Dinlerin Evrimi: Din Nedir? Dinler Neden Ortaya Çıktı ve Nasıl Evrimleşti?
Bu, benim bedenimdir.
İncil'de İsa tarafından son akşam yemeğinde söylendiği kaydedilen bu sözler, dünyanın dört bir yanında, her gün komünyon yemeğinden önce kilise ayinlerinde söylenmektedir. Günümüzde Hristiyanlar bu sözleri her duyduğunda, her zaman yanlarında olan ve hiçbir zaman kaybolmayan geçmiş, onlara anımsatılır.
Hristiyanlara geçmişin ne kadarı anımsatılmaktadır? En azından son iki bin yıl - ki bu süre dilimi, içten Komünyon Ayinleri'nin yanı sıra dogmatik anlaşmazlıklar, kilise bölünmeleri, şiddet dönemleri, afarozlar, papalık hükümleri ve tümü komünyon yemeği çevresinde dönen çeşitli metafizik tartışmalarla doludur.
Fakat daha da geriye, kanonik Yeni Ahit'e katılan metinlere eklenmiş sözlü geleneklerin gelişimine kadar gidebiliriz. Çeşitli "Son Yemek" metinlerinin dayandığı tarihî toplantı üzerinde düşünebiliriz.
Bundan da geriye, hatta Hristiyanlığın ortaya çıkışından çok öncelere gidilebilir. Ne de olsa İsa, bir Yahudi'ydi ve havarilerle ekmeği paylaşması, bize Yahudilerin Mısır esaretinden acılı kaçışları ve Sina'da onlara Tevrat'ın gönderilmesi dahil tüm tarihlerini anımsatır.
Daha da geriye gidebiliriz. Herhangi bir dinsel yemek, her şeyden önce, bir yemektir. Eski Yakın Doğu'da kesinlikle önemli bir ritüel olan "sofra paylaşma" eylemidir. Dinsel ve ayinsel olarak Seder (Hamursuz Bayramı yemeği) ve ondan sonrasında komünyon uygulamaya konulmuştur; ancak sofra paylaşımının getirdiği olumlu duygular hep vardı. Bunlar, modern insanların ortaya çıkmasıyla, yani iki yüz bin yıldır varlığını sürdürmekteydi.
Bununla birlikte Homo sapiens, yiyecek paylaşımının yararlarını keşfeden tek tür değildir. İki milyon yıl öncesine kadar giden diğer bazı Homo türleri gibi, Neandartaller de kesinlikle kaynaklarını birleştirmişlerdir. Komünyon Ayini'nın ardındaki derin evrimsel tarihi araştırdığım sıralarda teoloji profesörlerimden biri şöyle söylemişti:
Aşırı toplumcul (İng: "prosocial") avcı-toplayıcıları yemek yerken düşün. Avcılar iyi bir iş çıkardıkları ve aileleriyle paylaştıkları için gurur duyarlar; yemeği hazırlayanlar takdir edilir ve beğenilir; herkes karnını doyurur ve kendini iyi hisseder ve birçok olumlu sosyal etkileşim gerçekleşir. Yemekle ilintili bu kadar çok mitolojik içerik oluşturulmasına şaşırmamak gerek.
Ancak yiyecek paylaşımı, bizim Homo atalarımızın bile öncesinde vardır ve günümüzde şempanzeler ve bonobolarda gözlemlenebilir.[7] Hatta yakın tarihli bir makale, bonoboların kendi sosyal grupları dışındaki bonobolarla bile yiyecek paylaştıklarını göstermiştir.[8] Makalenin yazarlarından Barbara Fruth’ün dijital dergi Sapiens'e söylediğine göre, yiyecek paylaşımının “köklerinin son ortak atamıza kadar uzanıyor olması gerekir".[6] Moleküler saate göre insanlarla büyük kuyruksuz maymunların (İng: "ape") en son ortak atası, yaklaşık 19 milyon yıl önce yaşamıştır.
“Bu benim bedenim” sözlerini her duyduğumda, aklım hemen, deyim yerindeyse, evrimsel başlangıç çizgisine doğru bir yarışa girişiyor.
Derin Din: Din, Tam Olarak Nedir?
Kendi dinsel geleneğim Hristiyanlık olduğundan, konuya Komünyon Ayini'nden söz ederek başladım. Ancak anlatmaya çalıştığım nokta, yani dinsel deneyimlerin çok kendine özgü, çok uzun zaman içinde ortaya çıkmış olması, çoğu dinsel olgu için geçerli olabilir. Bunun nedeni, merhum sosyolog Robert Bellah'ın belirttiği gibi, hiçbir şeyin hiçbir zaman kaybolmamasındandır. Tarih, en baştan başlar ve bizim şu anda kim, nasıl ve nerede olduğumuz, tarihin ileri doğru akışının bir sonucudur. Var olan herhangi bir insan olgusu, "olduğu hale gelmiş olan" bir insan olgusudur. Bu, din için de geçerlidir.
