Bütüncül Bakmanın Unutulduğu Modern Çağda, Coğrafyanın Önemi Nedir?
Coğrafyanın Bütüncül (Holistik) Doğasına Postmodern Perspektiften Bir Bakış...
Yaklaşık 5.000 sene olan yazılı tarihimizde yüzlerce kültürel özelliklerin yazıya geçirilmesi, insanlığın düşün dünyasını anlamak için birçok filozof tarafından anlaşılmaya çalışılmıştır. Konu, insan ve toplum olduğunda onu anlamak ve anlamlandırmak kompleks yapısı nedeniyle kolay değildir.
Dünya tarihi içerisinde geçmişten günümüze kadar 108 milyardan fazla insanın yaşadığı tahmin edilmektedir. Çok farklı kültürler, düşünceler ve geçmiş bitmediği için bunun devamı niteliğinde olan modern insanlar, geçmişin birikimi sayesinde kültür, bilgi ve pratiklerini birikimsel bir şekilde ilerleterek varlığını sürdürmektedir. Sosyal yaşamın pratiklerini anlamak için filozoflar, doğa ve sosyal bilimciler geçmişten günümüze kadar yüzlerce görüş ileri sürmüş ve en temel ihtiyaçlarımızdan olan bilme isteği olduğu sürece bu arayış devam edecektir.
Ancak konu sosyal yaşamın anlaşılması olduğunda bunu mutlak anlamda bir teori ortaya koyup açıklamak artık olanaklı görülmemektedir. Özellikle Orta Çağ’dan itibaren düşünürlerin sosyal yapıya ilişkin görüşleri olsa da bu yapıyı açıklamak için tek bir teori ancak yaşamsal pratiğin tek bir çizgisini yakalamakta ve diğer çizgiler gölgede kalmaktadır.
Modernizm ve Postmodernizm Çerçevesinde Coğrafya
Aydınlanma çağıyla birlikte gelişen modernizm, günümüz sosyal yaşamında izleri en güçlü şekilde devam eden bir akımdır. Modernizm, elbette kendisini aydınlanma çağı filozoflarının derinlemesine uzun düşünüşlerinin yansımalarına borçludur. Adam Smith, Kant, Hume, Voltaire, Berkeley, Hobbes, Wolf, Roussea ve burada sayılmayan birçok düşünürün en önemli amaçlarından bir tanesi toplumsal yapının şifrelerini çözmeye yönelik görüşleridir.
Toplumsal yaşamın nasıl olacağı, nasıl bir insan modeli inşa edileceği ise sosyal teorinin kapsamına girmektedir. Ancak, günümüzde sosyal teori tek bir anlatı, kuram ve teori değil, birçok farklı görüşleri bünyesinde barındırdığı bir teori anlayışıdır. Sosyal teorinin inşa ettiği modernizmin en önemli amaçlarında bir tanesi tarihin bir çizgi şeklinde sürekli ilerleyerek ileri gittiği, pozitif bilimler sayesinde toplumun yeniden inşasının en iyi biçimde kurulacağı, evrensel ve tek gerçek olan anlatılar sayesinde sürekli ileriye giden bir sıçrama öngörmüştür. Yaşamın her yerini kuşatan modernizm ve onun ilerlemeci görüşü sayesinde birçok yenilik ortaya çıkmaktadır. Ancak modernizmin ve onun bilimin de paradigması olarak kabul edilen pozitivizmin sosyal bilimlerin araştırma yönteminin bu paradigma çerçevesinde belirlenmesine olan görüşü büyük felaketlerde yaşatmıştır.
19. yüzyıl, pozitif bilimlerin giderek evreni ve canlı yaşamı hakkında önemli bilgiler edindiğimiz bir yüzyıldır. Ancak, evrim teorisinin bulunmasıyla sadece doğal yaşama bakarak sosyal yaşamın bu şekilde kurulması gerektiği üzerine çevresel determinizm, sosyal darwinizm ve Kropotkin’in karşılıklı yardımlaşma kuramları ortaya atılmıştır. Bunlara ilaveten Karl Marks’ın Das Kapital’inin çıkmasıyla da farklı görüşler çoğalmış; ancak en büyük sorun ise her bir görüşün kendi anlatısının doğru olduğu üzerine çıkarımlar yapması olmuştur.
Pozitif bilimlerden çıkan görüşlerin en güvenilir olduğu varsayımları, felsefe dünyasında etkisini çok güçlü bir şekilde göstererek birçok düşünürü etkisi altına almıştır. Bir yandan da Mark ve Engels’in toplumsal dinamiğin yasalarının keşfedildiği üzerine yaygın görüşler olsa da, günümüzde gelinen nokta ise hiç birisinin mutlak anlamda doğru olmadığı, günümüz perspektifinden bakıldığında yüzyıllardır yüzlerce farklı görüşe rağmen birçok yanılmaların ortaya çıkması bize yaşamsal pratiğin tek bir anlatıyla açıklanacak kadar kolay olmadığını göstermektedir.
Modernizmin sürekli ilerlemeci görüşü, bilim sayesinde tüm sosyal sorunların ortadan kalkacağı ve büyük evrensel anlatılara olan güven, 20. yüzyılda yaşanan savaşlar ve yaşanan sosyal değişimlerin seyri sebebiyle kuşkuyla bakılmaya başlandı. Tüm ideolojilere olan kuşku artık gerçeklik olarak değil ancak farklı perspektifler yönünden olay ve olguları inceleme bakış açısını getirdi. Özellikle sosyal bilimlerde pozitivizm yerine postpozitivizmin giderek daha güçlenmesinin sebebi de modernizme olan güvensizliktir.
Sosyal bilimlerin ana konusu insan olduğu için tek bir -izm penceresinden bakmak artık olanaklı bir görüş olarak görülmemektedir. 20. yüzyılda ortaya çıkan ve postmodern hareketler olarak anlatılan bu akım, -izm yerine post- kelimesini getirerek çoklu gerçeklik ve parçalı bilgi perspektifini sunmasıdır. Güçlü bir sosyal bilim tarafı olan coğrafyada bu gelişmelere kayıtsız kalmamış, mekân ve insan gibi birbirleriyle sıkı sıkıya bağlantısı olan kompleks yapıyı anlamaya karşı eleştirel düşünceyi getirmiştir.
