Koruma Biyolojisi ve Bilinçsiz Yok Oluş İstemi: Koruma Biyologlarına Kulak Asmamaya Cesaretiniz Var mı?
Astronomi derslerinde anlatılan ve Evren'in neden yaşamla kaynamadığını açıklamaya çalışan Büyük Filtre Hipotezi'nin bir parçası şunu der: "Organizmalar evrimleşip daha da geliştikçe, kendilerini yok etme ihtimalleri de artıyor olabilir." Tabii bu hipotezin sunulma amacı, olası uzaylıların dünyamızı neden ziyarete gelmediği yahut gelemediğine dair olası bir açıklama getirmektir; ancak görünen o ki insanlık, farklı galaksilerden kanıtlara gerek kalmadan, bu hipotezi doğrulamaya emin adımlarla ilerliyor.
Beyinlerimizin, fikirlerimizin ve buna paralel olarak hayal gücümüzün gelişmesi; evrimin türümüze özgü görünen güzel sonuçları olsa da baskılayamadığımız bencillik, kıskançlık, açgözlülük, öfke gibi limbik duygularımız bu gelişimimizi salt iyi olarak kullanmamızı engelliyor. O keskin ve kıvrak zekamızla orman arazilerini yok edip, yerine betondan oteller inşa ederken bencilliğimiz yüzünden hep daha fazlasını talep ediyoruz. Daha fazla kazanmak amacıyla yanlış ürünü, yanlış araziye ekip yanlış sulama yapıyor, kazandığımız para ölçüsünde kazandığımız saygı nedeniyle, doğru yolda olduğumuza emin oluyoruz. Sadece bu da değil, ilham verdiğimiz yüzlerce insan da aynı hatayı tekrarlıyor ve sorun, bir döngü halini alıyor. Bu örnekler her alanda defalarca kez çoğaltılabilir.
Üretiyoruz, lakin daha fazlasını tüketiyoruz. İnsan türünün sadece belirli bir kısmı bilinçli bir ilerleme kaydederken, eğitimsiz ama gelişmiş beyinlere sahip birçok birey limbik sisteminin tutsağı oluyor. Tüm bu durumların sonucunda oluşan küresel ısınma ve zarar gören biyoçeşitlilik insanlığın sonunu hazırlıyor. Gerilemeye doğru ilerleyişimizin sonunda sıfırı da tükettiğimiz zaman elimizde kalan tek şey keşkeler olacağa benziyor.
Ancak limbik sistemimizi kontrol edebilirsek, bu kötücül duyguları iyi amaçlar için de kullanabiliriz. Küresel ısınmayı yavaşlatmak, biyoçeşitiliğin korunması gibi iyi ve yararlı amaçlar güden koruma biyolojisi bu duruma örnek olarak verilebilir[1] ; çünkü olası felaket senaryolarında yok olan hiçbir zaman gezegen değildir; en azından bugüne kadar hiç olmamıştır. Dünya'nın geçmişine baktığımızda gördüğümüz, doğanın bir şekilde yeniden canlandığıdır ve bu, fosil kayıtları ve diğer jeolojik kayıtlar ile de tekrar tekrar belgelenmiştir. Mevzu bahis olan bu küresel iklim değişikliğinde yok olacak şey, milyonlarca yıl içerisinde inşa edilmiş ekosistemler ve bu ekosistemlere muhtaç bir tür olan Homo sapiens türüdür. Biz onu harap edip, kendimizi yok ettikten çok sonra, gezegen belki de şu andakinden bile daha geniş bir çeşitlilikle tekrardan ayağa kalktığında, üzerinde insanlığın olmama ihtimalinin bilincinde olan koruma biyologları ve diğer bilimseverler, Evren'in bize tanıdığı belki de yegâne var olma şansını yitirmemek adına, yok olmama savaşında olanca güçleriyle savaşıyorlar.
Koruma Biyolojisi Nedir? Biyoçeşitliliği Nasıl Kurtarırız?
Türümüzü yok edebilecek kadar güçlü ve aynı zamanda sağlıklı bir gezegen için bir o kadar da vazgeçilmez olan biyoçeşitlilik, bir bölgedeki genlerin, türlerin, ekosistemlerin ve ekolojik olayların oluşturduğu bütün olarak tanımlanmaktadır. Küresel iklim değişikliği sebebiyle, bu bütünü oluşturan organik ve inorganik oluşumlara gelecek olan zarardan, biyoçeşitlilik de negatif olarak etkilenecektir.
