafife almayalım. Yeni bin yılın ikinci on yılı boyunca ilerlerken, Johnson ve arkadaşları sayesinde, evrimsel olmayan fikirleri bilim müfredatına, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'ndeki kamu tarafından finanse edilen okulların bilim müfredatı haline getirmeye yönelik baskılar sürmektedir. 2004 yılında, Dover, Pennsylvania'da, okul yönetim kurulunun Akıllı Tasarım Teorisini, kamu tarafından finanse edilen okulların biyoloji sınıflarına sunmak için bir girişimde bulunuldu. Bu davayı yargılayan federal yargıç tarafından tamamen reddedildi - Başkan George W. Bush tarafından atanan bir adam - ve bu davadaki masraflar, diğerlerinin bu yönetim kurulu (o sırada tesadüfen seçmenler tarafından derhal bırakılan) örneğini takip etmek için acele etmesini kesinlikle caydıracaktır.
Ama savaş henüz bitmemiştir ve daha iyiye gitmeden önce her şey daha da kötüye gidebilirdi. Hâlihazırda, ABD Yüksek Mahkemesi'nin, evrim teorisindeki en önde gelen yerlerden evrimi teşvik etmek için sempatik çağrılar alacağını açıkça ortaya koyan üyeleri vardır ve onun sıfıra doğru ilerlemesiyle, bir davanın olduğunu varsaymak saçma olurdu. Yaratılışçılık ya da kimlik teorisi devlet okulu sınıfının kullanımı için uygun olmadığı gerekçesiyle reddedildi. Eklemeler yapılırsa, mevcut randevularla birlikte, Fundamentalistlerin bir eğlence figürü olarak algılandığı - Scopes Davasından yaklaşık bir asır sonra - bir formda, yaratılışçılık ya da başka bir şey sınıftaki yerini alır.
Ne yazık ki şu anda yaratılışçılığa karşı olanlar, muhaliflerle savaşmaktan çok kendi enerjilerini kendi aralarında tartışmak için harcıyorlar. Biyolog ve popüler yazar Richard Dawkins (2006) ve filozof Daniel Dennett (2005) ve sadece dine karşı değil, aynı zamanda inanmayanlar da dâhil olmak üzere onların düşmanlığını paylaşmayan yeni bir militan ateist topluluğu vardır. En azından Arkansas davası zamanından beri, birçok yaratılışçılık (Gould 1995 dâhil) destekçisi, gerçek din ve bilimin çatışmamasını savundu.
Bu nedenle, evrimciler (inanmayanlar dâhil), dogmatik Hristiyan köktenciliğine karşı nefretlerini paylaşan liberal Hristiyanlarla işbirliği yapmalıdır. Tartışanlar arasında öne çıkan şey, bu parçanın yazarının yanı sıra, Ulusal Bilim Eğitim Merkezi'nden Eugenie Scott'ı da içerir. Bu, militanların başını çekmiştir. Tanrı Yanılgısı’nda Dawkins’e, Ruse’a ve Scott'a ve Yaratılış savaşçılarının “Neville Chamberlain” okuluna atıfta bulunularak, Hitler'i yatıştırmaya çalışan İngiliz başbakanına gönderme yapılır. Ruse ve Scott, Nazi tehdidiyle savaşmak için Şeytan'la (Josef Stalin'in durumunda) bir anlaşma yapmaya hazırlanan Chamberlain varislerinden sonra, "Winston Churchill" ekolündeki Yaratılış Savaşçıları olarak daha iyi tanındıklarını söylerler. Dine karşı düşmanlık içinde, ateistlerin kendi dinî görüşlerini ortaya koymaya yaklaştıklarını iddia ederler - Darwinciliğin kesinlikle dine aykırı olduğunu, yaratılışçılığın okullarda öğretilmiyorsa, evrimin de öğretilmemesi gerektiğini savunurlar. Bu kavganın bir an önce yatışması temenni edilmektedir. Bu konuyla ilgili tüm tartışmalar kafa karıştırmaktan öteye gitmemiş ve konunun anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Ama en azından militan ateistlerin, evrim öğretimini güçleşleştirdikleri iddiasıyla yapılan suçlamalara cevap vermeleri gerekmektedir.
