Tengricilik Nedir? Tengri Dini Yeniden Mi Doğuyor? Türkler İslam'a Nasıl Geçti?
Bölüm I.
Tengri, kelime anlamı “gök” ya da “tanrı” anlamlarına gelen bir sözcük ve Türkler için en önemli, en kutsal varlığı sembolize eden bir kavram. Bunu anlamak için de eski Türklerin hayat tarzlarını biraz gözümüzde canlandırmamız lazım. Şimdi tabii ki bu blog da bildiğimiz tarihi baz alarak bir anlatım yapmak durumundayım. Yoksa Türklerin esas tarih öncesi soylarını incelersek iç uç tarihe girecek ve konu dağılacak, o sebeptendir ki biraz daha ayaklarımız yere basar şekilde inceleyeciğiz.
Tengri inancı karşımıza ilk olarak tarihte MÖ 2500 yıllarda Proto-Türk (Ön-Türkler) denilen kavimlerde karşımıza çıkar. İnancın ilk olarak nereden temel alarak çıktığı konusu tam bir muamma. Eğer gizemli tarihi tıpkı benim gibi sizlerde seviyorsanız Mu kıtasındaki tek tanrı inancından geldiğini iddia edenler olduğu gibi, tam tersi normal elle tutulur tarihi verilere göre de bir çeşit pagan, tek tanrı inanış karışımı olduğunu iddia edenlerde var. Ama net bir şekilde kökenini bilen yok.
Öncelikle o zamanlar yaşayan bir Türk’ün gözünde bu inancın sembolizmine biraz girelim. Göçebe hayata sahip bir Türksünüz ve ömrünüz mevsimlerin döngülerini izleyerek, Asya’nın uçsuz bucaksız düzlüklerinde geçiyor. Gördüğünüz manzara, mavinin ve yeşilin bir dansı gibi. İşte! Türklerin bu yaşayış tarzı onların aşina oldukları görüntülere ve renklere özel anlamlar yüklemesine sebep olur.
Mesela; gölün rengi olan mavi gök tengrinin rengidir ve kutsaldır. Bu sebepten mavi rengin hayat ile olan ilişkisi önemli bir yer tutar. Ve suda bu sebepten Türkler için son derece kutsaldır. Hatta pek çok Türk devletinin bayraklarında mavi renkte olması bu kutsiyetin bir nişanesidir. Tengri inancında ki diğer, önemli sembollerden bir diğeri ise dağlardır.
Bu doğal oluşumlar düz vadileri, gök ile birleştiren bir aracı olarak görülürdü. Ve bu sebepten ilahî yolculuğu sembolize ederlerdi. Kamlar yani şamanlar çeşitli ayinleri özellikle dağ eteklerinde yaparak, Tengri ile daha iyi bir bağ kurulacağını bize göstermişlerdir.
Burada madem konusu açıldı araya girmek istiyorum. Tengri inancı ile Şamanizmi ortak görenler oluyor. Halbuki bu pek de doğru değildir. Evet Şamanlar Tengri inanışında Mısır’daki rahipler gibi kutsal ayinleri organize eden bilge kişilerdi. Ama Şamanizm bambaşka birşeydir. Ve Tengricilik diyeceğimiz inanca Jean Paul Raux ve Bahaettin Ogel gibi araştırmacıların kitaplarında ki bilgilere göre MÖ 1000’li yıllarda dahil olmaya başlamıştır. Yani Tengri inancının kökenlerinde aslında şamanlık yoktu. Her zamanki gibi dinlerin doğal bir evrimi sonucu insan bu aracıyı dine dahil etmiştir. Bu bilgiyi aydınlattığımıza göre yazımıza devam edelim...
Doğal oluşumların yanı sıra Tengri inanışında hayvanların da son derece önemli sembolik anlamları vardı. Özellikle Kurt, Kartal ve At. Türkler kurtları her daim ataları olarak görmüş, ve bu hayvanın yaşayış tarzını, sosyal yapısını hatta savaşma tarzını bile kendi sosyal düzenlerini kullanmışlardır. Kartal, gökyüzünde dolaştığı için Tengri’nin habercisi olarak sembolize edilmiş ve at ise haliyle göçebe bir ulusun en önemli yardımcısı olarak görülmüştür. Ve dost olarak nitelendirilmiştir. Öyle ki bir Türk öldüğünde mezarına en sevidiği atıda gömülürmüş ki öteki hayatta da dostlukları, yoldaşlıkları ilelebet sürsün diye.
