Öğrenmek İmkansızdır !
Bu yazıda, öğrenmenin imkansız olduğunu ‘sonsuzluk’ kavramıyla ispat edeceğim.
Tarihe baktığımız vakit birçok filozofun daha önce ‘öğrenmek’ üzerine felsefe yaptığını görürüz. Bu felsefe; öğrenmenin nasıl olması gerektiği, nelerin öğrenilip nelerin öğrenilmemesi veya öğrenimin nasıl olması gerektiği üzerine kurulu bir felsefe sistemi değildir. Bu felsefe sistemi doğrudan, ‘öğrenmenin’ mümkün olup olmadığı üzerine kurulu bir felsefe sistemidir. İlk bakışta, bu sorunun saçma olduğunu çünkü doğduğunuzdan beri sürekli bir şeyler öğrendiğinizi ve bu öğrendiğiniz şeylerin de sizi bugünkü siz yaptığını düşünebilirsiniz. Hatta şu anda bu yazıyı okurken bile sürekli bir şeyler öğrendiğinizi veya öğreneceğinizi düşünmeniz kuvvetle muhtemeldir. Öğrenmek, hayatımızın temeli iken bir şeyler öğrenmenin imkansız olduğu fikrine soğuk hatta alaycı yaklaşmanız gayet doğaldır. Ancak nitekim ben bu yazıda, bir şeyleri ‘bildiğimiz anlamda’ öğrenmenin imkansız olduğu görüşünü savunacağım.
Kendi görüşlerimi beyan etmeden önce ‘öğrenmek’ kavramının tanımını yapmanın ve ‘öğrenmek’ üzerine sunulan felsefi görüşlerden çok kısaca bahsetmenin konuya daha hakim olmak açısından faydalı olacağını düşünüyorum.İlk olarak ‘öğrenmek’ fiilinin tanımını yapalım. TDK’ye göre ‘öğrenmek’; ‘bilgi edinmek’, şeklinde tanımlanmaktadır. Oxford Languages’e göre ‘öğrenmek’; ‘bilgi edinmek’, şeklinde TDK ile aynı şekilde tanımlanmaktadır. ‘Öğrenmek’ fiilinin İngilizcesi olan ‘to learn’ fiili de Oxford Languages’e göre; ‘to gain or acquire knowledge of or skill in (something) by study, experience, or being taught’ şeklinde tanımlanmaktadır. Yani kısacası, ‘öğrenmek’ demek bilgi edinmek demektir. Fakat bir şey edinmek için o şeye daha öncesinde sahip olmamamız gerekir, halihazırda sahip olduğumuz bir şeyi ‘edinemeyiz’. O halde herhangi bir bilgiyi edinmek için de o bilgiye daha öncesinde sahip olmamamız gerekir. Gündelik hayatta da bir konu hakkında bilgi edindiğimizi söylediğimiz vakit, o konu hakkında daha öncesinde bilgi sahibi olmayıp birtakım eylemler sonucunda (görmek, okumak, duymak, deneyimlemek vb.) o konu hakkında bilgi sahibi olup o konuyu ‘öğrendiğimizi’ kastederiz, bu örnekte de bir ‘edinme’ söz konusudur çünkü konu hakkında daha öncesinden bir bilgimiz yoktur. İşte tam da burada büyük bir ayrım yaşanır. Bazı filozoflara göre ‘öğrenme’ vardır çünkü bu filozoflara göre daha öncesinde yani doğduğumuzda hiçbir bilgiye sahip değilizdir ve daha sonrasında deneyimler aracılığıyla (görme, tatma, koklama, hissetme vb.) evren hakkında bir bilgiye sahip olmuş oluruz. Bu filozoflara ‘deneyimci’ veya ‘empirist’ denir. Bu filozofların düşünce yapısını detaylı bir şekilde ele almayacağım, yalnızca, bilgi edinmenin yani öğrenmenin mümkün olduğunu ve bu öğrenme eyleminin de yalnızca duyular yoluyla icra edilebileceğini savunduklarını bilmeniz yeterli olacaktır. Daha detaylı araştırma için ünlü empirist John Locke’u inceleyebilirsiniz. Empiristlerin, öğrenmenin mümkün olduğunu savunmaları gayet makuldür çünkü insan belleğinde daha öncesinde herhangi bir bilgi olmadığını savunurlar ki bu sav ‘öğrenmek’ yani ‘bilgi edinmek’ için, daha öncesinde bilgiye sahip olunmaması