Eleştirel düşüncenin amacı sadece eleştirmek ya da diğer ifadeyle bir görüşün, kuramın açığını bulmak olarak anlaşılmamalıdır. Eleştirel teorinin coğrafya bilimine getirdiği en önemli perspektif, farklı fikirlerin sürekli sorgulanması ve eksik taraflarının ortaya çıkarılmasıyla yeni çözüm yolları sunmaya çalışmasıdır. Ancak bu çözüm yolları sunulurken olay ve olguları tek bir olguya indirgemek kuşkuyla yaklaşılan bir durumdur.
Modernizm ve onun inşa etmeye çalıştığı evrensel ve tek tip insan modelinde, tek bir anlatıya indirgeme olduğu için bu durum perspektif yaklaşıma uymamaktadır. Kültürel evrimin çok kompleks yapısı ve sürekli değişimleri, sosyal bilimleri de bu yapıya uymaya zorlamaktadır. Toplumların olağanca değişimlerine karşılık kendisini soyutlayan bir bilim dalı elenmekte ya da araştırma konularını diğer bilim dallarına kaptırmaktadır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Coğrafya biliminin en önemli özelliği, hiçbir bilim dalında olmadığı kadar geniş örüntülerle olay olgulara eleştirel bakması, doğa ve sosyal bilimler tarafında basamaklarının olmasıdır. Bu durumun yarattığı dezavantaj ve avantajlar bulunmaktadır. 1950’li yıllara kadar daha çok idiografik olarak tek bir perspektiften bakması ve kendisini soyutlamasıyla birçok önemli üniversitede kapanan coğrafya bölümü, bu durumun yarattığı tezatlığı 1960’lı yıllardan başlayarak çoklu perspektif yönlerine kaydırmış hem doğa hem de onun yaratımı olan insan ile ilişkisinin bütüncül yönüne bakmak için farklılaşmak durumunda kalmıştır.
Doğa bilimciler kendi perspektifinden baktıkları zaman sosyal yaşam ile ilgili görüşleri sosyal bilimcileri, sosyal bilimcilerin baktıkları perspektif ise doğa bilimcileri tatmin etmemekte ve uzun bir zamandır iki bilgi türü arasında tartışmalar yaşanmaktadır. Çünkü her iki bakış türü kendi uzmanlık alanı içerisinden değerlendirmektedir. İşte coğrafya bu önemli görevi yerine getirmek için bilimler içerisinde en güçlü adaydır. Bilimlerde 19. yüzyıldan itibaren başlayan uzmanlaşma, günümüz itibariyle yüzlerce bilimin alt dalını ortaya çıkarmış ve bu sayede birçok sorunun cevabı verilebilmiştir. Ancak dezavantajı ise yukarıda belirtildiği gibi "bütünü okuma" olarak ifade edilen durumun unutulduğudur. 1950’li yıllara kadar doğa ve sosyal bilimleri kucaklayan coğrafya, uzmanlaşmanın zorunluluğu karşısında daha fazla ilerleyememiştir.
Coğrafyanın diğer önemli bir özelliği ise disiplinler-arası ve disiplinler-ötesi yeni yaklaşımlara doğasının uygunluğudur. Coğrafyanın iki alt dalı olan fiziki ve beşerî coğrafyanın konuları hem doğa hem de sosyal bilimleri kapsamakta olduğundan diğer bilimlerden yararlanmaktadır. Örneğin ortaöğretim kurumlarında öğretilen dünyanın şekli, hareketleri, toprağın oluşumu, nüfus ve kültür gibi çok çeşitli konuların asıl inceleme alanı coğrafya değildir. Astronomi, jeoloji, meteoroloji, fizik, kimya, sosyoloji, antropoloji, iktisat ve ekonomi gibi birbirlerinden çok farklı gibi gözüken alanları kapsamasıdır. Bu kadar geniş örüntüleri sebebiyle söylenen “Coğrafyacı her şeyden anlayan ama hiçbir şeyde uzman olmayan kişiye denir.” söyleminde kısmen doğruluk payı vardır.
Ancak coğrafyanın içerisinde de uzmanlık alanları vardır. Jeomorfoloji, klimatoloji, sosyal coğrafya, ekonomik coğrafya vd. alanlarda uzmanlıklar ortaya çıkmıştır. Ancak bunlara rağmen bu sayılanların hiçbirisi tek başına coğrafyayı ifade edecek kapsamda değildir. Alıntı yapılan söze karşı şu şekilde bir soru sorulabilir: Bir konuda uzmanlaşmak, bütüncül yaklaşımdan daha önemli midir? Bu sorulara karşı coğrafyanın hızlı bir şekilde değişen toplum ve doğal ortama karşı en iyi cevabı verecek olmasına karşılık, insanları ve onun kültürleriyle birlikte fiziksel çevresini de hızla değiştirmesini geniş örüntülerden bakarak anlaması bütüncül yaklaşımla anlaşılabilir. Bunu anlamanın en önemli iki kriteri sosyal teori ve eleştirel düşüncedir.
