İklim Değişikliği, Küresel Isınma ve Türkiye İçin Sonuçları Röportajı (Çağrı Mert Bakırcı)
Öncelikle temel bir soru ile başlayalım.. Küresel iklim değişikliği nedir?
Küresel iklim değişikliği, aslında adından da anlaşılabileceği gibi, Dünya çapındaki iklimin, küresel bir boyutta değişmesi demek. Bu ismi vermemizin 2 nedeni var: İlki, küresel ve yerel ayrımı. İklim, belli bir yerel bölgede, örneğin Güney Amerika kıtasında değişiyor olsaydı; bu küresel bir iklim değişikliği olmazdı. Bilim insanları tarafından insanlık tarihinin en büyük sorunu olarak gösterilen Küresel İklim Değişikliği ise, Dünya'nın tamamını etkiliyor. İkinci neden ise, "iklim" ile "hava durumu" arasındaki farkı vurgulamak. Hava durumu, bizim günlük veya haftalık olarak deneyimlediğimiz, kısa vadeli hava olaylarına verilen isim. "Bugün hava yağmurlu." ya da "Bu hafta çok sıcak olacak." dediğimizde iklimden değil, hava durumundan söz ederiz. İklim, hem daha kapsamlı bir sözcük, hem de daha uzun vadeli bir sözcük. İklim, hava durumuna göre daha kapsamlı bir kavram, çünkü her hava durumu, iklimin bir parçasıdır; ancak her iklimsel değişim, hava durumunun bir parçası olmak zorunda değildir. Ayrıca iklim daha uzun vadeli bir kavram, çünkü iklimsel değişimleri gözlemek için günlük değişimlere bakmak yeterli değil. Kimi zaman aylara ve yıllara, kimi zamansa yüz binlerce yıla yayılan süreçleri incelemek gerekiyor. Küresel bir boyutta, uzun vadeli bir iklim analizi yaptığımızda gördüğümüz bir gerçek var: İklim, durmaksızın değişiyor. Korkutucu olan ise, bu değişimin tehlikeli bir hızda ve yönde olması... Gezegenimiz aşırı hızlı bir şekilde ısınıyor, yani sıcaklığı artıyor. Bu nedenle günümüzdeki Küresel İklim Değişikliği'nin yapısı, "Küresel Isınma" yönünde... Eğer ki aksi yönde olsaydı, "Küresel Soğuma" diyecektik mesela. Yani meşhur "Küresel Isınma" lafı, söz konusu iklim değişikliğinin yönünü belirliyor.
Burada şuna tekrar vurgu yapmak istiyorum: İnsanlar genellikle "Al işte, yazın hava ne kadar serin! Hani küresel olarak ısınıyorduk?" gibi fikirler ileri sürüyorlar. İşte bu insanlar, hava durumu ile iklimi birbirine karıştırıyorlar. Spesifik bir günde olanlar, iklim için doğrudan anlamlı olmayabilir. Bunun yerine, daha geniş zaman aralıklarına bakmak gerekir. Mesela, aşağıda verdiğim görseli bir inceleyin. Küresel sıcaklık ortalamaları, durmaksızın artıyor. Her yıl, "rekor sıcaklık yılı" oluyor. Eğer gerekli önlemleri almazsak, 2018 de, 2020 de, 2025 de emin olun rekorlar kıracak. Yalnız sorun, biz sıcaklık rekorlarını sayıp diz döverken, Dünya'nın dengesi durmaksızın alt üst oluyor. Buna kulak vermemiz şart!
Küresel iklim değişikliğinin yaşandığını çok net bir şekilde biliyoruz; çünkü bağımsız araştırma kurumlarının verileri neredeyse kusursuz bir şekilde birbiriyle örtüşüyor:
İklim değişikliği neden gerçekleşiyor? Dahası insanlığın bu değişime etkisi nedir?
