Milyon yıl önceki olaylar da bilimsel gözlem ile gözlenebilir. Zaten makroevrimi bile gözümüzle de gördüğümüze göre "Ama ne belli ki maymundan geldiğimiz" demek gereksiz. Maymundan geldiğimizi gözümüz ile görmedik ama zaten makroevrimin/ türleşmenin olacağını gördük. Fosiller ile, genetik analizler ile, fizyolojik, histolojik, anotomik, morfolojik, filogenetik çalışmalar ile gözleniyor. Bunu daha aşağıda daha ayrıntılı açıklayacağım.
---
Unutmamak gereken diğer nokta. Bilimsel gözlem sadece bizim yaşadığımız zamandaki olayları görmek değildir. Bilimin "gözlenebilir ve test edilebilir olmasıyla" ilgili temel ilkesini kullanıyoruz, evet. Ama bu "gözlenebilirliği", şu anda, anlık olarak gözleyebileceğimiz şeylerle kısıtlıyıp test edilebilirliği de, sadece şu anda olup biteni test etmekle sınırlandırsak tek bir hamleyle jeolojiyi, kozmolojiyi, kuantum fiziğini, iklimbilimi, paleobiyolojiyi, minerolojiyi ve daha nice bilimi silip atmış oluruz.
Neden? Çünkü bu bilim dallarında, örneğin kütleçekiminin etkilerini gözlemek istediğimde yaptığımız gibi, anlık olarak bir topu yere bırakıp da düştüğünü göremiyoruz. Demek ki bunların hiçbiri kanıt değil! Bilimlerin yarısı çöpe gitti!
Evrim, popülasyon içi gen ve özellik dağılımlarının nesiller içerisindeki değişimi olarak tanımlanmaktadır. Yani tanımı, bir türün diğerine dönüşmesi değildir. Ancak popülasyon içi gen ve özellik dağılımlarının nesiller içerisindeki değişimi, uzun vadede türlerin yeni türlere evrimleşmesiyle de sonuçlanır, evet. Ancak bu tip bir makroevrim, tanımı gereği uzun zaman dilimlerinde olan bir süreçtir. Tıpkı yıldız ve galaksilerin oluşumu gibi... Diğer kozmolojik olayların uzun zaman dilimlerinde gerçekleşmesi gibi.... Tıpkı iklim değişikliğinin, kıtaların hareketinin, astronomik cisimlerin hareketinin aşırı uzun zaman dilimlerine yayıldığında net bir şekilde gözlenebilmesi gibi... Ancak örneğin birkaç gün boyunca Dünya'nın Güneş'e ve diğer yıldızlara göre olan konumunu bir teleskopla takip edecek olursanız, yörüngesinin ufak bir kısmını gözleyebilirsiniz. Bu demek değil ki yörüngenin tamamını bilemeyiz. Sadece çok uzun zaman dilimlerinde gözlemeniz gerekmektedir.
Evrimi laboratuvarda şu anda gözleyebiliyoruz. Bakteriler, yepyeni özellikler kazanıyor. 2012 senesinde Minnesota Üniversitesi'ndeki bir laboratuvarda, tek hücreli maya mantarları yapay seçilim yoluyla olan evrim sayesinde çok hücreli yapılara evrimleşti! Hem de sadece 60 günde! Bu tip yepyeni özellikler, uzun vadede bir araya gelerek yepyeni canlı türlerini yaratmak zorundadır; çünkü canlı türleri ve çeşitleri, birbirinden genetik, ekolojik ve eşeysel gibi çeşitli biçimlerde ayrılan canlılar olarak tanımlanırlar. Yeterince özellik bir bakteri türü üzerinde ufak ufak ama kademeli bir biçimde biriktiğinde, yeni bir canlı türü türleşmiş olacaktır. Çünkü o yeni özelliklerle donanmış canlı, deneyin başlangıcındaki atasından genetik, ekolojik ve eşeysel olarak farklı yapıda olacaktır. Bu yüzden laboratuvar deneylerinde gözlediğimiz değişiklikler, evrimin gözlenebilir kanıtlarıdır.