Günümüzde sosyal teorinin en önemli amacı, yüzlerce kültürel farklılıklara tek bir kuramın çerçevesinden bakmak yerine birçok kriteri göz önüne almaktadır. Coğrafyanın içerisinde önemli olan feminizm, hümanizm, idealizm, marksizm, anarşizm, postyapısalcılık ve postmodern paradigmaların bakış açısı sosyal yaşamın her bir yönüne ışık tutmaktadır. 19. yüzyılda olduğu gibi çevresel determinizm perspektifinden bakarak sosyal yaşamı sadece doğanın belirlenimleri içinde olan ve onun hükmü altında gören kadercilik anlayışı, Marksizmin tüm olay ve olguları ekonomiye indirgemesi, sosyal darwinistlerin doğaya başvurma hatası ve olanakçılığın (probabilizm) günümüz sosyal yaşama sunduğu olanakların yetersizliği artık tek başına yeterli değildir. Sosyal teorinin amacı dünyayı değiştirmek değil, açıklamak ve çözüm önerileri sunmaktır. Sosyal bilimlerin geçmişte yaşadığı travmalar, "dünyayı değiştirmek" olarak algılandığı için büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Sosyal bilimlere olan güvensizliğin nedenlerinde biri de geçmişte onu değiştirme görevidir. Fakat bir sosyal bilimcinin, araştırmacının amacı dünyayı değiştirmek değil, onu anlamak ve çözüm önerileri getirmek olmalıdır. Geçmişte yaşanan bu hatalarda eleştirel düşünme yerine bilginin güç ile istikrarlaşmasını hatırlamak gerekir. Bu yaşanan hatalar hem doğa hem de sosyal bilimlerin içerisinde yaşanmıştır. Dünyayı değiştirmek olarak ifade edilen, doğanın metalaştırılmasıdır. Ancak sürdürebilir bir dünyanın insanlar ve canlıların yaşadığı sorunlara çözümler üretmek, bu değiştirme kapsamının dışında bir konudur. Bunu yaparken birçok farklı paradigmanın çerçevesinden bakmasıdır. Eleştirel düşünce ise bunun en önemli bir ayağıdır. Tartışmanın olmadığı bir yerde dogmalaşma ortaya çıkar. Dogmalar ise tüm -izm’ler için geçerlidir. Eleştirel düşünce farklı fikirlerin özgürce ve hiç engellenmeden tartışabildiği ortam sayesinde, hem bireye hem de ortaya çıkacak sorunlara diyalektik bir biçimde yaklaşmasıdır. Burada ifade edilen diyalektik kavramı, Marksizm’deki anlamıyla karıştırılmamalıdır.
Coğrafyanın sınırı çizilemeyen doğası ve bu yüzden çıkan tartışmalar olsa da sosyal teori ve eleştirel düşünce bu yüzden coğrafya ile uygunluk arz etmektedir. Coğrafyanın bu iki görüş ile tanışmasını Anglosakson ekolüne mensup coğrafyacılara borçluyuz. Değişen toplumun yapısını iyi okuyan ve coğrafyanın içerisinde güncelliğini kaybedip klasik bölgesel coğrafya ve tek başına olguları pozitivizme indirgemeye çalışan görüşlere takılı kalmayıp sürekli farklı görüşleri sentezleyen bu ekol, coğrafyanın en güncel ve yenilikçi halini sunmaktadır.
Günümüzde toplum tarafından bilinen coğrafya anlayışı ise haritalarla meşgul olan, dünyanın şekli, iklimi, dağ kuşakları ve başkent adları gibi algılanmasında olan sebep, ortaöğretim kurumlarında geçmişte bu ağırlıkta derslerin verilmesidir. Tüm bu sayılanlar coğrafyanın birer parçası olmalarına karşın, bunların hiçbirisi tek başına coğrafya değildir. Yaygın kanının aksine, bir coğrafyacı veya coğrafyayı, başkent adlarını bilmek ya da dağ kuşaklarının nerede olduğunu detaylı bilmek gibi konulara hapsetmek doğru değildir. Ancak coğrafyanın ne olduğu konusunda uzlaşılan konu, mekân ve insandır. Mekân hem fiziksel dünyayı hem de insanın onu tüm yarattıkları olan kültürüne, bakış açısına göre şekillendirmesidir. Diğer bir ifadeyle, farklı bilimlerle olan ilişkisinin asıl hedefi onu amaçsallaştırmak yerine, mekânın çok yönlü algısını anlamak için aracı olarak kullanmasıdır. Anglosakson ekolünden çıkan farklı paradigma görüşlerinin sebebi de fiziksel ve sosyal yaşamın hızla değişmesine ayak uydurması sayesinde olmuştur.
Ancak eleştirel düşünce her şeyden şüphe etme olarak anlaşılmamalıdır. Olay ve olgulara yaklaşırken her zaman zihinde bir soru işareti olması zarardan çok faydası olacak bir görüştür. Soru işaretinin olmadığı yerde değişen tüm olay ve olgulara karşı statikleşme ortaya çıkmaktadır.
Coğrafya ve Okul Eğitimi
Okumanın tek amacı para getirisi yüksek olan bir meslek seçmek değildir. Ancak bu şekilde bir algı oluşmasının sebeplerinden bir tanesi ise geçim endişesidir. Ayrıca toplumda bazı mesleklere özel olarak ilgi duyulmakta ve öğrenci, aileler tarafından istemsiz bir şekilde mesleğin halk nazarında saygınlığı sebebiyle zorlanabilmektedir. Başarılı ve başarısız öğrenciler doğal olarak toplumun bu şekilde algılanmasından etkilenmekte daha çok tıp, hukuk ve mühendislik gibi alanlara yönelmektedir. Sosyal bilimler ise hem iş kaygısı hem de meslek statüsü açısından çekinceler yaratmakta, öğrenci belki de daha başarılı olacağı bir disipline bu şekilde gitmemektedir.
Fakat öğretimden daha geniş bir kapsam olarak eğitimin amacı bireye meslek kazandırmak değil sosyal ve doğal pratikleri eleştirel bir şekilde analiz edip çözümler getirebilecek kişiler yetiştirmesidir. Eğitimin amacı bireye olanaklar yaratarak kişinin ilerlemesinde kapıların açılmasını kolaylaştırmasıdır. Dünya’da çevre felaketlerinden kadın cinayetlerine kadar yüzlerce soruna karşı bunları azaltma ve üstesinden gelebilme nosyonunu sunmasıdır. Tüm bu sorunlara karşı geniş örüntülerle bakabilmenin en önemli kriteri ise çoklu gerçekliğin ve yerelliğe bağlı olarak ortaya çıkan bilgiye karşı küreselleşmenin kavratılmasıdır. Diğer bir ifadeyle holistik (bütüncül) ve tüm yönlerinin masaya yatırıldığı bir yöntemdir. Toplumun bir kısmının eğitim ve öğretim faaliyetlerine bu açıdan bakmayıp ücreti öncelemesinin sebebi onların değil, kapitalist dünyanın üretim ve tüketim çılgınlığına olan rağbeti ve her şeyin metalaştırılmasıdır. Eğitimde başarılı bireyler yukarıdaki nosyonlar yerine, otorite sahiplerinin istekleri üzerine çalıştırılabilmektedir. Bu tezatlık olayların sadece küçük bir parçasıdır.