Yaratılışçılık tartışmasında son üç gelişmeyi not ederek sonuca varıyoruz. Birincisi, birkaç tanınmış filozof Akıllı Tasarım Kuramı hakkında cesaret verici sesler çıkarmaya başlamış durumdadır. Kalvinist filozof Alvin Plantinga, uzun zamandır natüralizm eleştirmenidir. Şu anda (İskoçya'daki St. Andrew Üniversitesi'ndeki 2005 Gifford Konferanslarına dayanan bir çalışmada) bu eleştiriyi lehine kanıtların yetersiz olduğunu savunarak Darwinci evrim teorisine yaymıştır (Platinga, 2011). Bir şekilde alternatiflere sınırlamış olsa da Behe'nin düşüncesine oldukça sempatik bir okuma sunar ve kendi teolojik kaygılarıyla örtüşen bir konumda pek çok şey bulur. Açıkça dinsiz olduğu için çok farklı bir perspektiften gelen Thomas Nagel (2008), modern biyolojide kendisini endişelendiren ve hayal kırıklığına uğratan birçok şey bulmaktadır. Yaşamın kökeni hakkında natüralist bir açıklama yapmanın tam anlamıyla yetersiz olduğunu düşündüğüne dair özel bir gönderme yapar. Her ne kadar açık bir şekilde Akıllı Tasarım Kuramını onaylamak istemese de, tasarımı yapanın Tanrı olduğunu varsayarak Akıllı Tasarım Kuramının Amerika'daki devlet okullarında bir alternatif olarak okutulması gerektiğini savunmaktadır. Son zamanlarda ayrıntılı bir çalışma olan Mind ve Cosmos (Akıl ve Kozmos)'ta (2008, 7) bu atağı "(dünyayı) anlamak için gereken temel araçların bizde olduğu fikri Aristoteles'in zamanındaki gibi inandırıcı değil." diyerek sürdürmüştür. Nagel'e en azından içgüdüsel Darwinci antipasinde arka çıkan, yakın zamanda çıkan kitabının adı What Darwin Got Wrong (Darwin Neyi Yanlış Anladı) olan bir başka seçkin filozof Amerikan Jerry Fodor'dur.
Bu eleştirilerin ne kadar ciddiye alınması gerektiğini bilmek zordur. Bir kişi evrim teorisine dair günümüz çalışmalardan haberdar edilmiş olsaydı, öne sürülen argüman ve çıkarımlara çok daha fazla saygı duyardı. Örneğin Galapagos Adaları’ndaki ispinoz kuşlarının evrimi ve türleri üzerine yıllarca çalışmalar yapan karı-koca Peter ve Rosemary Grant'in dâhice ve özenlice yapılmış çalışmasından (2007). Ya da Fransisco Ayala'nın (2009) yaptığı gibi süregelen gelişme ve değişime dâhil olan moleküler faktörlerle ilgili yürütülen çığır açan çalışmalarından. Bunlara ek olarak Brian Hall (1999) ve Sean Carroll'un (2005) bireysel gelişmenin uzun süreli değişimlere (eve-devo olarak adlandırılan) yansıdığı yollarla ilgili ufuk açan çalışmalarından. Richard Dawkins felsefi ya da teolojik konular üzerinde durduğu zaman insanları başından savabilse de bu, Plantinga'nın sık sık yaptığı gibi Dawkins'in bilimsel argümanlarını öylece reddetmek için iyi bir sebep değildir.