Türkiye, dünyadaki yedi adet biyocoğrafi bölgeden üçü olan Akdeniz, Avrupa-Sibirya ve İran-Turan bölgesinde yer almakla beraber bunların geçiş zonlarına da sahiptir.[2] Diğer bilim alanlarından farklı bir niteliğe sahip olan koruma biyolojisi, bu bölgelerin beraberinde getirmiş olduğu biyoçeşitliliği korumayı amaçlar. Yok olmakla karşı karşıya olan türleri ve yaşamı bu türlere bağlı olan insan hayatının sürdürülebilmesi bu bilim dalının hedeflerinden biridir.
1980’li yıllarda geliştirilmiş olan, yekpare ve çoklu bilim alanlarına dayanan koruma biyolojisi; canlılığın birey, popülasyon, tür ve yaşam birliği düzeyinde nitelikleri, doğal ortamlarda özgün devinimi, tehdit altındaki yaşam ortamları ve bunların korunması için neler yapılabileceği araştırır ve aynı zamanda ekonomik etkenleri ikinci sırada ekolojik kaygıları ise ön planda tutacak şekilde ürettiği önerilerle ekosistemlerin uzun vadeli korunmasını hedefler.[1] Biyolojinin bu dalı, hızla artan nüfus baskısıyla ortaya çıkan plansız ve kontrolsüz şehirleşme, endüstrileşme, orman arazisi tahribiyle tarla açma ve aşırı otlatma, bilinçsiz ağaçlandırma gibi etmenlerle baş etmeye çalışır.
Türkiye'de Koruma Biyolojisi
Ancak ne yazık ki koruma biyolojisi çatısı altında gerçekleşen bu çabalar, Türkiye ve dünyada ekonomik ve siyasi koşullar nedeniyle gereken önemi görememektedir. Bu görmezden gelinişin ve alınacak önlemlerin en az ekonomi kadar kıymetli oluşu, siyasilerin kendi kısa vadeli çıkarları arasında kayboluyor ve görünüşe göre bu durumun yanıtı çok yakın tarihlerde sert bir şekilde alınacağa benziyor.
Su Politikaları Derneği’nin "Doğal Göller ve Sulak Alanlardaki Su Yönetimi Sorunlarımız ve Çözüm Önerileri" başlıklı raporunda "Türkiye’de bulunan 300’e yakın irili ufaklı doğal gölün yüzde 60’ı kurudu." ifadesi, durumun vahametini gözler önüne seriyor.[3] Raporda, Türkiye’nin neredeyse tüm göl alanlarının doğal dokusunu kirlilik nedeniyle kaybettiği, su kalitesinin günden güne azaldığı da belirtiliyor. Tescilli 76 sulak alanın sadece 24’ünün su yönetim planlamasına sahip olduğu bilgisi ise yasal düzenlemelerin bu alandaki yetersizliğini ortaya koyuyor.
Elimizde olan tüm bu sonuçların yanı sıra, devletin elinde olan ve kamuoyu ile sağlıklı bir biçimde paylaşılmayan Türkiye’nin su varlığına dair veriler, geleceğe yönelik sağlıklı tahminler üretilmesini engelliyor. Devlet Su İşlerinin (DSİ) bildi paylaşımı konusunda kapılarını 10 yıl önce kapatmış olması ise endişe vericidir.[3] Tüm bu denetim ve eğitim eksikliği ise, kaçak su kuyularının açılmasını ve yanlış tarımsal sulama gibi hataların yapılmasını beraberinde getiriyor.