Tengri inancında benim dikkatimi çeken iki nokta var bunlar dünya mitolojisiyle son derece sıkı şekilde bağlılar. Bunlardan ilki; Türklerin kurttan Türeyiş efsanesi. Şimdi bu olayı klasik anlatımı ile ele alırsak düşman saldırısı sonrasında tüm kabilesi yok edilen bir Türk çocuğunu bir anne kurt kurtatırır ve onu besleyip büyüterek yeni bir Türk kabilesi kurmasına ve Türk soyunu devam ettirmesini sağlar. Aynı hikâyeyi Göktürklerde de görürüz. Bumin Kağan savaş sonrası tek başına kalan çocuktur ve bir dişi kurt tarafından kurtarılıp Göktürk soyunun devamını sağlar. Hatta bu ilginç mit neredeyse aynı şekilde Roma İmparatorluğunun kurucuları olan Remus ve Romulus kardeşlerin hikâyesinde de geçer. İki kardeşi Tiber nehri kenarlarında bir dişi kurt bulur. Ve bu iki savaşçı Roma’yı kurarlar. İlginç bir benzerlik.
Fakat burada sıra dışı bir olası sembolizm daha var. Gökyüzüne büyük önem ve kutsiyet atfetmiş olan Türkler için son derece kutsal bir yıldız daha vardır. Meşhur Sirius. Hani tüm medeniyetlerin istisnasız en kutsal olarak gördüğü gökyüzündeki en parlak yıldız.
Sirius takım yıldızı tarih boyunca büyük köpek olarak da bilinir. Ve Türklerde de büyük kurt olarak adlandırılırdı. Hatta Sirius’un adı da kurt yıldızıdır. Ve ilahî rehber ve koruyucu olarak görülür. İşte kimi araştırmacılar Türkler’deki bu kurttan Türeyiş kurt soyundan gelme inancının sembolik olarak anlatıldığı gibi bir kurdun yaralı bebeği kurtarıp, onu büyütüp dil öğretmesi olarak değil, Türklerin bu yıldızdan gelenlerin soyundan olduğu yönündedir. İlginç bir iddia ama insanda merak uyandırmıyor da değil. Özellikle de tüm antik kültürde Sirius’un gökten gelen tanrıların evi olduğu inancı ve Kur’an’da bile Sirius’un ve kimilerine göre oradaki varlıkları işaret ederek Shira’nında Rabbi Allah’tır diye vurgulanıyor olması. İşte bu gibi detaylar konuyu biraz daha derinleştiriyor. Ben zehri verdim. Artık araştırması size kalmış :)
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Bir diğer merak kabartan sembolizm ise Türklerdeki hayat ağacı kavramıdır. Bu sembolik ağaç aslında bize evrenin yapısını anlatmak için oluşturulmuş bir betimlemedir. Ağacın üç ana bölümü vardır. Bunlardan ilki göğü yani Tengri’nin evini temsil etmesi. İkincisi yeryüzünü yani insanların diyarını temsil etmesi. Üçüncüsü ise köklere yani yer altını ölülerin ruhlar alemini temsil etmesidir.
Bu kutsal ağaca olan saygıdan ötürü Türkler yeni bir yere göç ettiklerinde hemen oraya ağaçlar dikerek bölgenin ilahî olarak arınmasını sağlarlardı. Ormanlarda ihtiyaç dışında kesinlikle ağaç kesilmezdi ve bu kesim işlemi yapılırken de ağacın ruhu için şaman eşliğinde ayinler yapılırdı. Doğaya olan saygıda çok ince ve hoş detaylar bulunur. Fakat bu ağaç sembolizminin esas ilginç yanı karşımıza pek çok kadim inanışta da neredeyse aynı şekilde çıkar. Norse mitolojisinde Türklerin hayat ağacının aynısı karşımıza Yggdrasil olarak çıkar. Ve alemleri birbirine bağlayan bu yapı taşı olarak görünür. Celt(Kelt)mitlerinde bu ağaca Cranbethad denilir. Ve yer alemi ile gök alemini birbirine bağlayan bir köprü olarak betimlenir. Kadim Mısır’da Işhed ağacı olarak karşımıza çıkar. Gökteki bölümü Tanrı’nın evidir ve ölülerin ruhları ile Tanrı’nın birleştiği bir yer olarak sembolize edilir. Hinduizm’de Kalpavriksha’dır ve Tanrı’nın bahçesindeki kutsal bir dilek ağacıdır. Bolluk, bereket verir. İslam’da Sitretü’l-Münteha, göklerde Allah katından önceki son sınırı gösteren bir ağaç olarak anlatılır.