gerekliliğiyle paralellik gösterir keza daha sonrasında farklı eylemler yoluyla daha öncesinde sahip olunmayan bir bilgiyi edinmek de ‘öğrenmek’ kavramının sözlük tanımıyla herhangi bir zıtlık göstermez. Böylelikle empiristlerin, öğrenmenin mümkün olduğunu ve öğrenme eyleminin de deneyimler yoluyla icra edildiğini savunduklarını anlamış olduk. Şimdi sırada, ‘öğrenmenin’ bildiğimiz anlamda (benimsediğimiz sözlük tanımı) ‘imkansız’ olduğunu savunan ‘rasyonalistler’ veya ‘akılcılar’ var. Rasyonalistler, öğrenebileceğimiz (‘öğrenmek’ kavramı burada bir ikilem oluşturur) bütün bilgilerin hali hazırda belleğimizde yani zihnimizde doğuştan yer aldığı görüşünü savunur. Belleğimizde bulunan bu bilgiler ‘ideatik’(1) yapıya sahip bilgilerdir ve bu bilgiler, doğadaki her türlü deneyimden bağımsız olarak var olan nihai, deneyimden bağımsız, sabit (ultimate) gerçekliği oluşturan bilgilerdir. İşte tam da burada ‘öğrenmenin’ tanımsal olarak imkansızlaşmaya başladığını görüyoruz. ‘Öğrenmek’ kavramını; öncesinde sahip olunmayan bir bilgiyi eylemler yoluyla edinmek, şeklinde tanımlamıştık. Ancak rasyonalizme göre bütün bilgiler doğuştan belleğimizde yüklüdür, hal böyle olunca daha öncesinde sahip olduğumuz bilgileri edinmek imkansız olacağından ötürü ‘bilgi edinmek’ diğer bir deyişle ‘öğrenmek’ imkansız olmuş olacaktır. Peki öyleyse rasyonalistlere göre bilgi edinmek zaten daha öncesinde bilgiye sahip olunduğundan ötürü imkansız ise rasyonalistlere göre bir şeyler hakkında nasıl öğrenmeden bilgi sahibi olabiliriz ? Şüphesiz rasyonalist filozoflar, bütün bilgilerin doğuştan yüklü olduğunu ve daha sonrasında da bilgi edinmenin imkansız olacağından ötürü nasıl doğarsak hayatımız boyunca o şekilde yaşayacağımız gibi bir görüşü benimsememişlerdir. Rasyonalist filozoflara göre bilgiler her ne kadar belleğimizde bulunsa bile bu bilgiler ideatik formda oldukları için bizlerin bu bilgilere ulaşıp bu bilgileri kavraması kolay değildir. Bu bilgiler, adeta sönük ampuller gibi belleğimizde bulunurlar ve biz her yeni bir şey ‘öğrendiğimizde’ aslında hiç sahip olmadığımız bir bilgiyi edinmekten ziyade hali hazırda sahip olduğumuz bir bilginin adeta kilidini açarız. Rasyonaliste göre ‘öğrenmek’, ‘hatırlamaktır’. Halihazırda sahip olduğumuz bir bilgiyi hatırlayıp bu bilgiyi gün yüzüne çıkardığımızda daha önce sahip olduğumuz bilginin farkına varırız ve bu farkındalık sayesinde sönük ampulü aydınlatmış oluruz. Böylelikle rasyonalistlerin bilgi edinmenin yani öğrenmenin imkansız olup bir konsepti kavramanın tek yolunun belleğimizde bulunan bilgiyi keşfedip bu bilgiyi ortaya çıkarmak olduğunu anlamış olduk. Ayrıca rasyonalistlerin çoğu, bilgiyi edinmenin, daha doğrusu bilgiyi gün yüzüne çıkarmanın yolunun akıldan geçtiğini savunur. Empiristlerin aksine rasyonalistler, belleğimizdeki bilgileri keşfederken deneyime (görme, tatma, koklama, hissetme vb.) başvurmanın yanlış olduğunu savunur çünkü deneyim yanıltıcıdır, bakıp da güzel dediğimiz bir çiçeğe solduktan sonra çirkin deriz, güçlü bir atlet yaşlandıktan sonra güçten düşmüş bir ihtiyara dönüşür, kısacası deneyime dayanan bilgi değişken yapısı itibariyle yanıltıcıdır ancak daha öncesinde belleğimizdeki bilgilerin