Dinin derin tarihi üzerinde düşüneceksek, öncelikle dinin ne olduğu konusunda net olmamız gerekir. Primatolog Frans de Waal, Bonobo ve Ateist adlı kitabında, American Academy of Religion'ın (Tür: "Amerikan Din Akademisi") ev sahipliğinde düzenlenen bir panele ilişkin gülünç bir anlatı paylaşır:[1] Katılımcılardan biri dini tanımlamakla başlamayı önerdiğinde, bir başkası bunu son yapmaya çalıştıklarında izleyicilerin yarısının öfkeyle odadan çıktığını belirtir. De Waal, iğneleyici bir şekilde şöyle yazar:
Bu, bir de konunun adını taşıyan bir akademide oluyor!
Yine de bir yerden başlamak gerek. Bu yüzden de Waal, şu tanımı öneriyor: Din, “doğaüstü, kutsal veya ruhanî olan kadar, bunlarla ilişkili semboller, ritüeller ve tapınımlara olan paylaşılan saygıdır.” De Waal'in bu tanımı, “tek bir ahlakî topluluk içinde bütünleşen” paylaşılan deneyimlerin önemini vurgulayan sosyolog Emile Durkheim’ın tanımını çağrıştırıyor.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Paylaşılan deneyimlerin önemi göz ardı edilemez; çünkü ele aldığımız konu, insan dininin evriminin, insansıların (İng:"hominin") sürekli artan sosyalliğinden ayrılamaz olmasıdır. Bellah'ın belirttiği gibi din, bir var olma yoludur. Bunu bir hissetme yolu, birlikte hissetme yolu olarak da görebiliriz.
Din konusundaki bilimsel çalışmaların çoğu teoloji temelli dogmatik dinler üzerinedir. Evrimsel psikolog Robin Dunbar, bunun olguyu incelemek için kıt bir yöntem olduğu görüşündedir:
Bu, insanlık tarihinin büyük bir bölümünde dinlerin, tanrılar ve ahlakî kodları bulunmayan, çok değişik şamanik formları olduğu gerçeğini bütünüyle göz ardı etmektedir.
(Dunbar, Şamanik terimiyle genel olarak trans ve ruhlar dünyasına yolculuk gibi deneyimleri içeren dinleri kastetmektedir).[2]
Teoloji temelli din formları tarım sonrası toplumların bir özelliği olup, varlıkları sadece birkaç bin yıl öncesine giderken Dunbar, şamanik formların 500 bin yıl öncesine uzandığını belirtir. Ona göre bunlar, avcı-toplayıcıların özelliğidir.
Dunbar, dinin neden ve nasıl evrildiğini anlamak istiyorsak, işe dinleri “kültürel birikimlerden sıyrılmış” şekilleriyle incelemekle başlamamız gerektiğini belirtir. Büyük Tanrılar ve inançlarla ilgili sorulara daha az, ilkel atalarımızda ortaya çıkan ve dinsel bir yolla bir arada yaşamalarını sağlayan yeteneklere daha çok odaklanmamız gerekir.
Adaptasyon mu, Yan Ürün mü?
Sonuçta tüm toplumların bir dini var gibi görünüyor. De Waal, telefonda bana bunun bir istisnasının olmadığını söylüyor.
Bunun nedenine yönelik başlıca iki bakış açısı vardır: Bunlardan biri, dinin çoğunlukla topluluk yaşamına olan katkıları çerçevesinde olumlu evrimsel yararlar sağladığı görüşüdür ve buna işlevselcilik veya adaptasyonizm adı verilir. De Waal'in söylediği gibi:
Tüm toplumlarda din varsa, mutlaka toplumsal bir amacı olmalıdır.
Diğeri ise dinin bir spandrel veya evrimsel sürecin yan ürünü olduğu görüşüdür. Spandrel, kemerler ve tavan arasında bir yan ürün olarak görülen mimarî bir şekildir. Bu yoruma göre din, işlevini yitirmiş bir organ gibidir. İlk evrimleştiği ortamlarda uyum sağlamış olabilir fakat bu ortamda uyumsuzdur. Belki de dinsel inanışlar, dinle ilgisi olmayan çevresel sorunların çözümü için evrimleşmiş psikolojik mekanizmaların sonucudur. Her iki halde de evrim, dini “hedeflememiştir”; evrim başka şeyleri “hedeflerken”, din ortaya çıkmıştır.
