2010'lu yılların başında patlak veren Üçüncü Dünya Savaşı, yeryüzünü cehenneme çevirmişti. Şehirler, radyasyonun pençesinde çökerken, insanlık neredeyse yok olmanın eşiğine gelmişti. Hayatta kalan son 40 bin kişi, yeryüzünün altına, Moskova metrosuna — dünyanın en büyük yer altı yapısına — sığındı. Ancak insanlık, geçmişin acılarından ders çıkarmamıştı. Yüzeye çıkan tek şey mutasyona uğramış yaratıklar değildi; insanın karanlık doğası da yerin altına taşınmıştı.
Metro istasyonları, zamanla birer küçük devlete dönüştü. Savaşlar yeniden başladı — bu kez kirli beton tünellerde, paslı rayların arasında. Su, yiyecek ve silah uğruna kardeş kardeşe düşman kesildi. Yeryüzü artık bir tabu, karanlık bir efsane olmuştu. Ve o karanlığın içinden gelen en büyük korku, karaderililerdi — insanımsı, bilinmeyen bir tür. Sessiz, esrarengiz, ama tarifsiz bir dehşet saçıyorlardı.
Artyom, kuzeydeki sınır istasyonu VDNKh’da yaşayan genç bir adamdı. Sıradan bir hayat sürerken, kendine "Hunter" diyen bir stalker’ın gelişiyle kaderi sonsuza dek değişti. Hunter ona, metronun kalbi olan Polis istasyonuna ulaştırması gereken bir mesaj verdi. Artyom, tünellerin karanlığında zorlu bir yolculuğa çıktı — savaşarak, dostluklar kurarak, ihanete uğrayarak ve hayatta kalmanın ne anlama geldiğini yeniden öğrenerek.
Yolculuğun sonunda, bir zamanlar Moskova’nın gözdesi olan ama şimdi karaderililerin yuvası haline gelen Botanik Bahçesi, yeraltı sığınaklarında bekleyen balistik füzelerle yerle bir edildi. Artyom, istasyonuna kahraman olarak döndü. Ancak zaferin ardında bir pişmanlık gizliydi: Karaderililer, aslında düşman değil, Artyom ile iletişim kurmaya çalışan başka bir türdü. Belki de yeni bir dünyanın umudu.
Artyom artık biliyordu: Asıl düşman, bazen dışarıda değil, içeride gizlenendi. Ve bazı zaferler, en büyük kayıplarla kazanılırdı.