On parmağımız var. Bu nedenle ondalık aritmetik uyguluyoruz. Hiçbir özelliği yok birin, ikinin, üçün, dördün, beşin, altının, yedinin, sekizin, dokuzun ve bir ile sıfırın: Parmak hesabına dayanarak iş görmemizden başka! Çünkü devonik döneme ait ve yüzgeçlerinde on kemiği bulunan balıktan evrimleştik. Eğer on iki kemiği olan balıktan geliyor olsaydık hepimiz on iki sayısına dayalı aritmetik uygulayacaktık ve ondalık aritmetik yalnızca matematikçiler tarafından kullanılacaktı.
Eğer yaratan bir tanrı varsa, erkek olsun, kadın olsun ya da hangi zamirle anılıyor olursa olsun, hiçbir şey bilmeden ve anlamadan tapan kalın kafalı birini tercih eder mi? Yoksa, taraftarlarının gerçek evrene bütün giriftliğiyle hayranlık duyanını mı tercih eder? Bence bilim, hiç olmazsa kısmen, bilgiye dayalı tapmadır. Benim derin inancım şu ki geleneksel anlamda bir tanrı varsa o takdirde bizdeki merak ve zekâ bu tanrı tarafından bahşedilmiştir. Evreni ve kendimizi keşfetme tutkusunu bastırarak bahşedilen bu armağanları takdir etmekten âciz duruma düşeriz. Öte yandan, eğer geleneksel türde bir tanrı mevcut değilse, o takdirde, merakımız ve zekâmız son derce tehlikeli olan bir dönemde hayatta kalmamızı sağlayan araç gereçler olacaktır. Her iki durumda da öğrenme müteşebbisliği bilimle uyum içindedir; dinle de uyum içinde olmalıdır ve bu insan türünün gelişip iyileşmesi için şarttır.
Evren muhakkak ki epey bir düzen içindedir ama bir o kadar da kaos vardır. Galaksilerin merkezlerinde patlamalar oluyor ve eğer oralarda barınılan dünyalar ve uygarlıklar mevcutsa galaksi çekirdeğinin ya da bir kuasarın patlamasıyla milyonlarcası yok olup gidiyordur. Bu bize,ne yaptığını pek de bilen bir tanrı gibi gelmiyor. Daha ziyade çıraklık geçiren bir öğrenci tanrı gibi.
Güneş'imiz galaksimizdeki 100 milyar yıldızdan biridir.Galaksimiz de Evren'deki milyarlarca galaksiden biridir.Böyle muazzam bir enginlikte tek canlılar olduğumuzu düşünmek çok cüretkârca olurdu.
Çağlar boyunca girişilecek sabırlı ve dikkatli çalışmalar, bugün için sır perdesinin arkadında kalan birçok şeyi aydınlığa kavuşturacaktır.
Benzinle dolu bir oda düşünün. Bu odada iki amansız düşman var. Birinin dokuz bin kibriti var. Diğerinin yedi bin kibriti var. Her biri, kimin önde olduğu, kimin daha güçlü olduğu ile ilgileniyor. Biz de aslında böyle bir durumdayız. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin elindeki nükleer silah miktarı o kadar abartılı, diğerini caydırmak için gerekenden o kadar fazladır ki, eğer ki durum bu kadar trajik olmasaydı, gülünç olurdu. Yapmamız gereken, kibritleri azaltmak ve benzini temizlemektir.
Eğer yaratan bir Tanrı varsa, erkek olsun, kadın olsun ya da hangi zamirle anlıyor olursa olsun, hiçbir şey bilmeden ve anlamadan tapan kalın kafalı birini tercih eder mi? Yoksa, taraflarının gerçek evrene bütün giriftliğiyle hayranlık duyanını mı tercih eder? Bence bilim, hiç olmazsa kısmen, bilgiye dayalı tapmadır. Benim derin inancım şu ki geleneksel anlamda bir tanrı varsa o takdirde bizdeki merak ve zeka bu tanrı tarafından bahşedilmiştir. Evreni ve kendimizi keşfetme tutkusunu bastırarak bahşedilen bu armağanları takdir etmekten âciz duruma düşeriz. Öte yandan, eğer geleneksel türde bir tanrı mevcut değilse, o takdirde, merakımız ve zekamız son derece tehlikeli olan bir dönemde hayatta kalmamızı sağlayan araç gereçler olacaktır. Her iki durumda da öğrenme müteşebbisliği bilimle uyum içindedir; dinle de uyum içinde olmalıdır ve bu insan türünün gelişip iyileşmesi için şarttır.