Aynı şekilde hiç kimsenin henüz yaşamın kökeni hakkındaki tam hikâyeyi ayrıntılı olarak açıklayamamış olduğu doğrudur. Fakat bu Nagel'in yaşamın kökeni hakkında bilinen onca şeyi, özellikle ikincil ribo nükleik asit RNA'nın (daha tanıdık DNA'dan ziyade) oynadığı kritik rolü belirtmemiş olmasını haklı çıkarmaz (Ruse ve Travis, 2009). Nagel, Plantinga, Fodor ve benzerlerinin ortaya attığı eleştiriler modern bilimi ciddiye alana dek onları daha az ciddiye almaya haklı olarak devam edebiliriz.
Bu eleştiriler hakkında yapılacak bir gözlem şudur; eleştiriler, ilk zamanlarında Darwinciliğe karşı bazı muhalefetlikler içermiş olan (Cunningham, 1996) analitik gelenek tarafındaki filozoflar tarafından ortaya atılmıştır. Bu, teori için fazla zamanları olmayan ve Darwin'i epey ciddiye alan bir düşünce ekolü olan Amerikan Pragmatizminin antipatisine maruz kalmayan Bertrand Russell ve Ludwig Wittgenstein'a kadar uzanır (Ruse, 2009). Hem Russell hem de Wittgenstein'ın durumunda bu muhalefet ilk olarak Charles Darwin'in düşüncelerinin, Herbert Spencer'ınkiyle karıştırılarak yanlış bir şekilde tanımlanmasına dayanmaktadır. Evrimsel süreçleri, mücadelenin zorunluluğuna dair dışarıdan gelen iddiaları (Russell ve Wittgenstein'ın Jennings Bryan'ın yaptığı gibi küçük bir istekle baktığı iddiaları) haklı çıkaracak şekilde görmeye eğilimli olan Spencer'dır. Russell bu evrim antipatisini öğretmenleri Henry Sidgwick ve Wittgenstein'dan (tıpkı Karl Popper gibi diğer Avrupalı filozofların yaptığı gibi) felsefede uygulandığı gibi gençliklerinin genel kültüründen öğrenmiştir. Darwin için iyi şeyler söyleyen, İngilizce konuşan 20. yüzyıl filozofları - W.V.O. Quine, Richard Rorty ve Thomas Kuhn gibi - bir şekilde Pragmatizme karşı önemli bir sempati duymuşlardır.
Yaratılışçı düşünmedeki gelişmeler arasında ikinci olarak, özellikle de Dover'daki başarısızlıktan bu yana, Darwinciliğin dindar eleştirmenler tarafından bir değişikliğe uğratıldığını görmekteyiz. Şimdi ön plana çıkan, ahlaki meselelerdir. Örneğin Richard Weikart (2004), "Darwin'den Hitler'e olan yol ne kadar çarpık olsa da Darwincilik ve öjenikler Nazi ideolojisine özellikle savaş, ırksal mücadele ve ırksal imha konularında yol hazırlamışlardır" iddiasında bulunmuştur. Benzer bir şekilde, 2008 yapımı, Akıllı Tasarım Kuramına çok uygun olan Expelled (ç.n. Uzaklaştırılmış) filminde bağlantı açıkça çizilmektedir. Filozof David Berlinski açıkça şöyle demiştir: "Eğer Mein Kampf'ı açar ve okursanız, özellikle Almanca okuyabiliyorsanız, Darwinci düşünceler ve Nazi düşünceleri arasındaki paralellik sayfalardan adeta fışkırır." Diğer bir deyişle, eğer Darwin'e ilginiz varsa Ulusal Sosyalizme de ilginiz var demektir.
