Post Truth (Gerçeklik Ötesi): Yalanların Gerçekmiş Gibi Sunulduğu Bir Dünyada, Hakikatin Anlamı Nedir?
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
Gerçeği söylemek zordur çünkü, aslında, tek bir gerçek vardır ama bu gerçek canlıdır; bu nedenle de çehresi bir canlınınki gibi durmadan değişir. Franz Kafka
Post truth kavramı Türkçeye hakikat sonrası, hakikat ötesi anlamında çevrilmiş olup bu tanımlamalar post truth kavramını tam olarak yansıtmamaktadır. Post truth, nesnel olan bir gerçeklik karşısında halk kitlelerinin kişisel duygular ve çeşitli çıkarların ağırlık kazanması ile nesnel gerçekliğin silikleştirilmesi ve kamuoyunu etkilemesi olarak tanımlanır.
1992 yılında post truth kavramını ilk defa Sırp Amerikan oyun yazarı Steve Tesich kullanmıştır. 1992 yılında yayımlanan “Government of Lies” (Yalanlar Hükümeti) makalesinde Amerikan halkının önemli bir kısmının Bush hükümeti tarafından yapılan siyasi propagandaları sorgulamadan gerçekmiş gibi kabul ettiğini belirtir. Tesich, artık insanların hakikati aramak yerine önüne gelen ham bilgi yığınlarını sorgulamadan kabul ettiğini yazarak eleştirir.
Post truth kavramının bilinir hale gelmesinde Ralph Keyes’in yazmış olduğu The Post-Truth Era (Hakikat Sonrası Çağ) isimli kitabının önemi büyüktür. 2016 yılında ABD başkanlık seçimi ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılışıyla birlikte yoğun kullanılan bu kavram, Oxford Ansiklopedi tarafından yılın sözü seçilmiştir.
Hakikat sonrası olarak Türkçeye çevrilen bu kavram henüz yeni bir dünyayı tanımlamak için mi kullanılmaktadır? Yoksa bu anlayış eski dönemlere ait bir kavram mıdır? Acaba Antik Yunan'da, Roma'da, Sasani veya Osmanlı İmparatorluğu'nda günümüzdeki olaylara benzer olgulara rastlamakta mıyız? Eğer bu olgu eski dönemlerden itibaren varsa bu kavramlaştırma ve farkındalık araştırmacılar tarafından günümüzde niçin ortaya atılmıştır? Şu şekilde de sorabiliriz: Bu olgu niçin günümüzde ortaya çıkmıştır?
Felsefi olarak bu tartışmalar sürmektedir. Ancak bu kavram geçmiş dönemlerden çok günümüzde iletişim teknolojisinin de yaygınlık göstermesiyle görünürlüğünü artırmaktadır. Bu kavram ve kavramsallaştırma, modernizmin bitişiyle ve postmodernizmin ortaya çıkmasıyla kendisini gösterir. Modernizmin bitmesinden kast etiğimiz, 20. Yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönemden sonrasını kapsamaktadır. Bu döneme ister postmodernizm istersek geç modernizm diyelim, var olan fenomen, teknoloji ile birlikte baş döndürücü bir aşamaya gelinmiş olduğudur.
Post Truth Kavramı ve Siyaset
Post truth kavramı siyaset için ön plana çıkmış olmakla birlikte artık siyaseti de aşmıştır. Bilginin baş döndürücü bir hızla bireylere ulaşması ve her kişinin istediği gibi herhangi bir engel olmadan bir blog veya sosyal bir platform oluşturarak yazabilmesi karmaşayı iyice artırabilmektedir. Şöyle ki, eğer araştırmacıysanız yazmış olduğunuz bir bilimsel makale ancak belirli akademik çevrelerde okunacaktır. Eğer amatör bir araştırmacı veya komplo teorisyeniyseniz, YouTube aracılığıyla veya başka bir sosyal platform aracılığıyla üretilmiş olan çeşitli safsataları milyonlarca internet kullanıcısına rahatlıkla ulaştırabilirsiniz.
Sıradan bir internet kullanıcısıysanız nasıl araştırma yapmanız gerektiğini veya doğru bilgiye nasıl ulaşmanız gerektiğini nasıl öğreneceksiniz? Nitelikli kaynaklara ulaşmak nasıl gerçekleştirilir? Hurafelerden arınarak veya ham bilgi yığınlarından sıyrılıp işlenmiş ve kontrol edilmiş bilgilere nasıl ulaşacağız? Eğer İnternet kullanıcı olarak bunlar umurunuzda değilse yalan olan bir olguyu gerçekmiş gibi çok kolay bir şekilde inanabilir ve bu yalan ile bir ömür boyu yaşamınızı mutlu bir şekilde sürdürebilirsiniz.
Herhangi bir ideolojiye bağlıysanız ve karşıt görüşlerin olduğu platformlardan uzak duruyor hatta onların sözlerine tahammül bile edemiyorsanız, takip etmiş olduğunuz sayfaları Google akıllı özellikleriyle kaydedecek ve size hep beğenmiş olduğunuz görüşleri karşınıza çıkaracaktır. Burada gerçek önemli değil, önemli olan kişisel çıkar ve menfaatlerin önemli hale gelmesi ve kişilerin isteklerine cevap verdirilmesidir.
George Orwell, Politics and the English Language çalışmasında siyasetin doğası gereği yalanlar üzerine kurulduğunu belirtir. Bu, hangi siyasi ideoloji olursa olsun fark etmemektedir. Siyasetin içine girildiğinde yalan ve gerçek artık birbirine geçmiştir:
Siyasi dil - ve varyasyonlar, muhafazakarlardan anarşistlere kadar tüm siyasi partiler için geçerlidir - yalanları doğru ve cinayete saygılı kılmak ve saf rüzgara sağlam bir görünüm kazandırmak için tasarlanmıştır.