İklim değişiyor. "E ne var bunda, tabii değişecek." diyen çok olacaktır. İklimin değişimi hiçbir zaman durmamıştır. Buna "doğal yollarla olan iklim değişikliği" denir. Bunun sebebi tektonik ve volkanik faaliyetler, biyolojik varlıkların faaliyetleri, Güneş'ten gelen radyoaktif ışımada meydana gelen değişimler gibi unsurlardır. İşte bu unsurlardan birine odaklanmak gerekiyor, çünkü aslen onda aşırı bir değişim söz konusu: Biyolojik varlıkların faaliyetleri. Özellikle de tek bir biyolojik varlığın faaliyetleri... Homo sapiens, yani "modern insan" türünün... Bizim faaliyetlerimiz kilit nokta, çünkü yapılan incelemelerde diğer faktörlerin değişiminin dikkate değer olmadığı görüldü. Bizler, özellikle Endüstriyel Devrim sonrasında doğaya aşırı büyük miktarda etki etmeye başladık.
İklimbilimciler, son 120 yıla yayılmış sıcaklık ve bu sıcaklığa etki eden tüm faktörlere ait verileri analiz ederek, her bir faktörün sıcaklığı nasıl değiştirdiğini belirleyebiliyorlar. Bu faktörler insanın etkisi olan faktörler ve insanın etkisi olmayan faktörler olarak ikiye ayrılıyor. İnsanın doğaya etkisi genellikle 4 ana başlıkta toplanıyor: Ormanların tahribatı ve tarım alanları, Ozon tabakası kirliliği, Aerosol gazlarının salınımı (örneğin kömür yakımı sonucu salınan sülfatlar veya eski deodorantlardan salınan kloroflorokarbon gazları), Sera etkisine neden olan karbondioksit (CO2) ve metan (CH4) gibi gazların salımı... Bunlar genelde fabrikalardan, arabalardan, uçaklardan, trenlerden, tarım alanlarında yaşayan büyük besi hayvanlarından ve santrallerden salınan gazlar... Yani Endüstriyel Devrim'in hız kattığı her şey bu gazlara neden oluyor.
İnsanın etkisi olmayan doğal olaylar ise 3 başlıkta toplanıyor: Yörünge olayları (Dünya'nın yörüngesini etkileyen, presesyon hareketi gibi değişimler), Güneş olayları (Güneş faaliyetlerinin artması gibi), Volkanik olaylar (volkan patlamaları gibi)
Aşağıdaki görsele bir bakın. Görselde siyah çizgi, küresel sıcaklıkların değişimine yönelik yaptığımız doğrudan gözlem. Yani sıcaklığın değişimi o şekilde olmakta... Yeşil alan, eğer ki insanın sebep olduğu faktörleri göz ardı edecek olursak, sıcaklığın nasıl değişmesi gerektiğini gösteriyor. Görebileceğiniz gibi, eğer ki sadece o alandan gelen etkilere bakacak olursak, 1970'lerin sonundan sonra bir soğuma eğilimi görmemiz gerekirdi. Halbuki böyle bir şeyi görmüyoruz (siyah çizgi tam tersi yöne gidiyor). Ancak ne zaman ki doğal etmenler üzerine, insanın neden olduğu etkileri de ekliyoruz, işte o zaman görseldeki mavi alanı elde ediyoruz. Mavi alan, direkt gözlemlerimizi gösteren siyah çizgiye cuk oturuyor! Yani Küresel İklim Değişikliği'ne gerçekten de aslen insanlar neden oluyorlar. Bunun lamı cimi bulunmuyor.