Bu tartışmanın her iki tarafındaki insanların kendi nedenleri olsa da dinin evrimini ya bu ya o şeklinde sınırlamak yararsızdır. Körlemesine bir evrimsel sürecin sadece bir yan ürünü olan bir şey, insanlar tarafından belirli bir işlevi gerçekleştirmek veya belirli bir sorunu çözmek için kullanılabilir (bu konuda daha fazla bilgi almak için Yarının Tanrıları yazımızı okuyabilirsiniz).
Bu, müzik dahil birçok davranış açısından doğru olabilir fakat din, özgecilik (başkalarını düşünme, sevme, Tür: "diğerkâmlık", İng: "altruism") ve hatta bazen özveri gibi son derece zorlu davranışlar gerektirdiğinden, kendine özgü bir bilmece ortaya koyar.
Bu nedenle Dunbar gibi bazı teorisyenler, bireyin ötesinde grubun yaşamını sürdürmesine bakmak gerektiğini savunur.
Bu, Dunbar’ın tanımladığı şekilde “uyumun yararlarının, her zaman bireyin kendi eylemlerinin doğrudan ürünleri olmasındansa, bazen grup düzeyindeki etkileri yoluyla bireylere kazanç sağladığını kabul eden” çok düzeyli seçilim olarak bilinir.
Buna bir örnek, toplulukların herhangi bir üyesinin bireysel olarak yakalayabileceğinden daha büyük avlar yakalamasına olanak veren ortaklaşa avlanmadır. Daha büyük av, eti paylaşmak zorunda olsam da benim için daha fazla et demektir, çünkü paylaşılan hayvan tek başıma yakalayabileceğim herhangi bir şeyden daha büyüktür. Dunbar, böylesi grup düzeyindeki süreçlerin “bireyin, gruptaki diğer üyelerin gereksinimlerine duyarlı olmasını gerektirdiğini” söyler.
Tarihte bireysel bir yaratığın dini yoktur. Bizim hikayemiz, biz ile ilgilidir.
Önce Duygu
Dini anlamak istiyorsak, öncelikle insan atalarının ilk başta gruplar halinde yaşamak yönünde nasıl evrildiğini anlamak için tarihin derinliklerine bakmak gerekir.
Jonathan Turner, The Emergence and Evolution of Religion başlıklı kitabında şöyle yazıyor:[3]
Sonuçta bizler, zayıf sosyal bağları olan ve kalıcı grup yapıları olmayan, uzun bir hominoid (kuyruksuz maymun) ata soyundan geliyoruz.
Bu, Turner'ı en önemli soru olarak gördüğü ve bana telefonda sorduğu şu soruya yöneltiyor:
Darwinci seçilim, insansıların sinir sistemi üzerinde nasıl bir etki gösterdi ki, birincil gruplar oluşturacak şekilde yakın sosyal bağlar geliştirebilmeleri için onların daha sosyal olmalarını sağladı? Bu, kuyruksuz maymunlar için doğal değil.
Bizim kuyruksuz maymun soyumuz yaklaşık 19 milyon yıl önce son ortak atadan evrilmiştir. Orangutanlar yaklaşık 13-16 milyon yıl önce, goril dalı yaklaşık 8-9 milyon yıl önce ayrılmıştır. Daha sonra, yaklaşık 5-7 milyon yıl önce, insansı soyu iki dala ayrılmış, biri şempanzelere ve bonobolara, diğeri ise bize yönelmiştir. Biz modern insanlar, genlerimizin %99'unu şimdiki şempanzelerle paylaşmaktayız; bu, tüm kuyruksuz maymun soyu içerisinde en yakın iki akraba olduğumuz anlamına gelmektedir.
İnsanlarla şempanzeler arasındaki benzerlikler iyi bilinir; ancak önemli bir fark, grup büyüklüğüdür. Dunbar, şempanzelerin tipik olarak yaklaşık 45 bireylik bir grup kurabildiklerini belirterek, “Bu sadece tımarlama yoluyla korunabilen en yüksek grup büyüklüğü gibi görünüyor.” der. Buna karşılık bir insan grubunun ortalama büyüklüğü yaklaşık 150 kişidir; bu Dunbar Sayısı olarak bilinir. Dunbar, bunun nedeninin insanların belirli bir miktar sosyal çaba karşılığında şempanzelerden üç kat fazla sosyal ilişki kurabilmesi olduğunu söyler. İnsan dini bu yüksek sosyallik kapasitesinden doğmuştur.
Bu nasıl oldu? Kuyruksuz maymun atalarımız küçülen ormanlık yaşam alanlarından doğu ve güney Afrika savanaları gibi daha açık alanlara doğru göçtükçe, Darwinist etkiler harekete geçerek yırtıcılardan daha fazla korunma ve yiyeceğe daha iyi erişim sağlamak için onları daha sosyalleştirmiştir; bu aynı zamanda eş bulmayı da daha kolaylaştırmıştır. Turner'ın tanımıyla beş-altı çekirdek aileden oluşan küçük gruplar gibi bu yeni yapıları ayakta tutma yeteneği olmadan, bu kuyruksuz maymunlar hayatta kalamazdı.