ideatik yani nihai, deneyimden bağımsız ve sabit olduğunu belirtmiştik ve sizin de takdir edeceğiniz üzere değişken ve yanıltıcı bir araç olan ‘deneyim’ ile nihai ve sabit bir yapıya sahip ideatik bilgilere ulaşılamaz. Rasyonalistlere göre gerçek bilgiye yani belleğimizdeki ideatik bilgiye ulaşmanın tek yolu deneyden bağımsız olarak akıl yürütmektir, bu akıl yürütme sonucunda belleğimizdeki bilgileri en net şekilde kavrayıp sönük ampulleri aydınlatabiliriz. Eğer ki yalnızca deneyime başvurup; duyduğumuza, gördüğümüze, deneyimlediğimize güvenirsek, gerçek bilgilerin yani ideaların yalnızca çok ufak, bulanık yansımalarını algılarız ve hiçbir zaman gerçek bilgiye ulaşamayız ki Platon gibi bir rasyonaliste göre bireylerin nihai amacı gerçek bilgiye ulaşmak olmalıdır ve bunun için de felsefi akıl yürütmelere başvurulmalıdır. Böylelikle şu ana kadar ‘öğrenmek’ kavramını tanımlayıp bu kavram üzerine sunulan iki zıt felsefi görüşe ufak bir bakış atmış olduk. Ön bilgilendirmeyi biraz uzun tutmuş olduğumu düşünebilirsiniz ancak bu anlatılanlar az sonra anlatacaklarım için temel oluşturacaktır.
Yazının başında, öğrenmenin imkansız olduğunu ‘sonsuzluk’ kavramı ile ispatlayacağımı belirtmiştim. Giriş kısmında anlattıklarımdan yola çıkaraktan hangi felsefi görüşü savunacağımı anlamış olmalısınız. Öğrenmenin imkansız olduğunu kanıtlamakta kullanacağım ‘sonsuzluk’ kavramını tanımlayarak işe başlamanın en doğrusu olacağını düşünüyorum. TDK’ye göre ‘sonsuzluk’; sonu olmayan, bitmeyen, ebedî, şeklinde tanımlanır. Oxford Languages’e göre ‘sonsuzluk’; sonsuz olma durumu, olarak tanımlanmaktadır. Sonsuzluk kavramının İngilizcesi olan ‘infinity’ kavramı ise Oxford Languages’e göre; the state or quality of being infinite, şeklinde tanımlanır. Fark ettiyseniz ‘sonsuzluk’ kavramının tanımında yine sonsuzluk kavramını veya eş anlamlılarını kullanıyoruz, halbuki bir kavramı tanımlarken tanımlanan kavramın, tanım içerisinde kullanılması çok da sağlıklı değildir. Sonsuz nedir sorusuna, ‘sonsuz; sonsuzdur, ebedidir, sonu yoktur’ demek, güzel nedir sorusuna, ‘güzel; güzeldir’ demeye benzer ve bize net bir tanım vermez. O yüzden isterseniz sonsuzu kendimiz yorumlayarak tanımlayalım ama tanımlamadan da önce sonsuz hakkında biraz bilgi sahibi olup sonsuzun neye benzediğini anlamaya çalışalım. Bence, insan doğasında iki türlü bilgi vardır. Birincisi doğuştan gelen ve genlerimize işlenen bilgi, ikincisi ise daha sonradan edindiğimiz bilgiler. Bu bilgileri içgüdüsel bilgiler (doğuştan gelen ve genlerimize işlenen bilgiler) ve entelektüel bilgiler (beynimizi kullanaraktan doğuştan sahip olmadığımız en azından farkına varamadığımız bilgileri farklı yollarla edindiğimiz veya farkına vardığımız bilgiler) olarak adlandırabiliriz. İçgüdüsel bilgiler, çevresel faktörlerden etkilenilmeden ve deneyimlenmeden sahip olunan bilgilerdir. Mesela yeni doğan bir bebeğin daha önce kendisine öğretilmemesine rağmen doğar doğmaz annesinin memesini arayıp bulup süt emmesi veya daha öncesinde kendisine söylenmemiş ve kendisinin de daha önce deneyimlememesine rağmen ateş gibi aşırı sıcak nesnelere yaklaşmaması gerektiğini bilmesi ve bundan sakınması, doğuştan gelen ve dışarıdan harici bir etki