Filozof Hannah Arendt, 1967 yılında Truth and Politics (Hakikat ve Politika) adıyla yayımladığı makalesinde doğruluk ve dürüstlüğün asla bir politikacının erdemleri arasında olmayacağını çünkü yalanın her zaman politikacıların gerekli ve haklı çıkarları olarak görüldüğünü söyler. Yalan atan ve yalana gerçekten kendisi de inanan veya söylemiş olduğu söylemin yalan olduğunun gerçekten bilincinde olan bir bireyin sadece kendi fikri olduğu ve demokratik bir ülkede herhangi bir kişi gibi özgürce fikirlerini söylediğini ve bunun ifade özgürlüğü kapsamına girdiğini söylerse ne yapmalıyız? Hannah Arendt’e göre gerçeklik dediğimiz olgular hiçbir zaman bizim kişisel özelliklerimizden ve olaylara bakış açımızdan bağımsız değildir.
Örneğin objektiflik kavramını sıkça kullanırız. Ancak objektif nasıl olunur? Objektif olmanın kriterleri nedir? Yaşamış olduğumuz sosyal, siyasal ve kültürel özelliklerimizi aşıp mı objektif oluruz? Objektif olduğu iddia edilen söylemler ne kadar objektiftir veya objektif olmak kendi içerisinde dürüst olmak mıdır? Örneğin sosyal darwinizm, çevresel determinizm ve öjeni gibi kuramların ve uygulamaların, yaklaşık 100 sene önce hem bilimsellik hem de pozitivizm gereği, “bilim insanını mekanik bir robot gibi, bulunduğu sosyalliğin tüm özelliklerinden sıyrılmış” olarak sunması ve bilimsel olarak kabul edilen bu uygulamalar objektif olarak yapılmamış mıdır? Bu soruların ötesinde tüm faaliyetlerimiz arasında objektiflik iddiasında bulunacak olan en iyi sosyal yapılandırmamız bilimdir. Bilimin içerisinde bile objektiflik tartışmalıyken diğer bilgi türlerimiz ve faaliyetlerimizin objektiflik iddiası çok daha kötü durumda olacaktır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Martin Heidegger, Varlık ve Zaman kitabından “varlık” kavramının üzerini çapraz bir şekilde çizer. Çünkü varlık derken neyi kastettiğimiz belirli değildir. Hangi varlıktan bahsediyoruz ve herkesin üzerinde uzlaştığı bir varlık anlayışı var mıdır? Varlık derken kastetmiş olduğumuz farklılıklar ve en önemlisi ise dilimizin ve bununla birlikte ortaya çıkan kavramlarımızın yetersizliği sebebiyle bunların üzerini çizmek zorundayız. Fakat Heidegger niçin varlık kavramını silmek yerine üzerini çizmiştir? Çünkü dilden ve kavramlardan başka kendimizi ifade edeceğimiz bir başka olgu bulunmamaktadır. Evet, objektifliğin üzerini çizebiliriz ancak daha iyi bir kavramımız bulunmadığı için tam anlamıyla ondan da vazgeçemeyiz.
Arendt, var olan bu karmaşıklığın kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte daha da güçlendiğini savunur. Geçmişte yalan sadece karşıt olunan tarafı aldatmak ve ondan çıkar elde etmek amacıyla yapılırken, günümüzde tüm kitleleri kandırma adına da yapılabilmektedir. Hem de daha profesyonelce...
Yuval Noah Harari, post truth kavramını evrimsel perspektiften bakarak açıklamaktadır. Harari’ye göre hakikat, günümüzde, önceki asırlara göre daha kötü durumda değildir. Onun iddiasına göre hakikat sonrası dönem bizzat Homo sapiens’i temsil etmektedir. İnsanlığın ilk zamanlarından beri yaratmış olduğumuz gerçeklere inandık ve bu sayede çok farklı inançlar, düşünceler vb. ortaya çıktı. Peki bunları niçin yaptık? Birlikteliği sağlamak ve diğer bireylerle aynı görüşleri oluşturarak yaşama daha iyi tutunabilmek için. Biz Homo sapiensler, hakikati değil ancak gücü elde etmek yani iktidara gelip hükmetmek için yalanları gerçek gibi sunduk ve bunu yaparken hakikatin ne olduğunu açıkçası pek de umursamadık.
Harari diğer araştırmacılardan farklı olarak post truth kavramını geçmişe götürse de bu kavram daha çok 21. yüzyıl için kullanılmakta ve kitle iletişim araçlarının yalanı hiper gerçeklik yaparak sunduğu bir çağı temsil etmektedir. Post truth, yalanın bizzat gerçekmiş gibi sunulduğu hatta yalan atan kişilerin bile bu yalanları görmezden gelip ısrarla savunduğu bir dönem için kullanılıyor olup bu kavramı insanların ortaya çıktığı döneme götürdüğümüzde kavram kargaşaları ortaya çıkacaktır. Örneğin Sokrates’in “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” derken yalan mı atmıştır? Hayır! Sokrates bunu temellendirmeye çalışmış ve buna inanmıştır da. Aynı şekilde Aristo acaba dünya merkezli evreni formüle ederken inanmadığı halde inanmış gibi yaparak bizleri kandırmış mıdır? Bu da pek mümkün gözükmemektedir.
Ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte milliyetçilik ve ırkçılık bilimsel zemin bulmuş ve o dönemin şartlarında kafatası ölçümleri gibi safsatalar bilimsel olarak kabul edilmiştir. Diğer bir ifadeyle insanların çeşitli etkenler sonucu inanmış olduğu değerleri yaymasıyla, yalan olduğunu bildiği halde sadece karşıtlarını değil herkesi kandırmaya çalışması farklı olup, post truth ikinci tanıma daha çok uymaktadır.