Peki bunların coğrafya eğitimi ile ne ilgisi olabilir? Sosyal teori ve eleştirel düşünce perspektifinde verilecek olan coğrafya eğitimi, aşağıda anlatılacağı üzere öğrencilerin sosyal ve doğal sorunlara bakışını değiştireceği gibi, doğayı metalaştırılan bir algı olarak görmesini engelleyip değerini onlara çok yönlü açılardan öğretecektir. Buradaki yazımızda coğrafyanın yararlandığı paradigmaları açıklamıştık. Bu paradigmaların yaklaşımları farklı olsa da amaç zihinsel süreçlerin altında yatan olguların anlaşılması sayesinde daha iyi açıklamalar getirilmek istenmesidir. Ancak bu yazınında amacına uygun bir şekilde açıklamak mutlak bilmek anlamında ele alınmamaktadır.
"Bilimin amacı nedir?" sorusuna farklı cevaplar verilebilir. Artık bilim, tek başına merak ile yapılan insan faaliyeti olarak açıklanamaz. Bilimin en önemli görevlerinden bir tanesi de yaşam kalitemizin iyileştirilmesidir. Münür Bilgili Sosyal Coğrafya ve Eleştirel Teori adlı yazısının girişine şu şekilde başlamaktadır:
Anna Alexandrova, sosyal bilimler felsefesi üzerine yazdığı"Well being (esenlik, refah, mutluluk)" adlı makalesinde insan refahını bilimin en temel konularından biri olarak görmektedir. "Bilim, insan hayatını iyileştirmek ve geliştirmek için vardır" tezini kuvvetli bir şekilde savunmaktadır. Bu tezi biraz değiştirip şöyle bir soru sorabiliriz. "Eğer bilim insan refahı ve mutluluğu için değilse, neye ve kime hizmet için vardır?" Bilimin insan refahı ile ilgili amacı üzerinde hemfikir olduğumuza göre, tartışılması gereken daha çok bunun nasıl başarılacağı üzerine odaklanmak olacaktır.
Coğrafyanın alt dalı olan sosyal coğrafya bu soruya odaklanmaktadır. Bu sorunun cevaplanabilmesinde en önemli unsurlardan olan eleştirel düşünce, zararlı fikirlerin elenmesini sağlayacak bir virüs programı işlevi görmektedir. Bu açıdan öğrencilere ve coğrafya bilimine ilgi duyanlara bu konuların eleştirel bir şekilde önemi kavratabilmek için çeşitli öğretim stratejileri geliştirilmiştir.
Bu konuya geçmeden önce bir hatırlatma yapmak istiyoruz: Bir bilim dalıyla ilgilenenler sadece o bölümün üzerine okuyanlar değildir. Böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır. Geçmişin elit bakış açısıyla bilim dalını kendi tarafına çeken ve sadece belirli entelektüel zümrede yapılmasını isteyen, popüler bilim karşıtlığı yaparak bunu engellemeye çalışanlar her zaman olacaktır. Aşağıdaki birbirinden farklı 5 perspektif, sadece öğrenciler ya da coğrafyacıların değil, doğayı seven herkesin kendisine sorması gereken ve giderek büyüyen sorunlara karşı sorumluluğudur.
Coğrafya Eğitimine Yönelik 5 Önerme
Kansas Üniversitesinde coğrafya profesörü olan Barney Warf, öğrencilere coğrafya dersi verilirken 5 önerme sunmaktadır. Bu öneriler, bu yazının perspektifiyle uygunluk arz etmektedir. Hem doğal hem de sosyal değişimler arasındaki senteze vurgu yapması ayrıca önemlidir. Barney Warf, 1997 yılında yazdığı "Teaching political economy and social theory in human geography." (Beşerî coğrafyanın ekonomi politiği ve sosyal teori öğretimi.) makalesinde bu beş önermeyi şu şekilde açıklamaktadır( tarafımızca öneriler genişletilmiştir):
- Kültürü anlamadan insan ve mekânı okumak imkansızdır.
- İnsan doğanın bir parçasıdır ve tek başına doğadan ayrı değerlendirilemez.
- Her kültürel inşaların tarihsel yönleri bulunur. Bu sebeple tarih ve coğrafya kardeştir.
- Küreselleşme ve onun dünyaya yansıması iyi kavranmalıdır.
- Ekonominin, toplumların ve dünyanın değişiminde rolü iyi anlaşılmalıdır.
Kültürü Anlamaksızın Coğrafya Yapılamaz!
Kültür, toplumların yaratımının tümü olarak ifade edilmektedir. Dünya tarihi içerisinde binlerle ifade edilen kültürel farklılık bulunmaktadır. Kültürlerin önemli bir özelliği ise kuşaklar boyu aktarılabilme özelliğidir. Kültürün oluşmasında doğal süreçlerin önemli bir gerçekliği olduğu gibi kültürlerde doğa gibi hatta daha fazla değişim halinde olabilmektedir. Kültür, bireyi ve toplumu tanımlayan bir olgudur. Dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın bir kültüre bir şekilde bağlı bulunulur. Yaşanılan toplumda kültürden bağımsız bir şekilde tabula rasa olma olanağı yoktur. Konuştuğunuz dilden örf ve adetlere kadar geniş olan kültürün mekâna yansıması ise ayrı bir boyuttur. Mekân ve kültür arasında ağlar bulunur. Bu ağlar hem fiziksel hem de zihinsel süreçlerle ilgilidir. Fiziksel ve soyut mekân algısının şekillendirmede en önemli olgulardan olan bu durum bireylerde mekân oluşturulmakta, bu fiziksel mekân yaratımlarına da yansımaktadır. Diğer bir ifadeyle mekân insanı, insanda mekânı bir şekilde yaratmaktadır.