Şimdi yine sizi meraka sürüklemek için bir uç iddia daha söyleyeyim. Antik mitlerin sembolik dillerini bir tık farklı incelediğimizde ağaç sembolizmi karşımıza soyların bir sembolü olarak da çıkar. Misal kök ölmüş atalarımızı sembolize ederken, gövde şu an dünyadaki insanları, göklerdeki tepe ise göksel varlık soylarımızı temsil eder.
İşte burası da deminki Sirius örneğinden sonra hevesinizi biraz daha arttırmak için verdiğim bir örnek. Unutmayın günümüzde bile soylarımızı soy ağacı benzetmesiyle sembolize ediyoruz.
Bölüm II
Tengri inancındaki temel sembolik kavramlarından sonra biraz da inancın felsefesi ve kuralları ile devam edelim.
Tengricilik aslında genel olarak yaşamı ön plana alan, onu el üstünde tutan bir felsefeye sahiptir. Evrendeki her şey, suyundan dalına kadar, ağacından hayvanına, insanına kadar istisnasız her şey Tengri’nin bir yansıması, onun bir parçası olduğu için aynı derecede kutsiyete sahiptir ve bir denge içindedir.
Bu kavramlar ie ve tin olarak karşımıza çıkar. İe dediğimiz olguyu doğanın enerjsel, ruhanî alanı gibi düşünebilirsiniz. Daha ziyade anlatımlar bunu doğal yerleri gözeten, kapsayan enerji, koruyucu güç diye nitelendirmişlerdir.
Tin ise bireysel olarak her şeyin içindeki ruh, enerji diye geçer. Ağacın ruhu, kışın ruhu ve insanın ruhu. Ve bu ruhlar, enerjiler evrensel olarak tamamen Tengri’nin parçasıdır ve ona bağlıdır. Bu sebepten istisnasız tüm canlılar aynı saygıyı, yaşam hakkını ve kutsiyeti hak eder.
Bakın kadın erkek ayrımı yapan dinleri, hayvanları aşağı gören, onları insan için yarattık diyen İbrahimî dinleri, İslam’da hayvana bir nebze saygıda bulunulmuş olsada bir kenara koyun. Yaratılmışlara saygı Tengri inancında zirve yapar. Öyle ki ihtiyacınızdan fazlasını doğadan almanız yasaktır. Bunu yaptığınızda da sizin için ruhunu veren, canını veren hayvanın arkasından dua okuyarak ona teşekkür edersiniz.
İbrahimî dinlerde geçen tüm havyanları insanlara boyun eğdirdik diyen ve çağlar boyunca hayvana olan, doğaya olan saygıyı bu gibi ayetler yüzünden silip atan dinlere göre milyon kat daha ilahî bir yaklaşım bence.
Genesis (Tevrat): “Ve yeryüzündeki bütün hayvanlar, bütün kuşlar, bütün denizlerin balıkları, sizin korkunuzdan ve dehşetinizden titreyip kaçacaklar; onlar sizin elinize teslim edildiler. Yaşayan her şey size yiyecek olarak verilmiştir.”
Kur’an: “Onlar görmezler mi ki, kudretimizin yarattığı hayvanlardan kendileri için birçok şeyi yarattık da bunlara sahip bulunuyorlar? Onları, kendileri için hizmete amade kıldık; biniciliklerinden ve etlerinden yerler. Bunlarda onlar için daha nice faydalar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?”
İncil (Mezmurlar): “İnsanoğlu nedir ki, onu anasın? İnsanoğlu nedir ki, onu dikkate alasın? Onu meleklerden biraz aşağı yarattın, onu şan ve şeref tacıyla taçlandırdın. Ellerinin işlerini ona hükmettirdin, her şeyi ayaklarının altına serdin: Bütün koyunları ve sığırları, yaban hayvanlarını da, göklerin kuşlarını, denizlerin balıklarını ve denizlerde kıpırdaşan herşeyi (ona verdin)”
Tengri inancı insanlar arasında da adaleti, eşitliği ve yardımı ön plana çıkararak bireysel anlamda kişinin İbrahimî dinler gibi cennete gitmek ya da cehennemden kaçınmak için birşeyler yapmasını emretmez.