Felsefeci Lee McIntyre, hakikat sonrası çağ ile birlikte gerçekliğin reddedilmesinden ziyade, gerçeklerin kişisel ön yargılarımıza ve öznel olarak belirlediğimiz perspektiflerimiz sonucu buna indirgendiğini söyler. Hakikat sonrasında artık bazı gerçeklerimiz diğerlerinden daha önemlidir ve bir bireyin bir gerçeği diğerlerine tercih etmek için kullandığı kriterler, gerçeğin ancak kişisel bakış açısına ve özelliklerine uyduğu ölçüt olmaktadır.
Michael Marmot da tıpkı Orwell gibi politikanın doğal olarak yalanlarla birlikte işlediğini ve onun bir örüntüsü olduğunu belirtir. Marmot, tartışmanın bilimin tam merkezinde yer aldığını ancak karşıt ve daha güçlü bir argüman sunulduğunda ilk iddiayı ortaya atanın bunu kabul etmek zorunda olduğunu söyler. Ancak siyaset tam olarak bu şekilde işlememektedir. Örneğin küresel ısınmanın insan kaynaklı olduğu konusunda bilim insanları arasında tartışma bulunmamaktadır. Küresel ısınma ile ilgili tartışmalar daha çok bunun içeriğiyle alakalıdır. Fakat bilim bizzat nesnel kanıtlarıyla bunu ispat etse bile Trump veya kapitalistler bunun aksini savunurlar. Küresel ısınmanın insan kaynaklı olduğu bilinmesine rağmen bu yalanı çeşitli çıkarları için sürdürürler.
Amerikalı felsefeci Harry Frankfurt, On Bullshit (Saçmalık Üzerine) kitabında yalancılık ile saçmalamak arasında ayırım yapar. Yalancılık ve saçmalama ile ilgili şu örneği verebiliriz: Radyasyonun kanser yapmadığını iddia eden bir kişi çeşitli verileri çarpıtarak kitleleri kandırabilir ve bunu yaparken kitle iletişim araçlarından çok iyi yararlanabilir. O kişiye "Eğer radyasyon ile kanser arasında ilişki yoksa siz radyasyonlu bir odaya girer misiniz?" diye bir soru sorulduğunda muhtemelen hayır yanıtını verecek veya kaçamak cevaplar üretecektir. Saçmalayan kişi var olan yalanın yalan olduğuna inanmaz. Yalana gerçekmiş gibi inandığı için radyasyonlu odaya girer. Bu örnek Trump’ın küresel ısınmaya vermiş olduğu cevaplarla da ilişkilendirilebilir. Trump saçmalamıyor, sadece yalan atıyor.
Matthew d'Ancona da politikanın yalanlarla dolu olduğunu belirtir. Peki bunda şaşırtıcı olan nedir? Politikayı takip eden hemen hemen herkes, hatta inandığı ideolojisinin en militanı bile, siyasette yalan olduğunu bir şekilde kabul eder. Ancona bunun yeni bir durum değil, antik çağlardaki yönetimlerde de olduğunu söyler. Fakat Ancona için asıl şaşırtıcı olan ve post truth olan olgu, siyasetçilerin yalan atmasından ziyade halkın -bunu bilsin veya bilmesin- yalana olumlu yaklaşmasıdır. Diğer bir ifadeyle x partinin söylemleri yalan olsa ve bunu takipçileri bilse de halk arasında yaygın olan “beyaz yalan” gibi veya “vatan için yaptılar” gibi söylemler yalanın üstünü örtmektedir.
Hakikat ötesi ya da hakikat sonrası olarak çevrilen bu kavramla birlikte artık rasyonellik, makullük ve sağduyu gibi kavramların etkisizleşip duyuların ağırlık kazanması ve bilim insanlarının bile buna yetişememesi söz konusudur. Bu sonuçlarla birlikte en olumsuzu ise eğitim seviyesi en az lisans olan bireylerin de bu yalanlara inanması ve yalan atmasıdır. Artık sadece eğitim seviyesi düşük olanlar yalanlara daha kolay inanmıyor; bu serüvene eğitimli olanlar da katıldı. Eğitim oranının gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artmasıyla birlikte eğitimin kalitesinde genel bir düşüşün de payı olduğu unutulmamalıdır. Maalesef üniversite bitirmenin sıradanlaştığı bir dönemde bunlara alışmaktan ziyade popüler bilim aracılığıyla mücadele edilmesi gerekir.
Gerçeğin Tutarlılık Teorisi
Gerçekliğin ne olduğu ve ona nasıl ulaşabileceğimiz konusunda çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Bunlardan bir tanesi Gerçeğin Tutarlılık Teorisi'dir. Harold Joachim ve Brand Blanshard'ın öncülüğünü yaptığı teoriye göre gerçeğin arasında tutarlı olan önermelerin bulunması gerektiği kabulünü içerir. Diğer bir tanımla, bir gerçeklik ancak ve ancak kendi içerisinde tutarlı önermeler bütünü olmalıdır. Bu sayede geçerliliği ortaya çıkarılır. Var olan gerçekliğin bizim ona ulaşma yöntemlerimiz arasında birtakım farklılıklar olsa bile veya ortaya atılan bir iddianın karşılığı olması gereken bir gerçek, mutlak olmasa da tutarlılık sayesinde en makul olan ile karşılaştırılarak en iyisine ulaşılmaya çalışılır. Örneğin Y kavramı doğrudur fakat diğer içsel olgularla tutarlı bir biçimde bütünlüğü sağlamış olursa doğru kabul edilir. Buradaki doğruluk zihinde oluşturulan doğruluğun dış dünyaya değil ancak zihinde oluşturulan bir başka tasarıma uygunluk arz etmesi gerekir. Bilgi ile bizden bağımsız olan bir nesne değil, bilgi ile başka bilgi türü, bir olgu ile bir başka olgunun uyuşması gerekir.