İskoç erkeklerinin etek giymesinin sebebi nedir? Birçok toplumda erkeklerin etek giymesi yadırganan bir durumdur. Oysaki İskoçya’da bu, yadırganmak yerine, son derece doğaldır. Bu durum bize kültürlerin ne kadar esnek ve göreli olduğunu göstermektedir. İskoçların kilt adını verdikleri bu giysi onların tarihini, kan bağlarını ve kimliklerinin bir parçasını oluşturmaktadır. Bu giysi onlar için sıradan döşenmiş bir kumaş parçasının da ötesinde bir durumdur. 1700’lü yıllarda giyilmeye başlanan bu eteğin sebebi, fabrikalarda daha rahat etmek için kullanılmıştır. Zamanla İskoç erkekleri arasında yerleşen bu giyim tarzı, sonraları İngilizler'den farklı görünmek istenmesi sebebiyle daha da önemli hale gelir. Bu kiltlerin renkleri, sınıf farkını da göstermektedir. Mor ve mavi renk zengin İskoç soylularını belirtirken, tek renk hizmetçiyi, çok ren ise zenginliği göstermektedir. Bir kumaş parçasının bile bu kadar farklılığı yansıttığını düşündüğümüzde kültürleri bilmek o toplumu daha iyi anlamaya doğru götürecektir.
Orta Çağ'da, Osmanlı ve Avrupa’da şehrin merkezlerinde cami ve kiliseler, şehrin siluetini oluşturmaktadır. Camilerin çevresinde medreseler, daha sonra Pazar yerleri ve en dışta evler bulunmaktadır. Niçin bu şekildedir? Çünkü en önemli unsur maneviyat ve medrese eğitimidir. Daha sonra ekonomi ve konutlar bulunur. Günümüzde şehrin asıl unsurlarını ise gökdelenler almıştır. Şehrin birçok yerinde gökyüzüne uzanan bu yapılar, şehrin en işlek yerlerini oluşturmaktadır. Bu durumun sebebi, ekonominin ülkede en önemli unsuru teşkil etmesidir. Maneviyatlık yerine maddi üretim daha ön planda olmaktadır. Orta çağın normları ve onun mekâna yansımasıyla günümüz modernizminin mekâna yansıması arasında büyük bir uçurum bulunmaktadır. Bu konu hakkında binlerce örnek verilebilir.
Coğrafya eğitimi verilirken kültürlerin tanıtılması ve onun mekâna olan yansımaları üzerinde detaylı durulmadıkça mekânı açıklamak eksik olacaktır. Kültürü anlamak sadece fiziksel şehrin görünümü değildir. Kadınlara toplumda verilen değerlerden ekonomik ilişkilere, toplumun yemek kültüründen üretimde neye ağırlık verdiklerine kadar çok kapsamlı ve karmaşık örüntüler ağıdır kültür.
Japonlar ahlaklı toplum oldukları sürekli vurgulanan ve sürekli örnek getirilen bir toplum statüsündedir. Elbette ahlakın hangi kritere göre belirlendiği felsefenin konusu olduğu için ayrı bir tartışma konusudur. Burada vurgulanmak istenen, Japonya’da her kadının durumunun sorunsuz olmadığıdır. Japonya’da kadınların durumu 2. Dünya savaşı öncesine göre giderek iyi olsa da halen bazı sorunlar bulunmaktadır. Ataerkil toplum yapısı tam olarak yok olmamış bu toplumda dahi kadınlar ev ve iş hayatlarında ikincil durumda olabilmektedir. Örneğin kadın çalışan tarafından açılan telefona karşı “Erkek yok mu?” gibi ifadeler halen yaşanmaktadır. Modern topluma geçiş yaşansa bile geçmişin kültürel alışkanlıkları, kanunlardan ayrı bir şekilde halk tarafından yaşatılabilmektedir.
Bir toplumun kültürünü bilmeden herhangi bir -izm’i ona uyarlamak artık tartışılır bir durumdur. Mekân yazısında verilen örnekte olduğu gibi, feminizm sadece Avrupa’ya özgü şartlarda oluşturulmuş olmasına rağmen, anlatının evrensel olarak dünyanın herhangi bir yerinde ezilen kadınlara çare olacağı bu büyük anlatılara kuşkuyla bakılmaktadır. Artık coğrafyacılar ve sosyal bilimciler bir yeri araştırırken oranın kültüründen bağımsız genel geçer varsayımlar üzerine durmamaktadır. Coğrafya öğretiminin mekân ve kültür perspektifi bu açıdan önemlidir.
Doğanın sınırları içerisinde yaşasak da tamamen ona mutlak anlamda esir olduğumuz görüşünü savunan çevresel determinizm, günümüzde gelinen bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yansıtamamaktadır. Elbette avcı ve toplayıcılık zamanında yaşayan ve doğanın ona sunduğu olanaklar içerisinde yaşayan bu insanlar için bu görüş makul gibi gözükmektedir.
Sanayi devriminden itibaren teknolojik gelişmeler, doğadaki ayak izimizi giderek büyütmektedir. Tüm edinimlerimizi doğadan alıp onları pratik kullanıma dönüştürerek doğaya karşı mücadele edilmektedir. 8 milyara ulaşan nüfusu daha iyi beslemek için artan tarım alanları ve yeni teknikler sayesinde çölde bile tarım olanakları ortaya çıkmıştır.