Peki, doğa bu sosyalleşme sürecini nasıl gerçekleştirmiştir? Turner, bunun yanıtının genelde düşündüğümüz gibi zeka değil, daha çok beyin yapımızdaki bazı önemli değişiklerin eşlik ettiği duygular olduğunu söyler. Neokorteks (beyinde işitme ve görmeye ait bölge) dinin evrimiyle ilgili birçok teoride önemli bir rol oynasa da Turner, daha önemli değişikliklerin, insansılara daha geniş bir duygusal kapasite olanağı veren beynin subkortikal bölümleriyle ilişkili olduğunu söyler. Bu geliştirilmiş duygular, dinin gelişimi için çok önemli bir kazanım olan bağlanma duygusuna önayak olmuştur.
Turner'ın sözünü ettiği subkortikal gelişme, yaklaşık 4,5 milyon yıl önce Australopithecus cinsinin ortaya çıkmasıyla başlar. Turner, seçilimin ilk başta beyinlerinin hacmini şempanzelerinkinden 100 cm3 daha fazlaya, 450 cm3'e çıkardığını söyler (Australopithecus afarensis). Karşılaştırma amacıyla bu, daha sonra gelen insansılardan daha küçüktür; Homo habilis'in kafatası hacmi 775 cm3, Homo erectus'un 800-850 cm3'tür. Buna karşılık modern insanın beyin büyüklüğü bunlardan çok daha fazladır, kafatası hacmi 1.400 cm3'ü bulur.
Beyinlerinin nispeten küçük oluşu, insansıların beyninde bir şeyler olmadığı anlamına gelmez. Beynin büyüklüğü, bir endokastla (kafatası boşluğu kalıbı) ölçülür; fakat Turner, bunların Australopithecus'un ortaya çıkışıyla (yaklaşık 4 milyon yıl önce) Homo erectus'un (1,8 milyon yıl önce) ortaya çıkışı arasındaki zamanda gerçekleşen subkortikal gelişmeyi göstermediğini söyler. Turner, şöyle diyor:
Sonuçta dinin kökenleri, bu [subkortikal] mekanizmaların nasıl evrildiğinin öyküsünde bulunacaktır.
İnsanların neokorteksinin kuyruksuz maymunların üç katı olmasına rağmen subkorteksleri sadece iki katıdır. Bu, Turner'ın insansıların duygusal gelişmelerinin, neokorteksin günümüz insanındaki büyüklüğüne erişmesinden çok önce başladığına inanmasına yol açmıştır.
Doğa bunu nasıl başarmıştır? Dört temel duygudan söz edildiğini duymuşsunuzdur: saldırganlık (öfke), korku, üzüntü ve mutluluk. Dikkat ederseniz bu dört duygunun üçü olumsuzdur. Ancak dayanışmanın gelişmesi için olumlu duygular gerekir. Turner, olumsuz duyguların bastırılıp olumlu duyguların geliştirilmesi için doğal seçilimin bir yol bulması gerektiğini söyler. Büyük kuyruksuz maymunların, özellikle de şempanzelerin duygusal yetenekleri zaten diğer memelilerden daha çok ayrıntılanmış olduğundan, seçilimin çalışabileceği hazır bir şey vardı.
Savının bu aşamasında Turner, iki veya daha fazla temel duygunun birleşmesinin sonucunda ortaya çıkan duygular olan birinci ve ikinci düzey ayrıntılandırmaları tanıtır. Örneğin, mutluluk ve öfkenin birleşimi intikam duygusunu uyandırır; kıskançlık da öfke ve korkunun birleşiminin sonucudur. Dinde önemli bir yeri olan huşu (İng: "Awe"), korku ile mutluluğun bileşimidir. İkinci dereceden detaylandırmalar daha da karmaşıktır ve Homo erectus'tan (1,8 milyon yıl önce) Homo Sapiens’e (200.000 yıl önce) evrimleşme sürecinde ortaya çıkmıştır. Dinin gelişiminde çok önemli yeri olan suçluluk ve utanç duyguları, üzüntü, korku ve öfkenin birleşimidir.
Nasıl ki bu duygusal detaylandırmaları deneyimleme becerisi olmadan dini tasavvur etmek zorsa, aynı nedenden dolayı bunlar olmadan yakın sosyal grupları düşünmek zordur; böylesi bir duygusal palet, bizi içgüdüsel düzeyde birbirimize bağlar. Turner, şöyle diyor:
İnsan dayanışmasının sadece sevgi, mutluluk, doyum, önemseme, sadakat gibi olumlu duygular çevresindeki duygusal uyarımlarla mümkün olabilir. Olumlu duyguların bu yeni değerleri nörolojik olarak bir kez mümkün olduğunda, dayanışmayı geliştirmek için başka ritüeller ve duygu-uyarıcı davranışlarla iç içe geçebilir ve sonunda güç tanrıları ve doğaüstü kuvvetler kavramlarını üretebilirler.