Bu teorinin de bazı çıkmazları bulunmaktadır. Ontolojik gerçekliğe dayanmayan ve sadece epistemolojik bir gerçekliği ya da temeli bulunan bir önerme için şunlar iddia edilebilir: Halüsinasyon gören kişi görmüş olduğu halüsinasyonu gerçek sanabilir ancak bunun dış gerçeklik ile bir bağı bulunmamaktadır. Bu sebeple halüsinasyon gören bir bireyin bu görmüş olduklarının doğru olduğunu engelleyen nedir? Çünkü halüsinasyonlar son derece tutarlı önermeler bütünü olabilir ve bu halüsinasyonu gören kişi bunu gerçeklik teorisinin belirlemiş olduğu kavramları aşmadan ispat edebilir.
Bertrand Russell bu teoriyi eleştirmiştir. Çünkü her iki öneri birbirleriyle çelişse bile aynı anda doğru olabilir ve her bir önerme gerçeklik olduğu ifade edilen sistemin tutarlı birer parçası haline gelebilir.
Pragmatik Hakikat Teorisi
Charles Peirce, William James ve Richard Rorty tarafından temsil edilen bu teoride önemli olan gerçekliğin ancak fayda ile ölçülmesidir. Bir önermenin, kuramın doğruluğunu nasıl belirlemeliyiz? Ancak onun sağladığı faydayla. Pragmatizme göre bir bilimsel bilginin doğruluğunu kesin olarak bilebilir miyiz? Pragmatik Hakikat Teorisi bize bunun kesin olarak bilinemeyeceğini, bildiğimiz en önemli çıkarımın bir bilim topluluğunun geniş çevrelerince kabul edilmiş olan çeşitli kriterleri sağlaması ve gerçeğe yaklaşan en önemli açıklamalar bütününün kabul edilmesi gerektiğini söyler.
Pragmatizm tıpkı düalizm de olduğu gibi ikili karşıtlıkları reddeder. Dünya ve zihin ya da eylem ve düşünce gibi. Bilgilerimizin doğruluğuna karar verebilmemiz için eylemlerle sınayıp en faydacı olanı seçmemiz gerekir. Burada asıl test edilen eylemlerdir. Bilgilerimizi, eylemlerle faydalık ölçütünde sınarız. Örneğin büyük dahi Isaac Newton’un yer çekimi teorisi günümüzdeki kadar hassas değildir. Ancak Isaac Newton’un yasalarını kullanarak birçok teknolojik gereçler üretiyoruz. Hatta Ay’a gönderdiğimiz roketleri bile Newton’un yasalarıyla gerçekleştiriyoruz. Bizden ayrı var olan dış gerçekliğin durumunu kesin olarak Newton yasalarıyla bilemeyebiliriz ancak sağlamış olduğu fayda ve kullanışlılığı pragmatizme göre bilginin doğru olarak kabul edilmesini gerektirir. Kısa olarak Pragmatik Hakikat Teorisini şu cümleler ile özetleyebiliriz: Bilgilerimizin doğruluğu ancak eylemlerimizin uyumluluğuna bağlıdır.
Pragmatik anlayışın da bazı çıkmazları bulunmaktadır. Bizden bağımsız gerçekler olsa bile pragmatizme göre biz onları bilmekten ziyade oluşturmaktayız. Ancak pragmatik anlayışta tıpkı postmodernizm gibi plüralisttir. Buna göre evrensel ve tek doğrular yerine kişilerin bilgisinin ve eylemlerinin sonucunda oluşan bilgiler vardır. Eğer hakikat göreceli ve kişiden kişiye değişiyorsa bilimsel eylemlere veya etik değerlere ters düşen eylemleri nasıl eleştireceğiz. Bu durumda herkesin oluşturduğu hakikatler, kaotikliği daha da arttıracak ve bizden bağımsız olarak inandığımız hakikatin zemini kayacaktır. Böyle bir dünyayı esas aldığımızda tıpkı sonsuz bir labirent gibi ne yaparsak yapalım hiçbir zaman çıkamayız. Ya da bizi yuvarlak olan dünyada sonsuza kadar etrafında dolanmak gibi bir çıkmaza sokar. Sonsuzca eleştiri üretilir ancak hiçbir eleştiri bu durumda bizi daha ileriye götüremez. Foucault’un “birbirimizi yorumlamaktan başka bir şey yapmıyoruz” sözü son derece korkutucu ve karamsardır. Sanırız böyle bir dünyayı hayal bile etmek istemezdik.
Gerçeğe Çoğulcu Yaklaşım
Crispin Wright ve Michael Lynch gibi düşünürlerin de destekçisi olduğu bir teoridir. Gerçek nedir? Gerçek bir fonksiyondur. Çok farklı şekillerde ortaya çıkar. Gerçeğin bu farklı tezahürleri sonucu her bir gerçekliğin farklı kriterleri mevcuttur. Diğer bir tanımla, farklı söylemler için farklı kriterler bulunur. Hakikat bir tane değildir ki tek bir doğru ve ona ulaşabileceğimiz düz bir çizgi şeklinde bir yol bulunsun. Tıpkı modernizm de olduğu gibi tarihin düz bir çizgi şeklinde daima ileriye gideceği efsanesi gibi yaşamımız da böyle bir çizgide bulunmaz.
Niçin gerçeklik birden çoktur? Bu anlayışa göre hakikat dediğimiz kavram belirsizdir. Örneğin hakikat dediğimizde ne anlıyoruz? Acaba hakikat kavramı her bireyde, toplumlarda aynı anlama mı gelmektedir? Tıpkı Heidegger’in varlık kavramının üzerini çizerek yapı bozumuna uğratması gibi hakikatin de üzeri çizilir ancak ondan tam anlamıyla vazgeçilemez. Herkes kendi oluşturmuş olduğu kriterler çerçevesinde haklıdır.
Örneğin bir toplumda var olan ensest ilişki ahlaksız bir davranış mıdır? Geçmişte gelişmiş batı toplumlarında eşcinsellik bizzat bilim tarafından hastalık olarak görülüyordu. Ayrıca toplum tarafından da dışlanarak aşağılanıyordu. Peki ne oldu da günümüzde hem bilim hem de gelişmiş ülkelerde eşcinsellere bakış daha da olumlu olmaya başladı?
