Sevgili öğrenenler, karşınızda Károly Zsolnai-Fehér ile Two Minute Papers.
Bugün gördüklerinize inanamayacaksınız çünkü bugün o sıradan akışkanları simüle etmeyeceğiz. Hayır! Bugün ferro sıvıları (ferrofluids) simüle edeceğiz.
Sevgili öğrenenler, karşınızda Károly Zsolnai-Fehér ile Two Minute Papers.
Bugün gördüklerinize inanamayacaksınız çünkü bugün o sıradan akışkanları simüle etmeyeceğiz. Hayır! Bugün ferro sıvıları (ferrofluids) simüle edeceğiz.
Omurgasız hayvanlar (veya kısaca "omurgasızlar"), kıkırdaklı veya kemikli omurgalıların aksine, omurga sütunu ("omurgası") olmayan bütün hayvanların genel adıdır. Yaşayan tüm hayvan türlerinin %90'ından fazlası omurgasız hayvanlardır; buna rağmen "omurgasız" sözcüğü resmi bir taksonomik klada işaret etmez.
Dünya çapında dağılım gösteren omurgasız hayvanlar arasında deniz yıldızları, deniz kestaneleri, solucanlar, süngerler, denizanaları, ıstakozlar, yengeçler, böcekler, örümcekler, salyangozlar, istiridyeler ve kalamarlar gibi çok çeşitli hayvanlar bulunmaktadır. Omurgasızlar özellikle tarımsal zararlılar, parazitler veya parazitik enfeksiyonların insanlara ve diğer omurgalılara bulaşmasına neden olan ajanlar olarak önemlidir.
Her ne kadar halk arasında ayıp olarak görülüp utanç kaynağı olsa da, penis, vajina, meme ve testis gibi organların türümüz ve genel olarak hayvanların var oluşu için ne kadar önemli araçlar olduğu aşikardır. Dolayısıyla bu tabuları yıkıp, son derece doğal ve sıradan bir olgu olan, biyolojik varlığımızın yegâne kaynağı olan seksin detaylarından haberdar olmamız gerekiyor. Örneğin penis ile ilgili benzer bir içeriğimizi buradan görebilirsiniz. Cinsellik ile ilgili tüm yazılarımızı buradan görebilirsiniz. Konuyla ilgili bir yazı dizimizi buradan okuyabilirsiniz.
Eğer cinsel organlardan söz edilmesi sizi rahatsız ediyorsa, bu noktada okumayı kesmenizi tavsiye ederiz. Ancak eğer ki varlığımızın nadide sebeplerinden biri olan bu organı tanımak istiyorsanız, faydalı olacağını umduğumuz bu yazımızı okuyabilirsiniz. İyi okumalar.
Evrim Ağacı'nı sosyal medya hesaplarından takip etmeyi unutmayın! Yeni paylaşımlarımızı görmek için bizi aşağıdaki sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz.
Davranışların incelenmesi, bize organizmaların çevrelerine nasıl yanıt verdiği ve bu yanıtların evrimsel kökenleri hakkında derinlemesine bilgiler sunar. İnsanlar söz konusu olduğunda, psikoloji ve sosyoloji gibi bilimler davranışın temel bileşenlerini ve bu davranışların bireyler ve toplumlar üzerindeki etkilerini anlamamıza yardımcı olur. Öte yandan etoloji ise, insan harici hayvanlar aleminin davranışsal dinamiklerini ve bu davranışların ekolojik ve evrimsel bağlamlarını inceler. Bu disiplinler, hayvanların ve insanların dünyalarını daha iyi anlamamız ve birbirimizle ve doğal dünya ile olan ilişkilerimizi daha iyi yönetmemiz için önemli araçlar sağlar.