Her zaman olduğu gibi, bir şeylere biraz daha yakından başlar başlamaz hikâye daha karmaşık hale gelir. Bir şeylerin Hitler'e varmasının kaçınılmaz olduğu konusunda ve insanlık üzerindeki 19. yüzyıl düşüncelerine (Darwin'in İnsanın Türeyişi de dâhil) bulaşan ırkçılık konusunda anlaşalım. Kimse düşünmeden evrim teorisinin kesin olduğuna inanmamalıdır. Aslında, 20. yüzyılın başlarında savaşta olan bazı yazarlar insanın düşünmesine yol açmıştır. Bir zamanlar Alman Yüksek Komutanlığı üyesi olan General Friedrich von Bernhardi'yi dinleyelim. Darwincilik, ahlaki açıdan iyi veya kabul edilebilir olan savaşı destekler. Mücadele bu nedenle Doğa'nın evrensel bir kanunudur ve mücadeleye iten kendini koruma içgüdüsü, varoluşun doğal bir koşulu olarak kabul edilir. 'İnsanoğlu bir savaşçıdır' (von Bernhardi 1912, 13) ." "Güç, işgal etme ya da fethetme hakkı verebilir. Güç en üstün haktır ve doğru olanın tartışması savaşın uzlaştırılması ile kararlaştırılır. Savaş, biyolojik olarak adil bir karar verir çünkü kararları cisimlerin doğasına dayanır (a.e., s. 15)." Bu nedenle "Gelişen insanlar medeniyetsiz ırklardan koloni kazanamayabilir ancak Devlet anavatanın artık beslenemediği fazla nüfusu korumak istemektedir. O halde kalan tek şey savaşla gerekli toprakları elde etmektir."
Yine de Hitler'e dönüşür dönüşmez herhangi bir benzerliğin yüzeysel olduğunu görürdük. Kötü eğitimli Fuhrer'in Darwin'i okuyup eski İngiliz evrimcisini düşündüğünden şüphe ederdik.
Geçmişteki bütün büyük kültürler sadece asıl yaratıcı ırkın kan zehirlenmesinden öldüğü için yok oldu. Böyle bir azalmanın nihai nedeni tüm kültürün erkeklere dayandığını unutmalarıydı. Bu yüzden belirli bir kültürü korumak için onu yaratan erkek korunmalıdır. Bu koruma, katı zorunluluk kanunu ve en iyi ve daha güçlünün kazanması hakkıyla çevrilidir. Yaşamak isteyenleri bırakın kavga etsinler, ebedi mücadele dünyasında kavga etmek istemeyenlerse yaşamayı hak etmez (Hitler 1925, 1, bölüm 11).
Kan zehirlenmesi! Buradaki endişe Yahudiler ve onların saf ırklar üzerindeki sözde yan etkileriyle ilgilidir. Yahudiler İnsanın Türeyişi'nde yer almazlar ve Darwin beyaz ırkların başkalarını yok etme eğiliminde olduğunu iddia etse de bu herhangi bir zihinsel ya da fiziksel üstünlükten değil, bizim onların hastalıklarına tahammül edebilecekken onların bizimkini edememelerindendir! Ve hepsi bu kadardır, çünkü beyazlar diğerlerine göre yararlanabilecekleri daha büyük bir varyant havuzuna sahiptir.
Üçüncü bir yorum ise yaratılışçılık ve çeşitli alanlarına karşı mücadelenin dünya çapında bir mücadele haline geldiğidir. Yaratılışçılık hareketinin önde gelen tarihçisi Ronal Numbers (2006) özellikle bu gerçekle ilgilidir. Yaratılışçılığı sadece Hollanda gibi (özellikle de büyük muhafazakâr Protestan nüfusuyla böyle bir artış beklenmedik değildir) ülkelerde yükselişte görmekle kalmayıp İslam'ın büyük bir faktör olduğu Hristiyan olmayan ülkelerde de büyük ilgi görmektedir. Böylesine bir yükselişin asıl nedenleri henüz keşfedilmemiştir ancak Numbers bunda teolojinin muhtemelen küçük bir rol oynadığını ve daha çok sosyal faktörlerin -Batı'nın hegemonyasına ve böyle bir hakimiyetin bilim ve teknolojide rol oynamasına karşı duyulan antipati- muhtemelen daha önemli olduğunu söylemekte kesinlikle haklıdır.
Gerçek şu ki her ne sebeple olursa olsun, yaratılışçılık yükseliştedir. Ve bu vahim nokta, belki de tartışmayı bir kapanışa vardırmanın yeri olabilir. Eğer bu makale tek bir kişiyi bile böylesine berbat bir sonuca karşı savaşmaya ikna ederse, o zaman amacına ulaşmış olacaktır.