İşte bize görünen bu değişim zamanın, mekânın, toplumun vb. kriterlerin zamanla değişmesi sebebiyledir ve her toplumun ahlaki yapısı, hakikat anlayışı farklı olduğu için her şey hem görecelidir hem de çokludur. Siyasi gerçekler, bilimsel gerçekler, felsefi gerçekler, sanatsal gerçekler ve ahlaki gerçekler vardır fakat bunlar bükülebilir ve bağlamına göre değişebilir.
Örneğin bilimsel gerçeklerin, görünüşte nesnel bir gerçekliğe tekabül ettiği kabul edilir ve olması gereken de bu şekildedir. Acaba bilimsel söylemler sadece bizden bağımsız olan nesneleri insanın duyusal süreçlerinden bağımsız bir şekilde tarif etmekte midir? Çoklu hakikat anlayışına göre bilimin içerisinde oluşan farklı paradigmalar aracılığıyla bilim insanları bu paradigmalar çerçevesinde olgulara yaklaşır ve ayrıca bilim yaparken çeşitli ön kabuller yani inançlar etrafında olguları tanımlar. Başka bir deyişle, bilim de nesnel, olgusal gerçeğe ek olarak tutarlı bir doğruluk ve pragmatik gerçek de bulur. Bu gerçekler olgusal gerçeklerdeki boşlukları doldurur, karar vericilerin ulaşmak istediği hedeflere hizmet eder ve olgusal gerçekleri aktarma biçimlerini etkiler.
Postmodern felsefe plüralist oluşu ve göreceliliği savunması sonucu sert eleştiriler almaktadır. Postmodernizmin yıkıcı bir felsefi anlayış olduğu kabul edilir. Örneğin Daniel Dennett postmodernistlerin yaptığı şeyin gerçekten kötü olduğunu ve gerçeği ve gerçekleri alaycı kılan entelektüel tutumlarından sorumlu olduklarını söyler. McIntyre, postmodernist düşüncenin gerçek sonrası olgunun habercisi olduğunu ve d'Ancona, gerçek sonrası dönemin temellerinin ve derin köklerinin postmodernist felsefede yattığını belirtir. Postmodernistler ise "hakikat tektir" diyen modern anlayışın diğer gerçeklikleri silikleştirdiğini ifade ederken "hakikat parçalı ve çokludur" derken diğer unsurların görünmesinin ifade edilmesinin niçin kabul edilemez olduğu sorusunun cevabını istemektedir.
Postmodernizmin çoğulculuğu ve farklılığı ön plana çıkarması ve post truth kavramıyla ortaya çıkan yalan ve gerçeklerin bükülerek iç içe geçirilmesi postmodern bir toplumda sıradanlaşabilmektedir.
Beyaz Yalanlar ve Sosyal Yaşamımız
Artık beyaz yalanlar yaşamımıza daha fazla girmektedir. Üstelik bunun yalan olduğunu kabul etmemiz gerekirken üstünü başka bir olguyla örtüyoruz. Bazı kişiler CV’sini doldururken gerçekte hak edilmeden elde edilen veya sahte olan bazı belgeleri ve yeteneklerini hiç çekinmeden abartabiliyor. Üstelik bunun bir aldatmaca olduğunu bilmelerine rağmen. Fakat kendilerine çeşitli gerekçeler bularak yalanı güzel gibi göstermeye gayret ediyorlar. Sosyal medya hesaplarında da kendimizi olduğundan daha farklı gösterme eğilimi içerisindeyiz. Aynı şekilde halk arasında yaygın olan “torpil” artık sıradanlaştı. Bunu yaptıran/yapan kişiler torpili sosyal ortamda söylemeyip bunun karşısında bir tavır takınarak yaptıkları hilekarlığı hiç çekinmeden örtebiliyorlar.
Ayrıca kimimiz de çoğunluk neye uyarsa sorgulamadan ona itimat ediyor ve onu sorgulamıyoruz. Sevdiğimiz insanların sevdiğimiz fikirleri hoşumuza gidiyor diye onu hiç eleştirme ihtiyacı duymuyoruz. Niçin duyalım ki? Fikirlerini beğenmediğimiz tarafın haklı olduğunu söyleyecek değiliz. Ayrıca haklı olduklarına kanaat getirsek bile mutlaka ona bir kılıf bularak veya bir komplo teorisi ortaya atarak bu düşünceden kurtulma eğilimindeyiz. Fakat bu şekilde davranarak rasyonalite, makullük gibi bizim hoşumuza gitmeyen ama bizi gerçekliğe yaklaştıracak yöntemleri de bir yana atmış oluyoruz.
Sosyal medyada gördüğümüz ve hoşumuza giden bir videoyu, fotoğrafı veya yorumu sadece hoşumuza gittiği için hiç çekinmeden paylaşabiliyoruz. Ya bunlar gerçek değilse? Eğer yalansa, iftira attığımız insanlara ne diyeceğiz? Onları zor durumda bırakmış olmaz mıyız? Hoşumuza gidebilir ama burada realite değil duygularımız ön plandadır. Aynısını karşıt görüşten bir birey yaparsa siz ne yapardınız?
Bazılarımız gereksiz ve kısır döngülü tartışmalara girerek karşıt görüşteki kişileri hiç çekinmeden aşağılayıp bundan haz alabiliyor. Eleştiri yaptığımızı sanıyoruz fakat yerdiğimizin farkında bile değiliz. “Laf dalaşı” yaparak en iyi açıklamayı aramıyoruz, bunu yaparak karşımızdakinin üstüne çıkmaya çalışıyoruz. Ancak unuttuğumuz husus, görüşlerimizin karşı tarafın görüşlerinden iyi olması bizi yine haklı yapması için yeterli değildir. Çünkü sosyal medyada bunları yaparak bir çözüme ulaşamayız. Bu tartışma Michel Foucault ve Noam Chomsky tartışması değildir.