Tam tersine öte alemi düşünmeden, yargılama, ceza, ödül gibi kavramlara takılmadan bu hayatta kendisi ve bütün için en iyiyi, en doğruyu yapmayı tembihler. İşte bu vicdana dayanan inancın bir parçası olarak da Tengri inancında Peygamber yoktur. Tengri insanlar arasında birisini sözcüsü olarak seçip ayrım yaratmaz. İnancın temel bir kitabı da yoktur. Çünkü değişen insan doğasının temel erdemler doğrultusunda her çağda bu yaklaşımı korumasını ister.
Bakın bunlar çok derin felsefî yaklaşımlar. İnsanın değişken doğasını bilip temel erdemler çerçevesinde onun evrimleşmesine izin vererek inancı her daim dönemin şartlarını uygun hâle getirmelerinin kapısını açmıştır. Aksi hâlde işte günümüzdeki gibi sapık dincilerin kitaplardaki çelişkili ve net olmayacak şekilde ayetleri kendi keyiflerine göre okuyup dört tane kadınla evlenip sayısız cariye almak istemeleri gibi sorunlar doğar.
Bu arada Tengri inancında evlilik de son derece kutsaldır. Çünkü evlenen insanların tinlerini yani ruhlarını paylaştıklarına, bu birleşimin bir sonraki nesle aktarıldığına inanılır. O sebepten eşlerin birbirini aldatması da çok büyük bir ayıp olarak görülür.
Sayısız cariye fantazilerine izin verilmez. Aslında böyle bir kavram bile geçmez. Çünkü zaten bu inancın felsefesi kadın ve erkek haklarında büyük bir eşitliği savunduğu için toplumda bu yaklaşım bile yoktur. İnancın kendi şeriatı yoktur.
Biraz önce dediğim gibi değişen şartlara uyum sağlaması beklendiği için kanunların dinin erdemlerine uyuyan kişilerin oluşturacağı töre ile korunması sağlanır. Böylece 2000 yıl öncenin hayatında geçerli bir kanunun binlerce yıl sonra alakasız şekilde dayatılmasının da önüne geçilmiştir. Çünkü zaten erdem ve ahlak ile yetişen Türk neslinin töresine uyup o devirlerde de Tengri’nin bu temel erdem yaklaşımını töresi ile koruması beklenir.
İnsanlar Tengri inancını ilk duyduklarında hemen çok tanrılı bir yapısı varmış gibi düşünüyorlar. Fakat bu Paganizme karşı da Budizme karşı duyulan önyargılar gibi hatalı bir yaklaşım. Tengri inanışında biraz önce dediğim gibi ana kuşatıcı güç Tengri’dir. Kimi Türk boylarında bu Gök Tengri diye geçer, kimilerinde Kök Tengri diye de geçer.
Bu güç, bu varlık, bu yaratıcı bütün varoluşun bütünüdür. Her şey onun parçasıdır ve her şey ondan gelip ona döner. Bence bunu en güzel ifade eden sözlerden birisi de Bilge Kağan yazıtlarında geçen şu söz.
“Zamanı Tengri yaşar, insanoğlu hep ölmek için doğmuştur.”
Bu kozmik yaratılışın bir unsuru olarak da Tengri yarattıklarının işlerine müdahale eden bir yaratıcı değildir. Düzen ondan oluşmuştur ve nihayetinde ona varacaktır. İbrahimî dinler gibi gökyüzünde tahtında oturup sizi onun dayattığı kurallara uymadığınız için cehenneme atıp irin içirip derinizi yüzmez. Ya da o kurallara uydunuz diye cenette şarap eşliğinde bakire kızların arasına göndermez.
Nisa 56: “Ayetlerimizi inkar edenleri ateşe atacağız; derileri yanıp piştikçe, azabı tatmaları için derilerini başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
İncil: “O da Tanrı’nın gazabının şarabından, boşaltılmış olarak, Tanrı’nın öfke kasesinde içecektir. Kutsal meleklerin ve Kuzu’nun önünde ateş ve kükürtle işkence görecekler. Çektikleri işkencenin dumanı, sonsuzlara dek yükselecek. Canavara ve onun heykeline tapanlar ve onun adının işaretini kabul edenler gece gündüz rahat yüzü göremeyecekler.”
Bu esnada insanın başına gelecek her şey onun seçimlerinin sonucu olarak ya da doğanın dengesini bozduğu için erdemlerden uzaklaştığı için başına gelen şeyler olacaktır. Ve bunun cezasını da ödülünüde kendisi kendisine verecektir.
