Deontoloji Argümanları, Nörobilim ve fMRI Çalışmaları ile Çürütülebilir mi?
Nörobilim, Ahlaki Eylemlere Dair Bize Ne Söyleyebilir?
Ahlaken çelişkili bir eyleme dair karar verme sürecinde beynimiz nasıl çalışıyor? Farklı ahlaki duruşlar sergilediğimizde beynimizde farklı mekanizmalar devreye giriyor mu? Eğer öyleyse, bu durum ahlak teorilerine dair bir yargıda bulunmak için yeterli gerekçeyi sağlıyor mu?
Joshua Greene ve beraberinde bir araştırmacı ekibi, 2000'li yılların başından itibaren, farklı ahlaki karar verme süreçlerinin insan beyninde farklı mekanizmalara işaret edip etmediğini inceleyen bir araştırma yürüttüler.
Bu araştırmanın neticesinde ortaya çıkan makaleler dizisinde, yapılan deneylerin sonucunda "deontolojik", yani görev odaklı karar verme süreçlerinin, insan beyninde "sonuççu", yani sonuç odaklı karar verme süreçlerine kıyasla daha farklı mekanizmaları devreye soktuğuna işaret eden bulgular paylaştılar. Bu bulgulara dayanarak, sonuççuluğun deontolojiden daha kuvvetli karar verme süreçlerine zemin oluşturduğunu iddia ettiler.
Örneğin, bu iddiaya göre ekibin, "hırsızlık yapmamayı" salık veren bir ahlaki ödevi veya bir sezgisi olan ve bu sebeple hırsızlık yapmakla yapmamak arasında kaldığı zaman hırsızlık yapmamayı seçen bir insanın, "hırsızlık yaparsa zarar görebileceğini" düşünen ve yalnızca bu sebeple hırsızlık yapmayan bir insana kıyasla daha "az rasyonel" düşündüğünü söylemek mümkün. Ahlak felsefesi açısından bu iddianın güçlü bir argümana dayandığını söylemek oldukça zor; fakat bu konuya daha sonra değineceğiz.
Yazımızın konusu olan ahlaki meşrulaştırma tartışmalarına geçmeden evvel, Greene ve diğerlerinin fMRI çalışmalarının ardından, ahlak psikolojisi alanındaki birçok bilim insanının fMRI yöntemini kullanmaya başladığını söylemekte fayda var. Bilim insanlarınca yapılan bu çalışmaların konuları arasında (yalnızca burada ifade edilenlerle sınırlı olmamak üzere) kültürel faktörlerin ahlaki muhakeme üzerindeki etkileri, felsefi temeldeki farklı etik karar türleriyle ilişkili farklı nörolojik bağlantılar, ahlaki muhakemede benliğin rolü, beyin uyarımı yoluyla sosyal norm uyumluluğunun nasıl değişiklik göstereceği gibi meseleler yer alır.[9], [10], [11], [12] Hatta kimi araştırmacılar nörobilim ile ahlaki eğitim arasındaki ilişkiyi de incelemeye başlamıştır.[13], [14]
Deontoloji - Sonuççuluk
Deontoloji, ahlak felsefesinde "ödev ahlakı" olarak da bilinen bir ahlaki değerlendirme/meşrulaştırma zeminidir. Çoğu zaman Immanuel Kant'ın ahlak felsefesine işaret eder. Bir diğer deontolojist olan David Ross’un çalışması ise “kural koyucu” önermelere nasıl erişeceğimize dair daha az kapsayıcı bir teorik çerçeve sunduğu için, deontoloji başlığı altında ikincil bir bahis olarak kalmaktadır.
Yazının geri kalanında da yer yer görülebileceği üzere, deontoloji kavramı muğlaklık taşımaktadır. Tartışmayı yürüten araştırmacıların maksadı deney yoluyla elde edilen bulgular üzerinden ahlak teorisine dair çıkarımlarda bulunmak olduğu için, bu tartışmada deontoloji kavramını normatif etik çerçevesinin dışında değerlendirmek pek mümkün değildir. Bu sebeple, deontolojinin genel hatlarıyla neye tekabül ettiğini hatırlamanın en kolay yolu, Kantçı ahlak teorisine dair birkaç noktaya değinmek olacaktır.