Ülkemizde halen coğrafya ders kitaplarında özellikle de bölgesel coğrafya konularında çevresel determinizm ağırlıklı görüşler baskınlığını sürdürmektedir. Ancak gelişen teknolojiyle dünyaya olan egemenliğimiz daha da artmakta ve onu sürekli dönüştürmekteyiz. Teknolojik gelişmeler arttıkça bir taraftan hayatımızı kolaylaştırmakta ancak dezavantajları ise doğa ve hayvan yaşamına olumsuz etki etmektedir. Bu baş döndürücü gelişmelere karşı doğal yapı kendisini yenileyememektedir. Bu dönüşümün hızı, doğanın kendisini yenileme hızından daha fazla olduğu için çevresel felaketler ortaya çıkmaktadır. Elbette insan doğayı tamamen kontrol altına almadığı gibi, insanlarda doğaya tamamen esir gibi sunulmamalıdır.
Trabzon Uzungöl’ü anlatmaya çalışan bir öğretmen, öğrencilere Uzungöl'ün hangi jeolojik ve jeomorfolojik süreçlerle meydana geldiğini anlatmalıdır. Ancak Uzungöl’de antroposen etkilerin artan tahrifatı, üzerinde durulması gereken bir konudur. Uzungöl neden son zamanlarda rağbet görmektedir? Antroposen faaliyetler Uzungöl’de ne tür ekolojik sorunlar oluşturmaktadır? Uzungöl’de yaşanan çevre sorunlarına karşı ne tür çözümler getirilebilir? Uzungöl imara tamamen kapatılmalı mı ya da sınırlandırılmalı mı? Uzungöl sınırlı sayıda imara açılırsa yapı malzemeleri neler olmalıdır? Bu ve bunun gibi sorular uygulamalı coğrafyanın soruları olup, Uzungöl’ün nasıl oluştuğundan ziyade giderek bozulan ekolojik dengesine karşı çözüm yollarını teşvik eden önemli sorulardır.
Ortaöğretim coğrafya dersleri bu açıdan çok önemli bir görevi yerine getirmektedir. Günümüz dünyasında en önemli sorunlar olan doğal sorunlara karşı bilinçli ve sorgulayan nesiller yetiştirmek en hayati görevlerden olmalıdır. Günümüz sorunlarının altında yatan etken insan kaynaklı sorunlardır. Bazen ifade edilen “Günümüzün sorunları doğa bilimleri kapsamına girmektedir.” söylemi ancak kısır döngüden öteye geçmeyen tartışmalardır. Bu sebeple öğrencilere insan kaynaklı hataların çevreye olası ciddi zararları ve bu zararların doğal döngüde kesintilere açtığı yollar kavratılarak bu hataların minimize edilmesinin çözüm yolları üzerinde durulmalıdır. ABD ve Çin gibi dünya kaynaklarının büyük bir kısmını hızla tüketen bu ülkelerin çevrede yarattığı tahrifatın diğer ülkelere olan zararları üzerinde tartışmalar, çeşitli görüşlerin oluşmasına katkı sağlayacaktır.
Coğrafyanın tüm bunlara ilaveten önemi, doğanın insan müdahaleleri karşısında canlılar dahil ne tür sorunlara yol açtığı ve doğa sevgisinin kavratılması üzerinde durulabilir. Dünyanın ve canlıların nasıl geliştiği öğretildikten sonra insan mekân-doğa sentezlenerek ancak coğrafi perspektifte sunulabilir.
Tarihsiz Coğrafya Olmaz!
İnsanın tüm yaratımları olan kültürün oluşması ve onun yansıdığı ortam ya da coğrafyalar, tarihten bağımsız ele alınamaz. 5.000 yıllık yazılı tarih içerisinde meydana gelen tüm faaliyetlerin tarihsel arka planı bulunmaktadır. Strabon’un coğrafyayı koroloji yani mekânda meydana gelen olayların tanımlanması olarak nitelendirmiştir. Kronoloji ise tarihsel süreçlerin hiyerarşik bir sıra dahilinde açıklanmasıdır.
Elbette coğrafya tek başına tarihsel süreçlere indirgenemez; ancak tarihsel arka planı anlamadan sosyal yaşamın dinamiklerini kavramak olanaksızlaşacaktır. İlk çağ devletlerinden orta çağ ve günümüze kadar olan süreçte geçmiş olarak adlandırdığımız kültürün tüm unsurları sürekli bir dinamiklik içerisindedir. Geçmiş, geçmişte kalan bir olgu değil geçmişin devamı niteliğinde yaşamaktadır. Sümerlerin yazıyı bulması sayesinde binlerce yıldır yazıyı kullanmaktayız. Atalarımızdan miras aldığımız ve tarihsel süreçte şekillenen örf, adet gibi nosyonlar değişse de varlığını bir şekilde soyut ve somut mekâna yansıtarak yaşamaktadır. Tarihin kronolojik olayları, coğrafyanın ise korolojik olayları tanımlaması iki disiplini birbirlerine yaklaştırmaktadır. Coğrafya, yaşanan olay ve olguların tarihsel süreçte coğrafya ile birlikte ele alınması bize geniş örüntüler kazandıracaktır.
Coğrafi keşiflerin hangi sebepler sonucu ortaya çıktığı tarihsel süreçlerle ilgilidir. Her ne kadar merak dürtüsü olsa da asıl önemli sebep, ekonomik açıdan güçlenmek isteyen Avrupa devletlerinin bu keşiflere destek vermesi, günümüz Avrupa'sının ve süper güç olan ABD’nin ortaya çıkması kronolojik ve korolojik olayların arkasında yatan güç ilişkileridir. Afrika’da yaşanan sömürgecilik faaliyetlerinin etkileri halen sürmektedir. Bu sömürgeciliğin tarihsel arka planında büyük güçlerin yarattığı tahrifat halen sürmektedir. Aynı şekilde İstanbul’un şehirsel mimarisinin Roma, Doğu Roma, Osmanlı ve Türkiye devletiyle şekillenmesi tarihsel süreçte mekânın yansımasıdır. Ayasofya, Sultanahmet, gökdelenler ve çarpık kentleşmesinin şehrin yapısına işleyen yansımaları tezatlık gibi görülebilir. Ancak her bir yapı, döneminin algısını yansıtmakta ve tarihsel süreçte insanların niçin bu şekilde mekânı yansıttıkları hakkında ipuçları verebilmektedir. Şehirler arası sosyal ve ekonomik faktörlerden farklı şehirlere olan algılarımız, geçmişte gelen tarihsel sürecin bizlere yansıtılmasının sürdürülmesidir.