gerektirmeksizin sahip olunan bilgi çeşididir ki bunu bilgi denilince akla gelen entelektüel bilgi ile karşılaştırdığımızda bilgiden bile saymayayabiliriz. Ancak doğuştan gelen bilgi her ne kadar entelektüel bilgi yanında daha çok basit bir dürtü olarak gözükebilecek olsa da bu dürtüler veya içgüdüleri de bilgiyi, ‘eyleme dönüştürülebilme potansiyeline sahip insan aklının alabileceği her türlü teorik ilkelerin tümü’ olarak tanımladığımızda bir çeşit bilgi olarak sayabiliriz. Peki öyleyse ‘sonsuzluk’ kavramını doğuştan mı yoksa sonradan mı öğreniriz ? İlk bakışta soruyu, ‘sonsuzu’ daha sonrasında öğrendiğimiz şeklinde cevaplamamız makul gözükür çünkü doğuştan gelen bilgiler, genlerimize işlenmiş bilgilerdir ve bu bilgiler de insanı hayatta tutmaya yarayan bilgilerdir. Doğuştan yüklü olan bilgileri hala kullanmaktayız, ilk doğduğumuzda ve karnımız acıktığında daha öncesinde hiç ‘açlık’ kavramını deneyimlememiş olmamıza rağmen aç olduğumuzu bilip bu açlığı açlığın nasıl tatmin edilmesi gerektiğini çevremizden birinden veya herhangi bir deneyimden daha öncesinden öğrenmemiş olmamıza rağmen tatmin etmek için besin elde etmemiz gerektiğini biliriz, bebekken de besine ulaşmak için ağlamak gibi yollara başvururuz. Hala daha acıktığımız vakit acıkdığımızın farkına varmak için harici bir kaynağa ihtiyaç duymayız, açlık hissiyatını otomatik ve dış etkenlerden bağımsız bir şekilde algılayabiliriz. Aynı zamanda açlığımızı tatmin etmek için bir şeyler yememiz gerektiğini doğumdan ölüme kadar biliriz ve bu bilgiyi hiçbir zaman ‘öğrenemeyiz’ çünkü bu bilgiye doğuştan itibaren sahibizdir. Şu ana kadar anlatılanlardan yola çıkaraktan yapmamız gereken çıkarım; doğuştan gelen bilgileri, doğduğumuz andan itibaren sahip olduğumuzdan ötürü, edinemeyeceğimizden dolayı (zaten sahip olunan bir şey ‘edinilemez’) doğuştan gelen bilgileri ‘öğrenemeyiz’ yalnızca doğuştan sahip olmayıp daha sonrasında edindiğimiz bilgileri ‘öğrenebiliriz’. Ve eğer ki bütün bilgilerin doğuştan geldiğini ispatlarsak ‘öğrenmenin’ de imkansız olduğunu ispatlamış oluruz. Sonradan ‘edindiğimiz’ başka bir deyişle ‘öğrendiğimiz’ bir bilginin aslında daha öncesinde belleğimizde bulunduğunu kanıtlayaraktan ‘öğrenmek imkansızdır’ savını destekleyebiliriz ve bunun için de ben, başta da belirttiğim üzere ‘sonsuzluk’ kavramını kullanacağım. Daha önce, ‘sonsuzluk’ kavramı, hayatta kalmamıza yardımcı olmayan hatta oldukça soyut bir kavram olduğundan ötürü ‘sonsuzluk’ konseptini daha sonrasında belli başlı eğitim ve anlayış olgunluğuyla yani sonrasında öğrenmemiz gerektiği ve bu bilginin entelektüel bilgi kapsamına girdiği savını, bu bilginin yani sonsuzluk konseptinin doğuştan geldiği savına karşı desteklememizin daha makul olacağını söylemiştik. O halde ‘sonsuzluk’ kavramının sonradan edinildiği savını desteklemek için ‘sonsuzluk’ kavramını daha öncesinde bildiğimiz kavramlardan yola çıkaraktan oluşturulduğunu kanıtlamamız lazım çünkü bir kavramı tanımlamamız için o kavramı ilk olarak deneyimlememiz gerekir ve eğer ki deneyimimizi daha öncesinde sahip olduğumuz deneyimlerden türettiğimiz kelimelerden yola çıkarak tanımlayamıyorsak o konsepte daha öncesinde yani doğuştan sahip olmamız gerekir.