Tengri inancında bu esas varlığın dışında bazı ruhlardan da bahsedilir. Ama burada yanlış anlaşılan olay şu. Bunlar birer varlık olarak değil aslında kavram olarak anlatılırlar. Aradan geçen binlerce seneden sonra bunlar biraz daha karakterize olmuşlardır. İşte insanlar burada hataya düşüp Tengri inancı çok tanrılı bir din sanıyorlar. Misal kuş formunda sembolize edilen bereket ruhu Umay. Çocukların tanrıçası olarak adlandırılır. Ve yeni doğan anneyi ve çocuğunu korur. Erlik, yer altı dünyasının hakimidir. Aynı zamanda hastalık ve felaketlerin kaynağıdır.
Şimdi burada işte dinin evrimini ele almamız lazım. Çünkü Tengri inancının karşımıza ilk çıktığı MÖ 2500 yıllarda aslında bu ara figürler bulunmaz. Aradan geçen 1500 yıldan sonra ilk kez Umay’dan bahsedildiğini görürüz.
Burada işte Paganizm ve Şamanizm dokunuşlarıyla diğer mitolojik tanrısal inançların Tengri dinine girişini görüyoruz. İnsanlar o dönemden çözemedikleri temel olayları ara kavramlar, ara ruhlar ile ilişkilendirmeye başlamışlar. Ve Erlik gibi, Ot ana gibi, Albastı gibi farklı inanışlara ait motifler Türk inancına girmeye başlamış. Bu son derece normal çünkü göçebe bir halktan bahsediyoruz. Sürekli hareket halinde oldukları için pek çok milletten, halktan çeşitli sembolleri almışlar.
Fakat buna rağmen yine az dağlanıp çok budaklanmışlar. Yunan mitleri gibi olsaydı yazım sabaha kadar bunları anlatmakla geçerdi. İşte insanın olduğu her yerde inanç özünde ne kadar net, ne kadar saf ve mantığa dayalı olursa olsun insanların Putperest doğası devreye giriyor ve elde tutulur, gözle görülür ya da en azından hayal edilebilir, insanlaştırılabilir varlıkları tasarlamaya başlıyor. Ve bu sembolik eklemeler de zamanla dinlerin karmakarışık bir hale dönmesine sebep oluyor.
Tengi inancıda verdiğim örnekle gördüğünüz gibi bunlardan biraz nasibini almış. Fakat genel hatlarıyla gerçekten özü son derece sade, son derece kapsayıcı ve eşitlikçi bir inanış. Şimdi aranızda şu soruyu soranlar olabilir. Ya arkadaş bu kadar net bir dinimiz varken ve bunu binlerce sene özümsemişken bize ne oldu da bu dini bırakıp İslam’a geçtik? Bunun sebebi neydi? Çok güzel bir soru fakat cevabı ne yazık ki o kadar güzel değil...
Bölüm III
Hz. Muhammed (s.a.v)’in ölümünden sonra sonra Halifelerin birbirine düşmesi ve Emevîlerin sahneye çıkarak çoğunu öldürtmesinin ardından, İslam’ın kimilerinin düşündüğü eski barış dini konsepti tamamen bitmiştir. Ben şahsen buna hiçbir zaman inanmadım, İslam dünyası Muhammed Peygamberin ölümünden sonra katı bir şekilde din Allah’ın oluncaya kadar savaşın ayeti ile hareket etmiştir. Halifeler döneminde bile çatışmalar almış başını gitmiş.
Emevî-Abbasî döneminin derinliklerine ve Peygamber soyunun katline de girersek öyle şeylerle karşılaşırız ki. Bu aslında tarihsel olarak baktığımızda şaşılacak bir şey değil. Dünya o zamanlar öyle işliyordu. Ben açıkçası bunu yadırgamıyorum. Ben sadece bunu açık açık dile getirmekten çekinen ve Peygamberden sonra İslam davet ile barış ile yayıldı diyen iki yüzlü tiplere inanmayın diye söylüyorum. Çünkü İslam’ın gerçekten davet ile yayıldığı yerler olduğu gibi sert şekilde kılıçla da yayıldığı yerler de oldu. Ve bu olaylar o dönemin dünyası için normaldi. Bunu yumuşatmaya ya da tam tersi abartarak İslam kan dinidir demeye gerek yok. Devletler her daim dinleri kullanarak asıp kesmişler.
Esas sorun her zamanki gibi ayetleri kafasına göre yorumlamış olan insanlar yüzünden bu hale gelmedik mi o dönemde böyleleri fazlasıyla vardı.