Peki insana ait etkilerden en çok hangisi etki ediyor? Az önce sözünü ettiğim 4 faktörü ayrıştırarak direkt gözlemlerimize ne kadar uyduğuna bir bakalım:
Sanıyorum grafik gayet net... İnsanların saldığı sera gazları, Küresel İklim Değişikliği'nin ana sorumlusu. Peki sera gazları nasıl bu etkiye sebep oluyor? Çok basit. Soğuk bir kış günü, üzerinize bir battaniye attığınızı düşünün. Ne olur? Isınırsınız, değil mi? Aslında battaniye sıcak değildir! Vücudunuzun etrafa yaydığı ısının üzerini örterek, battaniye ile sizin aranızdaki havanın ısınmasını sağlar. Yoksa battaniye size ısı vermez (elektrikli battaniye falan değilse). Isıyı hapsederek, vücut ısınızın odaya saçılmasına engel olur. Peki, bir battaniye daha aldınız üzerinize... Sonra bir tane daha... Sonra bir tane daha... Ne olacak? Artık odanın soğukluğu sizin için anlamsız olacak, çünkü aşırı ısınıyor vücudunuz. Kat kat battaniye, ısının hiçbir yere dağılmasına izin vermiyor, sürekli battaniye ile vücudunuz arasında hapsolan havayı ısıtıyor. Bu da sizi terletmeye başlıyor. Eğer yeterince beklerseniz, sırf bu nedenle ve buna bağlı aşırı terleme gibi nedenlerle ölebilirsiniz bile!
İşte bizim sera gazları ile Dünya'ya yaptığımız da tam olarak bu. Bu gazları atmosfere saldıkça, gezegen üzerine durmaksızın "battaniye örtüyoruz". Bu gazlar ile yeryüzü arasında sıkışan hava, yani atmosferimiz, durmaksızın ısınıyor. İşte yukarıdaki sıcaklık değişiminin nedeni de tam olarak bu. Daha çok sera gazı, daha çok battaniye demek. Daha çok battaniye, daha fazla ve daha hızlı ısınma demek. İşte Küresel Isınma'nın en büyük tehlikesi de bu. Dünya'mız ve bu gezegen üzerindeki canlılar, bu kadar hızlı sıcaklık artışına uyum sağlayamayabilirler.
Peki bu değişimin etkisi nedir? Ne olur yani küresel ısınma olsa?
Eğer ki Küresel İklim Değişikliği'nin ne olduğunu anladıysak, bu soruya da cevap verebiliriz demektir. Küresel atmosferik hava sıcaklığı ortalaması artınca, atmosferde 2 basit şey oluyor: Atmosferin nem tutma kapasitesi artıyor ve atmosferik enerji miktarları artıyor. Sıcak hava hem daha fazla nem (su) tutabilir, hem de daha yüksek enerjiye sahiptir. Yerel bir alanda bu olsa, çok büyük sıkıntı olmazdı belki. Ancak Dünya'nın atmosferinin tamamı böyle ısınınca, korkunç bir şey oluyor: Atmosferde biriken su artıyor ve bu su, çok daha şiddetli bir şekilde yağıyor. Ülkemizde bu aşırı şiddetli yağışlar olarak gözleniyor. Tropik iklimlerde ise her geçen yıl daha da güçlenen ve daha sık gerçekleşen kasırgalar görüyoruz.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Isınmaya bağlı olarak atmosferik enerjinin artmasının bir diğer sorunu, belirsiz hava olayları oluyor. Durup duruken değişen hava sıcaklıkları, sıcakların aşırı sıcak geçmesi, soğukların aşırı soğuk geçmesi, mevsimlerin birbirine karışıyor gibi gözükmesi hep bundan kaynaklanıyor. Yani iklim değişikliği, hava durumundaki ekstrem olaylar ile kendini gösteriyor. Buna kulak vermezsek daha beterlerini yaşayacağız tüm gezegen olarak.