Kant'ın deontolojisi, rasyonel varlıklar arasında kendi başına değerli olan tek şeyin "iyi niyet" olduğunu iddia eder. Burada "kendi başına değerli" kavramını kısaca açmamız gerekir: Bir şey, eğer herhangi bir dışsal etmene bağlı olmaksızın değerli ise, o zaman (ve ancak o zaman) o şey kendi başına değerlidir. Örneğin, altın madeni yalnızca şu an sahip olduğumuz dünya düzeninde ve bu düzendeki binlerce farklı etmene bağlı olarak "değerli"dir. Tek başına ve her koşulda değerli değildir; altının değerli olmadığı bir olası dünya ne mantıksal ne de fiziksel olarak imkansızdır. Öyleyse, altın dışsal veya araçsal değere sahiptir.
İyi niyet ise Kant'a göre kendi başına değerlidir. Dolayısıyla, bir eylemi ahlaken meşru kılacak koşullar da iyi niyet üzerine inşa edilir. Bir eylemin sonucunun faydalı olup olmaması da haliyle ahlaken önemli değildir. Bu açıdan ahlak, motivasyonlarımıza odaklanır.
Sonuççu (İng: "consequentialist") gelenekte ise bu durum neredeyse tam tersidir: Deontolojinin aksine onlarca farklı teoriyi barındıran sonuççu gelenekte, bir eylem ancak ve ancak sonuçları iyi ise ahlaken meşrudur. Bu geleneğin önemli bir kısmını ise "hazcı" değer sistemleri kaplar. Haliyle, çoğu sonuççuya göre iyi sonuç, toplam hazzı arttıran sonuçtur. Çoğumuzun bildiği utilitaryanizm (veya "faydacılık") de bu tarz sonuççuluğun en popüler temsilcisidir. Adından da anlaşılacağı üzere, hazcı değer sisteminde kendi başına değerli olan şey hazdır.
Bu noktada, haz kelimesiyle kastedilen şeyin "mevcut halinizi daha iyiye taşıyan" herhangi bir şey olabileceğini unutmamakta fayda vardır. Haz yerine refah vurgusu yapan, bu ikisini birleştiren ve hatta birbirinin yerine kullanan, hatta ikisini de kullanmayan çok çeşitli teoriler olduğunu da belirtmek gerekir. Az sonra bahsedeceğimiz deneyde atıfta bulunulan sonuççuluk ise, bir önceki paragrafta verdiğimiz tanımın ötesine geçmemektedir. Başka bir deyişle, bu deney "sonuçları gözeterek" verilen ahlaki kararlarla "prensipleri gözeterek" verilen ahlaki kararları karşılaştırmak için kullanılan bulguları ortaya koyar.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Deney Zamanı!
Greene ve diğer araştırmacıların yürüttüğü çalışma neticesinde, az önce bahsettiğimiz farklı ahlaki değerlendirme yöntemleri takip edildiği zaman insan beyninin farklı mekanizmalarının devreye girdiği iddiası ortaya atılmıştır. Bir ahlaki çıkmazla karşılaştıkları vakit deneklerin benimsediği ahlaki değerlendirme yöntemleriyle bu esnada uygulanan görüntüleme tekniklerinin sunduğu veri bir araya getirilmiş ve benimsenen ahlaki değerlendirme yöntemleriyle deneklerin beyinlerinde işlem yoğunluğu artan bölgeler arasında bir korelasyon gözlemlenmiştir. Bu bulgu, deneklerin deontolojik değerlendirme ve yargı kurma sürecinde beynin "duygusallıkla" bağdaştırılan bölgelerinin daha yoğun çalıştığını, sonuççu değerlendirme ve yargı kurma sürecinde ise bu durumun gözlemlenmediğini ve hatta beynin "rasyonellikle" bağdaştırılan kısımlarının daha aktif olduğunu ortaya koymuştur.