Sonsuzluğu, daha öncesinde hiç deneyimlediniz mi veya deneyimleyen birine rastladınız mı ? Sorunun cevabının hayır olduğunu adım gibi iyi biliyorum çünkü bir insanın herhangi bir nesneden sonsuz tane görmesi veya herhangi bir şekilde deneyimlemesi imkansızdır. Hiçbir insan hayatında daha önce sonsuz sayıda araba, sonsuz sayıda insan, sonsuz sayıda kedi veya sonsuz sayıda herhangi bir şey deneyimlememiştir. Teorik olarak herhangi bir varlıktan sonsuz tane mevcut olsa bilse bizim bu varlığın sonsuzluğunu anlayabilmemiz için sonsuz bir kapasiteye, sonsuz bir anlayışa sahip olmamız gerekir ki insanlar olarak sonsuz bir anlayışa sahip olmamız mümkün değildir, böylelikle sonsuz sayıda bir varoluşun hiçbir türlü farkına varamaz, deneyimleyemeyiz. O halde nasıl ‘sonsuzluk’ hakkında konuşabiliyoruz ? Bazı kimseler sonsuzluk diye bir şey olmadığını ve bu kavramın insanlar tarafından uydurulduğunu savunabilir. Öyleyse ‘sonsuzluk’ kavramı neye göre ve hangi hizmet için nereden türemiştir ? Eğer ki sonsuzluk diye bir şey yoksa neden ‘sonsuzluk’ diye bir kavram var ? Bir kavramın oluşması için empirist bakış açısıyla (sonradan öğrenme) bir deneyime ihtiyaç varsa ‘sonsuzluk’ kavramı hangi deneyim sonucu üretimiştir ? Sonsuzluk, şüphesiz sonsuzluk deneyimi sonrasında üretilmemiştir. O halde bu kavramın iki veya daha fazla deneyimin birleşimi, senteziyle üretilmesi gerekir. Ancak hangi iki deneyim bir araya gelince sonsuzluk kavramını oluşturabilir ki ? x deneyimi + y deneyiminin sonsuzluk kavramını oluşturan sonsuzluk deneyimini oluşturması için x ve y deneyimlerinin sonlu olmaması gerekir çünkü sonu olan iki varlık veya deneyim sonsuz bir varlığa veya deneyime bizi ulaştıramaz. O halde ‘sonsuzluk’ kavramını türeten iki deneyimden en az biri sonsuzluk deneyimi olmalıdır ve içlerinden biri zaten sonsuzluk deneyimiyse ikinci bir deneyime ihtiyaç duyulmaz. Böylece, ‘sonsuzluk’ kavramının iki farklı deneyim sonucu türetilmesinin imkansız olduğunu görmüş olduk. Sonsuzluğu iki farklı deneyimin karışımı olarak yorumladığımızda gene bir sonsuzluk deneyimine ihtiyacımız olmuş olur ve günün sonunda sonsuzluğu, tek bir deneyim olan sonsuzluk deneyiminden türetiyor olmamız gerekir ki sonsuzluk deneyiminin mümkün olmadığını önceden belirtmiştik. O halde ‘sonsuzluk’ sonradan gördüğümüz, deneyimlediğimiz bir şey olamaz öyleyse ‘sonsuzluk’ kavramı deneyimden bağımsız bir şekilde var olur. ‘Öğrenmek’ yalnızca sonradan, belli eylemler aracılığıyla (koklamak, tatmak, görmek, bir başkası tarafından dinleme yoluyla bilgi edinmek vb.) deneyim yoluyla gerçekleştiği için ve ‘sonsuzluk’ kavramı da az önce belirttiğimiz gibi deneyimden bağımsız olduğu için ‘sonsuzluk’ kavramını öğrenmemiz yani sonradan edinmemiz imkansızdır. Bu kavramı ‘öğrenmek’ imkansız olmasına rağmen öyle ya da böyle bu kavram bir şekilde ‘var’. Eğer ki bu kavram deneyimler yoluyla anlaşılıp ‘var’ edilemiyorsa yani türetilemiyorsa bu kavram öncesinden bizim belleğimize programlı demektir. Bu kavramı deneyimleyemememize rağmen hakkında bilgi sahibi olmamız da ‘sonsuzluk’ kavramının bir yerde belleğimizde işlenmiş olduğunun kanıtıdır. Sonsuzluk kavramına sahip olmamız ancak anlayamamamız idea ile deneyim arasındaki farkı bariz bir şekilde açığa vurur. Sonsuzluk ideasına