Küresel olarak ısınan gezegenin bir diğer sıkıntısı, yaygın olarak bilindiği gibi, karasal buzulların erimesi. Biliyorsunuz, Antarktika ve Grönland gibi yerler buz kütlesinden ibaret değildir. Bu devasa kara parçalarının üzerinde aşırı miktarda buz bulunur. Ancak ortalama sıcaklıklar artınca, bu buzlar da giderek artan bir şekilde eriyor. Bu buzlardan gelen sular, okyanuslara karışıyor ve okyanuslar ile denizlerin seviyesini arttırıyor. Bu da, kıyı şeritlerinin giderek suya gömülmesine neden oluyor. Örneğin eğer ki Dünya'daki tüm buzullar eriyecek olursa (ki altını çizeyim, böylesine yıkıcı bir erime şu etapta, yakın vadede pek olası bir senaryo olarak gözükmüyor), İstanbul şöyle gözükürdü:
Tabii ki atmosferdeki sera gazlarının, özellikle de karbondioksit gibi asidik etkiye sahip bir gazın birikmesinin çok kritik başka bir etkisi daha var: Okyanuslar. Sorun, sadece su seviyesinin artması değil. Okyanuslar, bu artan karbondioksit gazını tutan bir etkiye sahip. Ancak okyanuslardaki CO2 oranları artınca, asidite oranları da artıyor. Yani sular, asitleniyor. Buna bağlı olarak mercan kayalıkları ölüyor. Mercan kayalıkları, besin zincirinin en altındaki binlerce türe ev sahipliği yapan biyolojik alanlar. Bu canlılar yaşam alanı bulamayınca ölmeye başlıyorlar. Onlarla birlikte, onları avlayan avcılar da ölüyor. Böylece besin zincirinin alt üst olması riskiyle karşılaşıyoruz. Bu işin şakası yok. Sırf bu bile, insanın yakın gelecekte yok olmasıyla sonuçlanabilecek kadar katastrofik ve öngörülemez bir olay. Doğanın milyarlarca yılda evrim yoluyla kurulmuş dengelerini bu kadar kolay görmezden gelemeyiz.
Son etki ise, ekstrem hava olayları. Dediğim gibi, sıcaklar daha sıcak, soğuklar daha soğuk oluyor. Bundan sadece 20-30 sene önce yazın 35-40 derece olan hava sıcaklıkları "flaş haber" olarak verilirdi. Şimdi bunlar normal sıcaklıklar oldu, 40-45'ler bu şekilde veriliyor. Böyle giderse, 40-45 derecelere de alışacağız. Bu normal değil. Çünkü değişim o kadar hızlı yaşanıyor ki, türlerin, hele ki insan gibi artık yavaş evrimleşen bir türün buna adapte olması imkansız. Bu, tüm türümüzü tehdit ediyor. Bizimle birlikte, binlerce diğer türü de...
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yaşanan şiddetli dolu yağışı arabaların, evlerin camını kırmış, çok sayıda yer sular altında kalmıştı. Dolu yağışı nasıl bu denli bir felakete yol açabiliyor? Eskiden de yağmur yağıyordu ancak etkileri bu denli güçlü olmuyordu. Ne yaptık da 20 dakikalık bir yağış böylesi felaketlerin yaşanmasına yol açtı?Yaşananlar sadece bir başlangıç mıydı?
İstanbul'da gördüğümüz, Küresel İklim Değişikliği'nin neler yapabileceğine ufacık bir örnek. İlk yağmur yaşandığında, Twitter üzerinden takipçilerimi uyarmıştım. Bu daha hiçbir şey, daha çok beterlerini göreceğiz demiştim. Bazı insanlar “Abartma, olur arada sırada böyle şeyler, hemen İklim Değişikliği'ne bağlamayın” falan demişlerdi. Daha aradan 1-2 hafta geçmeden İstanbul ve Ankara yine sular altına gömüldü. Ve yine diyorum: Daha bu hiçbir şey değil! Çok daha beterleri yolda. Sadece bizim için değil, tüm Dünya için. Ama biz de devasa miktarda etkileneceğiz; çünkü her şey bir yana, altyapı eksiğimiz var. Sadece İklim Değişikliği değil, dev depremler gibi diğer doğa olayları da Türkiye'yi çok ciddi şekilde tehdit eden olaylar. “Olunca bakarız” gibi bir mantık var. Böyle olmaz. Bilime ve bilim insanlarına kulak vermek zorundayız. Hava durumu ile iklim farklı şeylerdir dedik. İstanbul ve Ankara'da yaşanan aşırı yağışlar, belirli aralıklarla meydana gelebilen, doğal olaylar. Zaten şunu anlamak gerekiyor: Küresel İklim Değişikliği, anormal veya doğa üstü bir şey değil. Yani birdenbire Ay'ı yok edecek, ne bileyim, uzaylı istilasına neden olacak bir şey değil. Az önce de izah ettiğim gibi, var olan doğa olaylarının şiddetini ve yıkıcılığını arttıran bir süreç. Bu olayların bir kısmı, türleri yok edebilecek kadar güçlü olaylar. Dolayısıyla şöyle demek en doğrusu olacaktır: Eğer ki İklim Değişikliği olmasaydı, belki yine bu tip yağışlar görürdük; ancak İklim Değişikliği nedeniyle bu tip olayları çok daha şiddetli ve çok daha sık yaşıyoruz ve yaşayacağız. Bunun tartışmalı bir noktası yok. Eğer önlemler alınmazsa, bu gördüklerimiz, göreceklerimiz yanında bir hiç diyebilirim.