Konudan çok uzaklaşmamak gerek ama dinin evriminde duygunun ne kadar önemli olduğu anlaşılmalıdır. Darwin, dinsel duyguyla başka bir duygu arasında fark olmadığına inanmıştır ve şöyle yazmıştır: [4]
Soğuk suyun kafada aniden gerçekten ruhanî olarak değerlendirilebilecek duygulara benzer bir ruh hali yaratması, materyalizmin bir savıdır.
Bu doğruysa, başka herhangi bir duygu gibi dinsel duyguların da nedenlerinin belirlenip incelenebileceği anlamına gelir.
Ritüel
Seçilim, var olan beyin yapılarının üzerinde işleyerek duygusal ve bireylerarası kapasiteleri geliştirdikçe, kuyruksuz maymunların bazı davranışsal yatkınlıkları evrimleşmeye başladı. Turner'ın kuyruksuz maymunlarda zaten var olduğunu belirlediği bazı yatkınlıklar şunlardır: göz ve yüz okuma yeteneği ve yüz hareketlerini taklit; çeşitli duygudaşlık (İng: "empathy") becerileri; sosyal ortamlarda duygusal olarak uyarılma yeteneği; ritüel uygulama becerisi; karşılıklılık (Ar: "mütekabiliyet", İng: "reciprocity") ve adalet duygusu ve bir ortamda kendini bir varlık olarak konumlandırma yeteneği. Turner'a göre kuyruksuz maymunların hazırda var olan duygusal paletindeki bir artış, tüm bu davranış yetilerinde artışa neden olacaktır.
Kuyruksuz maymunlarda bu davranışların tümü değilse de birçoğu belgelenmiş olmasına karşın içlerinden iki tanesine, ritüel ve duygudaşlığa odaklanmak istiyoruz. Bunlar olmadan din düşünülemez.
Arşiv görüntülerinde primatolog ve antropolog Jane Goodall, şempanzelerde yaygın olarak gözlemlenen ünlü şelale dansını anlatır. Yorumları uzun uzadıya aktarılmaya değer:
Şempanzeler [şelaleye] yaklaştıklarında kükreyen bu sesi duyarlar, kıllarının dikleştiğini görürsünüz ve sonra biraz daha hızlı hareket ederler. Buraya gelince, genellikle dik durarak ritmik bir şekilde sallanırlar, belki 10 dakika boyunca büyük kayaları alıp atarlar. Bazen yan taraftaki sarmaşıklara tırmanarak serpintiye doğru sallanırlar ve normalde uzak durdukları suya girerler. Sonrasında onları akıntının içinde bir kayaya oturmuş görürsünüz; yukarı bakar, gözleriyle suyun aşağı dökülmesini ve akıp gitmesini izlerler. Bu şelale gösterisi veya dansının, bizim duyumsadığımız huşu, hayranlık duyguları tarafından tetiklenip tetiklenmediğini düşünmekten kendimi alamıyorum.
Şempanzelerin beyinleri bizimkine çok benziyor. Bizim mutluluk, üzüntü, korku, umutsuzluk vb. olarak adlandırdığımız, bize özgü olduklarını düşündüğümüz inanılmaz zihinsel yeteneklerle belirgin biçimde benzeşen veya aynı olan duyguları taşıyorlar. Öyleyse neden onların da aslında kendi dışındaki şeylere hayranlık duymak anlamına gelen bir tür ruhanî duyguları olmasın?
Goodall, benzer bir olguyu şiddetli bir yağmur sırasında da gözlemlemiştir. Bu gözlemler, onu şempanzelerin de bizim kadar ruhanî oldukları sonucuna götürmüştür:
Bunu analiz edemiyorlar, bunu dile getirmiyorlar, neler hissettiklerini anlatamıyorlar. Ancak tüm bunların içlerinde saklı olduğu ve bunu ifade etmelerinin tek yolunun bu olağanüstü ritmik dans olduğu hissine kapılıyorsunuz.
Goodall’ın anlattığı gösterilere ek olarak, başkaları da çeşitli karnavalsı gösteriler, davul seansları ve uluma ritüelleri gözlemlemiştir.