Bu deneyin (hatta deneyler dizisinin) işaret ettiği korelasyona dayanarak Greene, sonuççuluğun deontolojiye kıyasla daha üstün olduğunu, çünkü ahlak teorilerinin rasyonel bir zemini zorunlu kıldığını ve deontolojik eğilimlerin deneyle desteklenmiş bir şekilde bu zeminden uzak olduğunu söylemiştir. Greene'e göre deontolojik yaklaşımlar, arka planlarında duygusal ve sezgisel mekanizmalar taşıdıkları için kıymetsizdir. İlerleyen paragraflarda Greene'in argümanını daha detaylı inceleyeceğiz.
Ahlak psikolojisi açısından ilgi çekici olan bu deneyin, ahlak felsefesinde süregelen tartışmalara katkı sağlayıp sağlamayacağı konusunda tartışmalar vardır. Greene üzerinden incelediğimiz bu düşünce, günümüz literatüründe "dual-process theory" (Tür: "çifte-işlem teorisi") olarak yer bulur. Çifte-işlem teorisini ve nöroetik yaklaşımları ahlak teorisi açısından önemli bulan akademisyen Peter Königs, Greene'in argüman(lar)ının ikna edici olmadığı konusunda başka akademisyenlerle hemfikir olsa da yapılan deneyi ve deneyin işaret edebileceği noktaları kıymetli bulmaktadır. Richard Dean gibi felsefeciler ise söz konusu bu bakış açısına mesafeli kalmayı seçmişlerdir.
Bu Deney Felsefi Olarak Neye İşaret "Etmiyor"?
Ahlak felsefesinin rasyonel bir zemin üzerine inşa edildiği konusunda ne Kantçılar, ne de sonuççular şüpheye düşer. Kant'ın felsefi projesi zaten insan aklı üzerine kurulmuştur; sonuççular içinse ahlaki değerlendirme tamamen akılcı ve tarafsız olmalıdır. Greene'in argümanındaki problem, esasında gizli bir öncüle dayanır. Şimdi, bu öncül üzerinden çifte-işlem teorisi ve bu teoriye dayanarak ortaya konan deontoloji karşıtı argümana dair genel bir itirazı dile getirdikten sonra, Greene'in argümanına dair spesifik problemlere değineceğiz.
Greene, insan beynindeki mekanizmaların hangi koşullar altında aktive olduğunun felsefi açıdan kıymetli bir noktaya işaret edebileceğini, insan beyninin mevcut çalışma şekline bakarak olması gereken ahlaki değerlendirme yönteminin anlaşılabileceğini (bu kısma dair daha detaylı bir açıklama ilerleyen paragraflarda mevcuttur) ve dolayısıyla eğer bir değerlendirme yöntemi insan beyninin rasyoneliteyle ilişkilendirilen mekanizmalarını yeterince aktive etmiyorsa o zaman o değerlendirme yönteminin yeterince rasyonel olamayacağını varsaymıştır.
Rasyonel Meşrulaştırma İtirazı
Halbuki bir ahlaki değerlendirme yöntemini rasyonel kılan şey, o yöntemin insan beyninde aktive ettiği bölgelerin rasyonel düşünme eylemiyle ilişkilendirilip ilişkilendirilmemesi değil, o yöntemin rasyonel bir şekilde meşrulaştırılmış olmasıdır. Dolayısıyla, deontolojik düşünme yönteminin sonuççuluğa kıyasla daha zayıf olduğunu göstermek için bu yöntemin iç yapısına dair argümanlar üretmek gerekir.
Örneğin, eğer Kant'ın ahlak teorisi genel itibariyle sonuççuluğa kıyasla daha çok iç çelişki barındırıyor, ahlaki çıkmazlar karşısında daha zayıf kalıyor ve karşı-sezgisel yargılara işaret ediyorsa, o zaman sonuççu teorilerin deontoloji karşısında avantaj sağlayabileceğini savunmak mümkündür. Bu cümlenin yalnızca bir örnek barındırdığını ve bu koşulların çeşitlenebileceğini de unutmamak gerekir. Önemli olan, bu teorilerin rasyonel bir zeminde inşa edilmiş olmaları ve rasyonel araçlarla sınanmaları gerektiğidir.