Bu perspektif çizilirken en önemli unsurlardan bir tanesi, tarihin geçmişte kalmadığı, halen algılanıp mekâna yansıtıldığının bilincinin kazandırılmasıdır. Her bir öğrenci kendi çevresini, şehrini ve ülkesinin tarihsel arka planına olan ilgi oluşturularak tıpkı yapboz gibi sebep sonuç ilişkisi içerisinde çözümlemeler yapması, onun tarihe ve coğrafya ilişkisine karşı entelektüelliğini artıracaktır. Antik Yunan’dan itibaren tarih genellikle zamanla, mekân ise coğrafya ile ilişkilendirilmiştir. Sosyal bir canlı olan insanın zaman ve mekânı göreceli de olsa algılaması yaşamsal dinamiklerin en önemli parçalarındandır.
Küreselleşmenin Coğrafya Algısına Etkisi
Küreselleşme siyasi, ekonomik, kültürel, ekolojik ve teknolojik anlamda sınırların aşarak evrenselleşmenin olduğu bir tanımdır. David Harwey, zaman, mekân sıkışması diyerek zaman ve mekânın giderek öneminin azaldığını vurgular. İletişim teknolojisinin olanaklarına ilaveten ulaşımda gelinen nokta, mesafeleri kısaltarak teknoloji öncesi döneme göre daha az önemlidir. Mekân ise giderek birbirine benzemekte ve yerel oluşumlar zarar görmektedir.
Afrika’da cebinde parası olmadığı halde takım elbise giyen bireyler, Somali’de yaşanan açlık felaketlerine rağmen batılı marka ürünlerin reklamları, ATM sayesinde dünyanın neresinde olunursa olunsun para transferine kadar küreselleşme baş döndürücü bir şekilde gücünü hissettirmektedir. Aydınlanma çağı ve ortaya çıkan modernizmin olanakları sayesinde kapitalizmle birlikte başlayan dönüşüm, bu kompleks yapının örüntülerini giderek zorlaştırmaktadır.
Küreselleşmenin diğer unsurlarından bir tanesi yerelliğe karşı olan tehdididir. Gerek kültür gerekse küçük bir şehrin ekonomik yapısında bile küreselleşmenin olanaklarını görmek mümkündür. Ticaret ise ülkeler arası, internet sayesinde çok rahatlıkla yapılabilmekte ve küçük bir kasabadaki işletme sahibini etkileyecek güçtedir. Dünyanın büyük şirketleri ucuz iş gücü sebebiyle Çin gibi ülkelere fabrikalar açmakta ve daha fazla gelir elde edebilmektedir. Küreselleşme sayesinde küçülen dünyamızda yaşanan herhangi bir doğa ya da ekonomik olay bile dünyanın en ücra köşesindeki bir bireyi etkileyebilmektedir. ABD’de yaşanan İkiz Kuleler saldırısı sebebiyle Türkiye’de yaşayan bir birey maddi açıdan zorluklar yaşayabilmektedir. Japonya’ya atılan atom bombası sadece atılan bölgeyi değil diğer ülkeleri de etkilemektedir. Yayılan radyasyon sebebiyle başka ülkelere ihraç edilen mallardan hastalıklar yayılabilmektedir.
Her ne sebeple olursa olsun küreselleşme, 20. ve 21. yüzyıl içinde teknolojiyle birlikte hareket ederek güçlenmektedir. Şehir ve şehirler arası ulaşım ağlarından uydu teknolojilerine kadar küçülen dünyada bu etkilere duyarsız kalmak düşünülemez. Coğrafya gibi mekân ve insan konusunu önceleyen disiplin içerisinde küreselleşmenin avantaj ve dezavantajları anlaşılmaya çalışılmalıdır.
Ekonomiden, küreselleşme ve mimariye kadar giderek tek tipleşen dünyada, gelecekte bizi ne gibi sorunlar bekliyor olabilir? Bu soruyu sormak için geç sayılmaz. Öğrencilere küreselleşmeden bahsedilirken öncelikle çevresindeki değişimlerden başlanması farkındalığı arttırabilir. Ailesine bu konuda danışarak 20 sene önceki bir mahalle ile günümüzde ne tür farklılıklar olduğu üzerinde tartışabilir. Küçük işletme sahiplerinin bu durumdan ne kadar etkilendiği, mahallenin mimari yapısında ne tür değişikler olduğu, nüfus artışına katkısı, insanlar arası etkileşimlerin azalması yaşandıysa bunun sebebinin ne tür etkenler olabileceği, hangi ekonomik statülerden insanların bölgeye yerleştiğine kadar çok çeşitli konular seçilebilir.
Sanat, edebiyat ve sinemadan yerel kültüre kadar giren küreselleşme, yukarıda anlatılan 3 perspektifin önemli birer parçasıdır. Kültür, doğa ve tarihsel süreçlerle birlikte ele alınması gereken küreselleşme, mekâna ve topluma bakışımıza önemli entelektüel bir perspektiften bakılmasını sağlayacaktır.
Ekonomik Güç Anlaşılmadan Coğrafya Yapılamaz!
Ekonomik güç bir ülkenin en önemli hedefidir. İlk devletlerden itibaren en önemli güç aracı olarak parasal güç ön plana çıkmıştır. Günümüz insanlığının en büyük sorunlarının başında hiç şüphesiz ekonomik ilişkiler gelmektedir. Ekonomik gücü olan ülkeler hemen her konuda üstün konumdadırlar. Bilim ve teknolojik gelişmişliğe sahip olan ülkelerin ekonomik açıdan gelişmiş olması tesadüf değildir.