Nesli tükenmiş hayvanlar söz konusu olduğunda, onların davranışları hakkındaki bilgilerimiz sınırlıdır çünkü bu hayvanları doğal ortamlarında doğrudan gözlemleme fırsatımız yoktur. Fakat gözlem şansı olmasa da epey kapsamlı tahminler mevcuttur. Kalıntıları bulunan ve Kik adı verilen yünlü mamut bireyi, Buzul Çağı'ndan kalan ve hikayesi bilinen ender memeli hayvanlardan biridir. Kik, yaklaşık 17.100 yıl önce, Alaska'nın iç kesimlerinde, kuzeyde Brooks Sıradağları ve güneyde Alaska Sıradağları arasında dünyaya gelmiştir. O dönemde, bu bölge, Bering kara köprüsü üzerinden Sibirya'ya ve Batı Avrupa'ya kadar uzanan soğuk ve kuru bir çayırlık olarak karşımıza çıkar. Bu geniş bölgeye, bölgenin en ikonik hayvanlarından dolayı "mamut stepleri" adı verilmiştir.[1]
Bu yazımızda okurlarımızın sıklıkla sorduğu ve cevaplarının anlaşılması durumunda evrimsel biyolojinin anlaşılmasında büyük adımlar atılabileceği iki soru üzerinde durmak istiyoruz: "İnsan zekası nasıl evrimleşmiştir?" ve "Neden sadece insan bu kadar zekidir?" Aslında bu iki soru, doğayı yeterince gözlemlemiş, yeterince belgesel izlemiş, Evrimsel Biyoloji konusunda belirli bir düzeyin üzerinde bilgiye sahip ve bu konuda belirli bir miktar kafa yormuş herkesin cevaplayabileceği, hatta kolayca cevaplayabileceği bir sorudur. Ancak yine de bilimsel bir destek olması ve çok yönlü analizlerinize katkı sağlayabilmesi adına, bu yazımızın tüm okurlarımıza ve düşünür arkadaşlarımıza faydalı olacağını umuyoruz.
İlk olarak şu soruya bir cevap vermemiz gerekiyor: "İnsanı, diğer hayvanlardan farklı kılan -varsa- nedir?" Bu soru, yüzlerce, hatta binlerce yıldır insan türünün kafasını kurcalayan bir mevzu olmuştur. Kimi bu soruya "ruh" cevabını vermiştir; kimi "edep" veya "ahlak" demiştir, kimi "düşünce" demiştir. Hatta herkesin kendince bir cevabı bile olabilir: sanat, din, müzik, felsefe, vs. Ancak bilimin cevabı, gerçeğe ulaşmak için olması gerektiği gibi, edebiyattan, laf oyunlarından, gevelemelerden uzaktır; açık ve nettir: "İnsanı diğer hayvanlardan ayıran birincil özellik, diğer hayvanlara göre daha büyük olacak şekilde evrimleşmiş beyin kapasitesidir." ya da biraz daha sade kelimelerle "fazlasıyla gelişmiş zeka düzeyidir". Dikkat edecek olursanız diğer kişilerce verilen tüm cevapların bu öncül cevaptan doğduğu görülecektir. Çünkü beynimiz haricindeki hiçbir özellik bizi tek başına diğer hayvan türlerinden ayırmaya yetmezken, beynimizin evrimi olmaksızın sayılan bilim, sanat, felsefe gibi daha soyut sebeplerin de geliştirilmesi asla mümkün olamayacaktı. Dolayısıyla odaklanılması gereken nokta, beynimizin neden bu şekilde evrimleştiğidir.
Friedrich Nietzsche’nin İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı eserinde kadınlara dair kullandığı ifadeler, onun en tartışmalı metin parçalarından birini oluşturur. “Hiç kadın zihninde derinlik ya da kalbinde adalet olduğunu söyleyen, bunu doğrulayan bir kadın gördünüz mü?” şeklindeki ifade, Nietzsche’nin kadını biyolojik ya da ahlaki bir özne olarak aşağılamasından ziyade, modern ahlakın ve toplumsal rollerin nasıl içselleştirildiğine dair provokatif bir eleştirisi olarak okunmalıdır. Nietzsche bu pasajlarda kadını, özcü (essentialist) bir varlık olarak değil; tarihsel olarak erkek egemen ahlakın içinde şekillenmiş bir kültürel figür olarak ele alır.