sahip olmamıza rağmen deneyimlerimiz bu ideayı tam olarak kavrayabilmemize izin vermez. Buna örnek olarak geometrik şekiller de verilebilir. Hayatımızda hiç bütün kenarları tam tamına 90 derece olan bir kare görmememize rağmen karenin bütün iç açılarının 90 dereceye eşit olduğunu biliriz. Her türlü kare şeklinde illaki bir sapma olur, ne penceremiz kare gözükmesine rağmen tam bir karedir ne de herhangi başka bir cisim kareye çok benzemesine rağmen bütün kenarları eşit ve bütün iç açıları 90 dereceye eşittir. Tam bir kareyi hayatımızda hiçbir zaman deneyimleyemememize rağmen karenin bütün kenarlarının eşit ve iç açılarının 90 derece olduğunu biliriz yani deneyimlediğimiz karelerin hiçbiri tam bir kare olmamasına rağmen bizler ‘kare’ fikrine sahibizdir. Burada da gene bozuk bir kare deneyimi ile tam bir kare ideasını görüyoruz aynı bozuk sonsuzluk deneyimi ile sonsuzluk ideası gibi. Bu kavramları edinecek yani öğrenecek herhangi bir deneyime sahip olamadığımız için bu kavramlar doğuştan belleğimize yüklü bir şekilde gelmelidir. Bizler de daha sonrasında da bu idealara yakın ancak ideayı tam karşılamayan deneyimleri en yakın oldukları idea çatısı altında kategorize ederiz. Böylelikle kare ideasına benzeyen şekillere ‘kare’, sonsuzluk ideasına benzeyen ancak tam karşılamayan oluşumlara da ‘sonsuz’ deriz. Peki bizler, bu idealar hakkında kesin bir bilgiye sahip olabilir miyiz ? Yani sonsuzluğun ne demek olduğunu tam olarak kavrayabilir miyiz ? Sonsuzluğu, ‘sonu olmayan’ şeklinde tanımlamak haricinde başka bir şekilde tanımlayabilir miyiz ? Bu kavramları deneyimler yoluyla algılamamızın imkansız olduğunu daha önce belirtmiştik fakat bu kavramları deneyimden bağımsız bir akıl yürütmeyle anlayabilir miyiz ? Bunlar havada kalan bir takım sorulardır.
Şimdi dilerseniz ‘öğrenmek imkansızdır’ savını biraz daha destekleyelim. ‘Sonsuzluk’ kavramını öğrenemeyeceğimizi ve bu bilginin doğuştan geldiğini belirttik ancak aynı zamanda daha öncesinde doğuştan gelen bilgilerin basit, hayatta kalmaya yarayan ve içgüdüsel olduğunu da belirtmiştik. Burada açık bir çelişki var. ‘Sonsuzluk’ konsepti, hayatta kalmaya yarayan basit bir dürtüden çok daha fazlasıdır, belki de insan aklının ulaşabileceği maksimum anlayış kapasitesidir ancak bu konsepti deneyimler yoluyla öğrenmek veya algılamak imkansız olduğundan ötürü önceden yüklü bir şekilde gelmesi gerekir. Buradan şu sonuca varırız ki; insanın sahip olabileceği en temel bilgi düzeyi de (açlık bilgisi, yorgunluk bilgisi vb.) maksimum bilgi düzeyi de (sonsuzluk) doğuştan yüklü bir biçimde gelmektedir. Peki ya bunların arasındaki bilgiler ? Mesela ‘at’ bilgisi, ‘kalem’ bilgisi veya ‘ağaç’ bilgisi. Bu bilgiler nereden geliyor ? Şüphesiz ‘at’ kavramı, ‘sonsuzluk’ kavramına göre anlaması daha kolay bir kavramdır. Peki ‘at’ nedir ? ‘At’ kavramını tanımlamaya çok da gerek olmasa da; ‘binme, yük çekme, taşıma vb. hizmetlerde kullanılan, tek tırnaklı hayvan’ şeklinde tanımlayabiliriz. Peki ‘at’ kavramının karşılığı olan bir deneyim deneyimlemek istesem ne yapmam gerekir ? Bir ata bakmanın ‘at’ kavramını deneyimlemek için yeterli olacağını düşünebilirsiniz. Peki ‘at’ kavramını deneyimlemek için hangi ata bakmam gerekir, diyelim ki karşımda bir siyah bir de beyaz at olsun. Bu atlardan