Atmosferik karbondioksit oranı nedir? Dünya Meteoroloji Örgütü, bu oranın 2015’de 400 parçacığa ulaştığını ve iklim değişikliğini kuşaklar boyu sürecek kritik bir aşamaya taşıdığını söylüyor. Bu ne anlama geliyor?
Evet, dediğim gibi karbondioksit (CO2) ve metan (CH4) en tehlikeli sera gazları. Karbondioksit, özellikle aşırı salınımı dolayısıyla en risklisi. Ama tek sera gazları bun ikisi değil. Nitröz Oksit (N2O), Diklorodiflorometan (CFC12), Trikloroflorometan (CFC11) ve 15 adet diğer bilinen sera gazı var. Bu gazların her birinin "sera etkisi" var; az önce anlattığım "battaniye etkisi" gibi düşünebilirsiniz. Buna bilimde "radyatif zorlama" ya da "radyatif güç" adı veriliyor. Isıyı hapsetme gücü olarak düşünebilirsiniz. Şu grafikte, bu gücün yıldan yıla değişimini görüyoruz:
Bu artışın nedeni, atmosferik karbondioksit oranlarındaki artış. Yoksa karbondioksitin yapısı falan değişmedi; gaz aynı gaz. Miktar olarak atmosfer içerisinde giderek artıyor. Ne kadar artıyor? Hemen bir diğer grafik ile gösterelim:
Bu sözünü ettiğiniz "ppm" nedir? İngilizcedeki "parts per million", yani "milyon parçacık içerisindeki oran" olarak düşünülebilir. Havada 1 milyon parçacık aldığımızı düşünün. Bunlardan kaç tanesinin karbondioksit molekülü olduğunu belirtmek için bu "ppm" birimini kullanırız. Yani şu anda havadaki her 1 milyon parçacıktan 400 tanesi karbondioksit. Son 400.000 yılda ise bu oran hiçbir zaman 300'ün üzerine çıkmadı. Bu ne demek? Neden önemli? Çünkü karbondioksit en tehlikeli sera gazı. Bu oranın artması, Küresel Isınma'nın hızlanması demek. Vaziyet çok kötü yani. Bu da, 2011'den beri, aydan aya atmosferik karbondioksit oranlarının değişimini gösteren bir diğer grafik:
400 ppm değeri de şu yüzden önemli. Yapılan modellemeler, Dünya için "güvenli" olan karbondioksit seviyesinin 350 ppm düzeyinde olduğunu gösteriyor. 400 ppm, "riskli" bölge. Ve biz, muhtemelen geri dönülemez bir şekilde "riskli" sınırı da geçtik ve hızla artışa devam ediyoruz. Bir nevi "kontrol noktası" idi bizim için 400 ppm. Artık "sıradan gerçeklik" halini aldı. Bu gerçekten korkutucu. Sürekli "riskli" bölgede yaşıyor olduğumuzu bilmek, insanlık için rahatsızlık verici olmalı...