Suyun bu derece fazla kullanılması ve kirletilmesi de biyoçeşitlilik açısından tam bir felakete sebep oluyor. Tatlı su balıkları, göçmen kuşlar, bitki örtüsü ve bölgenin iklim yapısı bu sebeplerle tahrip oluyor. Göllerin yeraltı sularına olan domino etkisi de düşünüldüğünde, karışılacağımız sorun tahmin ettiğimizden çok daha büyük olacağa benziyor.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Beşerî etkilerin yanı sıra, küresel iklim değişikliğinin arttırdığı buharlaşma da göl sularının azalmasındaki en önemli faktörlerden biridir. Hidrolojik kuraklık ve su miktarının giderek azalıyor oluşu, ortamdaki nemi azaltıyor bu durumda da ağaçlar önem kazanıyor - lakin ne yazık ki ağaçlar konusunda pek şanslı değiliz: Tarım arazisi açma yahut yapılaşma maksadıyla katledilen ormanlar ve dolayısıyla kaybolan toprak zemin, troposferdeki nem dengesinin ve ısının bozulmasının yanı sıra bir anda gelen ve bu yüzden depolanamayan yağmur suyunun, toprak tarafından emilmesini de engelliyor. İçme suyu ve sulama sorunlarına çözüm olarak yapay göller ve barajlar oluşturulması da sorun çözmek yerine yeni sorunların oluşmasına sebep oluyor. Yağmur suyunun göller yerine barajlara dolması, bozulan habitatlar ve doğal döngü, bu alanda yaşayan organizmaları da gölleri de yok olmanın kıyısına getiriyor yahut yok ediyor.
2019 yılında Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesine yapmış olduğum bir gezide, bölge halkı ile konuşma fırsatı bulduk. 2000 yılında yapılan barajın hayatlarına ne gibi etkileri olduğunu sorduğumuzda aldığımız cevaplar, değişen iklimin ve biyoçeşitliliğin, ne kadar bariz hissedildiğini ve insan yaşamını ne denli etkilediğini gözler önüne seriyordu: Bölge halkı, Halfeti’nin eskiden de sıcak olduğunu ama bu sıcaklığın terletip rahatsız etmediğini söylüyor, eskiden görülen kuş türlerine de artık pek rastlanılmadığından dem vuruyorlardı. Tüm bu etkenlerin yanında yapılan barajın, Halfeti’nin tarihi dokusunu yok etmesi cabasıydı. İşinde uzman ve tecrübeli kişilerin tüm bu olası olumsuzluklara karşı gerekli kurumları uyarmış olmasına rağmen, baraj yapıldı.
Koruma biyolojisi alanında çalışan biyologların 30 yıldır yapmış olduğu çalışmalar ve açıklamalar ne yazık ki gereken önemi görmüyor ve bu bilinçsizliğin sonuçları yakın bir tarihte kuruyan ve bu sebeple çevresindeki popülasyonların da kaybına sebep olunan Meke Gölü, Karapınar bölgesinde, büyümek içinde fazla miktarda suya ihtiyaç duyan şeker pancarı ekimi sonucu oluşan su ihtiyacının bilinçsizce açılan kuyulardan giderilmesi nedeniyle son zamanlarda rastlanan obruk oluşumları şeklinde kendini gösteriyor.[3]
Koruma biyolojisi uzmanlarının çalışmaları ve fikirlerinin dinlendiği ve yasama süreciyle resmi hale getirilen avlanma yasakları gibi durumlarda ise yaptırımlar yeteri kadar caydırıcı olmamış gözüküyor ki insanlar nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan hayvanları avlıyor ve bunu umarsızca topumla paylaşıyor. Bu durama örnek ise, son olarak 17 Ocak 1974'te Ankara'nın Beypazarı ilçesine bağlı Bağözü Köyü yakınlarında görülen leoparın, köylülerce vurularak öldürülmesi, son zamanlarda haberlerde de gördüğümüz üzere vaşakların avlanıyor oluşu verilebilir.
Dünya'da Koruma Biyolojisi
Türkiye'deki durum bariz bir şekilde ortada, her geçen gün bilgi seviyemiz ve elimizdeki imkanların daha da artıyor oluşuna rağmen çok hızlı bir şekilde geriliyor oluşumuz ise tüm dünya için ortak bir sorun.