Tartışmayı izleyerek iki karşıt ekolden olan önemli düşünürlerin birbirlerinin sözünü kesmeden ve onu dikkatli bir şekilde dinleyerek cevap verdiğini görünce şu soruyu kendimize sormalıyız: Onlardan daha mı iyiyiz ki onları örnek almıyoruz?
Artık edinmiş olduğumuz bilgilerin önemli bir kısmını haber siteleri ve sosyal medya platformları oluşturmaktadır. Elde ettiğimiz bilgilerin ne kadarını bilimsel yazılar, bilimsel kitaplar veya güvenilir popüler bilim yazılarından bizzat araştırarak tespit ettik? Google Akademi’ye girip bilimsel yazıları takip ettik mi? Bilimsel yazıların tamamını okumak hem zor hem de teknik geldiğinden zahmetsiz, daha anlaşılır ve daha heyecanlı olan forum siteleri bize daha cazip gelmektedir. Bu tarz siteler bizim hoşumuza gitse de buralarda derinlikten uzak niteliksiz ham bilgi yığınları bulunmaktadır. Kısacası, bir akademik makaleyi 200 kişi okuyabilirken bir forum sitesini binlerce kişi kısa sürede okuyabilmektedir. Bu sebeple bilginin kontrolü akademiden çıkmakta ve neyin doğru neyin yanlış olduğu birbirine karışmakta ve post truth daha da belirginleşmektedir.
Bilimin Gücünü Kullanarak Kişisel Yapılan Açıklamalar ve Bunun Bilimsel Söylem Gibi Kullanılması Bilime Zarar Vermektedir!
Son 50 yılda üretilen bilginin daha önceki tüm dönemlerde üretilen bilgiden kat be kat daha fazla olduğu gerçeğiyle karşılaşıldığında bu kaotik durum daha belirgin bir hal almaya başlamaktadır. Artık sadece komplo teorileri ve çeşitli siyasi güçlerin kitleleri inandırmak için üretmiş olduğu propagandalarla birlikte diğer propaganda türleri de bulunmaktadır.
Bu propagandalar bilim adı altında da yapılmaktadır. Çünkü halkın algısında saygınlık olan hangi sosyal yapılandırmalar varsa o çok rahatlıkla kullanılabilir. Örneğin saygın bir bilim insanı herhangi bir açıklama yaptığında diğer bilgi türleriyle kıyasladığımızda ona inanmamamız içten bile değil. Bir bilim insanı niçin yalan söylesin ki! Bilim camiası tarafından çalışmaları kabul edilmiş bir kişiye değil de komplo teorisyenlerine mi inanmalıyız? Maalesef yukarıda bahsetmiş olduğumuz gibi post truth kavramı artık yalanların gerçekmiş gibi sunulduğu bir karmaşayı bize anlatmaktadır. Örneğin bir bilim insanı bilimden almış olduğu güç ile insanların bir kısmının öldürülmesi gerektiğini söylese ve bunu “bilim böyle emreder” ifadesini kullansa bu söylem karşısında ne yapmalıyız? Bilim insanı olduğu için hiç sorgulamadan inanır mıyız? Olması gereken, bir bilimsel söylemin veya bilimsellik adı altında çıkar ve menfaat içeren sözlerin de sorgulanması olmalıdır. Nitekim bilim bu şekilde çalışmaktadır. Unutulmamalıdır ki bilimde hiç kimse tek başına otorite kabul edilemez. Bilimin siyasetten veya diğer bilgi türlerinden en önemli farkı birçok bilim insanının ortaklaşa çalışmasıyla ve genel kanaatlere ulaşılmayla yapılmasıdır.
Stephen Hawking “felsefeye artık ihtiyacımız yok” ifadesini kullandı. Dünyaca ünlü fizikçi böyle dedi diye bu söylem elbette kabul edilmemelidir. Çünkü Hawking artık fiziğin dışına çıkarak felsefe alanına geçiş yapmış ve kendi bilimsel gücünün veya etiketinin de etkisiyle önemli bir kesimi bu konuda inandırmıştır. Ancak bu söylem bilimsel olmadığı gibi felsefi bir söylemdir. Eğer felsefeye karşı olumsuz yaklaşıyor ve kendinizi kandırmak istiyorsanız dünyaca ünlü bazı bilim insanlarının bu sözlerine rastlamanız hem kolay hem de sizi ikna etmek için yeterince güçlüdür. Ünlü Fransız sosyolog Emile Durkheim, Bilim ve Felsefe kitabında Hawking’den önce bir anlamda felsefenin önemini ve bilimle nasıl bağlantılı olduğunu şu şekilde belirtir:
Varsayalım ki felsefe, Kant’ın iddia etmiş olduğu gibi, insan aklının objektif değerlendirmelere sahip olmadığına, yani rasyonelitenin gerçek olgulara erişimi olmadığına hükmetti. Bu karar tüm doğa bilimlerini sübjektifliğe mahkûm edecektir.
Böyle bir durum ortaya çıktığında bilim insanları "Bu doğa bilimlerini ilgilendirmez, doğa bilimleri ve felsefe ayrıdır" diyebilir mi? Bilim felsefesinin ulaşmış olduğu sonuçlar bilimin yöntemini ve nasıl çalıştığını da etkileyecektir.
Maalesef bu tür talihsiz açıklamalar ülkemizde de bilim adı altında yapılmaktadır. Unutulmamalıdır ki bu tür açıklamalar hem açıklayan bilim insanına hem de bilime zarar vermekte ve bilim karşıtlarına “malzeme” sunmaktadır. Celal Şengör “…biliyorsunuz, sosyal bilimler bilim değildir” ifadesini kullanmış ve yüzlerce yapılan yorum Celal Şengör’ün bu söylemini hiç sorgulamadan desteklemiştir. Yine Celal Şengör bir konferansta şunları söyler:
(…) Ama fen bilimleri çok çok önemli. Sosyal bilimler dediğin işte sosyoloji, psikoloji falan bunlar daha bilim olamadılar.