İklim değişikliğini önlemek için çok mu geç kaldık? İklim değişikliğini önlemek veya geriletmek adına bireysel ya da toplumsal olarak neler yapmalıyız?
Eğer sihirli bir değnek kullanarak yarın karbondioksit salımımızı sıfıra düşürsek bile, şu ana kadar içinde bulunduğumuz sürecin etkileri daha onlarca yıl boyunca hiçbir şey olmamış gibi devam edecek. Dolayısıyla bu öyle "Bugün önlem aldım, yarın düzeldi." diyebileceğimiz bir olay değil. Dünya'nın yarım milyon yıllık sürecini son 60 yılda alt üst etmekten söz ediyoruz. Geri dönüşü kolay olan bir şey değil.
Ancak geri dönüş imkansız da değil. İlk yapmamız gereken şey, sera gazı salımını hızla azaltmak. 22 Nisan 2016'da 195 ülke tarafından imzalanan Paris Antlaşması bir başlangıç; ancak bir çözüm değil. Bu antlaşmanın en temel niteliği, imzacı ülkelerin sera gazı salımlarını kontrol altına alacak, mantıklı ve işlevsel değişimler yapacaklarına dair söz vermiş olmaları. Ama ABD'nin gerici başkanı Donald Trump'ın liderliğinde, ABD gibi bu sera gazlarının en büyük salıcısı olan bir ülke bu antlaşmadan çekildi. Bunlar, dünyaca kabul edilemez hatalar. Tüm Dünya'nın birleşerek bu tip akıl almaz kararlara bel kırıcı bir ambargo uygulaması gerekir. Ama söz konusu ABD olunca, bu tip şeyleri kolay kolay göremiyoruz tabii. Şu grafik, ülkelerin her yıl saldığı CO2 miktarını gigaton (1 milyar ton) cinsinden veriyor:
Ülkemizdeki sera gazı salımları da her geçen yıl artıyor:
Bu tip ülkeler üstü antlaşmaların ötesinde, halk olarak bilinçlendirme çalışmaları aşırı önemli. Liderlerden ısrarla Küresel Isınma mücadelesi talep etmemiz gerekiyor. Bilime önem ve öncelik vermeyen hiçbir lideri başa getirmememiz gerekiyor. Gerici düşünceler ve bilim düşmanlığıyla her an, her yerde mücadele etmemiz gerekiyor. Bunlar, halk olarak yapabileceklerimiz.
Birey olarak yapabileceklerimiz ise, belki biraz daha ot-ağırlıklı beslenmeye geçmek olabilir. Metanın bir numaralı salıcısı besi hayvanları. Öyle ki, Dünya'daki besi hayvanlarının (şaka yapmıyorum) yellenme yoluyla saldıkları metan miktarı, Dünya'daki bütün araba, uçak ve trenlerin saldığı metan miktarı ile aynı. Daha otçul, hatta mümkünse vejetaryen veya vegan beslenme, bireysel karbon ayakizimizi (bireysel olarak saldığımız veya salımına katkı sağladığımız karbon miktarını) azaltabilir. Bir diğer yapabileceğimiz şey, boykot uygulamak olabilir. Karbon salımları konusunda gerekli adımları atmayan firma ve kurumlardan ürün almayabiliriz. Sosyal sorumluluk projeleri başlatabiliriz. Ülkemizdeki bilim oluşumlarına maddi manevi her türlü desteği vermeye çalışabiliriz. Etrafımızı bilinçlendirebiliriz.
Yani yapacak şey çok. Ama soru şu: Bunları yapacak mıyız? Yoksa göz göre göre hem türümüzü, hem Dünya'daki yaşamın ezici bir çoğunluğunu riske atacak mıyız?
Not: Bu röportaj ilk olarak Evrensel Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 18
- 14
- 8
- 6
- 5
- 5
- 5
- 4
- 2
- 1
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 12:00:28 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/453
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.