Benzer şekilde... Doğaya bakıp, hem günümüzde süregelen evrimsel değişimleri görebiliyoruz, hem de geçmişte olanları... Örneğin dikensırtlı balıklar, gölün farklı bölgelerinde farklı balık türlerine evrimleşiyorlar. Galapagos Adaları'ndaki ispinozlar, bundan milyonlarca yıl önce farklı kuş türlerine evrimleştiler. Fosil kayıtlarına bakıp, balinaların karasal memelilerden nasıl evrimleştiğini tespit edebiliyoruz. Aynı zamanda balinaların iskeletlerine bakarak, bu evrimin izlerini halen vücutlarında bir damga gibi taşıdıklarını görüyoruz. İnsanın genlerine bakıyoruz ve 48 kromozomlu atalarından kalma izleri sentromerlerinde görebiliyoruz. Canlıların davranışlarına, fizyolojilerine, anatomilerine, genlerine, fosil kayıtlarına bakıyoruz ve bu farklı kanıt tipleri, aynı tarihi, bambaşka açılardan doğruluyor. Eğer ki bu kadar farklı açıdan, her seferinde aynı sonuca ulaşamıyor olsaydık, belki de tekil benzerlikler yüzeysel kalacaktı. Ancak daha önceden de işlediğimiz üzere, bu benzerlikler yüzeysel değil! Tutarlı ve birbirini bütünleyen bir biçimde...
Eğer ki türler arası benzerlik tek tek özelliklerde ve yüzeysel bir biçimde olsaydı, muhtemelen benzerlikten yola çıkarak evrime ulaşmak mümkün olmazdı. Hatta eğer öyle olsaydı, belki de doğadaki evrim yasasını asla keşfedememiş olacaktık. Ancak türler arası benzerlik yüzeysel veya tekil, yani izole edilmiş birkaç tür için geçerli değildir! Bir şempanze ile bir insanın sadece yüz hatları ve bakışları birbirini andırıyor değildir. Aynı zamanda genleri de benzer. Aynı zamanda fizyolojileri, histolojileri ve anatomileri de benzer. Daha önemlisi, bu benzerlikler birbiriyle uygun oranlardadır. Yani genlerimiz birbirine aşırı benzerken, anatomik özelliklerimiz ucundan azıcık benzer değildir. Bu, çok ama çok önemli bir ipucu. Söz konusu benzerliklerin rastgele değil, anlamlı olduğunu gösteriyor!
---
Not: Fiziksel telefon insan eliyle evrimleşmek zorunda, çünkü organik kimyasallardan değil, inorganik kimyasallardan oluşuyor. Biliyoruz ki bu iki unsurun kimyasal tepkime çeşitliliği çok farklı. Elbette, inorganik kimyasallar belirli şartlarda öncelikle kimyasal bir evrimden geçip organik kimyasallara dönüşebiliyorlar; Dünya üzerinde yaşam bu şekilde başladı! Ancak bu, her an her yerde olan bir olay değil; doğal ve çevresel şartlara bağlı olan bir olay. Dolayısıyla, inorganik kimyasallar öncelikle organik kimyasallara evrimleşmemişlerse (ki telefon örneğinde bu mümkün değil), onların davrandığı gibi davranmıyorlar. Bu da telefonun (ya da herhangi bir diğer fiziksel insan icadının: fabrikalar, uçaklar, iğneler, kaşıklar, çamaşır makinaları ve arabalar...) biyolojik olarak evrimleşmesini mümkün kılmıyor. Tabii ki teknolojik evrim denen kavram da var ama biyolojik evrim ile ilgili bir konuyu konuşurken bu tür benzetmeler sağlıklı olmaz.