Ancak bu ülkelerin nasıl bu kadar güçlendiğinin arka planı önem teşkil eder. Sömürgecilik ve emperyalizm sayesinde sınırlı kaynakları sınırsız istekleriyle tüketmek isteyen bu ülkeler, bu sayede güçlüdür. Ekonomik gücün en önemli sorunu ise belli merkezlerde ve parçalı olmasıdır. Michael Foucault, gücün parçalı yapısına ve bu durumun yarattığı tezatlığa vurgu yapar. Dünya tarihinde yaşanan savaşlardan halk ayaklanmalarına kadar en önemli faktör hep ekonomi olmuştur. Dünyanın metalaştırılmasında en önemli faktörü oluşturan ekonomik ilişkilerden bağımsız coğrafya öğretimi eksik kalacaktır. Parasal güç arttıkça bu durumun doğada karşılığı büyümektedir. Bu sebeple gelecek iklim çalışmalarında, ülkelerin gelecekteki ekonomik güçlerine göre değerlendirilme yapılmaktadır.
Mekânı tanımlamak için günümüzün en önemli sorunlarından olan ve hiç olmadığı kadar değiştirilen mekân, ekonomik gücün doğrudan ve dolaylı yoldan yansımasıdır. Bu fiziksel değişim, soyut mekân algısını da etkilemektedir. Yukarıda sayılan 5 faktörden olan ekonomi, içlerinde en önemlisini oluşturmaktadır. Ancak yine de diğer faktörleri anlamadan tüm olay ve olguları ekonomiye indirgemek hatalı olacaktır.
Eğer dünyanın sürdürülebilir bir şekilde kurulmasını istiyorsak bilim, teknoloji ve ekonomik iş birliğinin yapı taşlarının ortaya çıkarılması mecburi olacaktır. Geçmişten günümüze, kültürden sanat ve edebiyata kadar ekonominin kültürel yansıması bulunmaktadır. Ekonomik güç büyüdükçe farklılaşmalar iyi okunmalıdır. Tüm bunlardan en önemlisi ise mekânın dönüştürülmesinde en büyük güçtür.
Sonuç
Coğrafya biliminin amacı, insanlığın daha sürdürebilir bir dünyada yaşaması için vardır. Coğrafya tarihine baktığımızda diğer bilim alanları gibi hem birikimsel hem de yanlışlanarak ilerlemiş, günümüzde en güncel paradigmalarla karmaşık mekân ve insan ilişkisini ele almayı sürdürmektedir. Bu sebeple sosyal teori ve eleştirel düşünce olmadan yapılan coğrafya eksik kalacaktır. Mekân ve insan faktörlerinin kompleks yapısı doğal olarak coğrafi araştırma yöntemlerine yansıyan bir unsurdur. Coğrafyanın sınırlarının çizilemeyen doğasının sebebi de incelediği konuların genişliği ve perspektifidir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 7
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- İ. Kaya. Eleştirel Düşünce, Sosyal Teori Ve Coğrafya Eğitimi. (1 Ocak 2008). Alındığı Tarih: 8 Aralık 2019. Alındığı Yer: ResearchGate | Arşiv Bağlantısı
- M. Bilgili, Editör: N. Özgen, et al. Sosyal Coğrafya Ve Eleştirel Düşünce. ISBN: 978-605-241-210-7. Yayınevi: Pegem Akademi.
- U, K. Odabaş. (2018). Frankfurt Okulu Ya Da Eleştirel Teori Üzerine. Dört Öge Dergisi, sf: 211-233. | Arşiv Bağlantısı
- B. Warf. Teaching Political Economy And Social Theory In Human Geography. (1 Ocak 2007). Alındığı Tarih: 11 Aralık 2019. Alındığı Yer: Journal of Geography | Arşiv Bağlantısı
- E. Sheppard. Geographical Political Economy. (1 Ocak 2010). Alındığı Tarih: 11 Aralık 2019. Alındığı Yer: ResearchGate | Arşiv Bağlantısı
- N. Özgen. (2010). Bilim Olarak Coğrafya Ve Evrimsel Paradigmaları. Ege Coğrafya Dergisi/Aegean Geographical Journal, sf: 1-25. | Arşiv Bağlantısı
- A. M. C. Şengör. (2019). Bir Coğrafyacı Olabilmek: Türkiye'nin Tek Gerçek Coğrafyacısı Sırrı Erinç. Geoced, sf: 1-6. | Arşiv Bağlantısı
- İ. Tekeli. Türkiye’de Coğrafyacıların Çok Paradigmalı Bir Coğrafya Dünyasında Yaģamayı Öğrenmesi Gerekiyor. (18 Aralık 2019). Alındığı Tarih: 12 Aralık 2019. Alındığı Yer: Ankara Üniversitesi | Arşiv Bağlantısı
- J. Roosaare. (2007). An Holistic Approach To Geography As The Basis For Successful Curricula In Estonia. Catling, S. & Taylor, E. (Eds.) Proceedings of the IGU-HERODOT conference, April 10-12 2007, Institute of Education, sf: 1-6. | Arşiv Bağlantısı
- A. Özkaya. Coğrafyanın Bilimsel Kimliğinin Postyapısalcı Bir Perspektiften İncelenmesi. (16 Eylül 2019). Alındığı Tarih: 16 Aralık 2019. Alındığı Yer: Evrim Ağacı | Arşiv Bağlantısı
- A. Özkaya. (2019). İbn Haldun Ve Ali Şeriati'ye Göre Çevresel Determinizm. Geoced, sf: 5-10. | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Kilt. (18 Aralık 2019). Alındığı Tarih: 17 Aralık 2019. Alındığı Yer: webcache | Arşiv Bağlantısı
- J. Friedman. (1990). Being In The World: Globalization And Localization. Sage Journal, sf: 311-328. | Arşiv Bağlantısı
- G. Mclennan. Post-Marxism And The “Four Sins” Of Modernist Theorizing. (1 Ocak 1996). Alındığı Tarih: 19 Aralık 2019. Alındığı Yer: New Left Revıew | Arşiv Bağlantısı
- K. Archer. A Folk Guide To Geography As Holistic Science. (19 Aralık 2019). Alındığı Tarih: 19 Aralık 2019. Alındığı Yer: Journal of Geography | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 13:36:31 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/8142
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.