İşte özellikle Emevîler işleri abartarak agresif, ırkçı ve baskıcı yıyılma politikası ile çevrelerine seferler düzenlemeye başlarlar ve Orta Asya’da hedeflerin arasında yer almaktadır. 705-715 senesi arasında Kuteybe bin Müslim’in yaptığı Maverahünnehir seferleri ile Buhara gibi Semerkand gibi kültürün ve ticaretin beşiği olan pek çok Türk şehri ele geçirilmiştir. Ve bu esnada bölgede direnen Türk halkları büyük kıyıma uğramıştır. Bu olayla ilgili kaynakları yazı sonunda ulaşabilirsiniz.
Şimdi burda birşeye değineceğim. Savaş zaten lanet bir şey vicdanı olan herkes bunu bilir ve anlar ona bir lafım yok. Ama hangi milletin tarihine bakarsak bakalım kimi zamanlar bu işi abartarak büyük kıyımlar yaptıklarını görürüz. Bu her millete olan bir durum.
O yüzden size bunları anlatıp, yok işte Araplar bizi böyle katletti, Çinliler bizi böyle öldürdü felan dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz, düşünen varsa yazımın burasında kapayıp başka blog yazısına gidebilirler. Ben ikiyüzlü değilim objektif olmaya çalışan bir tarihçi ve araştırmacıyım, çünkü aynı benzerler bizim tarihimizde de var. o yüzden tek taraflı anlatmam doğru olmaz.
Benim burada anlatacağım şeyleri anlatmamın sebebi televizyona çıkıp koltuğa yayıla yayıla; Türkler İslam’a davetle geçti, seve seve geçti, kucak açarak geçti diyen tiplerin iki yüzlülüğünü göstermek ki ne yazık ki aralarında beni çok şaşırtan isimler de var. Kimse hele ki Türkler gibi savaşmayı seven bir millet, 3000 yıllık inancını seve seve yılbaşına girer gibi 3-2-1 hadi biz İslam’a geçtik Müslüman olduk diye bırakmaz arkadaşlar bugün bile basit bir fikri benimsemek için nelerin altına girip çıkıyoruzda açıklarını aramaya sorgulamaya çalışıyoruz. Azıcık mantıklı olalım.
Bunun tabii ki arkasında büyük kıyımlar ve kan olacağını daha da önemlisi menfaat olacağını tahmin etmeniz gerekir. İşte şimdi o konuları biraz ele alacağız. Demin ki saydığım büyük şehirlerin kaybedilmesiyle kültürel merkezler büyük darbe alır. Ve unutmayın bir milleti asimile etmenin ilk kuralı tarihini, kültürünü ve geçmiş bilgisini silmektir. Unutmayın diyorum çünkü tarih tekerrür etmekte. Neyse ne demek istediğimi anlayanlarınız oldu.
Bahsettiğimiz yıllar zaten Türklerin gücünün zirvesinden uzak olduğu dönemler. Ve zorluklar çekiliyor. Bir de üstüne bu ana şehirler düşmeye başlayınca halkta bir çözülme olur. Savaşlarla dolu geçen senelerden sonra 751 yılında Abbasîler Orta Asya’da, İslam hakimiyetini kurmak için Çinlilere karşı Talas Savaşı’nı başlatırlar.
Bu savaşta bazı Türk boyları da Abbasîlerin safında yer almıştır ve kazanılan zafer ile birlikte hem Orta Asya’da Çin hakimiyeti kırılmış hemde Türkler Araplar ile ilişkilerini geliştirmişlerdir. Özellikle Karlukluların Abbasîleri desteklemesi ve sonrasında gelişen ticari kültürel ilişkiler ile zor dönemleri bolluk ile geçirmeleri diğer Türk boylarının da bu ticaret ağına dahil olma isteğini arttırmış ve kültürel paylaşımlar artmaya başlamıştır.
Bunun üzerine Abbasîler potansiyeli görürler ve bölgeye hakim olan ilişkilerinin iyi olduğu Türk boylarını ordularının yönetiminde öenmli rol oynayacak şekilde konumlandırırlar.
Çok zekice ve akıllıca bir hamle. Böylece savaşçı kültürden gelen Türkler yanlarında omuz omuza çarpıştıkları Müslümanlar ile bağ kurmaya başlarlar. Bu olaylar iki günde oldu zannetmeyin. Kuteybe’nin yıkımından Karahanlıların İslam’ı kabulü ile tarihsel anlamda artık Türklerin İslam ile anılması arasında iki yüz küsür sene var. Kısa bir zaman değil.