Ritüelin kökenleri, Bellah’ın "ciddi oyun" olarak adlandırdığı ve hayatta kalma becerisine o an için yarar sağlamasa da “daha çok beceri geliştirmek için büyük potansiyeli olan” ve katılanın kendi hatırına yaptığı etkinliklerdedir. Bu görüş, oyun etkinliklerinin zihin kuramı (başkalarının zihinsel durumlarını anlama becerisi, İng: "theory of mind") ve karşı-olgusal düşünce ("böyle olsaydı şu olurdu" gibi olmuş olaylara olası alternatifler ve olmamış sonuçlar yaratma eğilimi, İng: "counterfactual thinking") gibi önemli yeteneklerin gelişmesinde çoğu zaman vazgeçilmez olduğunu ortaya koyar ve bu bakımdan, gelişimsel bilimdeki çeşitli teorilerle uyumludur.
Evrimsel anlamda oyun, birçok özgün nitelik barındırır. Hayvanın tok, sağlıklı ve kaygıdan uzak olduğu, rahat bir ortamda gerçekleşmelidir; bu nedenle en çok, geniş ebeveyn bakımının (yavrunun anne ve bir ölçüde baba dışında, diğer grup üyeleri tarafından da bakılması, korunması, yetiştirilmesi, İng: "extended parental care") var olduğu türlerde görülür. Oyun, ayrıca belirli süreler içinde oynanır; belirli bir başlangıcı ve sonu vardır. Örneğin köpeklerde oyun, eğilme hareketi ile başlatılır. Oyun, bir adalet veya en azından sakınma duygusu içerir: büyük hayvanların daha küçüklerin incinmemesi için kendilerini dizginlemeleri gerekir. Ayrıca söylemeye gerek yok ama oyun, somutlaştırılmıştır.
Şimdi bunu, canlandırılan, somutlaştırılmış ritüelle karşılaştıralım. Ritüeller başlar ve biter. Hem paylaşılan niyet, hem de paylaşılan ilgi gerektirirler. Bazı kurallar içerirler. Günlük yaşamın dışında, zaman içinde bir zamanda gerçekleşirler. Örneğin, topun “saha dışında” yakalanabildiği ve zamanın durdurulabildiği bir Amerikan futbolu maçını düşünün. Düzenli olarak, “gerçek dünya”yı isteyerek göz ardı ettiğimiz gerçeklik türlerine katılırız. Oyun buna olanak sağlar. Bellah’a göre hepsinden önemlisi, oyun kendi içinde bir uygulamadır ve “bir amaca yönelik” değildir.
Bellah'ın söyleyişiyle ritüel, “insanın evrimsel tarihinde ciddi oyunun en ilkel biçimidir.” Bu, ritüelin memeli soyunda başta oyunu mümkün kılan becerilerin gelişmiş hali olduğu anlamına gelir. Oyun ve ritüel arasında bir süreklilik vardır. Turner, şempanzelerin şelale dansına veya karnavalına özel bir “Ritüel” anlamı yüklemenin zorlama olacağını kabul etse de “bu ritüele benzer davranış eğilimlerinin, dinsel davranış için gerekli olan şeylerin bazılarının şempanzelerin ve dolayısıyla insansıların genomunun bir parçası olduğunu gösterdiği” ileri sürülebilir.
Duygudaşlık
Dikkate alınması gereken ikinci özellik, duygudaşlıktır. Duygudaşlık asıl olarak kafada değil, bedendedir; en azından bu şekilde başlamıştır. De Waal, “bedenlerin eşlemesiyle (senkronizasyon, İng: "synchronisation"), diğerleri koşarken koşarak, diğerleri gülerken gülerek, diğerleri ağlarken ağlayarak veya diğerleri esnerken esneyerek başlamıştır” diye yazar.
De Waal’a göre duygudaşlık, ahlak olarak adlandırdığımız şeyin tam merkezindedir; “duygudaşlık olmadan insan ahlakı olmaz. Duygudaşlık, başkalarıyla ilgilenmemizi, onlarla duygusal bir paydaşlığımız olmasını sağlar.” Bizim tanımladığımız şekliyle din, beraberliğin bir yoluysa, beraberliğin en iyi yollarını gösteren ahlak, onun ayrılmaz bir parçasıdır.
De Waal hayvan davranışlarına tozpembe yorum getirdiği için yıllarca eleştirilmiştir. Bu çok bilen bilim insanları, hayvan davranışlarını özgecil ve bu nedenle duygudaşlık kaynaklı olarak görmek yerine, oldukları gibi, yani bencillik olarak görmemiz gerektiğini söylerler. Hayvanlar hayatta kalmak isterler; nokta. Hayvanların tüm eylemleri bu kalıp içinde değerlendirilmelidir.
Ancak de Waal, bunun özgecillik konusunda yanlış bir söylem olduğunu belirterek şunları söyler:
Hayvanların kendilerine bedeli olsa bile yiyeceklerini paylaşmak istediklerini görüyoruz. Onlar üzerinde deneyler yapıyoruz ve genel sonuç, çoğu hayvanın ilk eğiliminin özgecil ve işbirlikçi olduğu yönünde. Özgecil eğilimler, memeliler için çok doğal.