Kaynakça
- Ayala, F. J., 2009. Moleküler evrim. Evrimde: İlk Dört Milyar Yıl. M. Ruse ve J. Travis (eds). Cambridge, Mass .: Harvard Üniversitesi Yayınları, 132-151.
- Barth, K., [1949] 1959. Anahatta Dogmatikler. New York: Harper ve Row.
- Behe, M., 1996. Darwin'in Kara Kutusu: Evrim Teorisine Karşı Biyokimyasal Zafer. New York: Free Press
- Carroll, S., 2005. En Güzel Sonsuz Formlar. Evo Devo'nun Yeni Bilimi. New York: Norton.
- Cunningham, S., 1996. Felsefe ve Darwinci Mirası. Rochester: Rochester Üniversitesi Yayınları
- Darwin, C., 1859. Türlerin Kökeni. Londra: John Murray.
- Dawkins, R., 1986. Kör Saatçi. New York, N.Y .: Norton.
- –––, 2006. Tanrı Yanılsaması. New York, N.Y .: Houghton-Mifflin.
- Dembski, W. A., 1998a. Tasarım Çıkarımı: Küçük Olasılıklar Üzerinden Şansın Ortadan Kaldırılması. Cambridge: Cambridge Üniversitesi Yayınları.
- (ed.), 1998b. Sadece Yaratılış: Bilim, İnanç ve Akıllı Tasarım. Downers Grove, Ill.: Intervarsity Press.
- –––, 2000. Üçüncü açıklama modu: bilimlerde akıllı tasarımın kanıtlarını tespit etmek. Evrende Tasarım için Bilim ve Kanıtlar. M J Behe, W Bir Dembski ve S C Meyer, 17-51. San Francisco: Ignatius Press.
- Dennett, D., 2006. Büyüyü Bozmak: Doğal Bir Olay Olarak Din. New York, N.Y.: Viking.
- Fodor, J. ve M. Piattelli-Palmarini, 2010. Darwin Neyi Yanlış Anlamıştır? New York: Farrar, Straus ve Giroux.
- Gilkey, L. B., 1959. Cennet ve Dünya Yaratıcısı. Garden City, NY: Doubleday.
- Gish, Duane, 1973. Evrim: Fosiller Hala Hayır Diyor! San Diego: Yaratılış-Yaşam.
- Grant, P. R. ve R. B. Grant, 2007. Türler Nasıl ve Neden Çoğalır: Darwin'in Finches'inin İspinozları. Princeton, N. J .: Princeton Üniversitesi Yayınları.
- Hall, B., 1999. Evrimsel Gelişim Biyolojisi, İkinci Baskı. Norwall, Mass .: Kluwer.
- Haught, J. F., 1995. Bilim ve Din: Çatışmadan Konuşmaya. New York: Paulist Yayınları
- Hitler, A., 1925. Kavgam Londra: Secker ve Warburg.
- Hollum, J. R., 1987. Genel ve Biyolojik Kimya Elemanları. New York: Wiley.
- Jacob, F., 1977. Evrim veKurcalama. Science 196: 1161-66.
- Johnson, P E., 1991. Darwin Yargılanıyor. Washington, D.C .: Regnery Gateway.
- –––, 1995. Dengedeki Sebep: Bilim, Hukuk ve Eğitimde Doğalcılığa Dava. Downers Grove, IL: InterVarsity Yayınları.
- –––, 2002. Doğru Sorular, Downers Grove, IL: InterVarsity Yayınları.
- Larson, E J., 1997. Tanrılar için Yaz: Scopes Davası ve Amerika'nın Bilim ve Din Üzerine Devam Eden Tartışmaları. New York: Temel Kitaplar.
- McMullin, E. (ed.), 1985. Evrim ve Yaratılış. Notre Dame: Notre Dame Üniversitesi Yayınları.