2019'da yayımlanan Birleşmiş Milletler raporuna göre, yaklaşık 1 milyon hayvan ve bitki türünün on yıl içinde, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar hızlı tükendiği yahut tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğundan bahsediliyor. Bu rapora göre, kara tabanlı habitatlar başta olmak üzere yerli türler 1900'den beri en az %20 azalmış durumda. Amfibi türlerin %40'ından fazlası, resif oluşturan mercanların neredeyse %33'ü ve tüm deniz memelilerinin üçte birinden fazlası ise yok olma tehlikesi altında. 16. yüzyıldan bu yana en az 680 omurgalı türünün nesli de tükenmiş durumda. Raporda Prof. Settele’ın şu sözlerine de yer veriliyor:
Dünya üzerindeki temel, birbirine bağlı yaşam ağı küçülüyor ve giderek yıpranıyor. Bu kayıp, doğrudan insan faaliyetinin bir sonucudur ve dünyanın tüm bölgelerinde insan refahına doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır.
Raporda; tüm bu yok oluşa karşı alınan önlemlerin yetersizliği, ekonomik ve siyasi durumlar nedeniyle yeterli çalışmaların yapılamadığına da değinilmiştir.[4]
Sonuç
Kutup ayılarından kelebeklere, otsu bitkilerden yüzyıllık ağaçlara, balıklardan kuşlara kadar bütün dünyayı elimizle teslim ettiğimiz küresel iklim değişikliği, yaşamak için muhtaç olduğumuz tüm biyoçeşitlilikleri günden güne hızlanarak yok etmekte. Siyasiler hala tüm kaynak ve enerjilerini petrol, silahlanma ve güç yarışına yatıradursun ileride, kazanılan bu gücü kullanabilmek, düşünebilmek ve hatta yaşayabilmek için muhtaç olacağımız su ve besinleri bulamayacağız. Siyasi otoritelerin altında, günlük ekonomik kaygılarıyla yaşayan halkın ise bu durumda yapabilecekleri sınırlı. İstenildiği kadar eğitim verilsin ve bilinçlendirme çalışmaları yapılsın, insanların ekonomik kaygıları yok edilmedikçe biyoçeşitliliğin önemini ve küresel iklim değişikliği önem sırasında sonlarda yer almaya devam edecektir.
Yapılması gereken, devletin sağlam bir politika ile uzun vadeli yatırımlarda bulunmasıdır. Koruma biyologlarını multidisipliner ekiplerle birlikte çalıştırarak akılcı ve kalıcı çözümler üretilmesine olanak sağlanmalıdır. Ne yazık ki ülkemiz hala savaş psikolojisinden çıkamamış durumda ve çoğu kişi günü kurtarmak için yaşıyor. Medya, kitap ve gazetelerin de insanları bu psikolojiden çıkarak biçimde tekrardan düzenlenmesi gerekir. Özellikle ilkokul çağındaki eğitimin daha yoğun ve uygulamaya önem verilecek biçimde yapılması gerekmektedir. Çocukların, doğayı, hayvanları hatta makineleri ve gerçek teknolojiyi hissederek büyümesi limbik sistemlerini eğitebilmeleri açısından çok daha faydalı olacaktır. Ülke vatandaşlarının ekonomik sıkıntılardan uzaklaştırılması, politikaların bu mevzulara öncelik verecek şekilde yeniden düzenlenmesi geleceğimiz adına alınan füzelerden daha çok önem taşımaktadır.
Her şey çok farklı bir yöne doğru ilerleyebilir. Önemli olan bu treni kullanan kişilerin doğru kararlar almasıdır lakin aksi bir durumda yolun sonundaki uçurumu görenler seslerini yeterince yüksek çıkarmazlarsa istikameti değiştirmek için geç kalabiliriz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 6
- 5
- 4
- 2
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- ^ a b R. Primack, et al. Koruma Biyolojisi. (1 Ocak 2021). Alındığı Yer: ResearchGate | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Yağmur. Academia.edu. Alındığı Tarih: 10 Şubat 2021. Alındığı Yer: Academia | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b c S. Ocak. Domino Etkisi: Türkiye'nin Kuruyan Gölleri. (27 Aralık 2020). Alındığı Tarih: 10 Şubat 2021. Alındığı Yer: Atlas | Arşiv Bağlantısı
- ^ United Nations Sustainable Development, et al. Un Report: Nature's Dangerous Decline 'Unprecedented'; Species Extinction Rates 'Accelerating'. Alındığı Tarih: 10 Şubat 2021. Alındığı Yer: United Nations Sustainable Development | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 14:45:12 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10102
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.