Aynı konferanstan bir kesitin yer aldığı videonun altına gelen çoğu yorumda bunların doğru tespitler olduğu ve hatta psikoloji ve sosyolojinin astroloji ile aynı şey olduğu yazılmıştır.
Karl Popper’in yanlışlamacılığını sosyal bilimlere de uygulayan Şengör, sosyal bilimlerin yani toplumun laboratuvar gibi olmadığını ve kaotik, önceden kestirilemez olduğunu görmezden gelmiş ve otoritesini kullanarak sosyal bilimleri bilim dışı ilan etmiştir. Sosyal bilimler, yapısı gereği kesin değildir. Doğa bilimlerinde bile kesinlik tartışmaya açıkken, bunu sosyal bilimlere mal ederek onu dışlamak haksızlık olacaktır.
Bu örnekler batı dünyasında da bulunmaktadır. Paul R. Gross ve matematikçi Norman Levitt, sosyal bilimcilerin doğa bilimcileri karşısında ezildiğini ve “aciz” kaldığını iddia eder. Bu betimlenen tablo sanki doğa bilimciler ve sosyal bilimciler arasında sanki bir “boks maçı” var gibi sunularak, gerçekler çarpıtılmıştır.
Bilimin bireye vermiş olduğu etiketi kullanan bu tarz kişiler, bilimin söz söylemediği alanlarda dahi, olası kendi çıkar ve menfaatlerini bilim kisvesi adı altında dayatabilmektedir. Sosyal bilimlerin bilim olup olmadığı bir tartışma olmaktan çıkalı uzun bir süre geçmiştir. Ayrıca 20. yüzyılın sert pozitivistleri tarafından “sosyal bilimler bilim olmak istiyorsa pozitivist olmalıdır” söylemi sebebiyle bu tartışmalar geçmişte yaşanmıştır. Dikkat edilirse buradaki tartışma doğa bilimlerinde güçlü olan pozitivizmin sosyal bilimlere dayatılmasıdır ancak 1950’li yıllardan başlamak üzere sosyal bilimlerde pozitivizmin etkisi yavaş yavaş kaybolmuştur.
Günümüz sosyal bilimlerinde pozitivizm neredeyse etkisini kaybetmiş olup, geçmiş tecrübelerden de anlaşıldığı üzere pozitivizm ancak zarar getirmekten ve sorunları betimlemekten öteye geçememiştir. Ancak bazı bilim insanlarımızın sosyal bilimleri halen 20. yüzyılın başlarındaki gibi görmesi ve bu söylemlerin bilimsel söylemler gibi sunularak genişçe takip edilen kitlesini yanıltması, maalesef bilime ve onun “objektiflik” iddiasına zarar vermektedir. Bu açıklamalar, sosyal bilimler ve doğa bilimleri arasındaki farkı giderek daha da açmaktadır. Gerek sosyal bilimler, gerekse doğa bilimleri bir bütündür. Her ne kadar ayrıymış gibi gözükse de her iki bilim türü evreni, insanı daha iyi tanımlamamız için olmazsa olmaz sosyal yapılandırmalardır. Doğa bilimsiz kültür kör, sosyal bilimsiz kültür topaldır. Aynı şekilde felsefesiz bilim, bilimsiz felsefe de eksik kalacaktır.
Bu tür talihsiz açıklamalar bilim karşıtlarına tabiri caizse malzeme sağladığı gibi, bilimdeki göreliliğin ortaya çıkmasıyla da bunu bilim karşıtlığı için kullananlara yaramaktadır. Sosyal bilimler ile ilgili bilimselmiş gibi yapılan açıklamalardan ziyade bizzat önemli sosyal bilimcilerin eserlerini okumak gerekir. Peter Winch'in Ciencia social y filosofía, Scott Gordon'ın Sosyal Bilimler Felsefesi ve Tarihi, Brian Fay'in Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi, Pauline Marie Rosenau'nun Post-Modernism and the Social Sciences ve Micheal Foucault’un Kelimeler ve Şeyler adlı kitaplarına bakılabilir.
Sonuç
Jean Baudrillard artık simülasyon çağında yaşadığımızı savunur (fizikteki simulasyon teorisi ile karıştırılmamalıdır). Kitle iletişim araçları tarafından kontrol edilen görüntüler ve söylemler bize gerçeğin kendisini anlatmamaktadır. Anlatılan gerçeğin üstü örtülerek istenilen forma getirilmesiyle bize ulaştırılır ve bu hiper gerçeklik tanımına girer. Irak savaşının görüntülerini yayımlayan büyük medya organları bize gerçekleri mi göstermiştir? Baudrillard buna katılmaz ve savaşın acısının alındığını, yani bir oyun gibi evlerimize ulaştırıldığını belirtir. Güçlü Amerikan ordusunun milyar dolarlık askeri ekipmanları medyada bolca yer almıştır. Iraklıların yaşadığı acılar ve 1 milyon insanın ölümü göz ardı edilerek yansıtılmıştır. Ayrıca bunları medyada göstermeye gerek duymamışlar ve hiper gerçeklik yaratarak Amerika'nın Irak'a demokrasi götürdüğü söylemiyle milyonları inandırmışlardır.
Yaşamımız içerisinde televizyon kadar ya da ondan daha etkili olan sosyal medya da hiper gerçeklik yaratarak yalanların üzerini örtmekte, menfaat ve çıkar savaşlarına dönüşmektedir. Bu hiper gerçeklikler sadece çeşitli grupları kapsamamaktadır. Sahte hesaplar, sahte fotoğraflar kullanarak karşıt grupların arasına girerek yalan bilgiler, argo kelimeler kullanarak saldırmaktadır. Artık ırkçılar, düz dünyacılar, aşı karşıtları ve çeşitli militan gruplar kendisine sosyal medyanın vermiş olduğu “özgürlük” sayesinde saçmalamalarını ve yalanları milyonlarca kişiye çok rahat ulaştırmaktadır. Şimdilik bunu engellemenin mümkünatı gözükmese de nitelikli bilgilerle bu şarlatanlara karşı mücadele edilmelidir. Şarlatanlar ve kişisel çıkarlarına uygun propaganda yapanlar yetmezmiş gibi bu alana eğitimli kitleler de eklenmiştir.