Nietzsche’ye göre kadınlar, kendilerine atfedilen “erdem”, “adalet” ve “ahlaki üstünlük” kavramlarını çoğu zaman içselleştirerek yeniden üretirler. Bu nedenle filozof, kadınların en sert yargılayıcılarının çoğu zaman yine kadınlar olduğunu öne sürer. Bu iddia, Nietzsche’nin genel ahlak eleştirisiyle uyumludur; zira ona göre ahlak, güçlülerin değil, zayıfların değer üretme biçimidir ve bu değerler en etkili şekilde yine zayıflar tarafından korunur (Nietzsche, 1886/2002, §232).
Bu noktada Nietzsche’nin hedefi “kadın”dan çok, sürü ahlakıdır. Kadın figürü, onun felsefesinde çoğu zaman bu ahlakın taşıyıcısı, koruyucusu ve yeniden üreticisidir. Walter Kaufmann, Nietzsche’nin bu pasajlarının doğrudan bir kadın düşmanlığından ziyade, ahlakın psikolojik kökenlerine dair polemikler olduğunu vurgular. Kaufmann’a göre Nietzsche, kadınlara dair genellemelerinde bile biyolojik determinizmden çok kültürel maskeleri hedef alır (Kaufmann, 1974).
Bununla birlikte, çağdaş felsefede bu pasajlar ciddi biçimde eleştirilmiştir. Özellikle feminist Nietzsche yorumcuları, bu tür ifadelerin ironik ya da eleştirel bağlamda okunabileceğini kabul etmekle birlikte, metnin açık bir cinsiyetçi dil taşıdığını da belirtir. Kelly Oliver, Nietzsche’nin kadın figürünü çoğu zaman “öteki” olarak konumlandırmasının, onun güç ve özne anlayışındaki sınırlılıkları gösterdiğini savunur (Oliver, 1995). Benzer biçimde Genevieve Lloyd, Nietzsche’nin kadınlara dair ifadelerinin, Aydınlanma sonrası akıl–erkek özdeşliğini eleştirirken bile bu ikiliği tamamen aşamadığını ileri sürer (Lloyd, 1984).
Sonuç olarak, Nietzsche’nin bu sözü ne basit bir kadın nefreti ne de masum bir ironi olarak okunabilir. Metin, ahlakın, adalet fikrinin ve öznel değerlerin nasıl toplumsal olarak inşa edildiğini göstermek için kadın figürünü kullanan sert ve rahatsız edici bir felsefi provokasyondur. Ancak bu provokasyon, tarihsel bağlamı ne olursa olsun, günümüz açısından eleştiriye açıktır ve eleştirilmelidir. Nietzsche’nin gücü, tam da bu rahatsız edici soruları sormasında yatar; fakat bu, onun her yargısının felsefi olarak savunulabilir olduğu anlamına gelmez.
Filozofun yaşamına bir pencere açmak, kimilerince boş bir uğraş olarak görülse de, bizce o filozofun felsefesine katkısı bağlamında yaşamından bahsetmek bir zorunluluk arz etmektedir. Bu yüzden Spinoza’nın felsefesine katkısı bağlamında biz de onun yaşamına konuk olacak ve felsefesini hangi şartlar altında oluşturduğunu anlamaya çalışacağız.
Spinoza, 24 Kasım 1632 tarihinde Hollanda’da dünyaya gelir. Babasının haham olma ısrarlarına rağmen o, mercek tamiri işinde çalışır ve daha sonraları bu işin felsefi perspektifine de katkılarını şüphesiz ki görür. O, felsefesini oluştururken, “sorgulama gözlüğünü” gözüne takar ve etkilendiği filozofların felsefelerini kendi düşünceleriyle harmanlayıp, özgün bir felsefi sistem oluşturur. Bu sorgulamalarının etkisiyle zamanla Yahudiliğin bu dine inananlara sunduğu yorumlardan uzaklaşır ve bu uzaklaşmanın etkisini bir süre sonra yaşayacağı olaylarda görür.
Evrim Ağacı üyeliği tamamen ücretsiz ve sitemizi çok daha etkili, interaktif ve keyifli bir şekilde kullanmanızı sağlayacak. Üye değilseniz, birkaç saniyede üyelik oluşturabilirsiniz! Üyeyseniz de giriş yapmanızı tavsiye ederiz.
Bilim haberlerimizi ve diğer yazılarımızı Google Haberler'de görmek için bizi takip etmeyi unutmayın.
Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.