Peki bu, sadece kendini korumak değil midir? Hayvanlar sadece kendi çıkarlarına en uygun şekilde hareket etmiyor mu? Özgecilmiş gibi görünen bir şekilde hareket etmeleri, yardıma ihtiyaçları olacak bir zaman için deyim yerindeyse hazırlandıklarını göstermez mi? “Bu toplumsal eğilimlerin sonuçta bir yarar sağlamasından dolayı bunlara bencillik demek, sözcükleri anlamsızlaştırmaktır.” diyor kuşkucu de Waal.
Elbette ki başkalarına bir şeyler vermeyle ilintili hazlar vardır. Fakat evrim, gerçekleştirmemiz gereken seks, beslenme ve emzirme gibi davranışlar için haz duyguları üretmiştir. De Waal, bunun özgecilik için de geçerli olduğunu söyler. Bu sav, davranışın tanımını özünde değiştirmez.
Bu durumda, özgecilik ve bencillik arasındaki böylesine keskin bir sınır en iyi ifadeyle naif, en kötü ifadeyle aldatıcıdır. Aynısını sosyal kurallar konusundaki tartışmalar için de söyleyebiliriz. David Hume gibi filozoflar, davranışın “ne olduğu” ve “ne olması gerektiği” konusunda etik tartışmanın temeli olan ayrımı göstermişlerdir. Bir hayvan, X davranışını gösterebilir; fakat bunu bir normu benimsemesi sayesinde, yapması gerektiğini duyumsadığı için mi yapar?
Bu ayrım, de Waal’in hayvanlardaki duygudaşlık veya ahlaka ilişkin gözlemlerinin, onların normları olup olmadığını gösteremeyeceğini söyleyen filozoflarla ayrı düşüğü bir noktadır. De Waal, hayvanların normları olduğuna işaret ederek karşı çıkar:
En basit örnek, bir örümcek ağı veya yuvasıdır. Eğer bunu bozarsanız, hayvan hemen onaracaktır; çünkü bunun nasıl görünmesi ve işlemesi gerektiği konusunda bir norma sahiptir. Ya bunu terk edecek, ya da baştan başlayıp onaracaktır. Hayvanlar, amaçlamak ve amaca erişmek için çabalamak yetisine sahiptir. Sosyal yaşamda kavga ettiklerinde, bir araya gelip zararı onarmaya çalışırlar. Olması gereken duruma dönmeye çalışırlar. Bu düzenlemenin nasıl olması gerektiği konusunda norma sahiptirler. Normatifliğin sadece insanlarla sınırlı olduğu görüşü doğru değildir.
Bonobo ve Ateist adlı kitabında de Waal, hayvanların bir tür sosyal onarım mekanizmasına sahip olduklarını söylüyor:
Yaklaşık 30 farklı primat türü, kavgadan sonra barışıyor ve bu barışma, primatlarla sınırlı değil. Sırtlan, yunus, kurt ve evcil keçilerde de bu mekanizmanın bulguları var.
Ayrıca de Waal, hayvanlarda şu bulgulara da rastladığını belirtiyor:
Çatışmadan sonra uzlaşma, eşitsiz bölüşümlere karşı çıkma ve diğerleri arasındaki kavgaları ayırma yoluyla etkin bir şekilde kendi sosyal ağlarındaki uyumu korumaya çalışıyorlar. İdeal bir durumdan sapmaları düzeltmek veya düzeltmeye çalışmak bakımından normatif bir şekilde davranıyorlar. Ayrıca bu tür sapmaları önlemek için de duygusal öz denetim ve ileriye yönelik çatışma çözümü (İng: “anticipatory conflict resolution”) sergiliyorlar. Bu, primat davranışından insan ahlakı normlarına geçiş sürecinin, yaygın olarak sanıldığı gibi bir sıçrama olmadığını gösterir.
Primatlardaki sosyal onarım ile modern insan toplumlarının merkezindeki ahlak kurallarının kurumsallaşması arasında bir ayrım olduğu açıktır. “Yine de tüm bu insanî ahlak sistemleri, primat eğilimlerinden yararlanır” diyor de Waal.
Bu eğilimler ne kadar eskidir? Olasılıkla oyun ve sonunda ritüele yol açan beceriler gibi, ebeveyn bakımının ortaya çıkışı kadar. De Waal, “200 milyon yıllık memeli evrimi süresince, yavrularına daha duyarlı olan dişiler, soğuk ve mesafeli olanlardan daha fazla ürediler.” diyor. Elbette ki anaçlığın balık, timsah ve yılan türlerinde de görüldüğü ileri sürülebilir; ancak memelilerdeki anaçlık yetileri evrimsel bakımdan gerçekten dev bir adımdır.