İşte bu geçen 200 seneden İslam’ın özellikle eski Tengri dininin öğretilerinden kopmuş ya da inancını unutmuş boylar arasında yayılması ile Türklerin yaşadığı coğrafyada kurulan camiiler ve medreseler ile İslam’ın tanıtılmasıyla ve bu ensada İslam’a geçen boyların ya da grupların desteklenip güçlenmesiyle diğerleri üzerinde hakimiyet kurmalarıyla İslamiyet adım adım kimi zaman kılıçla, çatışmayla kimi zaman politik taktikler ile Türkler arasında yayılır.
Direncin hafif olmasının sebebi ise dediğim gibi hem Türklerin eski güçlerinde olmamaları hem eski inanışbilgilerini unuttukları için yeni bilgiye hızlı empoze olmalarıdır. Hem de her iki dinin de temelde tek bir yaratıcıya dayanmasıdır. Ve tabii ki her daim insanın esas tapındığı şey olan paranın tatlılığıdır.
Nitekim İbn-i Fadlan gibi tarihçiler yazdıkları notlarında İslam’ı ilk kabul edenlerin genelde tüccarlar olduğunu bize göstermiştir. İnsan doğası asla değişmez. Tam da bu sebepten Amerika’da "In God we trust" yazısı yani tanrıya güveniriz lafı ülkenin esas kalbi olan resmi evraklarda değil de doların üzerinde yazmaktadır. Bunu da unutmayın. (bkz. Bir dolar banknot üzerlerinde “In God We Trust”)
Niketim Karahanlılar gibi döneminin büyük bir gücünün Müslümanlığı seçmesiyle, takip eden senelerde Alparslan’ın Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun kapılarını açması ile, Ahmet Yesevî gibi tasavvuf ehlinin öğretilerinin yayılması ile İslam Türkler arasında artık temel dine dönüşmüş ve Müslüman Anadolu kavramı doğmuştur.
Tengricilik de geçen yüzyıllarda unutulup gitmiştir. Toplamda neredeyse 300 yıl süre gelen bir süreç bu şekilde olmuş. İçinde kılıç da kan da var, içinde para menfaat de var, içinde gerçekten arzu ederek İslam’a geçmekte var. O yüzden Türkler tamamen kılıç zoruyla geçti demekte yanlış, seve seve geçti demek de yanlış.
Sonuçta Tengri inancının da en önemli felsefelerinde belirttiği gibi Tengri herkese özgür irade vermiş ve seçimlerinin sonuçlarını bu dünyada iyi ya da kötü olarak yaşamalarını sağlamış. İnsanlara Tengriciliği seçti ya da İslam’ı seçti diye laf söylemek kimseye düşmez. Herkesin inancı kendisini ilgilendirir. Nihayetinde hepsi yapılan tüm insan müdahalesine rağmen özünde tek yaratıcıya olan inancı savunan dinler.
Bölüm IV. Bitiş
Tengri inancı biteli yüz yıllar geçmiş olsa da özellikle son dönemlerde Türk devletlerinde yeniden popüler hale gelmeye başladığı görülmekte. Zaten inanç tamamen bitti sanıyoruz ama kültürümüzde o kadar izi var ki farkında olmadan o adetleri yaşıyoruz. Ağaçlara çaput bağlamak, gidenin arkasından su dökmek, nazar boncuğu, kurşun döktürmek gibi pek çok adet Tengri inancından bizlere kalmış bir adetlerimiz.
Özellikle İbrahimî dinlerin günümüzdeki yozlaşmış halleri, dinin bayrak taşıyıcısı olan ülkerin hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle bitmeyen savaşları, dinlerin mezheplere bölünüp darmadığın olamsı gibi pek çok sebep insanları sorgulamaya ve mantıklı olanı aramaya ittiği için daha öze odaklanmış, daha net olan Tengri inancına yönelimi arttırmaktadır.
Biraz önce de dediğim gibi dininiz sizin yolunuzdur. İstediğinizi seçmekte özgürsünüz. Bu sizin en temel hakkınız. Mesela özünde İslamiyet de bunu Kur’an’da anlatır. Evet din Allah’ın oluncaya kadar savaşın der. Ama aynı zamanda dinde zorlamanın olmayacağını da açıkça belirtmiştir. Senin dinin sana, benim dinim bana felsefesini de bize gösterir.