Yukarıda anlatmış olduğumuz yalanları ortaya çıkarmak kolay olsa da, asıl zor olan bilim adı altında yapılan ve bilime zarar veren kişilerin bazı açıklamalarıdır. Kişilerin günlük hayatının seyri içerisinde bunları anlaması çok daha zor olabilmektedir. Ayrıca halkın gözünde olan “etiket”i ve kendi uzmanlık alanındaki başarısı sebebiyle her alanda mesnetsiz açıklama yapma hakkını gören bu kişilerin engellenmesi, ancak doğa ve sosyal bilimcilerin ülkemizde tek çatı altında kurumsallaşıp yalan atanlara ve Harry Frankfurt’un ifadesiyle “saçmalayanlara” karşı görevi olmalıdır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 36
- 10
- 9
- 4
- 4
- 3
- 2
- 2
- 2
- 1
- 0
- 0
- Y. Brahms. Philosophy Of Post-Truth. (10 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 10 Nisan 2020. Alındığı Yer: INSS Tel Aviv University | Arşiv Bağlantısı
- S. Coughlan. What Does Post-Truth Mean For A Philosopher?. (12 Ocak 2017). Alındığı Tarih: 10 Nisan 2020. Alındığı Yer: BBC | Arşiv Bağlantısı
- M. P. Lynch. Truth As One And Many. (26 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 26 Nisan 2020. Alındığı Yer: Oxford Scholarship Online | Arşiv Bağlantısı
- Y. N. Harari. (2018). The Truth About Fake News. Not: Yediot Ahronot.
- H. G. Frankfurt. On Bullshit. Yayınevi: Princeton University Press.
- R. Keyes. The Post-Truth Era: Dishonesty And Deception In Contemporary Life. Yayınevi: St. Martin's Press New York.
- Oxford Dictionary. Word Of The Year 2016. (1 Ocak 2016). Alındığı Tarih: 11 Nisan 2020. Alındığı Yer: Oxford Languages | Arşiv Bağlantısı
- H. Arendt. Truth And Politics. (1 Ocak 1967). Alındığı Tarih: 26 Nisan 2020. Alındığı Yer: The New Yorker | Arşiv Bağlantısı
- M. d’Ancona. Post-Truth: The New War On Truth And How To Fight Back. Yayınevi: Ebury Publishing.
- L. McIntyre. Post-Truth. ISBN: 978-0262535045. Yayınevi: MIT Press Ltd.
- M. Marmot. (2017). Post-Truth And Science. The Lancet, sf: --. | Arşiv Bağlantısı
- J. Baudrillard. Simülakrlar Ve Simülasyon. ISBN: 978-975-8717-01-4. Yayınevi: DOĞUBATI.
- M. Sarup. Post-Yapısalcılık Ve Postmodernizm. ISBN: 9786058461413. Yayınevi: Bilim ve Sanat.
- M. Heidegger. Varlık Ve Zaman. ISBN: 978-6051718231. Yayınevi: Alfa Yayınları.
- M. Foucault. Kelimeler Ve Şeyler. ISBN: 9789755330754. Yayınevi: İmge Kitabevi.
- A. Bilgili. Bilim Ne Değildir?. ISBN: 978-605-9588-56-0. Yayınevi: Doğu Kitabevi.
- S. Gordon. Sosyal Bilimler Tarihi Ve Felsefesi. ISBN: 978-605-9125-11-6. Yayınevi: Küre Yayınları.
- B. Fay. Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi. ISBN: 9789755393278. Yayınevi: Ayrıntı Yayınları.
- A. Özkaya. Post-Coğrafya. ISBN: 978-625-400-983-9. Yayınevi: Ahmet Özkaya.
- C. Türer. (2009). Pragmatizm'in Doğruluk Evi. bilimname, sf: 165 - 185. | Arşiv Bağlantısı
- E. Tepeli. (2017). Bağdaşımcılık Teorisini Destekleyen Ve Bağdaşımcılık Teorisine Karşı Argümanlar. 21. Yüzyılda Eğitim Ve Toplum Eğitim Bilimleri Ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, sf: 489-501. | Arşiv Bağlantısı
- M. Bilgili. (2019). Coğrafyada Mekân Felsefesi Üzerine Yaklaşımlar. International Journal of Geography and Geography Education (IGGE), sf: 88-102. | Arşiv Bağlantısı
- E. Karaca. Bildiğim Kadarıyla: Pragmatik Doğruluk Teorisi Nedir? – Cheryl Misak. (20 Haziran 2019). Alındığı Tarih: 18 Nisan 2020. Alındığı Yer: Öncül Analitik Felsefe Dergisi | Arşiv Bağlantısı
- A. Esgin, et al. (2011). Türkiye'de Sosyal Bilim Algısının Negatifliği Ve Üniversitenin Misyonu Üzerine. Research Gate. | Arşiv Bağlantısı
- S. Sismondo. Bilim Ve Teknoloji Araştırmaları Yaklaşımı: Temeller. ISBN: 978-6054822201. Yayınevi: Epos Yayınları.
- G. Orwell. Politics And The English Language. ISBN: 978-0141393063. Yayınevi: Penguin Classics.
- İzletken. Nüfus Sorunu Ve Cahil Liderler #30. (25 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 25 Nisan 2020. Alındığı Yer: YouTube | Arşiv Bağlantısı
- Single Way Science. Celal Şengör: Sosyoloji, Psikoloji Daha Bilim Olamadılar. (25 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 25 Nisan 2020. Alındığı Yer: YouTube | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 14:14:08 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/8574
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.