Dinin Başlangıcı
Bugünün dinsel ayinleri, geçmişimizin derinliklerinde ortaya çıkan memelilerin oyunu ve duygudaşlığından dünyalar kadar uzak görülebilir ve elbette ki kurumsallaşmış din, bir şelale dansından çok daha gelişmiştir. Ancak evrim bize karmaşık, gelişmiş olguların basit başlangıçlardan geliştiğini öğretir. Bellah’ın söylediği gibi, yoktan var olmuş değiliz; “köklerimiz derin bir biyolojik ve kozmolojik tarih içine gömülü.”
Kuyruksuz maymun soyu, son ortak atamızdan daha açık ortamlarda evrimleştikçe, daha kalıcı sosyal yapılar oluşturmak için, tek başlarına olmayı seçen türleri baskılamak gerekmiştir. Doğal seçilim, bu çarpıcı başarıyı uzun zamandır atalarımızda var olan duygusal paletleri geliştirerek gerçekleştirebilmiştir. Daha geniş bir duygu kümesiyle insansı beyni, bazı yetilerini geliştirmiş ve bunların bazıları doğal olarak kendilerini dinsel bir var oluşa yöneltmiştir. Homo beyninin büyümesi ve neokorteksin gelişmesiyle bu yetiler daha güçlü bir şekilde pekiştirildikçe, insansı gelişiminde oyun ve ritüel gibi davranışlar yeni bir evreye girmiş, kültürel evrimin dini kurumsallaştırmaya başlayacağı hammaddeler halini almışlardır.
Bu tarih bizi belirlemez; çünkü yaşam öyküsündeki her yeni evreyle eylemlilik (Kendi başına davranma; İng: "agency") daha da güçlenir. Ancak bu biyokozmolojik tarih, yaptığımız ve olduğumuz her şeyi etkiler. En özerk gibi görünen insan yargıları bile tarihin içinden gelir. Buradaki büyük resim budur. Sonuçta, -oldukça yavaş bir şekilde- insan dini olarak filizlenecek evrimsel tohumlara kadar zaman içinde geriye gidişimiz boyunca aklımızda bulundurduğumuz şey buydu.
Sonuç
“Bu benim bedenim.” sözü üzerinde sıklıkla teolojik yönden düşünsem de komünyonun bedenlerle -benim, sizin, bizim bedenlerimizle- ilgili olduğu gerçeğini göz ardı etmemeliyim. Din, somutlaşmış bir olgudur; çünkü insanın dinsel var oluş biçimi, milyonlarca yıl boyunca atalarımızın bedenlerinin çevrelerindeki diğer bedenlerle etkileşimiyle evrilmiştir.
Bir kimse komünyona (cemaate) katılsın veya katılmasın, hatta kendini dindar hissetsin veya hissetmesin, sosyal dünyalarımızda her zaman evrimleşmiş oyun oynama, duygudaşlık ve ritüel kutlama yetilerimizle geziniyoruz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 32
- 19
- 10
- 5
- 5
- 3
- 3
- 2
- 2
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: BBC Future | Arşiv Bağlantısı
- ^ F. D. Waal. (2013). The Bonobo And The Atheist: In Search Of Humanism Among The Primates. ISBN: 9780393089196. Yayınevi: W. W. Norton & Company.
- ^ R. I. M. Dunbar. (2017). What’s Missing From The Scientific Study Of Religion?. Religion, Brain & Behavior, sf: 349-353. doi: 10.1080/2153599X.2016.1249927. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. H. Turner, et al. (2017). The Emergence And Evolution Of Religion: By Means Of Natural Selection. ISBN: 9781138080928. Yayınevi: Routledge.
- ^ C. Darwin. (1989). Notebooks 1836-44: Geology, Transmutation Of Species, Metaphysical Enquiries. ISBN: 9780801416606. Yayınevi: Cornell University Press.
- R. N. Bellah. (2017). İnsan Evriminde Din. ISBN: 9786053994855. Yayınevi: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
- ^ N. Jones. Bonobos Spied Sharing A Feast. (5 Nisan 2018). Alındığı Yer: Sapiens | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. Samuni, et al. (2018). Social Bonds Facilitate Cooperative Resource Sharing In Wild Chimpanzees. Proceedings of the Royal Society B, sf: 20181643. doi: 10.1098/rspb.2018.1643. | Arşiv Bağlantısı
- ^ B. Fruth, et al. (2018). Food Sharing Across Borders. Human Nature, sf: 91-103. doi: 10.1007/s12110-018-9311-9. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 17/11/2024 13:45:14 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11736
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in BBC Future. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.