Benzer bir karşı çıkışı 2009 senesinde felsefeci Richard Dean ortaya koymuştur. Dean, Greene'in argümanını üzerine inşa ettiği deneyin ve ahlak psikolojisindeki benzer üretimlerin deontoloji-sonuççuluk çekişmesinde anlamlı olmayacağını, aradaki mantıksal bağın kurulamayacağını iddia etmiştir. Felsefeci Selim Berker ise deontolojik ve sonuççu eğilimlerimize dair ortaya konan bu iddianın bir çelişkiye yol açtığını ve problemli olduğunu söylemiştir.[15]
Königs'in İtirazı
Öte yandan, çifte-işlem teorisini ahlak teorisi açısından kıymetli bulmasına rağmen Greene'in argümanını dayandırdığı diğer argümanları zayıf bulan akademisyenler de vardır. Bir önceki kısımda adını andığımız Peter Königs'in itirazını inceleyerek aynı zamanda Greene'in argümanının detaylarına da bir göz atmış olacağız.
Königs'e göre Greene'in deontoloji karşıtı iddiası üç ayrı argümanla desteklenmektedir. Bunlardan ilki evrimsel tarih argümanıdır. Bu argümana göre, deontolojik düşünme eğilimi doğal seçilim neticesinde ortaya çıkmıştır. Doğal seçilim "doğruyu" arayan bir süreç olmadığı için de deontolojik yargılarımızdan doğruya ulaşmaya çalışmak makul değildir. İkinci argüman ise ahlaken alakasız faktörler argümanıdır. Bu argümana göre ise deontolojik değerlendirme süreci ahlaken alakalı olmayan faktörlerden etkilenebilmektedir. Bu da deontolojik yargıları güvensiz kılar. Üçüncü argüman ise Königs'in tabiriyle işlevci argümandır. İşlevci argümana göre sonuççuluğu ön plana çıkarmamız gerekir, çünkü deontolojik değerlendirme kabiliyetimiz yeni ve bilinmeyen problemleri çözme konusunda işlev görecek bir şekilde evrimleşmemiştir.
Königs'e göre ilk argümanın problemi, sonuççuluğun neden daha tercih edilesi olduğunu açıklamamasıdır. İkinci argümanın problemi, çifte-işlem teorisiyle veya bu yazıya konu edindiğimiz deneyle alakalı olmamasıdır. Üçüncü argümanın problemi ise insanın karşılaştığı ahlaki problemleri fazla basite indirgemesi ve dolayısıyla ikna edici olmamasıdır.
Literatürdeki tartışma takip edildikçe ahlak felsefesindeki en popüler deontolojik teori olan Kantçı teorinin, Greene'in atıfta bulunduğu sezgilere dayanarak inşa edilmediğinin ve dolayısıyla bir istisna olarak kalabileceğinin iddia edildiğini görmek de mümkündür. Yazımızın bu kısmının başında ortaya koyduğumuz karşı argüman da bu düşünceyle paraleldir.
Sonuç
Bu tartışmanın, "olan" ile "olması gereken" arasında mantıksal bir bağ kurmanın imkansızlığına bir kez daha işaret ettiğini söylemek de oldukça mümkündür. Zira David Hume, tanımlayıcı yargılardan kural koyucu yargılara ulaşmanın imkansızlığını çok benzer örnekler üzerinden kurar. Elbette, Greene'in argümanını burada tartıştığımız kadar basit görmek de bir hata olacaktır. Dahası, yapılan deneyle ortaya konan bulguların pek çok farklı açıdan kıymetli noktalara işaret edebileceği de ortadadır. Bu ve benzeri argümanların gerçekten güçlü olup olmadığına dair kanaatimizi ise ancak birincil kaynağa başvurmak ve birincil kaynakta (ve onu takip eden literatürde) ortaya atılan argümanları rasyonel bir değerlendirmeye tabi tutmak suretiyle kurabiliriz.