Fakat İslam dini Kur’an dan çok günümüzde genelde hadislerle yönetildiği için dininden döneni öldürün hadisi. Kim İslam’ı kabul etmezse onu öldürün hadisi gibi. Peygamberimizden 200 sene sonra yaşamış Buharî ve Müslüm gibi adamların uydurma hadisleri sanki Allah’ın emri gibi benimsenir İslam’ın tamamen savaş ve baskıyla yönelmesine sebep olur. İşte Tengri dininin bir kitap göndermemesinin en güzel yanı bu. Kitapların cahil halk tarafından sorunları işte bu. Aradan geçen binlerce senede kim bilir kimler nasıl insanları manipüle etti, nasıl kendi çıkarı için kullandı. Baksanıza en basit örnek Nisa suresini okuyorsunuz. Bir çeviride kadını dövdüyor diğerinde medenice ayrıl diyor. İşine gelen topluluk da bunu işine geldiği gibi çevirip ortalıkta at koşturuyor. Kaldı ki hâlâ günümüzde de ne yazık ki araştırmayan, duyduğuna ve gördüğüne inanan sözüm onlara cahil kesimi böyle manipüle etmeye devam ediyolar.
Çünkü insanlar Putperest tabiatlarıyla onları yozlaştırırlar, onlara tapınırlar ve her zamanki gibi yoldan çıkarlar. Bu sebepten erdemi, ahlakı, vicdanı temel alan inanış modeli felsefesini daha doğrudur. Bunuda töre ile korudun mu yozlaşmanın önüne geçersin. Ben şahsen Tengri inancının sade mesajı karşısında çok etkilendim. Son derece hoş ve öz bir yaklaşım. Açıkçası bu blogu yazmadan önce çok daha karmaşık alt başlıkları ve felsefesi olan bir din olduğunu düşünüyordum. Yaptığım araştırmalar ve felsefe tarihini incelediğimde, okuduğum makalelerde ve daha önce araştırmasını yapmış sevdiğim tarih kanallarının videolarını incelediğimde tam tersi son derece net ve mantıklı. İlerde dinlerin sembolik ağırlıklı dinlerden felsefi inanışlara evrileceği artık görünen bir gerçek maalesef. Kim bilir belki binlerce yıl öncesinin kadim Türk inanışı tekrardan uykusundan uyanır ve yayılır. Fakat inancınız ne olursa olsun ister Tengri, ister İslam, ister Yahudi, ister Hristiyan, Hindu, Budist farketmez. Erdemli bir insan olmak, vicdanlı bir insan olmak, dürüst bir insan olmak, size yapılmasını istemeyeceğiniz şeyleri başkasına yapmayan bir insan olmak tek gerçektir ve bu hem Tengri’de ve İslam’da yaratıcının insanlardan istediği amellerdir. Yaratıcının istemesine gerek yok biz bu dünyayı bir süreliğine paylaşan insanlarız bu dünya ve hayat herkese yeter de artar bile. Tengri’nin öğretisinde olduğu gibi yaratılmış herşeyin bir ruhu, bir önemi olduğunu idrak edip hepimizin bu varoluşta eşit haklarımız olduğunu ve doğanın da ve içinde yaşayan canlıların da bizimle aynı yaşam hakkına sahip olduklarını benimseyelim. Esen kalın...
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- A. İnan. (2017). Eski Türk Dini Tarihi. ISBN: 9786056600975. Yayınevi: Altınordu Yayınları.
- Turkish Forum. İslam Adina Yapilan Türk Katliamlari - Turkish Forum. (27 Nisan 2012). Alındığı Tarih: 27 Kasım 2024. Alındığı Yer: Turkish Forum | Arşiv Bağlantısı
- WordPresscom. Türk Düşmanı Kuteybe Bin Müslim. (13 Ağustos 2012). Alındığı Tarih: 27 Kasım 2024. Alındığı Yer: WordPresscom | Arşiv Bağlantısı
- S. Durukoğlu, et al. Türklerin Uğradığı İşkence, Sürgün, Katliam Ve Soykırımlar Sözlüğü. Alındığı Tarih: 27 Kasım 2024. Alındığı Yer: dergiparkorgtr | Arşiv Bağlantısı
- H. Aksoy. İslam Öncesi Dönem Türklerde Tanrı Anlayışı. Alındığı Tarih: 27 Kasım 2024. Alındığı Yer: dergiparkorgtr | Arşiv Bağlantısı
- Gerçeği Bul. Tengri Dini Yeniden Mi Doğuyor? / Dinler Tarihi Serisi: Tengricilik (Gerçeği Bul). Alındığı Tarih: 27 Kasım 2024. Alındığı Yer: youtu.be | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 27/12/2024 13:55:43 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/19111
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.