hangisi bana at deneyimini sunar ? Herhangi biri diyebilirsiniz sonuçta ikisi de günün sonunda attır. Lakin bu ‘atlar’ farklı varlıklardır, birbirlerinin aynı değillerdir. Eğer ki bu iki varlığa da ‘at’ diyorsam ‘at’ kavramı bu iki varlığın birleşimi olan bir varlığı temsil etmelidir, peki biz bu birleşimi deneyimleyebilir miyiz ? Dünyadaki bütün atlar birbirlerinden farklı olmalarına rağmen hepsi ‘at’ kavramı altında toplanır ve hiçbiri ‘at’ kavramını tam olarak temsil etmez. Öyle olsaydı beyaz bir at gösterip bunun ‘at’ olduğunu söylerdim, ardından da siz siyah bir at gösterip gerçek atın gösterdiğiniz siyah at olduğunu savunurdunuz. İşin aslı bunlardan hiçbiri tek başına ‘at’ değildir. Hepsi ‘at’ kavramı altında kategorize edilse de hiçbiri kendi başına ‘at’ kavramının karşılığını oluşturmaz. Yeryüzünde gördüğümüz her at, ‘at’ ideasının bozuk bir temsilidir. Aynı ‘kare’ örneğindeki gibi yeryüzündeki hiçbir at, ‘at’ kavramını yani ‘at’ ideasını tek başına temsil etmez. Yeryüzündeki bütün atlar da ‘at’ ideasını temsil etmez veya oluşturmaz. Yeryüzündeki bütün atlar aniden kaybolsa bile ‘at’ kavramı varlığını sürdürecektir. ‘At’ kavramının varlığını sürdürmesinin, bizim, atları daha önce deneyimlemiş olduğumuzdan ötürü kaynaklandığını savunabilirsiniz. Burada haklısınız, eğer ki yeryüzünde hiçbir zaman at olmuş olmasaydı haliyle at kavramı da olmazdı ancak bu, atların ‘at’ ideasını veya kavramını oluşturduğu anlamına gelmez. Atlar, ancak at ideasını hatırlamamızı sağlar keza atların, ‘at’ ideasını veya kavramını tam olarak karşılayamadıklarını belirtmiştik eğer ki atlar, ‘at’ ideasını oluşturuyor olsaydı, yeryüzünde bir at öldüğünde ‘at’ kavramının tanımının sekteye uğraması veya değişmesi gerekirdi. Nasıl yeryüzünde bir at ölünce ‘at’ kavramı, anlamını yitirip değişikliğe uğramıyorsa; yeryüzünde bir at doğduğunda da ‘at’ kavramında bir değişiklik meydana gelmez. Bu yüzden yeryüzündeki bütün atlar kaybolduğunda da ‘at’ ideası yine anlamın yitirmez ancak ‘at’ kavramını hatırlamamızı sağlayan ‘at’ ideasının bozuk kopyaları ortadan kalktığı için zamanla ‘at’ kavramını hatırlamamıza gerek kalmaz ve bu kavram söner. Toparlamak gerekirse bizler ‘at’ kavramını hiçbir şekilde tam olarak algılayamayız ancak algılayamamıza rağmen bu kavram bir şekilde bizde mevcuttur ve bu kavram, deneyimle oluşturulamadığı için doğuştan gelmek zorundadır ve deneyimler yoluyla da bizler ‘at’ kavramının tam olarak ne olduğunu anlayamamıza rağmen yeryüzündeki ‘at’ ideasına benzeyen, yakınlık gösteren varlıkları, ‘at’ kavramı altında toplarız. Özetle ‘at’ kavramını herhangi bir deneyim yoluyla edinemeyiz, yalnızca hatırlarız ve edinemeyeceğimizden ötürü de haliyle ‘öğrenemeyiz’ ve ‘at’ örneğini bütün kavramlara uygulayabiliriz ve farklı da bir sonuca varmayız.
Böylelikle insanın içgüdüsel bilgileri ile aklının sınırınlarındaki bilgi arasında kalan bilgilerin de öğrenilmesinin ‘öğrenmek’ kavramının tanımı itibariyle mümkün olmadığını görmüş olduk. Yani kısacası ‘öğrenmek’ imkansızdır.
(1) bkz: Platon, idealar kuramı
S. Ertaş 02.10.2022
- 4
- 4
- 2
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 14:39:48 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/12569
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.