Bu sebeple, nöroetiğe ilgi duyan herkesin Greene’in makalelerine bir göz atmasını tavsiye ederiz. Greene'in iddiasına getirilen eleştirilerin deontoloji savunusu anlamına gelmediğini, yalnızca bu iddianın ahlak felsefesindeki deontoloji - sonuççuluk ayrılığına dair anlamlı bir iddia olmadığını iddia ettiğini de hatırlatmak isteriz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 3
- 2
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- J. D. Greene, et al. (2001). An Fmri Investigation Of Emotional Engagement In Moral Judgment. Science, sf: 2105-2108. doi: 10.1126/science.1062872. | Arşiv Bağlantısı
- J. D. Greene, et al. (2004). The Neural Bases Of Cognitive Conflict And Control In Moral Judgment. Neuron, sf: 389-400. doi: 10.1016/j.neuron.2004.09.027. | Arşiv Bağlantısı
- J. D. Greene, et al. (2009). Patterns Of Neural Activity Associated With Honest And Dishonest Moral Decisions. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 12506-12511. doi: 10.1073/pnas.0900152106. | Arşiv Bağlantısı
- P. Königs. (2018). On The Normative Insignificance Of Neuroscience And Dual-Process Theory. Neuroethics, sf: 195-209. doi: 10.1007/s12152-018-9362-y. | Arşiv Bağlantısı
- G. Kahane, et al. (2011). The Neural Basis Of Intuitive And Counterintuitive Moral Judgment. Oxford University Press (OUP), sf: 393-402. doi: 10.1093/scan/nsr005. | Arşiv Bağlantısı
- R. Dean. (2010). Does Neuroscience Undermine Deontological Theory?. Neuroethics, sf: 43-60. doi: 10.1007/s12152-009-9052-x. | Arşiv Bağlantısı
- S. BERKER. (2009). The Normative Insignificance Of Neuroscience. Philosophy & Public Affairs, sf: 293-329. doi: 10.1111/j.1088-4963.2009.01164.x. | Arşiv Bağlantısı
- M. Mitchell. Bilimin Ahlaki Sezgilere Dair Söyleyecek Neredeyse Hiçbir Şeyi Yoktur. (22 Haziran 2016). Alındığı Tarih: 20 Şubat 2022. Alındığı Yer: onculanalitikfelsefe | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Han, et al. (2014). Cultural Influences On The Neural Correlate Of Moral Decision Making Processes. Behavioural Brain Research, sf: 215-228. doi: 10.1016/j.bbr.2013.11.012. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. S. Borg, et al. (2006). Consequences, Action, And Intention As Factors In Moral Judgments: An Fmri Investigation. Journal of Cognitive Neuroscience, sf: 803-817. doi: 10.1162/jocn.2006.18.5.803. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. . Moll, et al. (2007). The Self As A Moral Agent: Linking The Neural Bases Of Social Agency And Moral Sensitivity. Social Neuroscience, sf: 336-352. doi: 10.1080/17470910701392024. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. C. Ruff, et al. (2013). Changing Social Norm Compliance With Noninvasive Brain Stimulation. Science, sf: 482-484. doi: 10.1126/science.1241399. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Han. (2014). Analysing Theoretical Frameworks Of Moral Education Through Lakatos’s Philosophy Of Science. Journal of Moral Education, sf: 32-53. doi: 10.1080/03057240.2014.893422. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Han. Nörobilim Aracılığıyla Ahlaki Eğitimi Geliştirmek. (10 Nisan 2021). Alındığı Tarih: 12 Haziran 2024. Alındığı Yer: Öncül Analitik Felsefe | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Berker. (2014). The Normative Insignificance Of Neuroscience. Philosophy and Public Affairs. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/12/2024 18:01:47 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11487
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.