- Meléndez-Hevia, E., T. G. Waddell ve M Cascante, 1996. Krebs sitrik asit döngüsünün yapbozu: kimyasal olarak yapılabilir reaksiyonların parçalarını ve evrim sırasında metabolik yolların tasarımında oportünizmi bir araya getirme. Moleküler Evrim Dergisi 43: 293-303.
- Miller, K., 1999. Darwin'in Tanrısını Bulmak. New York: Harper ve Row.
- Nagel, T., 2008. Halk eğitimi ve akıllı tasarım. Felsefe ve Kamu İşleri 36: 187-205.
- –––, 2012. Akıl ve Kozmos: Materyalist Neo-Darwinci Doğa Kavramı Neredeyse Kesinlikle Yanlıştır. Oxford: Oxford Üniversitesi Yayınları.
- Numbers, L. L., 1992. Yaratılışçılar: Bilimsel Yaratılışın Evrimi. New York: Knopf.
- –––, 1998. Darwinizm Amerika'ya Geliyor. Cambridge, Mass .: Harvard Üniversitesi Yayınları.
- Numbers, R. L., 2006. Yaratılışçılar: Bilimsel Yaratılıştan Akıllı Tasarıma. Cambridge, Mass .: Harvard Üniversitesi Yayınları.
- Pennock, R., 1998. Babil Kulesi: Bilimsel Kanıt ve Yeni Yaratılışçılık. Cambridge, Mass .: M.I.T. Yayınları.
- Plantinga, A., 2011. Çatışmanın Yalanları: Bilim, Din ve Doğalcılık. Oxford: Oxford Üniversitesi Yayınları.
- Popper, K R., 1959. Bilimsel Keşif Mantığı. Londra: Hutchinson.
- Popper, K R., 1974. Metafizik bir araştırma programı olarak Darwinizm. Karl Popper Felsefesinde. P Bir Schilpp (ed.), 133-43. Vol. 1. LaSalle, Ill .: Açık Mahkeme.
- Ruse, M. (ed.), 1988. Ama Bilim mi? Yaratılış / Evrim Çatışmasında Felsefi Soru. Buffalo, N.Y .: Prometheus.
- –––, 2001. Bir Darwinci Hristiyan olabilir mi? Bilim ve Din İlişkisi. Cambridge: Cambridge Üniversitesi Yayınları.
- –––, 2003. Darwin ve Tasarım: Evrimin Bir Amacı Var mı? Cambridge, Mass .: Harvard Üniversitesi Yayınları.
- –––, 2005. Evrim-Yaratılış Mücadelesi. Cambridge, Mass .: Harvard Üniversitesi Yayınları.
- –––, (ed.), 2009. Darwin'den Sonra Felsefe: Klasik ve Çağdaş Okumalar. Princeton: Princeton Üniversitesi Yayınları.
- –––, 2010. Bilim ve Maneviyat: Bilim Çağında İnanç İçin Yer Açmak. Cambridge: Cambridge Üniversitesi Yayınları.
- –––, 2012. İnsan Evriminin Felsefesi. Cambridge: Cambridge Üniversitesi Yayınları.
- Sober, E., 2000. Biyoloji Felsefesi, İkinci Baskı. Boulder, Col .: Westview.
- Turner, F M., 2002. John Henry Newman: Protestan Dinine Meydan Okuma. New Haven: Yale Üniversitesi Yayınları.
- Von Bernhardi, F., 1912. Almanya ve Bir Sonraki Savaş. Londra: Edward Arnold.
- Weikart, R., 2004. Darwin'den Hitler'e: Almanya'da Evrimsel Etik, Öjeni ve Irkçılık. New York: Palgrave Macmillan.
- Whitcomb, John C. ve Henry M. Morris. 1961. Yaratılış Tufanı: İncil Kaydı ve Bilimsel Etkileri. Philadelphia: Presbiteryen ve Reform Yayın Şirketi.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 9
- 7
- 6
- 4
- 2
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: Stanford Encyclopedia of Philosophy | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 11:56:36 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/7350
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in Stanford Encyclopedia of Philosophy. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.